My topic is economic growth in China and India. And the question I want to explore with you is whether or not democracy has helped or has hindered economic growth. You may say this is not fair, because I'm selecting two countries to make a case against democracy. Actually, exactly the opposite is what I'm going to do. I'm going to use these two countries to make an economic argument for democracy, rather than against democracy.
Konum Çin ve Hindistan'daki ekonomik büyüme. Birlikte cevap arayacağımız soru ise demokrasi ekonomik büyümeyi destekliyor mu engelliyor mu olacak. Bunun adil olmadığını söyleyebilirsiniz, çünkü iki ülkeyi örnek olarak seçerek demokrasi karşıtı bir görüş oluşturuyorum. Aslında yapmak istediğim şey bunun tam da tersi. Bu iki ülkeyi kullanarak demokrasinin aleyhine değil lehine olan bir sonuç çıkaracağım.
The first question there is why China has grown so much faster than India. Over the last 30 years, in terms of the GDP growth rates, China has grown at twice the rate of India. In the last five years, the two countries have begun to converge somewhat in economic growth. But over the last 30 years, China undoubtedly has done much better than India. One simple answer is China has Shanghai and India has Mumbai. Look at the skyline of Shanghai. This is the Pudong area. The picture on India is the Dharavi slum of Mumbai in India. The idea there behind these two pictures is that the Chinese government can act above rule of law. It can plan for the long-term benefits of the country and in the process, evict millions of people -- that's just a small technical issue. Whereas in India, you cannot do that, because you have to listen to the public. You're being constrained by the public's opinion. Even Prime Minister Manmohan Singh agrees with that view. In an interview printed in the financial press of India, He said that he wants to make Mumbai another Shanghai. This is an Oxford-trained economist steeped in humanistic values, and yet he agrees with the high-pressure tactics of Shanghai.
İlk soru şu neden Çin, Hindistan'a nazaran çok daha hızlı büyüyor. Son 30 yılda, GSMH büyüme değerleri açısından, Çin, Hindistan'ın iki katı kadar büyümüş. Son beş yılda, iki ülke ekonomik büyüme açısından birbirine yaklaşmış. Ancak son 30 yıla baktığımızda Çin şüphesiz Hindistan'a göre çok daha hızlı büyümüş. Çin'in Şangay'a Hindistan'ın ise Mumbai'ye sahip olması basit bir cevap olabilir. Şangay'ın siluetine bir bakın. Burası Pudong bölgesi. Bu resim ise Mumbai'nin Dharavi gecekondu mahallesinden. Bu iki resmin arkasında yatan fikir şu acaba Çin Hükümeti hukukun üstünde mi hareket ediyor? Ülkenin yararına olacak uzun vadeli bir politika belirleyip gerekirse bu amaç uğruna milyonlarca insanın yerlerinden edilmesi -- küçük bir teknik mesele. Ancak Hindistan'da bunu yapamazsınız, çünkü halkın dediğini dinlemek zorundasınız. Halkın söyledikleri tarafından sınırlandırılıyorsunuz. Başbakan Manmohan Singh bile aynı şekilde düşünüyor. Hindistan'ın ekonomi basını tarafından yapılan bir röportajda Mumbai'yi yeni bir Şangay yapmak istediğini söylüyor. Oxford'da eğitim görmüş bir ekonomist aynı zamanda hümanist değerleri de destekliyor ancak yine de Şangay tipi ekonomik büyümeyi destekliyor.
So let me call it the Shanghai model of economic growth, that emphasizes the following features for promoting economic development: infrastructures, airports, highways, bridges, things like that. And you need a strong government to do that, because you cannot respect private property rights. You cannot be constrained by the public's opinion. You need also state ownership, especially of land assets, in order to build and roll out infrastructures very quickly. The implication of that model is that democracy is a hindrance for economic growth, rather than a facilitator of economic growth. Here's the key question. Just how important are infrastructures for economic growth? This is a key issue. If you believe that infrastructures are very important for economic growth, then you would argue a strong government is necessary to promote growth. If you believe that infrastructures are not as important as many people believe, then you will put less emphasis on strong government.
