I have never, ever forgotten the words of my grandmother who died in her exile: "Son, resist Gaddafi. Fight him. But don't you ever turn into a Gaddafi-like revolutionary."
Sürgünde ölen büyükannemin sözlerini asla ve asla unutmadım: "Evlat, Kaddafi'ye diren. Onunla savaş. Ama hiçbir zaman Kaddafi-türü bir devrimciye dönüşme."
Almost two years have passed since the Libyan Revolution broke out, inspired by the waves of mass mobilization in both the Tunisian and the Egyptian revolutions. I joined forces with many other Libyans inside and outside Libya to call for a day of rage and to initiate a revolution against the tyrannical regime of Gaddafi. And there it was, a great revolution. Young Libyan women and men were at the forefront calling for the fall of the regime, raising slogans of freedom, dignity, social justice. They have shown an exemplary bravery in confronting the brutal dictatorship of Gaddafi. They have shown a great sense of solidarity from the far east to the far west to the south. Eventually, after a period of six months of brutal war and a toll rate of almost 50,000 dead, we managed to liberate our country and to topple the tyrant.
Hem Tunus hem de Mısır devrimlerindeki halk seferberliği dalgalarından ilham alan, Libya Devrimi patlak verdiğinden bu yana neredeyse iki yıl geçti. Kaddafi'nin zorba rejimine karşı bir devrim başlatmak ve bir öfke günü çağrısı yapmak için Libya içinde ve dışındaki birçok Libyalı ile güç birliği yaptım. Ve sonunda oldu, büyük bir devrim. Genç Libyalı kadınlar ve erkekler en ön saftaydı rejimin düşmesi çağrısı yapıyor, özgürlük, onur, sosyal adalet sloganları atıyorlardı. Kaddafi'nin acımasız diktatörlüğüne karşı göğüs gererek bir cesaret örneği sergilediler. En batıdan, en doğuya ve güneye büyük bir dayanışma sağduyusu gösterdiler. En sonunda, altı aylık acımasız bir savaş döneminden ve yaklaşık 50,000 ölü verdikten sonra despotu devirmeyi ve ülkemizi özgürleştirmeyi başardık.
(Applause)
(Alkışlar)
However, Gaddafi left behind a heavy burden, a legacy of tyranny, corruption and seeds of diversions. For four decades Gaddafi's tyrannical regime destroyed the infrastructure as well as the culture and the moral fabric of Libyan society. Aware of the devastation and the challenges, I was keen among many other women to rebuild the Libyan civil society, calling for an inclusive and just transition to democracy and national reconciliation. Almost 200 organizations were established in Benghazi during and immediately after the fall of Gaddafi -- almost 300 in Tripoli.
Ancak, Kaddafi arkasında ağır bir yük bıraktı, bir tiranlık mirası, yozlaşma ve bölünme tohumları. Kırk yıl boyunca Kaddafi’nin despotluk rejimi, Libya toplumunun kültürüyle birlikte altyapısını ve ahlaki dokusunu tahrip etti. Yıkım ve zorlukların farkında olmama rağmen, diğer birçok kadınla birlikte, Libya sivil toplumunun yeniden inşası, demokrasiye adil ve katılımcı bir geçiş ve milli mutabakat çağrısı yapmak için istekliydim. Kaddafi’nin düşüşü esnasında ve hemen sonrasında Bingazi’de yaklaşık 200 -- Trablus’ta yaklaşık 300 örgüt kuruldu.
After a period of 33 years in exile, I went back to Libya, and with unique enthusiasm, I started organizing workshops on capacity building, on human development of leadership skills. With an amazing group of women, I co-founded the Libyan Women's Platform for Peace, a movement of women, leaders, from different walks of life, to lobby for the sociopolitical empowerment of women and to lobby for our right for equal participation in building democracy and peace.
33 yıllık sürgün sonrasında, Libya’ya geri döndüm ve benzersiz bir şevkle kapasite oluşturma üzerine, liderlik becerilerinde insani gelişim üzerine seminerler düzenlemeye başladım. Harika bir grup kadınla birlikte, Barış için Libyalı Kadınlar Platformunu kurdum, toplumun farklı kesimlerinden oluşan, bir "kadınlar", "liderler", hareketi, kadınların sosyopolitik güçlenmesi, demokrasi ve barışın inşasında eşit katılım hakkımız için lobi yapmak amacıyla.
