Well, this is 2009. And it's the Bicentenary of Charles Darwin. And all over the world, eminent evolutionists are anxious to celebrate this. And what they're planning to do is to enlighten us on almost every aspect of Darwin and his life, and how he changed our thinking. I say almost every aspect, because there is one aspect of this story which they have thrown no light on. And they seem anxious to skirt around it and step over it and to talk about something else. So I'm going to talk about it. It's the question of, why are we so different from the chimpanzees?
2009 senesine geldik. Darwin'in üzerinden tam iki yüzyıl geçti. Dünyanın her tarafında seçkin evrimciler bu yılı heyecanla kutluyorlar. Hemen hemen her açıdan Darwin'i, hayatını ve Darwin'in algımızı nasıl değiştirdiğini bizlere anlatmayı planlıyorlar. Hemen hemen her açıdan diyorum, çünkü hiçbir açıklama getirilmeyen bir konu hala mevcut. Bu konunun etrafından dolanıp üstünden geçmeye, başka konulardan bahsetmeye pek meraklı görünüyorlar. Dolayısıyla bu konudan ben bahsedeceğim. Soru şu: Neden şempanzelerden bu kadar çok farklıyız?
We get the geneticists keeping on telling us how extremely closely we are related -- hardly any genes of difference, very, very closely related. And yet, when you look at the phenotypes, there's a chimp, there's a man; they're astoundingly different, no resemblance at all. I'm not talking about airy-fairy stuff about culture or psychology, or behavior. I'm talking about ground-base, nitty-gritty, measurable physical differences. They, that one, is hairy and walking on four legs. That one is a naked biped. Why? I mean -- (Laughter) if I'm a good Darwinist, I've got to believe there's a reason for that. If we changed so much, something must have happened. What happened?
Genetik bilimcileri, şempanzelerle ne kadar yakın akraba olduğumuzu, neredeyse hiç farklı gen olmadığını söyleyip duruyorlar. Öte yandan, dış görünüşlerimize bakarsanız, bir tarafta şempanze, öte tarafta insan, şaşırtıcı derecede farklı görünüyorlar. Hiçbir benzerlik yok. Kültür, psikoloji veya davranış gibi eften püften şeylerden bahsetmiyorum. Son derece "etten kemikten", gözle görünen ölçülebilir fiziksel farklardan bahsediyorum. Bu iki türden biri tüylü ve dört ayak üstünde yürüyor. Ötekisi de tüysüz ve dik duruyor. Neden? Yani -- (Gülüşmeler) eğer ben iyi bir Darwinciysem, bunun bir sebebi olduğunu düşünmem gerekir. Bu kadar çok değiştiysek, bir şey olmuş olmalı. Ne oldu?
Now 50 years ago, that was a laughably simple question. Everybody knew the answer. They knew what happened. The ancestor of the apes stayed in the trees; our ancestors went out onto the plain. That explained everything. We had to get up on our legs to peer over the tall grass, or to chase after animals, or to free our hands for weapons. And we got so overheated in the chase that we had to take off that fur coat and throw it away. Everybody knew that, for generations.
50 sene önce, bu son derece basit bir soruydu. Herkes bu sorunun cevabını biliyordu. Ne olduğunu biliyorlardı. Kuyruksuz maymunların ataları ağaçlarda yaşamıştı. Bizim atalarımız ovalara inmişti. Bu herşeyi açıklıyordu. Yüksek otların arasından uzanıp bakabilmemiz, hayvanları kovalayabilmemiz ya da ellerimizle silah kullanabilmemiz gerekiyordu. Av sırasında da o kadar terliyorduk ki, kürk mantomuzu bırakıp tüysüz kalmıştık. Kuşaklar boyunca herkes bunu biliyordu.
But then, in the '90s, something began to unravel. The paleontologists themselves looked a bit more closely at the accompanying microfauna that lived in the same time and place as the hominids. And they weren't savanna species. And they looked at the herbivores. And they weren't savanna herbivores. And then they were so clever, they found a way to analyze fossilized pollen. Shock, horror. The fossilized pollen was not of savanna vegetation. Some of it even came from lianas, those things that dangle in the middle of the jungle.