Şangay tipi büyüme modeli ekonomik gelişmeyi sağlamak için şunları öne çıkarıyor: altyapı, havaalanları, yollar, köprüler ve benzerleri. Tabi bunları yapmak için güçlü bir hükümet olmalısınız özel mülkiyet hakları önünüzde engel olmamalı. Halkın düşünceleri tarafından da sınırlandırılmamalısınız. Ayrıca altyapı çalışmalarını hızla bitirmek için arazilerin de develete ait olması önemlidir. Bu modelin doğal sonucu olarak demokrasinin ekonomik büyümeyi hızlandırmak yerine yavaşlattığı söylenebilir. Anahtar soru şu, altyapı ekonomik büyüme için ne kadar önemlidir? Bu önemli bir nokta. Ekonomik büyüme için altyapının çok önemli olduğuna inanıyorsanız büyümeyi desteklemek için güçlü bir hükümetin gerekli olduğunu düşünüyorsunuzdur. Ancak pek çok insanın tersine altyapının o kadar da önemli olmadığına inanıyorsanız güçlü bir hükümet sizin için o kadar da önemli değildir.
So to illustrate that question, let me give you two countries. And for the sake of brevity, I'll call one country Country 1 and the other country Country 2. Country 1 has a systematic advantage over Country 2 in infrastructures. Country 1 has more telephones, and Country 1 has a longer system of railways. So if I were to ask you, "Which is China and which is India, and which country has grown faster?" if you believe in the infrastructure view, then you will say, "Country 1 must be China. They must have done better, in terms of economic growth. And Country 2 is possibly India."
Konuyu biraz daha açmak için iki ülkeyi daha örnek olarak vereyim. Ve kısa olması için ülkerlerden birisini Ülke 1 diğeriniyse Ülke 2 olarak isimlendireceğim. Ülke 1 Ülke 2'ye göre altyapı konusunda sistematik bir avantaja sahip. Ülke 1 daha fazla telefona sahip ve Ülke 1'in daha uzun demiryolu hattı var. Şimdi size şu soruyu sorsam, "Hangisi Çin hangisi Hindistan, ve hangi ülke daha hızlı büyümüş?" Eğer altyapının önemine inanıyorsanız "Ülke 1 Çin olmalı" dersiniz. Ekonomik büyüme açısından da daha ilerde olmalılar. Bu durumda Ülke 2 ise Hindistan oluyor.
Actually the country with more telephones is the Soviet Union, and the data referred to 1989. After the country reported very impressive statistics on telephones, the country collapsed. That's not too good. The picture there is Khrushchev. I know that in 1989 he no longer ruled the Soviet Union, but that's the best picture that I can find. (Laughter) Telephones, infrastructures do not guarantee you economic growth. Country 2, that has fewer telephones, is China. Since 1989, the country has performed at a double-digit rate every year for the last 20 years. If you know nothing about China and the Soviet Union other than the fact about their telephones, you would have made a poor prediction about their economic growth in the next two decades.
Aslında daha fazla telefona sahip olan ülke 1989 verilerine göre Sovyetler Birliği'ydi. Oldukça etkileyici telefon istatistikleri rapor edildikten sonra ülke battı. Bu iyi değil. Resimdeki kişi Khrushchev. Onun 1989'da Sovyetler Birliği'ni yönetmediğini biliyorum, ama bulabildiğim en iyi resim buydu. (Gülüşmeler) Telefonlar, altyapılar ekonomik büyümeyi garanti etmezler. Çok daha az telefona sahip olan Ülke 2 ise Çin. 1989'dan beri 20 sene boyunca bu ülke her yıl çift basamaklı büyüme oranları yakaladı. Çin ve Sovyetler Birliği hakkında telefonları dışında hiçbir şey bilmiyor olsaydınız ekonomik büyümeleri hakkında bir sonraki yirmi yıl için oldukça kötü tahminlerde bulunacaktınız.
