Welcome to Thailand. Now, when I was a young man -- 40 years ago, the country was very, very poor with lots and lots and lots of people living in poverty. We decided to do something about it, but we didn't begin with a welfare program or a poverty reduction program. But we began with a family-planning program, following a very successful maternal child health activity, sets of activities. So basically, no one would accept family planning if their children didn't survive. So the first step: get to the children, get to the mothers, and then follow up with family planning. Not just child mortality alone, you need also family planning. Now let me take you back as to why we needed to do it.
Tayland'a hoş geldiniz. Ben genç bir adamken, 40 yıl önce ülke çok ama çok fakirdi çok fazla sayıda insan yoksulluk içindeydi. Biz de buna karşı bir şey yapmaya karar verdik ama bunu sosyal yardımlaşma ya da yoksullara maddi yardım yolu ile yapmadık. Onu yerine çok başarılı bir dizi ana çocuk sağlığı aktivitelerinin hemen ardından bir aile planlaması programı ile başladık. Yani aslında, eğer çocukları hayatta kalıyor olmasaydı zaten kimse aile planlamasını kabul etmezdi. Öyleyse ilk adım: önce çocuklara, sonra annelere ulaşmak, daha sonra da aile planlaması ile devam etmek. Tek başına çocuk ölümlerini düzeltmek yetmez, aile planlaması da lazım. Şimdi sizi biraz geri götürmeme izin verin ki neden buna gerek duyduğumuzu anlatayım.
In my country, that was the case in 1974. Seven children per family -- tremendous growth at 3.3 percent. There was just no future. We needed to reduce the population growth rate. So we said, "Let's do it." The women said, "We agree. We'll use pills, but we need a doctor to prescribe the pills," and we had very, very few doctors. We didn't take no as an answer; we took no as a question. We went to the nurses and the midwives, who were also women, and did a fantastic job at explaining how to use the pill. That was wonderful, but it covered only 20 percent of the country.
1974 yılında, benim ülkemde aile başında ortalama 7 çocuk düşüyordu. Yüzde 3.3 seviyesinde müthiş bir büyüme vardı. Ama gelecek umudu yoktu. Nüfus artış hızını bir şekilde düşürmemiz gerekliydi. Biz de "Hadi düşürelim" dedik. Kadınlar da "Aynı fikirdeyiz, doğum kontrol hapı kullanalım, ama bunlar reçete etmek için doktor gerekli." dediler. Ve bizim çok ama çok az sayıda doktorumuz vardı. Hayır'ı cevap olarak kabul etmedik, onun yerine soru olarak algıladık. Hemşirelere ve ebelere ulaştık, onlar da kadındı ve hapın nasıl kullanacağını anlatma konusunda müthiş bir iş başardılar. Gerçekten harikaydı. ama sadece ülkede yaşayanların %20'sine ulaşabildik.
What do we do for the other 80 percent -- leave them alone and say, "Well, they're not medical personnel." No, we decided to do a bit more. So we went to the ordinary people that you saw. Actually, below that yellow sign -- I wish they hadn't wiped that, because there was "Coca-Cola" there. We were so much bigger than Coca-Cola in those days. And no difference, the people they chose were the people we chose. They were well-known in the community, they knew that customers were always right, and they were terrific, and they practiced their family planning themselves. So they could supply pills and condoms throughout the country, in every village of the country. So there we are. We went to the people who were seen as the cause of the problem to be the solution. Wherever there were people -- and you can see boats with the women, selling things -- here's the floating market selling bananas and crabs and also contraceptives -- wherever you find people, you'll find contraceptives in Thailand.