I met a very difficult environment in the pre-elections, an environment which was increasingly polarized, an environment which was shaped by the selfish politics of dominance and exclusion. I led an initiative by the Libyan Women's Platform for Peace to lobby for a more inclusive electoral law, a law that would give every citizen, no matter what your background, the right to vote and run, and most importantly to stipulate on political parties the alternation of male and female candidates vertically and horizontally in their lists, creating the zipper list. Eventually, our initiative was adopted and successful. Women won 17.5 percent of the National Congress in the first elections ever in 52 years.
Ön seçimlerde çok zor bir ortamla karşılaştım, tahakküm ve dışlamanın bencil politikalarıyla şekillenmiş, gittikçe kutuplaşan bir ortamla. Barış için Libyalı Kadınlar Platformunda, daha katılımcı bir seçim yasası için lobi oluşturmaya öncülük ettim, bu yasa, geçmişi ne olursa olsun, herkesin seçme ve seçilme hakkını kullanabilmesini ve daha da önemlisi, politik partilerde erkekle kadınların seçim listelerinde dönüşümlü olarak hem yatay hem de dikeyde yer almasını zorunlu kılmayı, karma liste oluşturmayı sağlayacaktı. Sonunda, girişimlerimiz başarıyla kabul edildi. İlk seçimlerde, son 52 yılda ilk defa kadınlar, Ulusal Meclis'in yüzde 17.5'i oranında oy aldılar.
(Applause)
(Alkışlar)
However, bit by bit, the euphoria of the elections, and of the revolution as a whole, was fading out -- for every day we were waking up to the news of violence. One day we wake up to the news of the desecration of ancient mosques and Sufi tombs. On another day we wake up to the news of the murder of the American ambassador and the attack on the consulate. On another day we wake up to the news of the assassination of army officers. And every day, every day we wake up with the rule of the militias and their continuous violations of human rights of prisoners and their disrespect of the rule of law.
Ancak, azar azar, seçimlerin ve bir bütün olarak devrimin neşesi yok olmaya başladı-- çünkü her gün yeni şiddet haberlerine uyanıyorduk. Bir gün, Sufi anıtları ve tarihi camiler saygısızlıkla kirletildiği haberine uyanıyorduk. Öteki gün, konsolos saldırıya uğruyor, Amerikan büyükelçisi cinayete kurban gidiyordu. Bir başka gün ise ordu mensuplarına suikast düzenleniyordu. Ve her geçen gün milislerin kurallarıyla tutsakların insan haklarını ihlal etmelerine ve hukukun üstünlüğünü yok saymalarına tanık olduk.
Our society, shaped by a revolutionary mindset, became more polarized and has driven away from the ideals and the principles -- freedom, dignity, social justice -- that we first held. Intolerance, exclusion and revenge became the icons of the [aftermath] of the revolution. I am here today not at all to inspire you with our success story of the zipper list and the elections. I'm rather here today to confess that we as a nation took the wrong choice, made the wrong decision. We did not prioritize right. For elections did not bring peace and stability and security in Libya. Did the zipper list and the alternation between female and male candidates bring peace and national reconciliation? No, it didn't. What is it, then? Why does our society continue to be polarized and dominated with selfish politics of dominance and exclusion, by both men and women?
Devrimci bir zihniyetle şekillenmiş toplumumuzda kutuplaşmalar başladı, en başta belirlediğimiz özgürlük, saygınlık, sosyal adalet gibi ideallerinden ve prensiplerinden uzaklaştı. Hoşgörüsüzlük, ayrımcılık ve intikam devrim sonrası ikonlar haline geldi. Ben bugün burada size sadece, başarılı karma liste ve seçim öyküleryle ilham vermek için bulunmuyorum. Bugün, bir ulus olarak nasıl yanlış seçimler yapıp yanlış kararlar verdiğimizi itiraf etmek için buradayım. Önceliklerimizi doğru seçemedik. Seçimler Libya'ya güvenlik, barış ve istikrar kazandırmadı. Karma liste ve kadın-erkek adaylar ulusal uzlaşmayı sağladı mı? Hayır. Sağlamadı. Ne oldu peki? Toplumumuz neden kutuplaşmaya ve ayrımcı, bencil politikaların, ki onları kadınlar ve erkekler birlikte yaptılar, baskısı altında kalmaya devam etti?
