As a child, I was raised by native Hawaiian elders -- three old women who took care of me while my parents worked. The year is 1963. We're at the ocean. It's twilight. We're watching the rising of the stars and the shifting of the tides. It's a stretch of beach we know so well. The smooth stones on the sand are familiar to us. If you saw these women on the street in their faded clothes, you might dismiss them as poor and simple. That would be a mistake. These women are descendants of Polynesian navigators, trained in the old ways by their elders, and now they're passing it on to me. They teach me the names of the winds and the rains, of astronomy according to a genealogy of stars. There's a new moon on the horizon. Hawaiians say it's a good night for fishing. They begin to chant.
Çocukken, Yerli Hawaililer tarafından büyütüldüm -- üç yaşlı kadın ailem çalışırken benimle ilgilendiler. Yıl 1963. Okyanustayız, alacakaranlık. Yıldızların yükselişini ve neden olduğu gelgit hareketlerini izliyoruz. Çok iyi bildiğimiz bir plaj. Kumlardaki pürüzsüz taşlar bize tanıdık geliyor. Bu kadınları solmuş giysileriyle sokakta görseydiniz, onları fakir ve basit olarak düşünebilirdiniz. Bu bir hata olurdu. Bu kadınlar, eski yöntemlerle büyükleri tarafından eğitilmiş Polinezyalı denizcilerin torunları. Şimdi de bana devrediyorlar. Yıldızların soyağacına göre, bana astronominin -- rüzgarların ve yağmurların isimlerini öğretiyorlar. Ufukta yeni ay var. Hawaiililer bunun balık tutmak için iyi bir gece olduğunu söylerler. Şarkı söylemeye başlıyorlar.
[Hawaiian chant]
[Hawaii şarkısı]
When they finish, they sit in a circle and ask me to come to join them. They want to teach me about my destiny. I thought every seven-year-old went through this. (Laughter) "Baby girl, someday the world will be in trouble. People will forget their wisdom. It will take elders' voices from the far corners of the world to call the world into balance. You will go far away. It will sometimes be a lonely road. We will not be there. But you will look into the eyes of seeming strangers, and you will recognize your ohana, your family. And it will take all of you. It will take all of you." These words, I hold onto all my life. Because the idea of doing it alone terrifies me.
Bitirdiklerinde, halka kurarak oturup bana da onlara katılmamı söylüyorlar. Bana kaderimi öğretmek istiyorlar. Bütün 7 yaşındakilerin bunu yaşadığını düşündüm. (Gülüşme) Sevgili kızım, günün birinde dünyanın başı belada olacak. İnsanlar bilgeliklerini unutacaklar. Dünyayı dengeye sokmak için dünyanın uzak köşelerinden yaşlıların seslerine ihtiyaç olacak. Uzaklara gideceksin. Bu bazen yalnız bir yol olacak. Biz orada olmayacağız. Fakat görünüşte yabancı olanların gözlerinin içine bakacaksın ve "ohana"nı farkedeceksin, aileni. Bu, tüm benliğini gerektirecek. Bu, tüm benliğinizi gerektirecek. Bu sözler... Onlara bütün hayatım boyunca tutundum. Çünkü bunu yalnız yapma fikri beni korkutuyor.
The year is 2007. I'm on a remote island in Micronesia. Satawal is one half-mile long by one mile wide. It's the home of my mentor. His name is Pius Mau Piailug. Mau is a palu, a navigator priest. He's also considered the greatest wave finder in the world. There are fewer than a handful of palu left on this island. Their tradition is so extraordinary that these mariners sailed three million square miles across the Pacific without the use of instruments. They could synthesize patterns in nature using the rising and setting of stars, the sequence and direction of waves, the flight patterns of certain birds. Even the slightest hint of color on the underbelly of a cloud would inform them and help them navigate with the keenest accuracy.
