I'm here to talk to you about the economic invisibility of nature. The bad news is that mother nature's back office isn't working yet, so those invoices don't get issued. But we need to do something about this problem. I began my life as a markets professional and continued to take an interest, but most of my recent effort has been looking at the value of what comes to human beings from nature, and which doesn't get priced by the markets.
Burada bulunmamın amacı sizlere doğanın ekonomik değer anlamında görünmezliğinden bahsetmek. Kötü haber şu ki, doğa ananın mali departmanı henüz çalışmaya başlamadı, dolayısıyla faturalar henüz düzenlenmedi. Ancak bu sorun hakkında bir şeyler yapmalıyız. İş yaşamıma pazarlama uzmanı olarak başladım ve bu alana duyduğum ilgi hep devam etti, ama yakın zamanlardaki çabalarımın çoğu insanoğluna doğadan gelen ve ekonomik pazar tarafından fiyatlandırılmayan değerlere bakmak üzerine oldu.
A project called TEEB was started in 2007, and it was launched by a group of environment ministers of the G8+5. And their basic inspiration was a stern review of Lord Stern. They asked themselves a question: If economics could make such a convincing case for early action on climate change, well why can't the same be done for conservation? Why can't an equivalent case be made for nature? And the answer is: Yeah, it can. But it's not that straightforward. Biodiversity, the living fabric of this planet, is not a gas. It exists in many layers, ecosystems, species and genes across many scales -- international, national, local, community -- and doing for nature what Lord Stern and his team did for nature is not that easy.
TEEB adında bir proje 2007 yılında, G8+5 ülkelerinin çevre bakanlarından oluşan bir grup tarafından başlatıldı. Temel esin kaynakları Lord Stern'in sert bir değerlendirmesiydi. Kendilerine şu soruyu sordular: Şayet ekonomi, iklim değişimi karşısında erken eylem için bu denli ikna edici bir değerlendirme yapabiliyorsa, koruma için aynısını neden yapamasın? Neden denk bir sav, doğa için de ortaya konamasın? Cevap şu: Elbette yapılabilir. Ama bu o kadar basit değildi Bu gezegenin canlı kumaşı olan biyoçeşitlilik gazdan ibaret değil. Pek çok katman halinde, ekosistemler, türler ve genler halinde ve pek çok boyuta sahip --uluslararası, ulusal, yerel, kamusal-- ve Lord Stern ve takımının doğa üzerine yaptığı şey hiç de kolay değil.
And yet, we began. We began the project with an interim report, which quickly pulled together a lot of information that had been collected on the subject by many, many researchers. And amongst our compiled results was the startling revelation that, in fact, we were losing natural capital -- the benefits that flow from nature to us. We were losing it at an extraordinary rate -- in fact, of the order of two to four trillion dollars-worth of natural capital. This came out in 2008, which was, of course, around the time that the banking crisis had shown that we had lost financial capital of the order of two and a half trillion dollars. So this was comparable in size to that kind of loss. We then have gone on since to present for [the] international community, for governments, for local governments and for business and for people, for you and me, a whole slew of reports, which were presented at the U.N. last year, which address the economic invisibility of nature and describe what can be done to solve it.
Projeye başladık. Bu projeye, onlarca araştırmacı tarafından konu hakkında hızlıca toplanan birçok bilgiyi içeren geçici bir raporla başladık. Ve derlediğimiz sonuçlar neticesinde açığa çıkan şey gerçekte doğal sermayeyi - doğanın bizlere sunduğu faydaları kaybediyor oluşumuzdu. Hepsini sıradışı bir hızda kaybediyorduk, rakamsal olarak, iki ila dört trilyon dolar değerinde doğa sermayesi kaybı Bu 2008 yılında ortaya çıktı. O yıl ekonomik krizlerin ortaya çıkardığı gibi doğal kaynakların dört trilyonundan iki buçuk trilyonunu kaybettiğimizi gösterdiği zamandı. Bu herhangi bir ölçüyle karşılaştıralamayacak kadar önemli bir kayıp. Sonrasında biz uluslarası topluma devletlere, yerel hükümetlere, iş dünyasına ve sizin ve benim gibi insanlara geçtiğimiz yıl Birleşmiş Milletler'de sunulan ve doğanın ekonomik değerinin görünmezliğini anlatan ve bu problemi çözmek için neler yapılabileceğini tarifleyen raporlar sunmaya başladık.
