Interpreter: Piano, "p," is my favorite musical symbol. It means to play softly. If you're playing a musical instrument and you notice a "p" in the score, you need to play softer. Two p's -- even softer. Four p's -- extremely soft. This is my drawing of a p-tree, which demonstrates no matter how many thousands upon thousands of p's there may be, you'll never reach complete silence. That's my current definition of silence: a very obscure sound.
Tercüman: Piyano, "p", benim en sevdiğim müzik sembolüdür. Yumuşakça çalmak anlamına gelir. Bir müzik aleti çalıyorsanız ve başlangıç çizgisinde "p" gördüyseniz daha yumuşak çalmanız gerekir. İki tane p -- daha da yumuşak. Dört tane p -- oldukça yumuşak. Bu benim, üstüste kaç tane p olursa olsun asla tamamen sessizliğe ulaşamayacağınızı kanıtlayan p-ağacı çizimim. Benim için sessizliğin şu anki tanımı bu: oldukça belirsiz bir ses.
I'd like to share a little bit about the history of American Sign Language, ASL, plus a bit of my own background. French sign language was brought to America during the early 1800s, and as time went by, mixed with local signs, it evolved into the language we know today as ASL. So it has a history of about 200 years.
Sizlerle Amerikan İşaret Dili (ASL)'nin tarihi ayrıca benim özgeçmişim hakkında birkaç şey paylaşmak isterim. Fransız işaret dili Amerika'ya 1800'lerin başında getirildi ve zaman ilerledikçe, yerel işaretlerle harmanlandı, bugün ASL olarak bildiğimiz dil haline geldi. Yani yaklaşık 200 yıllık bir geçmişi var.
I was born deaf, and I was taught to believe that sound wasn't a part of my life. And I believed it to be true. Yet, I realize now that that wasn't the case at all. Sound was very much a part of my life, really, on my mind every day. As a Deaf person living in a world of sound, it's as if I was living in a foreign country, blindly following its rules, customs, behaviors and norms without ever questioning them.
Ben sağır olarak doğdum, ve bana sesin hayatımın bir parçası olmadığına inanmam düşündürüldü. Ve ben bunun doğru olduğuna inandım. Evet, şimdi görüyorum ki, olay hiç de bu değilmiş. Ses hayatımın kesinlikle bir parçasını oluşturuyormuş, gerçekten, her gün aklıma takılırdı. Seslerin dünyasında yaşayan sağır bir insan olarak, bu yabancı bir ülkede onun kurallarını, geleneklerini, davranışlarını ve standartlarını hiçbir şekilde sorgulayamadan, onlara körü körüne uyarak yaşamak gibi.
So how is it that I understand sound? Well, I watch how people behave and respond to sound. You people are like my loudspeakers, and amplify sound. I learn and mirror that behavior. At the same time, I've learned that I create sound, and I've seen how people respond to me. Thus I've learned, for example ... "Don't slam the door!" "Don't make too much noise when you're eating from the potato-chip bag!"
Peki ya ben sesi nasıl algılayabiliyorum? Pekala, ben insanların seslere karşı nasıl davrandığını ve nasıl seslere nasıl tepki verdiklerini izledim. Siz insanlar benim hoparlörlerim ve yüksek sesim gibisiniz. Bu davranışı öğrenip kopyalıyorum. Aynı zamanda ses yaratabildiğimi öğrendim ve insanların bu sese nasıl tepki verdiklerini gördüm. Böylece, öğrendim ki, örneğin... "Kapıyı çarpma!" "Cips paketinden cips yerken çok fazla ses çıkarma!"
(Laughter)
(Kahkahalar)
"Don't burp, and when you're eating, make sure you don't scrape your utensils on the plate." All of these things I term "sound etiquette." Maybe I think about sound etiquette more than the average hearing person does. I'm hyper-vigilant around sound. And I'm always waiting in eager nervous anticipation around sound, about what's to come next.
