Like many of you, I'm often frustrated by the democratic process. It's messy, it's complicated, it's often inefficient. Our political leaders feel disconnected from the concerns of ordinary people. Many feel that voting every few years for leaders disconnected from their daily challenges is pointless. But before we reject democracy, let's imagine what it could be. And I believe that African activists are redefining democracy by putting protest at its center, what I refer to as "protest democracy."
Demokratik süreç, çoğunuz gibi beni de sık sık hayal kırıklığına uğratıyor. Dağınık, karmaşık, çoğu kez de yetersiz. Siyasi liderlerimiz kendilerini sıradan insanların sorunlarından kopuk hissediyor. Çoğu, birkaç yılda bir yapılan oylamaların kendilerini günlük zorluklardan alıkoyup koparmasını anlamsız buluyor. Ancak demokrasiyi reddetmeden önce neler olabilir onu hayal edelim. İnanıyorum ki Afrikalı aktivistler, demokrasinin merkezine protestoyu koyarak ki buna "protesto demokrasisi" diyorum, demokrasiyi yeniden tanımlıyorlar.
International organizations and academic experts define democracy as regular, multiparty electoral competition. But democracy should not only be about elites competing at the ballot box. For it to have meaning, it's something we must engage in every day. When I say "protest democracy," I'm challenging how we think about democratic action. Viewing democracy as only elections is no longer adequate and threatens democracy itself. So we must protest democracy to give it a renewed meaning.
Uluslararası organizasyonlar ve akademik uzmanlar demokrasiyi, genelde çok partili seçim yarışması şeklinde tanımlıyor. Ancak demokrasi, yalnızca seçkinlerin oy sandığında yarıştığı bir şey olmamalı. Eğer bir anlamı olmasını istiyorsak her gün etkileşime girdiğimiz bir şey olmak zorunda. "Protesto demokrasisi" diyerek demokratik eylem üzerindeki düşünüş şeklimizi zorluyorum. Demokrasiyi sadece seçimler çevresinde açıklamak artık yeterli değil ve bu tabir demokrasinin kendisini tehdit ediyor. Bu nedenle demokrasiyi protesto ederek ona yeni bir anlam vermeliyiz.
What would this look like? We need to turn to African societies, where ordinary people are increasingly taking to the streets to transform their lives. African social movements have often been at the forefront of conceptualizing democracy in this way. This may come as a surprise to those of who think that the only way Africans engage in politics is through the barrel of the gun. But increasingly, young people are taking to the streets and abandoning organized violence in favor of more effective nonviolent action.
Peki bunu nasıl yapabiliriz? Hayatlarını dönüştürmek üzere sokaklara çıkan sıradan insanların her geçen gün arttığı Afrika topluluklarına dönüp bakmalıyız. Afrika'daki toplumsal hareketler, demokrasiyi bu şekilde kavramlaştırmada sıklıkla ön planda olmuştur. Bu, Afrikalıların, yalnızca silahın namlusuyla siyaset yapabildiklerini düşünenler için şaşırtıcı gelebilir. Gençler, giderek daha çok sokağa çıkıyor ve organize şiddeti, daha etkili olan şiddetsiz eylemin lehine terk ediyor.
I've spent much of the past two decades talking to African activists, both violent and nonviolent. Across Africa, young people are rising up to challenge almost every type of regime known to humanity. This is my friend Thiat. He's a rapper from Senegal. He led a large movement in Senegal that was successful in preventing the president from stealing a third term. From Morocco to Lesotho, young people are rising up against entrenched monarchies: in Egypt and Sudan, against brutal dictatorships; in Uganda and Ethiopia, against powerful militarized states with quasi-democratic veneers; in South Africa, where this image was taken, and Burundi, against democratically elected leaders who have done little to improve the conditions for ordinary people. Across the continent, protest is not exceptional, but a normal part of life. Africans use protests to challenge both dictators as well as power cuts. In a way, Africans are protesting democracy itself, enriching its possibilities for us all.