What is this about? A picture that you're familiar with -- the Amazon rainforests. It's a massive store of carbon, it's an amazing store of biodiversity, but what people don't really know is this also is a rain factory. Because the northeastern trade winds, as they go over the Amazonas, effectively gather the water vapor. Something like 20 billion tons per day of water vapor is sucked up by the northeastern trade winds, and eventually precipitates in the form of rain across the La Plata Basin. This rainfall cycle, this rainfall factory, effectively feeds an agricultural economy of the order of 240 billion dollars-worth in Latin America. But the question arises: Okay, so how much do Uruguay, Paraguay, Argentina and indeed the state of Mato Grosso in Brazil pay for that vital input to that economy to the state of Amazonas, which produces that rainfall? And the answer is zilch, exactly zero. That's the economic invisibility of nature. That can't keep going on, because economic incentives and disincentives are very powerful. Economics has become the currency of policy. And unless we address this invisibility, we are going to get the results that we are seeing, which is a gradual degradation and loss of this valuable natural asset.
Peki olan biten neydi? Aşina olduğunuz bir resim--- Amazon yağmur ormanları. Devasa bir karbon deposu ve inanilmaz bir biyoçeşitlilik dünyası ancak insanların aslında bilmediği bir gerçek daha var ki Amazon aynı zamanda bir yağmur fabrikası Zira kuzeydoğu menşeili rüzgarlar, Amazonlar'ın üzerinden geçerken su buharını da verimli bir şekilde toplarlar. Yaklaşık olarak günlük 20 milyar ton su buharı kuzeydoğu menşeili rüzgarlar tarafından emilip La Plata havzasına yağmur formunda yağış olarak düşer. Bu yağmur döngüsü, bu yağmur fabrikası, Latin Amerika'da 240 milyar dolar değerinde bir tarım ekonomisini verimli şekilde besler. Ancak ortaya şu soru çıkıyor: Peki Uruguay, Paraguay, Arjantin ve hatta Brezilya'daki Mato Gross eyaleti bu yağmuru üreten ve yaşamsal bir ekonomi sağlayan Amazonlar için ne kadar para ödüyorlar? Cevap hiç!, Tam olarak sıfır. İşte doğanın ekonomik görünmezliği bu. Ancak bu şekilde devam edemez zira ekonomik teşvikler ve caydırıcı faktörler çok güçlü. Ekonomi politikanın para birimi haline geldi. Ve eğer biz bu görünmez değeri tariflemez isek bu değerli doğal varlığın aşamalı olarak değerini yitirmesi ile sonuçlanacağı görünen neticeler alacağız.
It's not just about the Amazonas, or indeed about rainforests. No matter what level you look at, whether it's at the ecosystem level or at the species level or at the genetic level, we see the same problem again and again. So rainfall cycle and water regulation by rainforests at an ecosystem level. At the species level, it's been estimated that insect-based pollination, bees pollinating fruit and so on, is something like 190 billion dollars-worth. That's something like eight percent of the total agricultural output globally. It completely passes below the radar screen. But when did a bee actually ever give you an invoice? Or for that matter, if you look at the genetic level, 60 percent of medicines were prospected, were found first as molecules in a rainforest or a reef. Once again, most of that doesn't get paid.
Bu durum sadece Amazonlarla ilgili değil, hatta sadece yağmur ormanları ile de ilgili değil Hangi açıdan bakarsanız bakın, ister ekosistem açısından, ister türler açısından veya genetik açıdan aynı problemi tekrar tekrar görmeye devam ediyoruz. Yani ekosistem açısından, yağmur ormanlarının sağladığı yağmur döngüsü ve su regülasyonu. Türler açısından, tahminler gösteriyor ki böcekler tarafından gerçekleştirilen döllenme (tozlaşma)- arıların meyveleri döllemesi ve benzeri tozlaşmaların değeri 190 milyar dolar civarında. Kabaca bu rakam bütün dünyanın global tarım çıktısının yaklaşık yüzde 8'ine tekabül etmekte. Ancak bu gerçek radar ekranımızın dışında kalıyor, görmüyoruz. Peki, ne zaman bir arı size gerçekten bir fatura kesti? Veya aynı konu ile ilgili olarak, eğer genetik açıdan bakarsanız tüm ilaçların yüzde 60'ı, ilk olarak ya bir yağmur ormanında ya da bir resifde molekül halinde bulunmuştur. Bir kez daha, bu bedelin de çok büyük bir kısmı ödenmemiştir.