"Geğirme, ve bir şeyler yiyorken çatal bıçağını tabağa sürtmediğinden emin ol." Bütün bunlara ben "sesin görgü kuralları" diyorum. Belki de ben sesin görgü kuralları hakkında kulağı duyan ortalama bir insandan daha fazla düşünüyor olabilirim. Ses konusunda aşırı duyarlıyım. Her zaman hevesli ve gergin bir şekilde dört gözle sesi, sonrasında gelecek olan şeyi bekliyordum.
Hence, this drawing. TBD, to be decided. TBC, to be continued. TBA, to be announced. And you notice the staff -- there are no notes contained in the lines. That's because the lines already contain sound through the subtle smudges and smears.
Bundan dolayı, bu çizim, TBD, karar verilecek. TBC, devam edecek. TBA, duyurulacak. Portreye dikkat edin -- çizgilere yerleştirilmiş hiç nota yok. Bunun sebebi çizgilerin lekeler ve bulaşmalar sayesinde zaten bir sese sahip olması.
In Deaf culture, movement is equivalent to sound. This is a sign for "staff" in ASL. A typical staff contains five lines. Yet for me, signing it with my thumb sticking up like that doesn't feel natural. That's why you'll notice in my drawings, I stick to four lines on paper.
Sağır kültüründe, hareket sesin karşılığıdır. Bu ASL'de "portre" işareti. Normal bir portrede beş çizgi vardır. Fakat benim için, onu baş parmağımı böyle sıkıştırarak söylemek doğal hissettirmiyor. Bu nedenle çizimlerimde kağıda dört çizgi sıkıştırdığımı göreceksiniz.
In the year 2008, I had the opportunity to travel to Berlin, Germany, for an artist residency there. Prior to this time, I had been working as a painter. During this summer, I visited different museums and gallery spaces, and as I went from one place to the next, I noticed there was no visual art there. At that time, sound was trending, and this struck me ... there was no visual art, everything was auditory.
2008 yılında, bir sanatçı misafirliği için Berlin,Almanya'ya gidebilme fırsatım oldu. Bundan önce, bir ressam olarak çalışıyordum. Bu yaz, farklı farklı müzeler ve galeriler gezdim ve ben bir mekandan diğerine gittikçe, oralarda hiç görsel sanat olmadığını fark ettim. O sırada, ses modaydı ve bu bana darbe yaptı ... hiç görsel sanat yoktu, her şey işitseldi.
Now sound has come into my art territory. Is it going to further distance me from art? I realized that doesn't have to be the case at all. I actually know sound. I know it so well that it doesn't have to be something just experienced through the ears. It could be felt tactually, or experienced as a visual, or even as an idea.
Artık ses benim sanat alanıma dahil olmuştu. Sanatla benim arama mesafe mi koyacaktı ? Olayın bu olmak zorunda olmadığını fark ettim. Aslında sesi biliyordum. O kadar iyi biliyordum ki o sadece kulakla deneyimlenen bir şey olmak zorunda değildi. Elle tutulur bir şekilde hissedilebilirdi ya da görsel olarak deneyimlenebilirdi hatta fikir olarak bile.
So I decided to reclaim ownership of sound and to put it into my art practice. And everything that I had been taught regarding sound, I decided to do away with and unlearn. I started creating a new body of work. And when I presented this to the art community, I was blown away with the amount of support and attention I received. I realized: sound is like money, power, control -- social currency. In the back of my mind, I've always felt that sound was your thing, a hearing person's thing. And sound is so powerful that it could either disempower me and my artwork, or it could empower me. I chose to be empowered.
Böylece sesin aidiyetini geri kazanmaya ve onu sanat uygulamalarıma yerleştirmeye karar verdim. Ses konusunda bana öğretilen her şeyi yok edip, aklımdan çıkarmaya karar verdim. Yeni bir çalışma gövdesi oluşturdum. Ve bunu sanat topluluğuna sunduğumda, aldığım desteğin ve çektiğim dikkatin çokluğundan havalara uçmuştum. Fark ettim ki: ses para gibiydi, güç, kontrol -- sosyal geçerlilik. Aklımda "Sesin her zaman senin olayın olduğunu hissetmiştim, duyan bir insanın olayı. Ve ses o kadar güçlü ki benim ve sanat eserimin gücünü azaltabilir ya da beni güçlendirebilirdi. Ben güçlendirilmeyi seçtim.