Son yirmi yılda zamanımın çoğunu şiddete başvuran ve başvurmayan Afrikalı aktivistlerle konuşarak geçirdim. Afrika genelinde, insanlığın bildiği neredeyse her tür rejimle mücadele edecek genç insanlar yetişiyor. Bu benim arkadaşım Thiat. Kendisi Senegalli bir rapçi. Senegal'de devlet başkanının üçüncü dönemi çalmasını başarıyla önleyen devasa bir harekete öncülük etti. Fas'tan Lesotho'ya kadar genç insanlar, yerleşik monarşilere karşı; Mısır ve Sudan'da zalim diktatörlüklere karşı; Uganda ve Etiyopya'da yarım-demokrasi ile cilalanmış güçlü askeri devletlere karşı; bu resmin çekildiği Güney Afrika'da ve Burundi'de sıradan insanların yaşam koşullarını çok az iyileştirmiş, demokratik yollarla seçilmiş liderlere karşı duruyorlar. Kıta genelinde, protesto hayatın normal bir parçası, yani istisnai bir durum değil. Afrikalılar protestoyu elektrik kesintisinde olduğu gibi diktatörlerle mücadele için kullanırlar. Bir bakıma Afrikalılar, demokrasinin kendisini protesto ediyorlar, bizim için olasılıklarını zenginleştiriyorlar.
There have been two major waves of African protest, and we are currently living through the third, which began around 2005. It includes the so-called Arab Spring, which took place mostly on the continent. The first wave took place in the 1940s and 1950s and led to Africa's decolonization. Kwame Nkrumah led a broad coalition in Ghana that overthrew British rule, providing a template for nonviolent movements globally. The second wave took place in the 1980s and 1990s against austerity measures that imposed harsh conditions on African economies. These protests led to the overthrow of autocratic regimes and led to the introduction of multiparty elections across the continent.
Afrika protesto tarihinde iki büyük dalga oldu ve biz şu anda 2005'te başlamış olan bir üçüncüsünü deneyimliyoruz. Bu, çoğunlukla kıta üzerinde gerçekleşen sözde Arap Baharı'nı da içeriyor. İlk dalga 1940 ve 1950'lerde gerçekleşti ve Afrika'daki sömürge kolonilerinin bağımsızlığına öncülük etti. Kwame Nkrumah, Gana'da Britanya egemenliğini deviren geniş bir koalisyona öncülük ederek küresel anlamda şiddetsiz hareketlere bir şablon sağladı. İkinci dalga, Afrika ekonomilerinde, sert koşullara dayandırılan kemer sıkma önlemlerine karşı 1980 ve 1990'larda gerçekleşti. Bu protestolar, otokratik rejimleri devirmeye öncülük etti ve kıta genelinde çok partili seçimlerin tanıtımının yapılmasına önayak oldu.
The ongoing third wave is correcting the shortcomings of the earlier two. If the first wave brought liberation but not democracy, and the second, elections but only for the elites, then it is the third wave that is most concerned with transforming democracy into the rule of the people. It includes movements like Y'en a Marre in Senegal, Le Balai Citoyen in Burkina Faso, Tajamuka in Zimbabwe, LUCHA and Filimbi in the Democratic Republic of Congo, movements that work outside of more conventional nongovernmental organizations and political parties to challenge the economic and political system itself, often at great risk. Brilliant young activists like LUCHA's Fred Bauma have been detained and tortured, often with little to no outcry from the international community. The list goes on, as you can see from some of the data we collected. There have been large popular protests in over 40 African countries since 2005, and if you look, you'll recognize that in 2011, the year of the so-called Arab Spring, was actually the spike of this broader wave. Contrary to popular belief, many of these protests have been successful. We know of the dictators falling in Tunisia and in Egypt, but popular movements have prevented presidents from stealing third terms in Senegal, in Malawi and Burkina Faso as well.
Devam eden üçüncü dalga, daha önceki iki dalganın eksikliklerini düzeltiyor. İlk dalga bağımsızlığı getirse de demokrasiyi eksik bıraktı, ikincisi ise seçimleri getirdi ancak bunu yalnızca seçkinlere özgü kıldı, sonrasında ise üçüncü dalga dalgalar arasında, demokrasiyi insanların yönetimine dönüştürmekte en kaygılı olanı. Bu, Senegal'deki Y'en a Marre hareketlerini de Burkina Faso'daki Le Balai Citoyen'i, Zimbabwe'deki Tajamuka'yı, Demokratik Kongo Cumhuriyeti'ndeki LUCHA ve Filimbi'yi kapsar; daha geleneksel sivil toplum örgütlerinin dışında çalışan hareketler ve siyasi partiler çoğu zaman, içinde bulundukları ekonomik ve siyasi sistemle mücadele ederek büyük risktedirler. LUCHA'nın Fred Bauma'sı gibi görkemli genç aktivistler gözaltana alındı, onlara işkence edildi, buna rağmen uluslararası kamuoyundan çok az tepki geldi, bazen de hiç gelmedi. Gördüğünüz gibi topladığımız verilerin birkaçında liste uzayıp gidiyor. 2005'ten bu yana, 40'tan fazla Afrika ülkesinde büyük popüler protestolar gerçekleşti ve dikkat ederseniz Arap Baharı olarak adlandırılan 2011 yılının aslında daha büyük bir dalganın habercisi olduğunu fark edeceksiniz. Popüler inancın aksine bu protestoların birçoğu başarılı oldu. Tunus ve Mısır'da diktatörlerin devrildiklerini biliyoruz ancak bunun yanında Senegal'de, Malawi'de ve Burkina Faso'da da popüler hareketler üçüncü dönem de başkanlığı ele geçirmeye çalışan liderleri de önledi.