Country 1, that has a longer system of railways, is actually India. And Country 2 is China. This is a very little known fact about the two countries. Yes, today China has a huge infrastructure advantage over India. But for many years, until the late 1990s, China had an infrastructure disadvantage vis-a-vis India. In developing countries, the most common mode of transportation is the railways, and the British built a lot of railways in India. India is the smaller of the two countries, and yet it had a longer system of railways until the late 1990s. So clearly, infrastructure doesn't explain why China did better before the late 1990s, as compared with India.
Çok daha uzun demiryolu sistemine sahip olan Ülke 1 ise Hindistan. Ve Ülke 2 yine Çin. Bu iki ülke açısından oldukça az bilinen bir gerçektir. Evet, bugün Çin, Hindistan'a göre büyük altyapı avantajına sahip. Ancak 1990ların sonlarına kadar, uzun yıllar boyunca Çin, altyapı açısından Hindistan'a göre dezavantajlı konumdaydı. Gelişmekte olan ülkelerde, en yaygın taşıma türü demiryoludur ve İngilizler Hindistan'a oldukça fazla demiryolu yaptılar. Hindistan iki ülkeden daha küçük olanı ancak yine de 1990ların sonlarına kadar daha uzun demiryolu sistemine sahipti. Sonuç olarak 1990'ların sonlarına kadar Çin'in neden Hindistan'a göre daha hızlı büyüdüğü sorusunu altyapı açıklayamıyor.
In fact, if you look at the evidence worldwide, the evidence is more supportive of the view that the infrastructure are actually the result of economic growth. The economy grows, government accumulates more resources, and the government can invest in infrastructure -- rather than infrastructure being a cause for economic growth. And this is clearly the story of the Chinese economic growth. Let me look at this question more directly. Is democracy bad for economic growth? Now let's turn to two countries, Country A and Country B. Country A, in 1990, had about $300 per capita GDP as compared with Country B, which had $460 in per capita GDP. By 2008, Country A has surpassed Country B with $700 per capita GDP as compared with $650 per capita GDP. Both countries are in Asia.
Hatta, dünya çapında örneklere bakarsanız, altyapının ekonomik büyümenin bir sonucu olduğunu gösteren pek çok kanıt görebilirsiniz. Ekonomi büyür, yönetimler daha fazla kaynak biriktirirler, ve altyapı çalışmalarına yatırım yapabilirler -- altyapı ekonomik büyüme için neden değil sonuçtur. Bu durum Çin'in ekonomik büyümesi için de aynen geçerlidir. Baştaki soruya biraz daha doğrudan bakalım. Demokrasi ekonomik büyüme için kötü müdür? Yine iki ülkeyi ele alalım, Ülke A ve Ülke B. Ülke A, 1990 yılında kişi başına 300 $ GSMH'ye sahipken Ülke B'de kişi başına düşen gelir 460 $ seviyesindeymiş. 2008 yılında 700 $ seviyesine ulaşan Ülke A, 650 $ seviyesinde kalan Ülke B'yi kişi başına düşen gelirde geçmeyi başarıyor. Her iki ülke de Asya'da.
If I were to ask you, "Which are the two Asian countries? And which one is a democracy?" you may argue, "Well, maybe Country A is China and Country B is India." In fact, Country A is democratic India, and Country B is Pakistan -- the country that has a long period of military rule. And it's very common that we compare India with China. That's because the two countries have about the same population size. But the more natural comparison is actually between India and Pakistan. Those two countries are geographically similar. They have a complicated, but shared common history. By that comparison, democracy looks very, very good in terms of economic growth.