Peki kalan %80'e ne yapacaktık? Onları kendi başlarına bırakıp "Pardon sağlık personeli yok?" mu demeliydik? Hayır, daha fazla çabalamaya karar verdik. Biz de gördüğünüz bu sıradan insanlara gittik. Aslında, bu sarı ilanın altında keşke silmelesermiş, görebilirdiniz, çünkü orada "Coca-Cola" yazılıydı. O günlerde Coca-Cola'dan bile ünlüydük. Ve onların seçtiği insanlarla bizim seçtiklerimiz arasında fark yok. Hepsi toplum tarafından yakından tanınan kişilerdi, müşterinin her zaman haklı olduğunu biliyorlardı, ve muhteşemdiler, kendileri de aile planlaması uyguluyorlardı. Böylece ülkenin her yanına hap ve kondom temın edebiliyorlardı, her bir köye kadar. İşte buradayız. Sorunun ana kaynağı olduğu düşünülen insanlara giderek, çözümün parçası olmalarını sağladık. İnsanların olduğu her yerde -- bakın sandallardaki kadınları görüyorsunuz -- birşeyler satıyorlar-- işte bu yüzer pazar muz ve yengeç satıyorlar beraberinde de doğum kontrol cihazları-- Tayland'da insan bulabileceğiniz her yerde doğum kontrol cihazları da bulabilirsiz.
And then we decided, why not get to religion because in the Philippines, the Catholic Church was pretty strong, and Thai people were Buddhist. We went to them and they said, "Look, could you help us?" I'm there -- the one in blue, not the yellow -- holding a bowl of holy water for the monk to sprinkle holy water on pills and condoms for the sanctity of the family. And this picture was sent throughout the country. So some of the monks in the villages were doing the same thing themselves. And the women were saying, "No wonder we have no side-effects. It's been blessed." That was their perception.
Daha sonra şunu düşündük, niye işin içine dini katmayalım ki? Çünkü Filipinler'de Katolik Kilise çok etkiliydi, Taylandlılar ise Budisttiler. Biz de onlara gittik ve sorduk: "Bize yardım eder misiniz?" Şuradaki mavili olan benim, hayır sarılı olan değil, rahibin ailenin kutsallığı için haplar ve kondomlara serpeceği kutsal su kasesini tutuyorum elimde. Bu resim bütün ilkeye dağıtlıldı. Köylerdeki bazı yerel papazlar aynı şeyi tek başlarına yapıyorlardı. Kadınlar da diyorlardı ki "Kullandığımız bu şeylerin yan etkisi olmaması normal, hepsi kutsandı çünkü." Onların algılaması bu şekildeydi.
And then we went to teachers. You need everybody to be involved in trying to provide whatever it is that make humanity a better place. So we went to the teachers. Over a quarter of a million were taught about family planning with a new alphabet -- A, B for birth, C for condom, I for IUD, V for vasectomy. And then we had a snakes and ladders game, where you throw dice. If you land on anything pro-family planning, you move ahead. Like, "Mother takes the pill every night. Very good, mother. Move ahead. Uncle buys a condom. Very good, uncle. Move ahead. Uncle gets drunk, doesn't use condom. Come back, start again." (Laughter) Again, education, class entertainment. And the kids were doing it in school too. We had relay races with condoms, we had children's condom-blowing championship. And before long, the condom was know as the girl's best friend. In Thailand, for poor people, diamonds don't make it -- so the condom is the girl's best friend.
Daha sonra öğretmenlere gittik. İnsanlığı daha iyi bir yere getirebilmek için birşeyler yapmaya çalışıyorsanız herkesi için içine katmanız gerekir. Bu nedenle öğretmenlere gittik. Çeyrek milyon insana aile planlaması öğretildi hem de yeni alfabe ile -- A, B, Kondom'un C'si, Doğum'un D'si IUD'nin I'sı, Vazektomi'nin V'si. Daha sonra yılanlar ve merdivenler olan oyundan oynadık, heni zar atarsınız ve aile planlaması gelince devam edersiniz. "Anne her gün doğum kontrolü hapı alıyor. Aferim anne, ilerleyebilirsin. Amcam kondom satın alıyor. Aferim amca, ilerleyebilirsin. Amca sarhoş oluyor, kondom kullanmıyor. Yandın amca, en baştan başla. (Gülüşmeler) Tekrar söylüyorum, eğitim, sınıfı eğlendirerek. Çocuklar da okulda benzer şeyler yapıyorlardı. Kondomlarla ilgili yarışmalar düzenledik. Kondom şişirme şampiyonası. Ve çok geçmeden kondom, genç kızların en iyi arkadaşı haline geldi. Tayland'da fakir insanlar için pırlanta söz konusu değildir. bu nedenle genç kızların en iyi dostu kondomdur.