Sonra 90'lı yıllarda bir gelişme oldu: Paleontologlar, insansılarla aynı yer ve zamanda varolmuş olan mikroskobik canlıları daha yakından incelemeye başladılar. Bu canlıların hiçbiri ovada yaşayan canlılardan değildi. Sonra otobur canlıları incelediler. Bunlar da ovada yaşamıyordu. Çok zeki oldukları için, fosilleşmiş polenleri analiz etmenin yolunu buldular. Dehşet ve korku. Fosilleşmiş polen de ovada bulunan bitkilere ait değildi. bazıları lianaların polenleriydi, balta girmemiş ormanlardaki sarmaşıklar.
So we're left with a situation where we know that our earliest ancestors were moving around on four legs in the trees, before the savanna ecosystem even came into existence. This is not something I've made up. It's not a minority theory. Everybody agrees with it.
Dolayısıyla artık en erken atalarımızın - daha ovalardaki canlılar oluşmadan önce - ağaçların etrafında iki ayakları üzerinde gezindiklerini biliyoruz. Bunu ben iddia etmiyorum. Bu çok az bilim adamının iddia ettiği bir teori de değil. Herkes bu teoriyi kabul ediyor.
Professor Tobias came over from South Africa and spoke to University College London. He said, "Everything I've been telling you for the last 20 years, forget about it. It was wrong. We've got to go back to square one and start again." It made him very unpopular. They didn't want to go back to square one.
Güney Afrika'dan Profesör Tobias gelip Londra Kolej Üniversitesi'nde bir konuşma yaptı. Size son 20 senedir söylediklerimin hepsini unutun, dedi. Söylediklerim yanlıştı. Başlangıç noktasına geri dönüp yeniden başlamalıyız. Bu yüzden popülerliğini yitirdi. Kimse başlangıca geri dönmek istemiyordu.
I mean, it's a terrible thing to happen. You've got this beautiful paradigm. You've believed it through generations. Nobody has questioned it. You've been constructing fanciful things on top of it, relying on it to be as solid as a rock. And now it's whipped away from under you. What do you do? What does a scientist do in that case?
Yani bir düşünün: Bu çok kötü bir durum. Çok güzel bir paradigma geliştirmişsin. Kuşaklardır bu görüşe inanıyorsun. Kimse bu görüşü sorgulamamış. Bu görüşün üzerine yeni iddialar inşaa ediyorsun; görüşünün kaya gibi sağlam olduğunu sanıyorsun. Birden bu görüş elinden alınıyor. Ne yapacaksın? Bir bilim adamı bu durumda ne yapar?
Well, we know the answer because Thomas S. Kuhn wrote a seminal treatise about this back in 1962. He said what scientists do when a paradigm fails is, guess what -- they carry on as if nothing had happened. (Laughter) If they haven't got a paradigm they can't ask the question. So they say, "Yes it's wrong, but supposing it was right ..." (Laughter) And the only other option open to them is to stop asking the questions. So that is what they have done now. That's why you don't hear them talking about it. It's yesterday's question.
Bu sorunun cevabı biliniyor: Thomas S. Kuhn 1962 senesinde bu konuda bir tez yazdı. Tezinde diyor ki: Bir paradigma ortadan kalktığında bilim adamlarının yaptığı, tahmin edin, sanki hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam etmektir. (Gülüşmeler) Eğer bir paradigma yoksa üzerine soru soramazlar. Onun için "Evet, bu görüş yanlış." derler, "ama farz edelim ki doğru ... " (Gülüşmeler) Geriye kalan tek seçenekleri, soru sormaktan vazgeçmektir. Şimdi de böyle yaptılar. Bu yüzden bu konuda kimse konuşmuyor. Dünün sorusu haline geldi.