Eğer size "Bunlar hangi iki asya ülkesi? Ve hangisi demokrasiyle yönetiliyor?" diye sorulsaydı vereceğiniz cevap muhtemelen "Ülke A Çin ve Ülke B Hindistan" olurdu. Aslında Ülke A demokratik Hindistan ve Ülke B uzun süre askeri yönetimle yönetilen Pakistan. Hindistan'la Çin'in sık sık karşılaştırıldığını görürüz. Bunun nedeni iki ülkenin benzer nüfus büyüklüğüne sahip olmalarıdır. Ancak Pakistan'la Hindistan arasında daha doğal bir karşılaştırma yapılabilir. Bu iki ülke coğrafik olarak benzerler. Karmaşık ancak ortak bir tarihleri var. Bu karşılaştırmaya bakınca demokrasinin ekonomik büyüme açısından oldukça iyi olduğunu görüyoruz.
So why do economists fall in love with authoritarian governments? One reason is the East Asian Model. In East Asia, we have had successful economic growth stories such as Korea, Taiwan, Hong Kong and Singapore. Some of these economies were ruled by authoritarian governments in the 60s and 70s and 1980s. The problem with that view is like asking all the winners of lotteries, "Have you won the lottery?" And they all tell you, "Yes, we have won the lottery." And then you draw the conclusion the odds of winning the lottery are 100 percent. The reason is you never go and bother to ask the losers who also purchased lottery tickets and didn't end up winning the prize.
Peki neden ekonomistler otoriter yönetimlerin büyüsüne kapılıyorlar? Nedenlerden birisi Doğu Asya Modeli'dir. Doğu Asya'da Kore, Tayvan, Hong Kong ve Singapur gibi başarılı ekonomik büyüme hikayeleri var. Bu ekonomilerden bazıları 60'lı, 70'li ve 1980'li yıllarda otoriter hükümetler tarafından yönetiliyorlardı. Bu bakış açısındaki problem sadece kazanan talihlileri görmek "Büyük ikramiyeyi kazandın mı?" Ve hepsi "Evet, büyük ikramiyeyi kazandık." diyorlar. Buradan da hemen şu sonuca varıyoruz büyük ikramiyeyi kazanma olasılığı yüzde yüz. Ama gidip piyango bileti aldığı halde büyük ikramiyeyi kazanamayanlara hiç sormuyoruz.
For each of these successful authoritarian governments in East Asia, there's a matched failure. Korea succeeded, North Korea didn't. Taiwan succeeded, China under Mao Zedong didn't. Burma didn't succeed. The Philippines didn't succeed. If you look at the statistical evidence worldwide, there's really no support for the idea that authoritarian governments hold a systematic edge over democracies in terms of economic growth. So the East Asian model has this massive selection bias -- it is known as selecting on a dependent variable, something we always tell our students to avoid.
Doğu Asya'da başarılı olan otoriter yönetimlerin her birisi için başarısız olan bir yönetim bulmak mümkün. Kore başarılı, Kuzey Kore değil. Tayvan başarılı, Mao Zedong yönetimi altındaki Çin değil. Burma başarılı değil. Filipinler başarılı değil. Dünya çapında istatistiki verilere baktığımızda otoriter yönetimlerin ekonomik büyüme açısından demokrasiler karşısında sistematik bir avantajı olduğunu destekleyen bir sonuca varamazsınız. Doğu Asya modelinde önemli oranda yanlı seçim söz konusu -- buna bağımlı değişken üzerinden seçmek deniyor, öğrencilerimize bundan kaçınmalarını sık sık söyleriz.
So exactly why did China grow so much faster? I will take you to the Cultural Revolution, when China went mad, and compare that country's performance with India under Indira Gandhi. The question there is: Which country did better, China or India? China was during the Cultural Revolution. It turns out even during the Cultural Revolution, China out-perfomed India in terms of GDP growth by an average of about 2.2 percent every year in terms of per capita GDP. So that's when China was mad. The whole country went mad. It must mean that the country had something so advantageous to itself in terms of economic growth to overcome the negative effects of the Cultural Revolution. The advantage the country had was human capital -- nothing else but human capital.