We introduced our first microcredit program in 1975, and the women who organized it said, "We only want to lend to women who practice family planning. If you're pregnant, take care of your pregnancy. If you're not pregnant, you can take a loan out from us." And that was run by them. And after 35/36 years, it's still going on. It's a part of the Village Development Bank; it's not a real bank, but it's a fund -- microcredit. And we didn't need a big organization to run it -- it was run by the villagers themselves. And you probably hardly see a Thai man there, it's always women, women, women, women. And then we thought we'd help America, because America's been helping everyone, whether they want help or not. (Laughter) And this is on the Fourth of July. We decided to provide vasectomy to all men, but in particular, American men to the front of the queue, right up to the Ambassador's residence during his vin d'honneur. And the hotel gave us the ballroom for it -- very appropriate room. (Laughter) And since it was near lunch time, they said, "All right, we'll give you some lunch. Of course, it must be American cola. You get two brands, Coke and Pepsi. And then the food is either hamburger or hotdog." And I thought a hotdog will be more symbolic. (Laughter) And here is this, then, young man called Willy Bohm who worked for the USAID. Obviously, he's had his vasectomy because his hotdog is half eaten, and he was very happy. It made a lot of news in America, and it angered some people also. I said, "Don't worry. Come over and I'll do the whole lot of you."
İlk mikro-kredi programını 1975'te devreye aldık, bunu organize eden kadınlar dediler ki, "Bu krediyi sadece aile planlaması uygulayan kadınlarar vereceğiz." Eğer hamileyseniz, bebeğinize bakın. Eğer hamile değilseniz, bizden kredi alabilirsiniz." Bu fonları kadınlar yönetiyordu. 35-36 yıl sonra hala devam ediyor. Köy Kalkınma bankasının bir parçası bu fonlar, tam bir banka değiller, ama bir tür fon- mikrokredi aslında. Bunu yönetmek için büyük bir organizasyona ihtiyaç yoktu. Köylüler kendileri yönettiler. Büyük olasılıkla içlerinde bir erkek de göremezdiniz. Her zaman kadınlar, kadınlar, kadınlar. Daha sonra Amerika'ya yardım etmeye karar verdik, ne de olsa Amerika diğerlerine isteseler de istemeseler de sürekli yardım ediyor. (Gülüşmeler) Temmuz ayının dördünde tüm erkeklere vazektomi ameliyatı yapmaya karar verdik ama özellikle de kuyruğun en önündeki Amerikalı adama, Büyükelçinin konağının hemen yakınında. Otel bize bir balo salonu verdi. İsmi çok uygun gerçekten de. (Gülüşmeler) Öğlen yemeği zamanı olduğu için "Size yemek verelim" dediler. "Elbette, Amerikan kolası olmalı iki markadan seçebilirsiniz: Coca Cola ya da Pepsi, yemek olarak da Hamburger ya da hotdog olabilir." Hotdog'un daha simgesel olacağını düşündüm. (Gülüşmeler) Bakın görüyorsunuz Willy Bohm isimli bu genç adam USAID için çalışıyordu. Gördüğünüz gibi vazektomi operasyonu tamamlanmış şünkü yarısı yenen hotdogunu tutuyor elinde, oldukça da mutlu. Bu, Amerika'da epey haber oldu, bazı insanları da çok kızdırdı. Dedim ki "Üzülmeyin, buraya gelin, sizi de ameliyat edelim."
(Laughter)
(Gülüşmeler)
And what happened? In all this thing, from seven children to 1.5 children, population growth rate of 3.3 to 0.5. You could call it the Coca-Cola approach if you like -- it was exactly the same thing. I'm not sure whether Coca-Cola followed us, or we followed Coca-Cola, but we're good friends. And so that's the case of everyone joining in. We didn't have a strong government. We didn't have lots of doctors. But it's everybody's job who can change attitude and behavior.
Peki sonra ne oldu? Bütün bunların sonunda, ortama çocuk sayısı 7'den 1.5'a indi, Nüfus artış hısı 3.3'tan 0.5'e geriledi. İsterseniz buna Coca-Cola yöntemi deyin, tamamen aynı yöntem. Emin değilim biz mi Coca Cola'yı taklit ettik, yoksa o mu bizi ama iyi dostuz. Herkesi için içine dahil etmenin sonucu bu. Çok güçlü bir devletimiz yoktu. Çok fazla sayıda doktorumuz yoktu. Ama davranış ve bakış açısını değiştirmek herkesin işi.