Yıl 2007. Mikronezya'da uzak bir adadayım. Satawal yarım mil uzunluğunda ve bir mil genişlikte. Orası akıl hocamın evi. İsmi Pius Mau Pialiug. Mau bir palu, bir denizci rahip. Aynı zamanda dünyadaki en iyi dalga bulucu olarak kabul ediliyor. Palu'nun bu adada bıraktığı bir avuç şeyden fazlası var. Gelenekleri çok sıradışı, öyle ki bu denizciler herhangi bir araç gereç olmadan Pasifik'te 5 milyon kilometrekare açıldılar. Yıldızların doğuşunu ve batışını, dalgaların sırasını ve yönünü, belirli kuşların uçuş yöntemlerini kullanarak doğada modeller sentezleyebilirler. Bir bulutun altındaki küçücük bir renk izi bile onları bilgilendirebilir ve en hassas doğrulukla yön bulmalarına yardım edebilirdi.
When Western scientists would join Mau on the canoe and watch him go into the hull, it appeared that an old man was going to rest. In fact, the hull of the canoe is the womb of the vessel. It is the most accurate place to feel the rhythm and sequence and direction of waves. Mau was, in fact, gathering explicit data using his entire body. It's what he had been trained to do since he was five years old. Now science may dismiss this methodology, but Polynesian navigators use it today because it provides them an accurate determination of the angle and direction of their vessel.
Batılı bilim adamları kanoda Mau'ya katılıp tekneye gidişini izlerlerse eğer, bu yaşlı bir adamın dinlenmeye gittiği gibi görünebilirdi. Aslında, kanonun gövdesi geminin rahmi. Dalgaların yönünün ritmini ve sırasını hissetmek için en uygun yer. Aslında, Mau doğrudan bütün vücudunu kullanarak bilgi topluyordu. Beş yaşından beri yapmak için eğitildiği şey buydu. Tabi, bilim bu metodolojiyi reddedebilir, ama Polinezyalı denizciler bunu bugün kullanıyor çünkü bu onlara gemilerinin açısını ve yönünü kesin olarak belirlemelerini sağlıyor.
The palu also had an uncanny ability to forecast weather conditions days in advance. Sometimes I'd be with Mau on a cloud-covered night and we'd sit at the easternmost coast of the island, and he would look out, and then he would say, "Okay, we go." He saw that first glint of light -- he knew what the weather was going to be three days from now.
Palu'nun günler önceden hava durumunu tahmin etmek için esrarengiz bir yöntemi de vardı. Bazen bulutlu gecelerde Mau'yla birlikte adanın en doğusundaki sahilde otururduk, ve Mau dikkatlice bakardı. Ve sonra derdi ki, "Tamam, gidiyoruz." İlk ışık parıltısını görür ve o andan üç gün sonraya kadar havanın nasıl olacağını bilirdi.
Their achievements, intellectually and scientifically, are extraordinary, and they are so relevant for these times that we are in when we are riding out storms. We are in such a critical moment of our collective history. They have been compared to astronauts -- these elder navigators who sail vast open oceans in double-hulled canoes thousands of miles from a small island. Their canoes, our rockets; their sea, our space. The wisdom of these elders is not a mere collection of stories about old people in some remote spot. This is part of our collective narrative. It's humanity's DNA. We cannot afford to lose it.
Onların başardıkları, entellektüel ve bilimsel olarak, olağanüstü, fırtınalardan sağ salim çıkmaya çalıştığımız bu zamanda o kadar önemliler ki. Ortak tarihimiz konusunda kritik bir andayız. Onlar astronotlarla karşılaştırıldılar -- o yaşlı denizciler, çift gövdeli kanolarla küçük bir adadan binlerce mil uzağa engin denizlere açılan. Onların kanoları, bizim roketlerimiz, onların denizi, bizim uzayımız. Bu yaşlı insanların bilgeliği ücra bir yerdeki ihtiyarlar hakkındaki hikayelerin sadece bir derlemesi değil. Bu bizim ortak hikayemizin bir parçası. İnsanlığın DNA'sı. Bunu kaybetmeyi göze alamayız.