Some of them have even elevated it into a principle. It's what we ought to be doing. Aaron Filler from Harvard said, "Isn't it time we stopped talking about selective pressures? I mean, why don't we talk about, well, there's chromosomes, and there's genes. And we just record what we see." Charles Darwin must be spinning in his grave! He knew all about that kind of science. And he called it hypothesis-free science. And he despised it from the bottom of his heart. And if you're going to say, "I'm going to stop talking about selective pressures," you can take "The Origin of Species" and throw it out of the window, for it's about nothing else but selective pressures.
Hatta bazıları bunu bir ilke haline getirdiler. Böyle yapılması gerekiyor. Harvard'dan Aaron Filler dedi ki: "Artık evrimsel baskılardan bahsetmesek olmaz mı? Yani, mesela neden kromozom ve genleri inceleyip gördüklerimizi kaydetmiyoruz?" Charles Darwin mezarında ters dönmüş olmalı. Bunun ne tür bilim olduğunu biliyordu. "Hipotezden azade bilim" adını veriyordu. Bütün kalbiyle bu tür bilimden nefret ediyordu. Eğer "evrimsel baskılardan bahsetmeyelim" derseniz, "Türlerin Kökeni"ni alıp pencereden atsanız da olur. Çünkü kitap sadece evrimsel baskılardan bahsediyor.
And the irony of it is, that this is one occasion of a paradigm collapse where we didn't have to wait for a new paradigm to come up. There was one waiting in the wings. It had been waiting there since 1960 when Alister Hardy, a marine biologist, said, "I think what happened, perhaps our ancestors had a more aquatic existence for some of the time." He kept it to himself for 30 years. But then the press got hold of it and all hell broke loose. All his colleagues said, "This is outrageous. You've exposed us to public ridicule! You must never do that again." And at that time, it became set in stone: the aquatic theory should be dumped with the UFOs and the yetis, as part of the lunatic fringe of science.
En komiği de, Bu paradigmanın yıkılışı sırasında, yeni bir paradigmanın doğmasını beklemek zorunda kalmadık. Sırada bekleyen bir paradigma var. 1960 senesinden beri bekliyor. Deniz biyologu olan Alister Hardy "Atalarımızın bazıları belki de diğerlerinden daha fazla deniz temelli bir yaşam sürdüler" diye düşündü. Bu düşünceyi 30 yıl boyunca kendine sakladı. Sonradan basın bunu duydu ve kıyamet koptu. Çalışma arkadaşları "Bu saçmalık" dediler, "bizi toplumun önünde küçük düşürdün. Bir daha sakın böyle bir şey yapma." Bu noktada, sucul kuyruksuz maymun teorisinin UFO'lar ve yetilerle beraber, "çılgın bilim adamlığı" olarak kabul edilip çöpe atılması gerektiği zorunluluk oldu.
Well I don't think that. I think that Hardy had a lot going for him. I'd like to talk about just a handful of what have been called the hallmarks of mankind, the things that made us different from everybody else, and all our relatives. Let's look at our naked skin. It's obvious that most of the things we think about that have lost their body hair, mammals without body hair, are aquatic ones, like the dugong, the walrus, the dolphin, the hippopotamus, the manatee. And a couple of wallowers-in-mud like the babirusa. And you're tempted to think, well perhaps, could that be why we are naked?
Ben katılmıyorum. Bence Hardy çok önemli bir keşif yapmıştı. Bizi diğer memelilerden ve en yakın akrabalarımızdan ayıran önemli özelliklerimizden sadece bir kaç tanesinden bahsetmek istiyorum. Tüysüz tenimize bakalım. Tüylerini yitirmiş olarn hayvanların - memelilerin - büyük çoğunluğu su ortamında yaşıyor: Yunus, mors, su aygırı, deniz inekleri. Ayrıca yaşamını çamurda yuvarlanarak geçiren bir kaç tür de tüysüz. Bunun bir örneği Babirusa, Endonezya'da bulunan bir domuz çeşidi. Bunu görünce insan "acaba bizim tüylerimizin olmayışı da bu sebepten mi?" diye düşünüyor.