Then AIDS came along and hit Thailand, and we had to stop doing a lot of good things to fight AIDS. But unfortunately, the government was in denial, denial, denial. So our work wasn't affected. So I thought, "Well, if you can't go to the government, go to the military." So I went to the military and asked to borrow 300 radio stations. They have more than the government, and they've got more guns than the government. So I asked them, could they help us in our fight against HIV. And after I gave them statistics, they said, "Yes. Okay. You can use all the radio stations, television stations." And that's when we went onto the airwaves. And then we got a new prime minister soon after that. And he said, "Mechai, could you come and join?" He asked me in because he liked my wife a lot. So I said, "Okay." He became the chairman of the National AIDS Committee and increased the budget fifty-fold.
Daha sonra AIDS ortaya çıktı ve Tayland'a vardı, AIDS ile savaşmak için yapmakta olduğumuz iyi işleri bırakmamız gerekiyordu. Ama ne yazık ki hükümet inkar, inkar, inkar halindeydi. Bu nedenle bizim işimiz etkilenmedi. Ben de "Eğer hükümete gidemezsem ben de askere giderim." dedim. Ve askerlere gittim ve 300 radyo istasyonunu kullanma izni istedim. Hükümetten daha çokistasyona sahiplerdi, ilaveten daha fazla sayıda silahları vardı. Ben de onlara, bizim HIV ile olan savaşımızda bize yardım edip edemeyeceklerini sordum. Onlara istatistikleri gösterdikten sonra "Tamam, bütün radyo istasyonlarını, hatta televizyon istasyonlarını kullanabilirsin." Böylece canlı yayına geçtik. Kısa bir zaman sonra yeni bir başbakan geldi ve bana "Mechai, gelip bana katılmak ister misin?" dedi Eşimi çok sevdiği için bana bu daveti yaptı ben de "Tamam" dedim. Daha sonra Ulusal AIDS Komıtesi'nin başkanı oldu ve bütçeyi elli kat artırdı.
Every ministry, even judges, had to be involved in AIDS education -- everyone -- and we said the public, institutions, religious institutions, schools -- everyone was involved. And here, every media person had to be trained for HIV. And we gave every station half a minute extra for advertising to earn more money. So they were happy with that. And then AIDS education in all schools, starting from university. And these are high school kids teaching high school kids. And the best teachers were the girls, not the boys, and they were terrific. And these girls who go around teaching about safe sex and HIV were known as Mother Theresa. And then we went down one more step. These are primary school kids -- third, fourth grade -- going to every household in the village, every household in the whole of Thailand, giving AIDS information and a condom to every household, given by these young kids. And no parents objected, because we were trying to save lives, and this was a lifesaver. And we said, "Everyone needs to be involved."
Her bakanlık, hatta hakimler bile AIDS eğitimine katkıda bulunmak zorundaydı. Herkes. Ve tüm halk, kurumlar, dini kurumlar, okullar-- herkes işin içindeydi. Burada, her bir basın mensubu HIV ile ilgili eğitimi almak zorunda. Her istasyona daha çok para kazanabilmeleri için ilaveden birbuçuk dakika verdik. Bundan çok memnun olmuşlardı. Sonra, üniversiteden başlayarak tüm okullarda AIDS eğitimi vermeye koyulduk. Burada lise öğrencileri lise öğrencilerine eğitim veriyor. En iyi öğretmenler ise erkekler değil, kızlardı. Muhteşemdiler. Okul okul dolanıp güvenli seks ve HIV hakkında eğitim veren bu kızlara Rahibe Teresa ismini taktılar. Sonra bir basamak daha aşğıya indik. Burası ilkokul -- içinci, dördüncü sınıflar -- Tayland'daki her bir eve tek tek ziyaret ederek AIDS hakkında bilgi veriyor ve kondom dağıtıyorlar, her bir ev hanesi bu gençler tarafından ziyaret edildi. Anne babaların ise bir itirazı olmadı, çünkü biz hayat kurtarmaya çalışıyorduk ve bu bir hayat kurtarıcı idi. Biz "Herkes işin içine dahil olmalı" dedik
So you have the companies also realizing that sick staff don't work, and dead customers don't buy. So they all trained. And then we have this Captain Condom, with his Harvard MBA, going to schools and night spots. And they loved him. You need a symbol of something. In every country, every program, you need a symbol, and this is probably the best thing he's ever done with his MBA. (Laughter) And then we gave condoms out everywhere on the streets -- everywhere, everywhere. In taxis, you get condoms. And also, in traffic, the policemen give you condoms -- our "cops and rubbers" programs. (Laughter) So, can you imagine New York policemen giving out condoms? Of course I can. And they'd enjoy it immensely; I see them standing around right now, everywhere. Imagine if they had condoms, giving out to all sorts of people. And then, new change, we had hair bands, clothing and the condom for your mobile phone during the rainy season.