And that brings me to another aspect of this, which is, to whom should this get paid? That genetic material probably belonged, if it could belong to anyone, to a local community of poor people who parted with the knowledge that helped the researchers to find the molecule, which then became the medicine. They were the ones that didn't get paid. And if you look at the species level, you saw about fish. Today, the depletion of ocean fisheries is so significant that effectively it is effecting the ability of the poor, the artisanal fisher folk and those who fish for their own livelihoods, to feed their families. Something like a billion people depend on fish, the quantity of fish in the oceans. A billion people depend on fish for their main source for animal protein. And at this rate at which we are losing fish, it is a human problem of enormous dimensions, a health problem of a kind we haven't seen before. And finally, at the ecosystem level, whether it's flood prevention or drought control provided by the forests, or whether it is the ability of poor farmers to go out and gather leaf litter for their cattle and goats, or whether it's the ability of their wives to go and collect fuel wood from the forest, it is actually the poor who depend most on these ecosystem services.
Ve bu beni konunun bir başka boyutuna getiriyor o da, bu bedelin ödemesi kime yapılmalı? Bu genetik materyal eğer birine ait olabilse idi muhtemelen araştırmacıların sonradan ilaca dönüşen o molekülün bulmasında bilgileri ile katkıda bulunmuş lokal ve fakir bir insan topluluğuna ait olurdu. İşte ödemeyi almayanlar onlardır. Ve eğer türler açısından bakacak olursanız balığı görürsünüz. Bugün, okyanus balıklarının tür ve sayılarındaki azalma o kadar belirgin ki bu durum ailelerini beslemek ve geçimlerini sürdürmek için balıkçılık yapan fakir balıkçı halkı önemli ölçüde etkilemekte. Yaklaşık olarak bir milyar insan okyanuslardaki balık miktarına bağlı durumda yaşıyor. Bir milyar insan ihtiyaç duydukları hayvansal proteinin ana kaynağı olarak balıklardan besleniyor. Ve bugün balıkları kaybediş hızımız böyle gittiği müddetçe daha önce görmediğimiz ve inanılmaz büyüklükte bir sağlık problemi ile karşı karşıyayız demektir. Sonuç olarak, ekosistem açısından, ister ormanların sağladığı kuraklık kontrolü veya sel/taşkın koruması olsun, ister fakir çiftçilerin gidip sığır ve keçileri için yaprak çöplerini toplamaları olsun, ister bu çiftçilerin eşlerinin gidip ormandan yakacak olarak odun toplamaları olsun, nihayetinde tüm bu ekosistem hizmetlerine bağlı yaşayanlar aslında fakir insanlar.
We did estimates in our study that for countries like Brazil, India and Indonesia, even though ecosystem services -- these benefits that flow from nature to humanity for free -- they're not very big in percentage terms of GDP -- two, four, eight, 10, 15 percent -- but in these countries, if we measure how much they're worth to the poor, the answers are more like 45 percent, 75 percent, 90 percent. That's the difference. Because these are important benefits for the poor. And you can't really have a proper model for development if at the same time you're destroying or allowing the degradation of the very asset, the most important asset, which is your development asset, that is ecological infrastructure.
Çalışmalarımızda yaptığımız tahminlere göre Brezilya, Hindistan ve Endonezya gibi ülkeler, ---doğadan insanlığa akan ekosistem hizmetlerinden ücretsiz faydalanıyor olsalar dahi--- GSYİH açısından çok da büyük yer tutmamaktadır yüzde iki, dört, sekiz, 10, 15 --- ama bu ülkelerde, eğer bu hizmetlerin fakirler için ne kadar değerli olduğunu ölçecek olursa, cevap yaklaşık olarak yüzde 45, yüzde 75 yüzde 90 olur. İşte fark bu. Çünkü tüm bunlar fakirler için çok önemli faydalar. Ve eğer, en önemli ve kendi geliştirdiğiniz varlık olan ekolojik altyapıyı bir taraftan yok ediyor veya sürekli tahrip olmasına izin veriyorsanız, diğer taraftan aynı ekolojik altyapının gelişmesi için çalışabilecek bir model geliştiremezsiniz.
How bad can things get? Well here a picture of something called the mean species abundance. It's basically a measure of how many tigers, toads, ticks or whatever on average of biomass of various species are around. The green represents the percentage. If you start green, it's like 80 to 100 percent. If it's yellow, it's 40 to 60 percent. And these are percentages versus the original state, so to speak, the pre-industrial era, 1750.