There's a massive culture around spoken language. And just because I don't use my literal voice to communicate, in society's eyes it's as if I don't have a voice at all. So I need to work with individuals who can support me as an equal and become my voice. And that way, I'm able to maintain relevancy in society today.
Konuşulan dil çevresinde devasa bir kültür var. Ve sadece iletişim kurarken esas sesimi kullanmadığım için toplumun gözünde hiç sesim yokmuş gibi görülüyorum. Bu yüzden beni de eşit biri olarak destekleyen ve benim sesim haline gelen bireylerle çalışmalıyım. Bu yolla, bugün toplumdaki bağlantıyı koruyabiliyorum.
So at school, at work and institutions, I work with many different ASL interpreters. And their voice becomes my voice and identity. They help me to be heard. And their voices hold value and currency. Ironically, by borrowing out their voices, I'm able to maintain a temporary form of currency, kind of like taking out a loan with a very high interest rate. If I didn't continue this practice, I feel that I could just fade off into oblivion and not maintain any form of social currency.
Yani okulda, işte ve enstitülerde, birçok ASL tercümanıyla çalışıyorum. Ve onların sesi benim sesim ve kimliğim haline geliyor. Duyulmama yardım ediyorlar. Onların sesleri geçerliliğin ve değerin yerini tutuyor. İronik bir şekilde, onların seslerini ödünç alarak, geçici bir geçerlilik biçimini koruyabiliyorum, çok yüksek faiz oranıyla borç almak gibi. Bu uygulamaya devam etmezsem, unutulmaya yüz tutacağım ve hiçbir sosyal geçerlilik biçimini koruyamayacağım.
So with sound as my new art medium, I delved into the world of music. And I was surprised to see the similarities between music and ASL. For example, a musical note cannot be fully captured and expressed on paper. And the same holds true for a concept in ASL. They're both highly spatial and highly inflected -- meaning that subtle changes can affect the entire meaning of both signs and sounds.
Yeni sanat ortamım olarak sesle, müzik dünyasına daldım. Müzik ve ASL arasındaki benzerlikleri görünce çok şaşırdım. Örneğin, müzikal bir nota kağıtta tamamen yakalanamaz ve ifade edilemez. ASL için de aynısı geçerli. İkisi de oldukça uzaysal ve oldukça değişken -- bu, ince değişimlerin işaretlerde de seslerde de tüm anlamı değiştirebilmesi demek oluyor.
I'd like to share with you a piano metaphor, to have you have a better understanding of how ASL works. So, envision a piano. ASL is broken down into many different grammatical parameters. If you assign a different parameter to each finger as you play the piano -- such as facial expression, body movement, speed, hand shape and so on, as you play the piano -- English is a linear language, as if one key is being pressed at a time. However, ASL is more like a chord -- all 10 fingers need to come down simultaneously to express a clear concept or idea in ASL. If just one of those keys were to change the chord, it would create a completely different meaning. The same applies to music in regards to pitch, tone and volume. In ASL, by playing around with these different grammatical parameters, you can express different ideas.
ASL'nin nasıl çalıştığını daha iyi anlayabilmeniz için sizinle bir piyano metaforu paylaşmak istiyorum. Gözünüzün önüne bir piyano getirin. ASL birçok gramatik ölçüte ayrılır. Eğer piyano çalarken her bir parmağa farklı bir ölçüt verirseniz -- yüz ifadesi, vücut hareketleri, hız, el şekli vs. gibi, piyanoyu çalarken -- İngilizce doğrusal bir dildir, her seferinde bir tuşa basar gibi. ASL daha çok bir akord gibidir, 10 parmağın hepsi de aynı anda aşağıya inmeli ki ASL' de bir fikri veya kavramı net bir şekilde ifade edebilesiniz. Eğer o tuşlardan bir tanesi akordu değiştirirse, tamamen farklı bir anlam yaratırdı. Müzikte de aynısı yükseklik, ton ve şiddet için geçerli. ASL'de, farklı gramatik ölçütlerle çalarak, farklı fikirler ifade edebilirsiniz.