Bunu firmalar da fark ediyorlardı hasta personel çalışamaz, ve ölü müşteriler mal satın almazlar. Bu nedenle hepsi ağitim aldılar. Bir de Kaptan Kondom'umuz vardı, Harvard'dan aldığı MBA'sı ile okullara ve gece toplantılarına gidiyordu. Herkes ona bayılıyordu. Bu tip bir sembole ihtiyaç duyarsınız. Her bir ülkede, her programda bir sembole ihtiyaç vardır, bu, MBA'sı ile yaptığı en iyi şey muhtemelen. (Gülüşmeler) Sonra, sokakta heryerde herkese kondom dağıtmaya başladık -- herkese, her yerde. Taksiye bindiğinizde, kondom ikram ediliyor. Trafikte de, polisler size kondom veriyorlar -- bu bizim "polisler ve lateksler" programımız. (Gülüşmeler) New York polisinin halka kondom dağıttığını düşünebiliyor musunuz? Ben düşünebiliyorum, ve eminim ki çok keyif alırlardı bundan. her tarafta onları görebiliyorum. Hayal edin, eğer ellerinde kondom olsaydı her tür insana verebilirlerdi. Sonra bir başka değişiklik. Saç bantları, kılık kıyafet, yağmur mevsiminde kullanmak üzere cep telefonunuz için bir kondom.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
And these were the condoms that we introduced. One says, "Weapon of mass protection." We found -- you know -- somebody here was searching for the weapon of mass destruction, but we have found the weapon of mass protection: the condom. And then it says here, with the American flag, "Don't leave home without it." But I have some to give out afterward. But let me warn you, these are Thai-sized, so be very careful. (Laughter) And so you can see that condoms can do so many things. Look at this -- I gave this to Al Gore and to Bill Senior also. Stop global warming; use condoms. And then this is the picture I mentioned to you -- the weapon of mass protection. And let the next Olympics save some lives. Why just run around? (Laughter) And then finally, in Thailand we're Buddhist, we don't have a God, so instead, we say, "In rubber we trust." (Laughter) So you can see that we added everything to our endeavor to make life better for the people. We had condoms in all the refrigerators in the hotels and the schools, because alcohol impairs judgment.
Bizim topluma tanıttığımız kondomlar bunlardı. Bazıları "Kitle Koruma Silahları" diyor, işte onu biz bulduk. Biliyorunuz, burada birileri kitle imha silahları arayıp duruyor, ama biz kitle koruma silahlarını bulduk -- kondom. Bakın, üzerinde Amerikan bayrağı olan şöyle diyor, "Evden onsuz ayrılmayın." Konuşmadan sonra dağıtmak için yanımda getirdim, ama baştan uyarayım, bunlar Tayland boyu, bu nedenle çok dikkatli olun. (Gülüşmeler) Gördüğünüz gibi bu kondomlar pekçok şeyi başarabilir. Buna bakın. Bundan Al Gore ve Bıll Senir'a da verdim. Küresel ısınmayı durdurun: Kondom kullanın. Demin bahsettiğim resim işte burada -- Kitle Koruma Silahları Bir sonraki Olimpiyatlarda biraz hayat kurtarmaya ne dersiniz? Neden sadece koşmakla yetinelim ki? (Gülüşmeler) Ve son olarak, biz Taylandlılar Budistiz, Tanrıya inanmayız, bu nedenle deriz ki "lastiğin üzerine yemin ederim." (Gülüşmeler) Gördüğümüz gibi insanların hayatını daha iyiye götürmek için çok çabaladık. Okullarda ve otellerdeki buzdolaplarına kondomlar koyduk, çünkü alkol muhakeme yeteneğini ortadan kaldırır.