Maybe what was missing was not the women only, but the feminine values of compassion, mercy and inclusion. Our society needs national dialogue and consensus-building more than it needed the elections, which only reinforced polarization and division. Our society needs the qualitative representation of the feminine more than it needs the numerical, quantitative representation of the feminine.
Belki eksik olan sadece kadınlar değildi, asıl eksiklik kadınsı değerler olan şefkat, merhamet ve kabullenmeydi. Toplumumuzun --kutuplaşma ve bölünmelere neden olan seçimlerden daha çok-- ulusal bir diyalog ile oybirliğine ihtiyacı var. Toplumumuzun, kadınların temsil edenlerin sayısından ziyade niteliğinin artırılmasına ihtiyacı var.
We need to stop acting as agents of rage and calling for days of rage. We need to start acting as agents of compassion and mercy. We need to develop a feminine discourse that not only honors but also implements mercy instead of revenge, collaboration instead of competition, inclusion instead of exclusion. These are the ideals that a war-torn Libya needs desperately in order to achieve peace.
Öfke temsilcileri gibi hareket edip, intikam çağrıları yapmayı bırakmamız gerekiyor. Şefkat ve merhamet temsilcileri gibi hareket etmeye başlamamız lazım. Ayrımcılık yerine kabullenme, intikam yerine merhamet, çekişme yerine destekleme gibi özellikleri onurlandıran ve uygulayan bir kadın hareketi başlatmalıyoz. Savaşın parçaladığı Libya'nın barışa ulaşmak için umutsuzca ihtiyacı olan idealler bunlar olmalı.
For peace has an alchemy, and this alchemy is about the intertwining, the alternation between the feminine and masculine perspectives. That's the real zipper. And we need to establish that existentially before we do so sociopolitically.
Barışın bir simyası vardır ve bu simya, kadın ve erkek bakışaçılarının iç içe olmasını ve karşılıklı iletişimini gerektirir. İşte asıl karma bu. Ve bunu sosyopolitik olarak yapmadan önce, varoluşsal olarak yapmalıyız.
According to a Quranic verse "Salam" -- peace -- "is the word of the all-merciful God, raheem." In turn, the word "raheem," which is known in all Abrahamic traditions, has the same root in Arabic as the word "rahem" -- womb -- symbolizing the maternal feminine encompassing all humanity from which the male and the female, from which all tribes, all peoples, have emanated from. And so just as the womb entirely envelopes the embryo, which grows within it, the divine matrix of compassion nourishes the entire existence. Thus we are told that "My mercy encompasses all things." Thus we are told that "My mercy takes precedence over my anger."
Kuran'da bir ayette denildiği gibi: "Selamet" --barış-- "merhametli Allah'ın, rahimin sözüdür." Ayrıca, tüm semavi kültürlerde bilinen "rahim" sözcüğü Arapça kökenli "rahem" -- rahim-- kelimesinden gelir ve kadınların anaçlığının, kadından erkeğe, tüm kabilelerden halklara kadar tüm insanlığı kuşattığını sembolize eder. Yani, rahim nasıl bir embriyonun oluşmasını sağlayıp onu büyütürse şefkatin sonsuz matrisi de tüm varoluşu o şekilde besler. Bu yüzden bize şöyle dendi: "Merhametim herşeyi sarmalar." Bu yüzden bize şöyle dendi: "Merhametim öfkemden üstün gelir."
May we all be granted a grace of mercy. (Applause)
Hepimiz merhamet lütfuyla onurlandırılalım. (Alkışlar)
Thank you.
Teşekkür ederim.
(Applause)
(Alkışlar)