Peki, işler ne kadar kötüye gidebilir? Şimdi size ortalama türlerin bolluğu (MSA) adı verilen bir resim göstermek istiyorum Bu (MSA) aslında basit olarak çevremizdeki farklı türlerin ortalama biyokütlesinin ne kadarının kaplan, karakurbağası, kene veya diğer hayvanlardan meydana geldiğini gösteren bir ölçüm. Yeşil renk yüzdeyi temsil ediyor. Eğer yeşil ile başlarsak, yüzde 80-100 arası olduğunu görüyoruz. Eğer sarı ile başlarsak, yüzde 40-60 arası. Ve bunlar orijinal durumla karşılaştırma yapıldığında çıkan yüzdeler, başka bir deyişler, endüstriyel devrim öncesi çağ ile yani 1750.
Now I'm going to show you how business as usual will affect this. And just watch the change in colors in India, China, Europe, sub-Saharan Africa as we move on and consume global biomass at a rate which is actually not going to be able to sustain us. See that again. The only places that remain green -- and that's not good news -- is, in fact, places like the Gobi Desert, like the tundra and like the Sahara. But that doesn't help because there were very few species and volume of biomass there in the first place. This is the challenge. The reason this is happening boils down, in my mind, to one basic problem, which is our inability to perceive the difference between public benefits and private profits. We tend to constantly ignore public wealth simply because it is in the common wealth, it's common goods.
Şimdi ise size iş dünyasının bu durumu haliyle nasıl etkilediğini göstereceğim. Biz bu şekilde yani global biyokütleyi sürdürülebilir olmayan şekilde tüketmeye devam ettikçe de Hindistan, Çin, Avrupa, Africa Saharasının alt kısımlarındaki renk değişikliklerini izleyin. Tekrar bakın. Yeşil renkte kalan tek yer -- ki bu iyi haber değil-- gördüğünüz gibi Gobi Çölü gibi tundralar ve Sahara gibi çöller. Ancak bu durum bize yardımcı olmuyor zira bu bölgelerde ilk zamanlarda zaten çok kısıtlı sayıda tür ve biyokütle hacmi vardı. İşte zor olan bu. Benim düşünceme göre, bütün bu olanlar tek bir basit problemden kaynaklanıyor, o da bizlerin toplum çıkarları ile kişilerin kazançları arasındaki farkı algılamadaki yetersizliğimiz. Sürekli olarak toplumsal refahı gözardı etme eğilimindeyiz. Bu durum toplumsal refahın ortak refah olması ortak mallardan teşkil edilmesinden kaynaklanıyor.
And here's an example from Thailand where we found that, because the value of a mangrove is not that much -- it's about $600 over the life of nine years that this has been measured -- compared to its value as a shrimp farm, which is more like $9,600, there has been a gradual trend to deplete the mangroves and convert them to shrimp farms. But of course, if you look at exactly what those profits are, almost 8,000 of those dollars are, in fact, subsidies. So you compare the two sides of the coin and you find that it's more like 1,200 to 600. That's not that hard.
Bu duruma Tayland'dan bir örnek vereyim. bir mangrov ağacının değeri --ölçüm yapılan 9 yıllık süreçte yaklaşık olarak 600 dolar-- bir karides çitfliği olarak değerlendirildiğindeki değerinin yanında --9600 dolar-- hiç de çok değil ve neticesinde kademeli olarak mangrov ağaçlarının yok edilip yerlerine karides çitflikleri kurulması trendine yol açıyor. Ama tabii ki, gerçek manada elde edilen karlar ne diye bakarsak, 8000 doların neredeyse tamamı aslında sübvansiyon. O halde madalyonun iki yüzünü karşılaştırın ve göreceksiniz ki durum aslında 1200'e 600 şeklinde. Bu zor değil.
But on the other hand, if you start measuring, how much would it actually cost to restore the land of the shrimp farm back to productive use? Once salt deposition and chemical deposition has had its effects, that answer is more like $12,000 of cost. And if you see the benefits of the mangrove in terms of the storm protection and cyclone protection that you get and in terms of the fisheries, the fish nurseries, that provide fish for the poor, that answer is more like $11,000. So now look at the different lens. If you look at the lens of public wealth as against the lens of private profits, you get a completely different answer, which is clearly conservation makes more sense, and not destruction.
Ancak öte yandan, eğer bir karides çiftliği sahasının tekrar restore edilip eski üretkenliğine kavuşmasının bedelini ölçmeye başlarsanız ne kadar eder? Bu sorunun cevabı tuz ve kimyasal çökertilerin etkilerinin yanında yaklaşık olarak 12,000 dolar. Ayrıca eğer mangrov ağacının fırtına ve siklonlara karşı sağladığı koruma ve balıklar için adeta bir üreme çiftliği olması ve fakirlerin balık temin etmesini de sağlaması gibi faydaları dikkate aldığımızda cevap 11,000 dolar gibi olur. O halde, şimdi farklı açıdan bakın. Eğer toplum refahı, toplum zenginliği açısına karşılık kişisel çıkar açısından bakarsanız, korumanın yıkımdan çok daha mantıklı olduğunu net bir şekilde ortaya koyan tamamen farklı bir cevap alırsınız.