And then what happened? After all this time, everybody joined in. According to the U.N., new cases of HIV declined by 90 percent, and according to the World Bank, 7.7 million lives were saved. Otherwise there wouldn't be many Thais walking around today. So it just showed you, you could do something about it. 90 percent of the funding came from Thailand. There was political commitment, some financial commitment, and everybody joined in the fight. So just don't leave it to the specialists and doctors and nurses. We all need to help.
Peki sonra ne oldu dersiniz? Birden herkes bu kampanyaya katıldı. Birleşmiş Milletler verilerine göre yeni HIV vakalarında %90 azalma oldu. Dünya Bankası verilerine göre 7.7 milyon kişi hastalanmaktan kurtuldu. Yoksa bugün ortalıkta dolanan bu kadar çok sayıda Taylandlı olmazdı. Bakın, bu size birşeyler yapabileceğinizi gösteriyor. Bu kampanyanın maddi kaynağının %90'ı Taylanddan. hm politik, hem finansal anlamda insanlar buna destek oldular ve herkes savaşa katıldı. Bu nedenle, bu savaşı sadece doktorlara ve hemşirelere bırakmayın. hepimizin destek olması gerekli.
And then we decided to help people out of poverty, now that we got AIDS somewhat out of the way -- this time, not with government alone, but in cooperation with the business community. Because poor people are business people who lack business skills and access to credit. Those are the things to be provided by the business community. We're trying to turn them into barefoot entrepreneurs, little business people. The only way out of poverty is through business enterprise. So, that was done. The money goes from the company into the village via tree-planting. It's not a free gift. They plant the trees, and the money goes into their microcredit fund, which we call the Village Development Bank. Everybody joins in, and they feel they own the bank, because they have brought the money in.
Derken bu defa da fakirlikle savaşmaya karar verdik Bize engel olan AIDS'ten kurtulmuştuk, bu defa yanlızca devlet ile değil iş dünyasındaki kurumsal şirketlerle de işe giriştik. Çünkü fakir insanlar aslında işletme konusunda yeteneklier olmayan ve kredi alamayan insanlardır. Bu ikisi de iş dünyası tarafından temin edilebilir. Biz, bu kişileri çıplak ayaklı girişimciler haline getirmek istiyoruz, küçük girişimciler. Fakirlikten kurtulmalarının tek yolu bu girişim ruhunu canladırmak. Bunu yaptık. Para şirketten köye aktarılıyor, bunu ağaç dikerek yapıyoruz. Bu bir hediye değil. Şirketler ağaç dikiyorlar, para ise küçük krediler fonuna aktarılıyor, bu fona Köy Kalkınma Bankası adını verdik. Herkes sisteme dahil, ve kendilerini bankanın sahibi gibi hissediyorlar, çünkü parayı getiren onlar.
And before you can borrow the money, you need to be trained. And we believe if you want to help the poor, those who are living in poverty, access to credit must be a human right. Access to credit must be a human right. Otherwise they'll never get out of poverty. And then before getting a loan, you must be trained. Here's what we call a "barefoot MBA," teaching people how to do business so that, when they borrow money, they'll succeed with the business. These are some of the businesses: mushrooms, crabs, vegetables, trees, fruits, and this is very interesting -- Nike ice cream and Nike biscuits; this is a village sponsored by Nike. They said, "They should stop making shoes and clothes. Make these better, because we can afford them." And then we have silk, Thai silk. Now we're making Scottish tartans, as you can see on the left, to sell to all people of Scottish ancestors. So anyone sitting in and watching TV, get in touch with me. And then this is our answer to Starbucks in Thailand -- "Coffee and Condoms." See, Starbucks you awake, we keep you awake and alive. That's the difference. Can you imagine, at every Starbucks that you can also get condoms? You can order your condoms with your with your cappuccino.