The year is 2010. Just as the women in Hawaii that raised me predicted, the world is in trouble. We live in a society bloated with data, yet starved for wisdom. We're connected 24/7, yet anxiety, fear, depression and loneliness is at an all-time high. We must course-correct. An African shaman said, "Your society worships the jester while the king stands in plain clothes." The link between the past and the future is fragile. This I know intimately, because even as I travel throughout the world to listen to these stories and record them, I struggle. I am haunted by the fact that I no longer remember the names of the winds and the rains.
Yıl 2010. Hawaii'deki beni büyüten kadınların tahmin ettiği gibi, dünyanın başı dertte. Bilgi ile şişirilmiş, ama bilgeliğe aç bir toplumda yaşıyoruz. 7/24 bağlantıdayız; buna rağmen kaygı, korku, depresyon ve yalnızlık tüm zamanların en yüksek seviyesinde. Doğru yol almalıyız. Afrikalı bir şaman demişti ki: "Sizin toplumunuz kral gösterişsiz kıyafetler giyerken bile soytarıya tapar. Geçmişle gelecek arasındaki bağlantı kırılgan. Bunu yakından biliyorum çünkü bu hikayeleri dinlemek ve kaydetmek için dünyayı gezeken bile mücadele ediyorum. Rüzgarların ve dalgaların isimlerini artık hatırlamadığım gerçeğinden korkuyorum.
Mau passed away five months ago, but his legacy and lessons live on. And I am reminded that throughout the world there are cultures with vast sums of knowledge in them, as potent as the Micronesian navigators, that are going dismissed, that this is a testament to brilliant, brilliant technology and science and wisdom that is vanishing rapidly. Because when an elder dies a library is burned, and throughout the world, libraries are ablaze.
Mau 5 ay önce öldü ama, mirası ve dersleri yaşıyor. Ve şunu hatırladım ki, dünyada Mikronezyan denizcilerinki kadar güçlü, uçsuz bucaksız bilgileri barındıran kültürler var, görmezden gelinen, ve bu bir vasiyetname hızla yok olan, ışıl ışıl teknoloji, bilim ve bilgeliğe. Çünkü yaşlı bir insan ölünce, bir kütüphane yanar. Bütün dünyada, kütüphaneler alevler içinde.
I am grateful for the fact that I had a mentor like Mau who taught me how to navigate. And I realize through a lesson that he shared that we continue to find our way. And this is what he said: "The island is the canoe; the canoe, the island." And what he meant was, if you are voyaging and far from home, your very survival depends on everyone aboard. You cannot make the voyage alone, you were never meant to. This whole notion of every man for himself is completely unsustainable. It always was.
Bana yol bulmayı öğreten Mau gibi bir akıl hocam olduğu için minnettarım. Ve onun öğrettiği bir dersten farkettim ki, yolumuzu bulmaya devam ediyoruz. Ve şöyle demişti: "Ada kanodur; kano ise, ada." Kastettiği şey, eğer evden çok uzakta seyahat ediyorsanız, sizin hayatta kalmanız gemideki herkese bağlıdır. Bir yolculuğa tek başınıza çıkamazsınız hiçbir zaman çıkamazdınız. Bu her koyun kendi bacağınan asılır anlayışı hiç sürdürülebilir bir şey değil. Hiçbir zaman da olmadı.
So in closing I would offer you this: The planet is our canoe, and we are the voyagers. True navigation begins in the human heart. It's the most important map of all. Together, may we journey well.
Konuşmamı bitirirken size şunu öneriyorum: Gezegen bizim kanomuz, ve bizler de yolcularız. Doğru navigasyon, insan kalbinde başlar. Bu en önemli haritadır. Birlikte, iyi yolculuklar dileğiyle.
(Applause)
(Alkış)