So is this just a story from South Thailand? Sorry, this is a global story. And here's what the same calculation looks like, which was done recently -- well I say recently, over the last 10 years -- by a group called TRUCOST. And they calculated for the top 3,000 corporations, what are the externalities? In other words, what are the costs of doing business as usual? This is not illegal stuff, this is basically business as usual, which causes climate-changing emissions, which have an economic cost. It causes pollutants being issued, which have an economic cost, health cost and so on. Use of freshwater. If you drill water to make coke near a village farm, that's not illegal, but yes, it costs the community.
Peki, bu anlattığım Güney Tayland'da yaşanan öylesine bir hikaye mi sadece? Üzgünüm, bu global bir hikaye. Ve TRUCOST isimli bir grubun yaptığı güncel ---son 10 yılı kapsayan şekilde-- bir çalışma şunu gösteriyor. Bu çalışmayı en büyük 3000 şirket arasında gerçekleştirmişler peki bu firmaların dışsallıkları nelerdir? Başka bir deyişle, işleri her zamanki gibi yürütmenin maliyeti ne? Yasadışı bir durumdan bahsetmiyorum, iklim değişikliğine yol açan ve ekonomik maliyet getiren işlere devam etmekten bahsediyorum. Çevre kirliliğine yol açan ve ekonomik maliyet getiren sağlık maliyeti getiren işlerden bahsediyorum. Temiz suyun kullanımı. Eğer bir köy çiftliği yakınlarında kola üretmek için su kuyusu açarsanız, bu yasadışı değildir ama evet topluma bir maliyeti vardır.
Can we stop this, and how? I think the first point to make is that we need to recognize natural capital. Basically the stuff of life is natural capital, and we need to recognize and build that into our systems. When we measure GDP as a measure of economic performance at the national level, we don't include our biggest asset at the country level. When we measure corporate performances, we don't include our impacts on nature and what our business costs society. That has to stop. In fact, this was what really inspired my interest in this phase. I began a project way back called the Green Accounting Project. That was in the early 2000s when India was going gung-ho about GDP growth as the means forward -- looking at China with its stellar growths of eight, nine, 10 percent and wondering, why can we do the same? And a few friends of mine and I decided this doesn't make sense. This is going to create more cost to society and more losses. So we decided to do a massive set of calculations and started producing green accounts for India and its states. That's how my interests began and went to the TEEB project. Calculating this at the national level is one thing, and it has begun. And the World Bank has acknowledged this and they've started a project called WAVES -- Wealth Accounting and Valuation of Ecosystem Services.
Peki biz bunu durdurabilir miyiz? ve nasıl? Bence ilk hareket noktamız doğal tabiat sermayesinin farkına varmak olmalı. Tüm yaşamın içindekiler doğal sermayedir ve biz bu durumun farkına varmalı ve bu gerçeği kendi sistemlerimize adapte etmeliyiz. Ulusal düzeyde bir ekonomik performans ölçütü olarak GSYİH'i ölçtüğümüze ülke bazındaki en büyük varlığımızı bu ölçüme dahil etmiyoruz. Kurumsal performansları ölçtüğümüzde o kurumun yaptığı işin doğa üzerindeki etkilerini ve topluma yansıyan maliyeti dahil etmiyoruz. Bu artık sona ermelidir. Aslına bakarsanız, bana bu aşamada ilham veren konu da bu. Green Accounting Project (Yeşil Muhasebe Projesi) isminde bir projeye başladım. 2000'li yılların başında Çin yıllık yüzde 8,9 hatta 10'luk "yıldızlı" GSYİH büyümesi gerçekleştirirken Hindistan olarak aynı GSYİH artışını biz niye yapamayalım diye düşündük. Birkaç arkadaşım ve ben bunun pek mantıklı olmadığına karar verdik. Bu durum toplum için daha büyük bir maliyete ve daha büyük kayıplara yol açacaktı. Sonrasında onlarca hesap yapmaya ve Hindistan ve eyaletleri için yeşil hesaplar oluşturmaya başladık. Bu konudaki merakım ve TEEB projesine varışım buradan kaynaklanıyor. Bu hesapları ulusal düzeyde yapmak önemli bir şeydi ve artık başladı. Dünya Bankası da bunu tanıdı ve onlar da WAVES isimli bir projeye başladılar. --- Refah Muhasebesi ve Ekosistem Servislerinin Değerlemesi---
But calculating this at the next level, that means at the business sector level, is important. And actually we've done this with the TEEB project. We've done this for a very difficult case, which was for deforestation in China. This is important, because in China in 1997, the Yellow River actually went dry for nine months causing severe loss of agriculture output and pain and loss to society. Just a year later the Yangtze flooded, causing something like 5,500 deaths. So clearly there was a problem with deforestation. It was associated largely with the construction industry.