Bu fondan kredi almadan önce eğitiminizi tamamlamanız şart. Biz şuna inanıyoruz, eğer fakirlere yardım etmek istiyorsanız, krediye ulaşabilmenin bir nevi insan hakkı olduğunu unutmayın. Kredi alabilme insanın temel haklarından biri. Başka türlü fakirlikten kurtulmalarına imkan yok. Dediğim gibi, kredi alabilmek için önce eğitim almanız şart İşte, buna çıplak ayaklı MBA diyoruz İnsanlara iş yapmayı öğretiyoruz ki, daha sonra kredi aldıklarında kurdukları iş başarılı olsun. bakın kurdukları işlerden bazıları: mantar, yengeç, sebze, ağaçlar, meyveler, bakın bu çok ilginç -- Nike dondurmaları ve Nıke Bisküileri. Bu köyün sponsorluğunu Nike üstlenmişti. Görenler "Nike ayakkabı ve tshirt yapmayı bırakıp bunları daha iyi yapsın, çünkü biz bunları alabiliyoruz." dedi. Ayrıca ipek dokuma da var, Tayland ipeği Şimdi bunlardan İskoç desenli kumaşlar yapıyoruz, solda görebilirsiniz, amacımız ataları İskoç olan herkese bunları satmak. TV karşısında dinleyip ilgilenen varsa benimle iletişime geçebilir. Bakın bu da bizim Tayland'daki Starbucks'a olan yanıtımız "Kahve ve Kondomlar" bak Starbucks sen insanları uyanık tutuyorsun, biz ise hem uyanık hem de hayatta tutuyoruz. aramızdaki fark bu. Gittiğiniz her Starbucks şubesinde kondom da alabildiğinizi düşünebiliyor musunuz? Capuccino ısmarlarken kondom siparişi de verebilirsiniz.
And then now, finally in education, we want to change the school as being underutilized into a place where it's a lifelong learning center for everyone. We call this our School-Based Integrated Rural Development. And it's a center, a focal point for economic and social development. Re-do the school, make it serve the community needs. And here is a bamboo building -- all of them are bamboo. This is a geodesic dome made of bamboo. And I'm sure Buckminster Fuller would be very, very proud to see a bamboo geodesic dome. And we use vegetables around the school ground, so they raise their own vegetables.
Ve son olarak eğitime bakalım. Yeterice faydalanılmayan okulları alıp, onları herkes için yaşam boyu eğitim verecek yerler haline getirmek istedik. Buna da Okul-Kökenli Entegre Kırsal Gelişim adını verdik. Burası ekonomik ve sosyel gelişme için bir merkez, bir odak noktası. Okulu tekrar yaratın ki toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilsin. Bakın bu bambudan bir bina. Aslında binaların hepsi bambu. Bu, bambudan yapılmış jeodezik bir kubbe. Ve eminim ki bu mimari şekli icat eden Buckminster Fuller bambudan bir jeodezik kubbe gösrseydi çok duygulanırdı. Okul bahçesini kullanarak sebze yetiştiriyoruz, herkes kendi sebzesini yetiştiriyor.
And then, finally, I firmly believe, if we want the MDGs to work -- the Millennium Development Goals -- we need to add family planning to it. Of course, child mortality first and then family planning -- everyone needs family planning service -- it's underutilized. So we have now found the weapon of mass protection. And we also ask the next Olympics to be involved in saving lives. And then, finally, that is our network. And these are our Thai tulips.
Ve ben tam olarak innaıyorum ki eğer Milenyum Gelişme Hedeflerinin gerçekleşmesi için aile planlamasını da işin içine katmalıyız. Elbette önce çocuk ölümlerini azaltmalı, sonra aile planlamasını eklemeliyiz. herkesin aile planlamasına ihtiyacı vardır. Bunu çok az kullanıyoruz. Şimdi, hazır Kitle Koruma Silahlarını bulmuşken bir sonraki Olimpiyatların da yaçam kurtarmaya destek olacağını umuyoruz. Bu gördükğiniz bizim iletişim bilgilerimiz bunlar da Tayland laleleri...
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Thank you very much indeed.
Çok çok teşekkür ederim.
(Applause)
(Alkışlar)