For example, take the sign TO-LOOK-AT. This is the sign TO-LOOK-AT. I'm looking at you. Staring at you.
Örneğin, BAKMAK işaretini ele alalım. Bu BAKMAK işareti. Size bakıyorum. Sizi izliyorum.
(Laughter)
(Kahkaha)
(Laughter)
(Kahkaha)
Oh -- busted.
Ah --- yakalandım.
(Laughter)
(Kahkaha)
Uh-oh. What are you looking at? Aw, stop.
Uh-oh. Neye bakıyorsunuz? Aa, durun.
(Laughter)
(Kahkaha)
I then started thinking, "What if I was to look at ASL through a musical lens?" If I was to create a sign and repeat it over and over, it could become like a piece of visual music. For example, this is the sign for "day," as the sun rises and sets. This is "all day." If I was to repeat it and slow it down, visually it looks like a piece of music. All ... day. I feel the same holds true for "all night." "All night." This is ALL-NIGHT, represented in this drawing. And this led me to thinking about three different kinds of nights: "last night," "overnight," (Sings) "all night long."
Sonra düşünmeye başladım. "ASL'ye müziğin merceğinden baksaydım ne olurdu?" Bir işaret yaratıp bir daha bir daha tekrar ederdim, o da görsel bir müziğin parçası haline gelebilirdi. Örneğin, bu işaret "gün" güneş doğup battığı için. Bu "tüm gün". Bunu tekrar edecek ve yavaşlatacaktım, görsel olarak bir müzik parçası gibi duruyor. Tüm ... gün. "Tüm gece" için de aynısı geçerli. "Tüm gece." Bu çizimde yer alan TÜM GECE. Bu bana üç farklı gece türünü düşündürdü: "dün gece" "bir gecelik" (Şarkı söyler) "gece boyunca"
(Laughter)
(Kahkahalar)
I feel like the third one has a lot more musicality than the other two.
Sanırım üçüncü diğer ikisinden daha fazla müzikaliteye sahip.
(Laughter)
(Kahkahalar)
This represents how time is expressed in ASL and how the distance from your body can express the changes in time. For example, 1H is one hand, 2H is two hand, present tense happens closest and in front of the body, future is in front of the body and the past is to your back. So, the first example is "a long time ago." Then "past," "used to" and the last one, which is my favorite, with the very romantic and dramatic notion to it, "once upon a time."
Bu ASL'de zamanın nasıl ifade edildiğini gösteriyor ve vücudunuzdan uzaklığınızın zamandaki değişimi nasıl ifade ettiğini. Örneğin, 1E bir el, 2E iki el, şimdiki zaman vücudunuza en yakın olan yerde ve vücudun önünde gerçekleşir, gelecek zaman vücudunuzun önündedir ve geçmiş zaman da arkanızda. İlk örnek, "uzun zaman önce". Sonra "geçmiş", "eskiden", ve son olarak, ki favorimdir, romantik ve dramatik hisleriyle beraber, "bir zamanlar".
(Laughter)
(Kahkahalar)
"Common time" is a musical term with a specific time signature of four beats per measure. Yet when I see the word "common time," what automatically comes to mind for me is "at the same time." So notice RH: right hand, LH: left hand. We have the staff across the head and the chest.
"4/4' lük ölçü" ölçü başına 4 vuruşluk zamanın özel gösterimiyle müzikal bir terimdir. Fakat ben "4/4'lük ölçü" kelimesini gördüğümde, aklıma otomatik olarak "aynı anda" geliyor. SE: sağ el SoE: sol el olsun. Kafadan göğüse uzanan bir portremiz var.
[Head: RH, Flash claw]
[Kafa: SE, ani tırmalama]
[Common time]
[Chest: LH, Flash claw]
[4/4'lük ölçü]
I'm now going to demonstrate a hand shape called the "flash claw." Can you please follow along with me? Everybody, hands up. Now we're going to do it in both the head and the chest, kind of like "common time" or at the same time. Yes, got it. That means "to fall in love" in International [Sign].