Ama aynı hesapları bir sonraki aşamada gerçekleştirmek yani iş dünyası seviyesinde gerçekleştirmek çok önemli. Biz bunu TEEB projesi ile yaptık. Çok zorlu bir vakayı çalıştık, tüm Çin'deki ormanların yokolması vakasını. Bu önemli, çünkü 1997 yılında Çin'de, Sarı Nehir 9 ay boyunca kurumuş ve sadece tarımsal üretimde çok ciddi kayıplara yol açmakla kalmayıp topluma da acı ve kayıp vermişti. Bundan sadece 1 sene sonra, Yangtze seli yaklaşık 5500 ölüme yol açtı. Açık bir şekilde ortada ormanların yok oluşu ile ilgili bir problem var. Bu durum taahhüt sektörü ile çokça ilişkilendirildi.
And the Chinese government responded sensibly and placed a ban on felling. A retrospective on 40 years shows that if we had accounted for these costs -- the cost of loss of topsoil, the cost of loss of waterways, the lost productivity, the loss to local communities as a result of all these factors, desertification and so on -- those costs are almost twice as much as the market price of timber. So in fact, the price of timber in the Beijing marketplace ought to have been three-times what it was had it reflected the true pain and the costs to the society within China. Of course, after the event one can be wise.
Sonrasında Çin hükümeti duyarlı bir şekilde hareket ederek ağaçların kesilip yakılmasını yasakladı. Geçtiğimiz 40 yıla bakarsak göreceğiz ki eğer tüm bu dışsal maliyetleri hesaplasaydık, nebati toprağın kaybedilmesinin maliyeti, su yollarının kaybedilmesinin maliyeti üretkenliğin kaybı ve lokal toplumun kaybı, ve tüm bu faktörler neticesinde oluşan çölleşme ve diğerleri -- tüm bunlar kerestenin pazar fiyatının şimdikinin iki katı olmasına yol açardı. Açıkcası, Beijing'de piyasadaki kerestenin fiyatına eğer gerçek anlamda Çin toplumunun yaşadığı acı ve maliyetler eklenmiş olsa idi bu fiyatın şimdikinin iki-üç katı olması gerekirdi. Elbette, bir olay olduktan ve başımıza geldikten sonra ders alarak daha akıllı davranırız.
The way to do this is to do it on a company basis, to take leadership forward, and to do it for as many important sectors which have a cost, and to disclose these answers. Someone once asked me, "Who is better or worse, is it Unilever or is it P&G when it comes to their impact on rainforests in Indonesia?" And I couldn't answer because neither of these companies, good though they are and professional though they are, do not calculate or disclose their externalities.
Bu işi daha ileriye götürmek için yapılması gereken ise aynı hesaplamaları önemli sektörlerde faaliyet gösteren ve maliyet oluşturan mümkün olduğu kadar çok şirket üzerinde gerçekleştirmek. Bir zamanlar biri bana şu soruyu sormuştu, "Endonezya'daki yağmur ormanları üzerinde oluşturdukları etki söz konusu olduğunda hangi firma daha iyi, Unilever mi yoksa P&G mi? Ve ben bu soruya cevap veremedim çünkü her iki şirket de iyi ve profesyonel olmasına rağmen, ikisi de dışsallıklarını açığa vurmamakta ve hesaplamamaktalar.
But if we look at companies like PUMA -- Jochen Zeitz, their CEO and chairman, once challenged me at a function, saying that he's going to implement my project before I finish it. Well I think we kind of did it at the same time, but he's done it. He's basically worked the cost to PUMA. PUMA has 2.7 billion dollars of turnover, 300 million dollars of profits, 200 million dollars after tax, 94 million dollars of externalities, cost to business. Now that's not a happy situation for them, but they have the confidence and the courage to come forward and say, "Here's what we are measuring. We are measuring it because we know that you cannot manage what you do not measure."