What's driving this upsurge of protest? Demographically, Africa is both the youngest and the fastest-growing continent, with the largest age gap between the people and their rulers. It is urbanizing at a tremendous pace. Economically, African countries have been growing for over a decade now, largely driven by investments from Asia. But little of this wealth is trickling down. Formal jobs in the industrial sector are actually decreasing, with informal labor the only option left for people to eke out a living. As a result, inequality is skyrocketing, and political leaders are increasingly disconnected from their much younger populations.
Peki protestonun yükselişini sağlayan ne? Halkıyla yöneticileri arasında en geniş yaş aralığına sahip olan Afrika, demografik olarak hem en genç hem de en hızlı nüfus artış oranına sahip bir kıta. Çok büyük bir hızla kentleşiyor. On yıldan fazla bir süredir ekonomik anlamda Afrika ülkeleri çoüunluğu Asya kaynaklı yatırımlarla büyüyor. Ancak bu varlığın bir kısmı tükeniyor. Sanayi sektöründe resmi mesleklerde azalma var ve kayıt dışı çalışmayla insanlara hayatlarını sürdürebilecek tek seçenek bırakılmakta. Sonuç olarak eşitsizlik hızla artmakta ve siyasi liderler, giderek kendi genç nüfuslarından uzaklaşıp kopuyor.
For those of us from outside of Africa, we're familiar with parts of this story: a massive spike in inequality, the product of a decline in good jobs for good wages that were once considered the hallmark of an advanced society; the capture of our political parties by elites accompanied by the hollowing out of civil society that once provided a voice to ordinary people; that sinking feeling that no matter what you do, external factors related to the global economy can disrupt our lives for the worse. Our political leaders seem helpless, insisting on austerity, even as public goods diminish to levels unseen in decades. And this is when they're not succumbing to exclusionary nationalism, blaming our woes on the weak rather than the powerful. What those of us from North America and Western Europe consider to be new has been the normal condition of African life since the 1970s. So who better to learn from than those who have been engaged in resistance to these conditions for the longest period of time?
Afrika'nın dışında bulunan bizler, şu hikâyeye oldukça aşinayız: bir zamanlar gelişmiş toplumların göstergesi olan "iyi bir maaş için iyi bir iş" anlayışının düşüşüyle çıkmış eşitsizlikteki devasa bir uçurum; bir zamanlar sıradan insanların sesi olmuş siyasi partilerin, sivil toplumun kökünün kazınmasına eşlik eden seçkinler tarafından ele geçirilmesi; küresel ekonomiyle ilişkili olan dış faktörlerin hayatlarımızı daha da kötüleştirebileceğine dayanan çaresizlik içindeki dibe vurma hissi. Kamu mallarının azalışı yıllarca görülmeyen seviyelerde olsa dahi, siyasi liderlerimiz çaresizce kemer sıkma poilitikalarında ısrar ediyor. Bu noktada, dışlayıcı milliyetçiliğe yenik düşmediklerinde, beceriksizliklerini güçlüye değil, güçsüzün üstüne atıyorlar. Kuzey Amerika ve Batı Avrupalı olan bizlerin yeni olduğunu düşündüğü şey 1970'lerden beri Afrika'da normal bir hayat koşulu. O hâlde, bu şartlara en uzun süre dayanıklıık gösterip demokrasiyi böyle öğrenenlerden kim daha iyi olabilir ki?
What can we learn from African protest democracy? First, democracy must begin with ordinary people. Viewing democracy as only elections has led to widespread disillusionment. We must instead work to center ordinary people in democratic life. Protest provides us one way to do that. Regardless of your age, sexuality, your gender, whether you're a citizen or a non-citizen, able-bodied or disabled, anyone can participate. In contrast to elections, protests are not confined by rigid electoral cycles. They offer a much more immediate form of action in our era of instant feedback.