Peki, Çin tam olarak neden bu kadar hızlı büyüme gösteriyor? Sizi Çin'in çılgına döndüğü Kültür Devrimi yıllarına götüreceğim ve ülkenin performansını Indira Gandi yönetimi altındaki Hindistan'la karşılaştıracağım. Soru şu: Hangi ülke daha başarılıydı, Çin mi Hindistan mı? Kültürel Devrim sırasında Çin daha iyi durumdaydı. Kültürel Devrim sırasında bile kişi başına düşen gelir büyümesinde Çin, Hindistan'ı her yıl ortalama yüzde 2.2 farkla geçmeyi başarmış. Bu veriler Çin'in çılgınlık yıllarından. Bütün ülke çıldırmıştı. Buradan şu anlamı çıkarabiliriz ülkenin Kültürel Devrim'in negatif etkilerini yenip büyümeyi devam ettirecek önemli bir avantajı olmalı. Çin'in sahip olduğu avantaj insan sermayesiydi -- başka bir şey değil sadece insan.
This is the world development index indicator data in the early 1990s. And this is the earliest data that I can find. The adult literacy rate in China is 77 percent as compared with 48 percent in India. The contrast in literacy rates is especially sharp between Chinese women and Indian women. I haven't told you about the definition of literacy. In China, the definition of literacy is the ability to read and write 1,500 Chinese characters. In India, the definition of literacy, operating definition of literacy, is the ability, the grand ability, to write your own name in whatever language you happen to speak. The gap between the two countries in terms of literacy is much more substantial than the data here indicated. If you go to other sources of data such as Human Development Index, that data series, go back to the early 1970s, you see exactly the same contrast. China held a huge advantage in terms of human capital vis-a-vis India.
Bu 1990'ların başlarında alınan dünya gelişmişlik endeksi verisi. Bulabildiğim en eski veriler bunlar. Çin'deki yetişkinlerin okuma yazma oranı yüzde 77 Hindistan'da ise yüzde 48. Çinli ve Hintli kadınların okur yazarlık oranlarındaki fark oldukça keskin. Size okur yazarlığın tanımını da yapmadım. Çin'de okur yazar olmak demek 1500 Çin karakterini okuyup yazmak demektir. Hindistan'da ise okur yazarlık, gerçek hayattaki anlamıyla, sadece ve sadece konuşmayı bildiğiniz dilde adınızı yazabilmenizdir. Okur yazarlık açısından iki ülke arasındaki farklar bu verilerde gösterilenden çok daha derin. 1970'lerin başlarına kadar uzanan İnsani Gelişmişlik Endeksi gibi diğer veri kaynaklarına bakarsanız, aynı farkları burada da görebilirsiniz. Çin, Hindistan'la birebir karşılaştırıldığında insan sermayesi açısından büyük bir avantaja sahip.
Life expectancies: as early as 1965, China had a huge advantage in life expectancy. On average, as a Chinese in 1965, you lived 10 years more than an average Indian. So if you have a choice between being a Chinese and being an Indian, you would want to become a Chinese in order to live 10 years longer. If you made that decision in 1965, the down side of that is the next year we have the Cultural Revolution. So you have to always think carefully about these decisions.
Ortalama yaşam süreleri: 1965'lere kadar uzanan bu verilerden Çin'in ortalama yaşam süresi açısından önemli bir avantajı olduğunu görüyoruz. 1965 yılında bir Çinli bir Hintli'ye göre ortalama 10 yıl daha fazla yaşıyor. Eğer Hintli ya da Çinli olmayı seçme şansınız olsa, 10 yıl daha fazla yaşamak için Çinli olmak isterdiniz. Tabi bu seçimi 1965 yılında yaparsanız bir sonraki yıl Kültür Devrimi'nin başlaması işin kötü yanı. Böyle kararlar verirken her zaman dikkatlice düşünmelisiniz.