Ama eğer PUMA gibi şirketlere bakarsak, şirketin CEO'su ve başkanı olan Jochen Zeitz bir keresinde ben kendi projemi bitirmeden kendisinin bu projeyi uygulamaya geçireceğini söylemişti. Sanırım ikimiz de aynı sürede tamamladık ama dediğini yaptı. PUMA'nın maliyetleri üzerinde çalıştı. PUMA yıllık 2.7 milyar ciroya ve 300 milyon dolar kara, 200 milyon dolar vergi sonrası kara, ve maliyete etki eden 94 milyon dolar dışsallıklara sahip. Şimdi bu durum onlar için hoş değil ama "işte ölçtüğümüz şeyler bunlar" diyebilecek özgüvene ve cesarete sahipler. Ölçüyoruz çünkü biliyoruz ki ölçemediğiniz şeyi yönetemezsiniz.
That's an example, I think, for us to look at and for us to draw comfort from. If more companies did this, and if more sectors engaged this as sectors, you could have analysts, business analysts, and you could have people like us and consumers and NGOs actually look and compare the social performance of companies. Today we can't yet do that, but I think the path is laid out. This can be done. And I'm delighted that the Institute of Chartered Accountants in the U.K. has already set up a coalition to do this, an international coalition.
Bu bir örnekti, sanırım, dikkat etmemiz gereken ve bizi rahatlatan bir örnek. Eğer daha çok şirket bunu yapmış olsaydı, ve eğer daha çok sektör bu sektörlere angaje olsaydı daha çok analist ve bizim gibi insanlar daha fazla olabilirdi ve tüketiciler ile sivil toplum örgütleri şirketlerin sosyal performanslarını yakından görüp karşılaştırabilirdi. Bugün hala bunu yapamıyoruz ama sanırım yol haritası artık netleşmiş durumda. Bu yapılabilir. Ve bildirmekten memnuniyet duyuyorum ki İngiltere Muhasebeciler Derneği bu işi yapmak için çoktan bir koalisyon kurdu, uluslararası bir koalisyon.
The other favorite, if you like, solution for me is the creation of green carbon markets. And by the way, these are my favorites -- externalities calculation and green carbon markets. TEEB has more than a dozen separate groups of solutions including protected area evaluation and payments for ecosystem services and eco-certification and you name it, but these are the favorites. What's green carbon? Today what we have is basically a brown carbon marketplace. It's about energy emissions. The European Union ETS is the main marketplace. It's not doing too well. We've over-issued. A bit like inflation: you over-issue currency, you get what you see, declining prices. But that's all about energy and industry.
Benim bir diğer favori çözümüm de yeşil karbon piyasasının oluşturulması. Bu arada, bunlar benim favorilerim, dışsallıkların hesaplanması ve yeşil karbon piyasaları. TEEB'in korunaklı alanların değerlendirilmesini, ekosistem servisleri için ödeme yapılmasını ve eko-sertifikasyonu içeren bir düzine farklı çözümü var ama benim favorilerim az önce bahsettiğim iki konu. Peki niye yeşil karbon? Bugün sahip olduğumuz temelde bir kahverengi karbon pazarı. Konu enerji emisyonları hakkında. Avrupa Birliği Emisyon Ticaret Sistemi bugünkü ana piyasayı oluşturuyor. Ve çok iyi çalışmıyor. Çok fazla miktarda karbon piyasaya sürülmüş durumda. Bir nevi enflasyon gibi, eğer piyasaya fazla miktarda para sürerseniz, ne alacağınız bellidir, fiyatlar düşer. Ama bu tamamen enerji ve endüstri ile ilgili.
But what we're missing is also some other emissions like black carbon, that is soot. What we're also missing is blue carbon, which, by the way, is the largest store of carbon -- more than 55 percent. Thankfully, the flux, in other words, the flow of emissions from the ocean to the atmosphere and vice versa, is more or less balanced. In fact, what's being absorbed is something like 25 percent of our emissions, which then leads to acidification or lower alkalinity in oceans. More of that in a minute.
Ama bizim eksikliğini gördüğümüz siyah karbon yani kül gibi diğer başka emisyonların da piyasada olması. Ayrıca yüzde 55'ten daha fazla olan depolama kaynağı ile en büyük karbon deposu olan mavi karbonun da eksikliğini görüyoruz. Şükürler olsun ki, mevcut akış, başka bir deyişle, emisyonların atmosferden okyanusa ve aynı şekilde tam tersi yöne olan akışı aşağı yukarı dengelenmiş durumda. Gerçekte absorbe edilen tüm emisyonlarımızın yaklaşık yüzde 25'lik miktarı, ki bu durumda sonrasında asitleşmeye ve okyanuslardaki alkalinitenin azalmasına yol açmakta. Dahası da var.