[Göğüs: SoE, ani tırmalama] Şimdi "ani tırmalama" denen el biçimini göstereceğim. Beni takip edebilir misiniz, lütfen? Herkes, eller havaya. Şimdi bunu hem kafa hem de göğüsle yapacağız bir çeşit "4/4'lük ölçü" ya da aynı zamanda yapmak gibi. Evet, kaptınız. Uluslararası [İşaret] anlamda bu "aşık olmak" anlamında geliyor.
(Laughter)
(Kahkahalar)
International [Sign], as a note, is a visual tool to help communicate across cultures and sign languages around the world.
Nota olarak , Uluslararası [İşaret] , dünyadaki kültürlerle ve işaret dilleriyle iletişim kurmaya yardımcı olmak için görsel bir araçtır.
The second one I'd like to demonstrate is this -- please follow along with me again. And now this. This is "colonization" in ASL.
Göstermek istediğim ikinci şey ise bu -- lütfen yine beni takip edin. Ve şimdi bunu. Bu ASL'de "kolonizasyon" demektir.
(Laughter)
(Kahkaha)
Now the third -- please follow along again. And again. This is "enlightenment" in ASL. So let's do all three together. "Fall in love," "colonization" and "enlightenment." Good job, everyone.
Şimdi üçüncü -- lütfen beni tekrar takip edin. Ve tekrar. Bu ASL'de "aydınlanma" demektir. Haydi bu üçünü beraber yapalım. "Aşık olmak" "Kolonizasyon" ve "aydınlanma" İyi iş çıkardınız, millet!
(Laughter)
(Kahkaha)
Notice how all three signs are very similar, they all happen at the head and the chest, but they convey quite different meanings.
Bu üç işaretin ne kadar benzer olduğuna dikkat edin, hepsi kafada ve göğüste gerçekleşiyor ama hepsi farklı anlamlar taşıyor.
So it's amazing to see how ASL is alive and thriving, just like music is. However, in this day and age, we live in a very audio-centric world. And just because ASL has no sound to it, it automatically holds no social currency. We need to start thinking harder about what defines social currency and allow ASL to develop its own form of currency -- without sound. And this could possibly be a step to lead to a more inclusive society. And maybe people will understand that you don't need to be deaf to learn ASL, nor do you have to be hearing to learn music.
ALS'nin bu kadar canlı ve başarılı olduğunu görmek inanılmaz, tıpkı müzik gibi. Bu günde ve bu çağda, oldukça ses merkezli bir dünyada yaşıyoruz. Ve sadece ASL hiç ses içermediği için, otomatik olarak hiçbir sosyal geçerlilik değeri taşımıyor. Sosyal geçerliliği neyin belirlediği hakkında daha derin düşünmeye başlamalıyız ve ALS'nin kendi geçerliliğini geliştirmesine izin vermeliyiz -- ses olmadan. Bu muhtemelen daha kapsamlı bir topluma atılan bir adım olurdu. Ve belki insanlar ASL öğrenmek için sağır olmak gerekmediğini ya da müzik öğrenmek için duymak zorunda olmadığınızı anlamış olurlar.
ASL is such a rich treasure that I'd like you to have the same experience. And I'd like to invite you to open your ears, to open your eyes, take part in our culture and experience our visual language. And you never know, you might just fall in love with us.
ASL öyle bol bir hazine ki aynı deneyimlere sizin de sahip olmanızı isterdim. Sizi kulaklarınızı, gözlerinizi açmaya, kültürümüzün bir parçası olmaya ve görsel dilimizi deneyimlemeye davet etmek isterdim. Asla bilemezsiniz, bize aşık olabilirsiniz.
(Applause)
(Alkışlar)
Thank you.
Teşekkürler.
Denise Kahler-Braaten: Hey, that's me.
Denise Kahler-Braaten: Hey, bu benim.
(Applause)
(Alkışlar)