I suggested it and people said, "No no no. I mean, look at the elephant. You've forgotten all about the elephant haven't you?" So back in 1982 I said, "Well perhaps the elephant had an aquatic ancestor." Peals of merry laughter! "That crazy woman. She's off again. She'll say anything won't she?" But by now, everybody agrees that the elephant had an aquatic ancestor. This has come 'round to be that all those naked pachyderms have aquatic ancestors. The last exception was supposed to be the rhinoceros.
Bunu önerdiğim zaman insanlar, "Hayır" diye cevap verdiler, "file bakın, filleri tümüyle gözardı etmişsiniz." Dolayısıyla 1982'de ben de dedim ki: "Belki de fillerin de suda yaşayan bir atası vardı." Her taraftan neşeli kahkahalar koptu. "Şu çılgın kadına bakın. Yine başladı. Aklına da her bir şey geliyor." Ama artık, herkes fillerin suda yaşayan bir atası olduğunu kabul ediyor. Günümüzde, tüysüz kalın derili memelilerin hepsinin suda yaşamış ataları olduğu biliniyor. Son kalan istisna gergedandı.
Last year in Florida they found extinct ancestor of a rhinoceros and said, "Seems to have spent most of its time in the water." So this is a close connection between nakedness and water. As an absolute connection, it only works one way. You can't say all aquatic animals are naked, because look at the sea otter. But you can say that every animal that has become naked has been conditioned by water, in its own lifetime, or the lifetime of its ancestors. I think this is significant. The only exception is the naked Somalian mole-rat, which never puts its nose above the surface of the ground.
Geçen sene Florida'da gergedanın soyu tükenmiş atalarından birini buldular. "Zamanının çoğunu suda geçirmiş gibi görünüyor." deniyor. Dolayısıyla, tüysüzlük ve su arasında yakın bir ilişki var. Bu bağlantı, sadece tek yönde uygulanabiliyor: Suda yaşayan hayvanların hepsinin tüysüz olduğu söylenemez. Mesela deniz samuru tüylüdür. Ama tüysüz olan bütün hayvanların ya kendi varolduğu süre boyunca, ya da atalarından birinin varoluşu sırasında suyla biçimlendirilmiş olduğunu söyleyebiliyoruz. Bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Tek istisna, Somali tüysüz çöl köstebeği. Bu hayvan da asla burnunu toprağın üzerine çıkarmıyor.
And take bipedality. Here you can't find anybody to compare it with, because we're the only animal that walks upright on two legs. But you can say this: all the apes and all the monkeys are capable of walking on two legs, if they want to, for a short time. There is only one circumstance in which they always, all of them, walk on two legs, and that is when they are wading through water. Do you think that's significant? David Attenborough thinks it's significant, as the possible beginning of our bipedalism.
İki ayaklılığı ele alalım. Bu konuda kıyaslanacak bir hayvan da yok, çünkü iki ayak üzerinde yürüyen tek hayvan biziz. Tek bir benzerlik var; bütün kuyruksuz maymunlar ve maymunlar istedikleri zaman, kısa bir süre için iki ayakları üzerinde yürüyebiliyorlar. Bu hayvanların hepsinin, her zaman iki ayak üzerinde yürüdükleri tek bir koşul var: Suyun içinde yürürken. Bunun önemli olduğunu düşünüyor musunuz? David Attenborough bunun bizim iki ayaklı oluşumuzun başlangıcı olduğunu düşünmüştü.
Look at the fat layer. We have got, under our skin, a layer of fat, all over: nothing in the least like that in any other primate. Why should it be there? Well they do know, that if you look at other aquatic mammals, the fat that in most land mammals is deposited inside the body wall, around the kidneys and the intestines and so on, has started to migrate to the outside, and spread out in a layer inside the skin. In the whale it's complete: no fat inside at all, all in blubber outside. We cannot avoid the suspicion that in our case it's started to happen. We have got skin lined with this layer. It's the only possible explanation of why humans, if they're very unlucky, can become grossly obese, in a way that would be totally impossible for any other primate, physically impossible. Something very odd, matter-of-factly, never explained.