And finally, there's deforestation, and there's emission of methane from agriculture. Green carbon, which is the deforestation and agricultural emissions, and blue carbon together comprise 25 percent of our emissions. We have the means already in our hands, through a structure, through a mechanism, called REDD Plus -- a scheme for the reduced emissions from deforestation and forest degradation. And already Norway has contributed a billion dollars each towards Indonesia and Brazil to implement this Red Plus scheme. So we actually have some movement forward. But the thing is to do a lot more of that.
Nihayetinde, ormanların yokolması ve topraktan çıkan metan emisyonu. Yeşil karbon, yani ormanların yok olması ve zirai emisyonlar ve mavi karbon, birlikte tüm emisyonlarımızın yüzde 25'lik kısmını oluşturuyor. Elimizde bu durum için bir araç mevcut, bir yapı ile bir mekanizma şeklinde çalışan bir araç, buna REDD Plus diyoruz. Ormanların yok olması ve orman arazilerin azalmasından kaynaklı emisyonların azaltılması için bir plan. Norveç çoktan hem Endonezya hem de Brezilya'ya bu Red Plus planının uygulanabilmesi için bir milyar dolar kaynak aktarmış ve katkı yapmış durumda. Aslında attığımız adımlar var. Ama gerçek şu ki daha yapılması gereken çok iş var.
Will this solve the problem? Will economics solve everything? Well I'm afraid not. There is an area that is the oceans, coral reefs. As you can see, they cut across the entire globe all the way from Micronesia across Indonesia, Malaysia, India, Madagascar and to the West of the Caribbean. These red dots, these red areas, basically provide the food and livelihood for more than half a billion people. So that's almost an eighth of society. And the sad thing is that, as these coral reefs are lost -- and scientists tell us that any level of carbon dioxide in the atmosphere above 350 parts per million is too dangerous for the survival of these reefs -- we are not only risking the extinction of the entire coral species, the warm water corals, we're not only risking a fourth of all fish species which are in the oceans, but we are risking the very lives and livelihoods of more than 500 million people who live in the developing world in poor countries.
Peki bu problemi çözecek mi? Ekonomi herşeyi çözecek mi? Korkarım hayır. Okyanuslarda bir alan var, mercan resifleri Gördüğünüz gibi, Mikronezya'dan başlayıp tüm Endonezya, Malezya, Hindistan, Madagaskarı geçip Karayipler'in batısına ulaşacak şekilde bütün yerküreyi kesiyor. Bu kırmızı noktalar, bu kırmızı alanlar, yarım milyardan fazla insana yiyecek ve yaşam sağlıyor. Bu tüm toplumların neredeyse sekizde biri demek. Ve üzücü olan ise, mercan resifleri kayboldukça ve --bilimadamlarının söylediğine göre atmosferdeki karbondioksit seviyesinin 350 ppm'i aşması durumu bu resiflerin hayatına devam etmeleri karşısında çok büyük tehdit oluşturacak.-- biz sadece tüm mercan resiflerinde yaşayan türlerinin ve ılık su mercanlarının yok olmasını riske atmakla kalmıyoruz, okyanuslardaki tüm balık türlerinin dörtte birini riske atmakla kalmıyoruz, aynı zamanda fakir ülkelerde gelişmekte olan dünyada yaşayan 500 milyon insanın hayatını ve yaşam çevresini riske atıyoruz.
So in selecting targets of 450 parts per million and selecting two degrees at the climate negotiations, what we have done is we've made an ethical choice. We've actually kind of made an ethical choice in society to not have coral reefs. Well what I will say to you in parting is that we may have done that. Let's think about it and what it means, but please, let's not do more of that. Because mother nature only has that much in ecological infrastructure and that much natural capital. I don't think we can afford too much of such ethical choices.
O halde 450 ppm değerini hedefleyip, iklim müzakerelerinde iki derecelik artışı seçerek aslında etik bir tercihte bulunmuş oluyoruz. Aslında toplum olarak çoktan mercan resiflerine sahip olmamak, onları kaybetmek üzere etik bir tercih yapmış bulunuyoruz. Kapanış kısmında söylemek istediğim bir şey var ki aslında bunu yapabilirdik. Lütfen bunun hakkında ve ne anlama geldiği konusunda düşünelim ama daha ötesini yapmayalım. Çünkü tabiat ananın ancak bu kadar ekolojik altyapısı ve doğal sermayasi var, ötesi yok. Benzer etik tercihlere daha fazla gücümüzün yeteceğini zannetmiyorum.
Thank you.
Teşekkürler
(Applause)
(Alkışlar)