If you cannot chose your nationality, then you will want to become an Indian man. Because, as an Indian man, you have about two years of life expectancy advantage vis-a-vis Indian women. This is an extremely strange fact. It's very rare among countries to have this kind of pattern. It shows the systematic discrimination and biases in the Indian society against women. The good news is, by 2006, India has closed the gap between men and women in terms of life expectancy. Today, Indian women have a sizable life expectancy edge over Indian men. So India is reverting to the normal. But India still has a lot of work to do in terms of gender equality.
Eğer vatandaşlık seçme şansınız yoksa, o zaman erkek bir Hintli olmak istersiniz. Çünkü birebir karşılaştırıldığında erkeklerin ortalama yaşam süresi Hintli kadınlara göre iki yıl fazla. Bu oldukça garip bir gerçek. Ülkeler arasında böylesi bir veriye çok az rastlarsınız. Bu Hint toplumunda kadına karşı sistematik bir ayrımcılık yapıldığını gösteriyor. 2006 yılına geldiğimizdeyse Hindistan, ortalama yaşam süresi konusunda kadın ve erkek arasındaki farkı kapatıyor. Bugün, ortalama yaşam süresi konusunda Hintli kadınlar Hintli erkelere göre önemli avantaja sahipler. Yani Hindistan normalleşiyor. Ancak kadın ve erkek eşitliği konusunda Hindistan'ın hala alması gereken çok yol var.
These are the two pictures taken of garment factories in Guangdong Province and garment factories in India. In China, it's all women. 60 to 80 percent of the workforce in China is women in the coastal part of the country, whereas in India, it's all men. Financial Times printed this picture of an Indian textile factory with the title, "India Poised to Overtake China in Textile." By looking at these two pictures, I say no, it won't overtake China for a while. If you look at other East Asian countries, women there play a hugely important role in terms of economic take-off -- in terms of creating the manufacturing miracle associated with East Asia. India still has a long way to go to catch up with China.
Burada iki resim var, Gunandong Eyaleti'ndeki bir tekstil fabrikası, ve Hindistan'daki bir tekstil fabrikası. Çin'de çalışanların hepsi kadın. Çin'in kıyı kesimlerinde çalışan nüfusun yüzde 60 ile 80 arasındaki bir oranı kadınlardan oluşurken Hindistan'da tamamen erkeklerden oluşuyor. Financial Times, Hindistan'daki bir tekstil fabrikasını gösteren bu resmi şu başlıkla vermiş "Hindistan, Çin'i Tekstil Alanında Geçmeye Kararlı." Bu iki resme bakarak, daha bir süre daha Çin'i geçemeyeceğini söyleyebilirim. Doğu Asya ülkelerine bakarsanız, ekonomik kalkınma konusunda kadınların çok ama çok önemli bir rol oynadığını görebilirsiniz -- özellikle Doğu Asya'daki üretim mucizesi bu şekilde başarılmıştır. Hindistan'ın Çin'i yakalamak için hala alacağı çok yol var.
Then the issue is, what about the Chinese political system? You talk about human capital, you talk about education and public health. What about the political system? Isn't it true that the one-party political system has facilitated economic growth in China? Actually, the answer is more nuanced and subtle than that. It depends on a distinction that you draw between statics of the political system and the dynamics of the political system. Statically, China is a one-party system, authoritarian -- there's no question about it. Dynamically, it has changed over time to become less authoritarian and more democratic. When you explain change -- for example, economic growth; economic growth is about change -- when you explain change, you use other things that have changed to explain change, rather than using the constant to explain change. Sometimes a fixed effect can explain change, but a fixed effect only explains changes in interaction with the things that change.
O zaman soru şu, Çin'in politik sistemine ne oldu? İnsan sermayesinden bahsettin, eğitim ve kamu sağlığından bahsettin. Politik sistem ne durumda? Çin'in ekonomik büyümesini tek partili politik sistemin sağladığı doğru değil mi? Aslına bakarsanız, cevap bundan biraz daha incelikli. Politik sitemi durağanlığı ile politik sistemin dinamiği arasındaki fark cevabı etkiliyor. Durağanlık açısından, Çin tek partili bir sistem, otoriter bir yönetim -- buna şüphe yok. Dinamik açıdansa yönetim zaman içinde değişti daha az otoriter, daha fazla demokratik oldu. Değişimi açıklarken -- örneğin ekonomik büyüme; ekonomik büyüme bir değişimdir -- değişimi açıklarken, sabit kalan şeyleri kullanmak yerine değişen şeyleri kullanırsınız. Bazen sabit etkiler değişimi açıklayabilir, ancak sabit etkiler, değişimin değişen şeylerle etkileşimini açıklar.