Yağ dokusuna bakın. Cildimizin altında, her tarafında, başka hiçbir primatta bulunmayan bir yağ dokusu var. Neden var? Eğer suda yaşayan diğer memelilere bakarsanız, karada yaşayan memelilerin çoğunda yağ doku vücudun içlerinde, böbreklerin ve bağırsakların etrafında toplanmışken, suda yaşayanlarda dışarıya doğru ilerlediğini ve cildin altına yayıldığını görürsünüz. Balinada bu yayılım tamamlanmıştır: İçte hiç yağ dokusu yok, hepsi dışta cildin altında. Bizde de aynı şeyin olmaya başladığına dair kuşkumuzu atamıyoruz. Cildimiz, yağ doku ile astarlanmış. Bazı şanssız insanların çok şişmanlayıp obez olmalarının tek açıklaması bu. Aynı obezlik diğer primatlarda, fiziksel olarak imkansız. Bu tuhaflık hiç açıklanmadı.
The question of why we can speak. We can speak. And the gorilla can't speak. Why? Nothing to do with his teeth or his tongue or his lungs or anything like that -- purely has to do with its conscious control of its breath. You can't even train a gorilla to say "Ah" on request. The only creatures that have got conscious control of their breath are the diving animals and the diving birds. It was an absolute precondition for our being able to speak.
"Neden konuşabiliyoruz?" sorusuna gelelim. Biz konuşabiliyoruz. Goril konuşamıyor. Neden? Dişler, dil veya akciğerle ilgisi yok. Nefesi bilinçli olarak kontrol edebilmekle ilgisi var. Bir gorili "Ah" diyecek kadar bile eğitemezsiniz. Bilinçli nefes kontrolü olan türler sadece dalış yapan hayvanlar ve dalış yapan kuşlar. Bilinçli nefes kontrolü, konuşma için mecburi bir ön şart.
And then again, there is the fact that we are streamlined. Trying to imagine a diver diving into water -- hardly makes a splash. Try to imagine a gorilla performing the same maneuver, and you can see that, compared with gorilla, we are halfway to being shaped like a fish. I am trying to suggest that, for 40-odd years, this aquatic idea has been miscategorized as lunatic fringe, and it is not lunatic fringe.
Bir de aerodinamik yapımız konusu var. Bir yüzücünün suya dalışını hayal edin, neredeyse su sıçratmadan dalabilir. Aynı manevrayı, bir gorilin gerçekleştirmeye kalktığını hayal edin: Gorille karşılaştırınca, insanın balık biçimini almanın yarısına geldiğini görürsünüz. Son 40 küsur senedir, "sucul kuyruksuz maymun" teorisinin haksız yere "çılgın bilim adamlığı" olarak kategorilendirildiğini, aslında delilik olmadığını göstermeye çalışıyorum.
And the ironic thing about it is that they are not staving off the aquatic theory to protect a theory of their own, which they've all agreed on, and they love. There is nothing there. They are staving off the aquatic theory to protect a vacuum. (Laughter) (Applause)
En tuhaf bulduğum şey de şu: "Sucul kuyruksuz maymun" teorisini, sevdikleri, mutabık oldukları bir teoriyi korumak için sopayla kovmuyorlar. Yerinde hiçbir şey yok. "Sucul kuyruksuz maymun" teorisini, bir boşluğu korumak için sopayla kovuyorlar. (Gülüşmeler) (Alkışlar)
How do they react when I say these things? One very common reaction I've heard about 20 times is, "But it was investigated. They conducted a serious investigation of this at the beginning, when Hardy put forward his article." I don't believe it. For 35 years I've been looking for any evidence of any incident of that kind, and I've concluded that that's one of the urban myths. It's never been done.