Afrika protesto demokrasisinden ne öğrenebiliriz? İlk olarak demokrasi sıradan insanlarla başlamalı. Demokrasiyi sadece seçimler olarak görmek yaygın bir hayal kırıklığına yol açtı. Bunun yerine sıradan insanları demokratik yaşamın merkezine koymaya çalışmalıyız. Protesto bunu yapabilmemiz için bize bir yol sağlıyor. Yaşınız, cinsiyetiniz ne olursa olsun, vatandaş olup olmamanız, güçlü kuvvetli veya engelli olmanız fark etmeksizin herkes katılabilir. Seçimlerle karşılaştırıldığında protestolar, katı seçim döngüleriyle sınırlı değildir. İçinde bulunduğumuz anlık geri bildirim çağına uygun daha hızlı bir eylem biçimi sunarlar.
Second, while protests may be messy, this is what makes them powerful. Protests are contentious and contested processes, defined by contingent actions, often devoid of clear messaging, characterized by incomplete organization. These dynamics are what makes it easy to dismiss protests as riots or to assume they are of limited political utility. But it also makes them easier to suppress. Too often, governments do not view protests as elementary to democracy. Instead, they violently crush social movements or work to discredit their message.
İkinci olarak, protestolar dağınık olabilirler, öyle ki onları güçlü kılan budur. Protesolar eksik organizasyonlarca karakterize edilen sıklıkla açık bir mesajdan yoksun rastlantısal eylemlerle belirlenen çekişmeli ve tartışmalı süreçlerdir. Bu dinamikler, protestoları, isyan olarak görmeyi kolaylaştıran şeylerdir veya onları sınırlı siyasi yarar olarak kabul etmektir. Ancak bu onları zapt etmemizi de kolaylaştırıyor. Çoğu kez, hükûmetler, protestoları demokrasinin temeli olarak görmüyor. Bunun yerine, şiddet kulanarak sosyal hareketleri bastırıyor ya da mesajlarını itibarsızlaştırıyorlar.
Third, as I already hinted, protest is the space from which new political imaginations may emerge. Protests are about coloring outside the lines, a way for ordinary people to rewrite the rules of the game that too many feel are stacked against them. Many young people in Africa have grown up in societies where a single ruler has ruled their entire lives. Protest is the space for new possibilities to emerge, as young people begin to discover their own power.
Üçüncü olarak, daha önce ima ettiğim üzere protesto yeni siyasi hayallerin gün yüzüne çıkabileceği bir alandır. Protestolar, çizgilerin dışını da boyamak gibi sıradan insanların çoğunun bu çizgiler karşısında ezilmiş hissetmesine rağmen oyunun kurallarını yeniden yazması için bir yoldur. Afrika'daki çoğu genç, hayatlarının tamamının tek bir yönetici tarafından yönetildiği topluluklarda büyür. Protesto, gençlerin kendi güçlerini keşfetmeye başlaması gibi yeni olasılıkların günyüzüne çıktığı bir alandır.
Consider the situation of my friend Linda Masarira, a single mother of five, who is leading protests against the Mugabe regime in Zimbabwe. She has been beaten, arrested, harassed. But Linda perseveres, because as she told me a few months ago, protest has given her a sense of meaning and direction. And though she knows the odds against her, Linda perseveres.
Arkadaşım Linda Masarira'nın durumunu göz önüne alın; 5 çocuk annesi, Zimbabwe'deki Mugabe rejimine karşı protestolara liderlik eden biri. Dövüldü, tutuklandı, taciz edildi. Ancak Linda sabrediyor çünkü birkaç ay önce bana dediği üzere protesto ona bir anlam ve yön hissi vermişti. Karşısındaki ihtimalleri bildiği hâlde Linda sabrediyor.
Like Linda and other young African activists, we all must work to redefine democracy as something more than just elections and political parties. Democracy is a creative process, and protest has always been the vehicle for expanding our political imaginations beyond what we are told is possible.
Linda gibi diğer genç Afrikalı aktivistlerle hep birlikte, seçim ve siyasi partilerden daha fazlası olan demokrasiyi, yeniden tanımlamalıyız. Demokrasi yaratıcı bir süreç ve protesto her zaman bizim aracımızdı, ki bize mümkün olduğu söylenenin ötesinde siyasi hayallerimizi genişletsin.
(In Swahili) Thank you very much.
(Svahili dilinde) Çok teşekkürler.
(Applause)
(Alkışlar)