Ben bunları söylediğim zaman nasıl tepki veriyorlar? En az 20 kere duyduğum alışılmış bir tepki şu: "Ama araştırıldı. Başlangıçta, Hardy bu teoriyi ortaya attığı zaman ciddi bir araştırma yapıldı." İnanmıyorum. 35 yıldır bu araştırmanın yapıldığına dair ipucu arıyorum. Sonunda bunun bir "şehir efsanesi" olduğuna kanaat getirdim. Asla yapılmadı.
I ask people sometimes, and they say, "I like the aquatic theory! Everybody likes the aquatic theory. Of course they don't believe it, but they like it." Well I say, "Why do you think it's rubbish?" They say "Well ... everybody I talk to says it's rubbish. And they can't all be wrong, can they?" The answer to that, loud and clear, is, "Yes! They can all be wrong." History is strewn with the cases when they've all got it wrong. (Applause) And if you've got a scientific problem like that, you can't solve it by holding a head count, and saying, "More of us say yes than say no."
Bazen de insanlara sorduğum zaman, "Sucul kuyruksuz maymun teorisini seviyorum!" diyorlar. "Herkes bu teoriyi sever. Tabii kimse inanmaz, ama herkes sever." "Neden saçma olduğunu düşünüyorsun?" dediğim zaman, "İyi de... " diyorlar, "Konuştuğum herkes saçma olduğunu düşünüyor. Hepsi birden yanılıyor olamaz, değil mi?" Bunun cevabı son derece bariz: "Evet! Hepsi birden yanılıyor olabilir." Tarih, hepimizin birden yanıldığı olaylarla bezeli. (Alkışlar) Eğer böyle bir bilimsel problemle karşı karşıyaysanız, bunu oylamaya sunup "evet diyenlerin sayısı daha fazla" diyerek çözemezsiniz.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Apart from that, some of the heads count more than others. Some of them have come over. There was Professor Tobias. He's come over. Daniel Dennett, he's come over. Sir David Attenborough, he's come over. Anybody else out there? Come on in. The water is lovely.
Üstüne üstlük, bazı oylar diğerlerinden daha değerlidir. Bazıları bu tarafa geçtiler. Profesör Tobias vardı. Bu tarafa geçti. Daniel Dennett de bu tarafa geçti. Sir David Attenborough bu tarafa geçti. Seyircilerin arasında gelmek isteyen var mı? Buyrun gelin. Su çok güzel.
(Applause)
(Alkışlar)
And now we've got to look to the future. Ultimately one of three things is going to happen. Either they will go on for the next 40 years, 50 years, 60 years. "Yeah well we don't talk about that. Let's talk about something interesting." That would be very sad. The second thing that could happen is that some young genius will arrive, and say, "I've found it. It was not the savanna, it was not the water, it was this!" No sign of that happening either. I don't think there is a third option.
Şimdi de geleceğe bakmalıyız. Üç şeyden biri olacak. Ya önümüzdeki 40 yıl, 50 yıl, 60 yıl boyunca: "Valla biz bu konuda konuşmayız. Hadi ilginç bir şey bulup onu konuşalım." denecek. Bu çok kötü olur. İkinci bir ihtimal, genç bir dahi ortaya çıkacak ve "Buldum!" diyecek, "Ova değil, su da değil, işte aslında bu!" Bunun olacağına dair de hiç işaret görünmüyor. Üçüncü bir seçenek olduğunu sanmıyorum.
So the third thing that might happen is a very beautiful thing. If you look back at the early years of the last century, there was a stand-off, a lot of bickering and bad feeling between the believers in Mendel, and the believers in Darwin. It ended with a new synthesis: Darwin's ideas and Mendel's ideas blending together. And I think the same thing will happen here. You'll get a new synthesis. Hardy's ideas and Darwin's ideas will be blended together.
Dolayısıyla geriye olabilecek çok güzel tek bir ihtimal kalıyor. 20. yy'ın son senelerine bakacak olursanız, Mendel'e inananlar ve Darwin'e inananlar arasında bir sürü tartışma, bağırıp çağırma vardı. Yeni bir sentez ile sonlandı. Darwin'in iddiaları ve Mendel'in iddaları birleşip harmanlandılar. Aynısının burada da olacağını düşünüyorum. Yeni bir sentez oluşacak: Hardy'nin ve Darwin'in fikirleri birleşip harmanlanacak.
And we can move forward from there, and really get somewhere. That would be a beautiful thing. It would be very nice for me if it happened soon. (Laughter) Because I'm older now than George Burns was when he said, "At my age, I don't even buy green bananas."
Bundan sonra ilerleyip gerçekten bir yerlere varabileceğiz. Bu çok güzel bir şey olurdu. Eğer çabuk olursa benim için iyi olur. (Gülüşmeler) Çünkü ben artık George Burns'ün "Bu yaşıma geldim, artık yeşil muz bile almıyorum" dediği yaştan da yaşlıyım.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
So if it's going to come and it's going to happen, what's holding it up? I can tell you that in three words. Academia says no. They decided in 1960, "That belongs with the UFOs and the yetis." And it's not easy to change their minds. The professional journals won't touch it with a barge pole. The textbooks don't mention it. The syllabus doesn't mention even the fact that we're naked, let alone look for a reason to it. "Horizon," which takes its cue from the academics, won't touch it with a barge pole. So we never hear the case put for it, except in jocular references to people on the lunatic fringe.
Dolayısıyla bir değişim gelecek ve gerçekleşecek. Önünü tutan engel nedir? Size üç kelimeyle özetleyeyim: Akademisyenler "hayır" diyor. 1960'da "bu fikir UFO'lar ve yetilerle aynı kategoride." diye karar vermişlerdi. Şimdi de fikir değiştirmek kolay değil. Profesyonel yayınlar yanına bile yaklaşmıyor. Ders kitaplarında bahsi geçmiyor. Ders muhteviyatları, nedenini sormak bir yana dursun, bizim tüysüz olmamızdan bile bahsetmiyor. Akademisyenlerini fikrini alan "Horizon" programı da konunun yanına yaklaşmıyor. Dolayısıyla, bu teori sadece çılgın bilim adamı şakaları bağlamında ortaya atılıyor.
I don't know quite where this diktat comes from. Somebody up there is issuing the commandment, "Thou shalt not believe in the aquatic theory. And if you hope to make progress in this profession, and you do believe it, you'd better keep it to yourself, because it will get in your way."
Bu kuralın nereden çıktığını bilmiyorum. Yukarıda birileri kural koymuş: "Sucul kuyruksuz maymun teorisine inanmak haramdır." Eğer bu meslekte ilerlemek istiyorsanız, ve bu teoriye inanıyorsanız, bunu kendinize saklasanız iyi edersiniz. Aksi takdirde size ayak bağı olacaktır.
So I get the impression that some parts of the scientific establishment are morphing into a kind of priesthood. But you know, that makes me feel good, because Richard Dawkins has told us how to treat a priesthood. (Laughter) He says, "Firstly, you've got to refuse to give it all the excessive awe and reverence it's been trained to receive." Right. I'll go ahead with that. And secondly, he says, "You must never be afraid to rock the boat." I'll go along with that too. Thank you very much.
Dolayısıyla bilim adamlarının bir bölümünün giderek bir ruhban organizasyonuna dönüştüğünü düşünüyorum. Ama bu da gizlice hoşuma gidiyor. Çünkü Richard Dawkins, ruhban sınıfına ne yapılması gerektiğini çok güzel ifade ediyor. (Gülüşmeler) Diyor ki, "Öncelikle, alıştığı gibi aşırı bir hayranlık ve saygı göstermekten kaçınmalısınız." Tamam. Bu bana uyar. İkinci olarak diyor ki, "İşleri karıştırmaktan asla çekinmeyin." Bu da bana uyar. Çok teşekkkür ederim.
(Applause)
(Alkışlar)