In terms of the political changes, they have introduced village elections. They have increased the security of proprietors. And they have increased the security with long-term land leases. There are also financial reforms in rural China. There is also a rural entrepreneurial revolution in China. To me, the pace of political changes is too slow, too gradual. And my own view is the country is going to face some substantial challenges, because they have not moved further and faster on political reforms. But nevertheless, the system has moved in a more liberal direction, moved in a more democratic direction.
Politik değişimleri saymak gerekirse köy seçimleri getirildi. Mülk sahiplerinin hakları daha fazla güvence altına alındı. Ayrıca uzun vadeli arazi kira sözleşmeleri güvence altına alındı. Ayrıca Çin'in kırsal bölgelerinde finansal reformalar yapıldı. Çin'de kırsal girişimcilik devrimi de yapıldı. Bence, politik değişimlerin hızı çok yavaş, çok aşamalı. Benim görüşüme göre ülke politik reformları yeterince hızlı yapmadığı için bazı önemli zorluklarla da karşılaşacak. Ancak yine de sistemin daha liberal, daha demokratik yönde ilerlediğini söyleyebiliriz.
You can apply exactly the same dynamic perspective on India. In fact, when India was growing at a Hindu rate of growth -- about one percent, two percent a year -- that was when India was least democratic. Indira Gandhi declared emergency rule in 1975. The Indian government owned and operated all the TV stations. A little-known fact about India in the 1990s is that the country not only has undertaken economic reforms, the country has also undertaken political reforms by introducing village self-rule, privatization of media and introducing freedom of information acts. So the dynamic perspective fits both with China and in India in terms of the direction.
Aynı dinamik bakış açısını Hindistan'a da uygulayabilirsiniz. Aslına bakarsanız Hindistan, Hintli büyüme oranlarıyla büyüdüğünde -- yılda yüzde bir yüzde iki -- en az demokrat olduğu zamanlardaydı. Indira Gandi, 1975 yılında sıkı yönetim ilan etti. Hindistan Hükümeti bütün TV istasyonlarına sahip oldu ve işletti. Hindistan hakkında az bilenen şeylerden birisi ülkenin 1990'larda yaptığı ekonomik reformların yanında köylerin kendi kendini yönetmesi, medyanın özelleştirilmesi, ve haber alma özgürlüğü gibi önemli politik reformlar da yapmış olmasıdır. Yani dinamik bakış açısı hem Çin'e hem de Hindistan'a gidişat yönü açısından uyuyor.
Why do many people believe that India is still a growth disaster? One reason is they are always comparing India with China. But China is a superstar in terms of economic growth. If you are a NBA player and you are always being compared to Michael Jordan, you're going to look not so impressive. But that doesn't mean that you're a bad basketball player. Comparing with a superstar is the wrong benchmark. In fact, if you compare India with the average developing country, even before the more recent period of acceleration of Indian growth -- now India is growing between eight and nine percent -- even before this period, India was ranked fourth in terms of economic growth among emerging economies. This is a very impressive record indeed.
Peki, neden çoğu insan Hindistan'ın büyüme konusunda başarısız olduğunu düşünüyor? Nedenlerden birisi Hindistan'ın her zaman Çin'le karşılaştırılması. Ancak Çin, ekonomik büyüme açsından bir süper star. Eğer bir NBA oyuncusuysanız ve sürekli Michael Jordan ile kıyaslanıyorsanız o kadar da etkileyici görünmezsiniz. Ancak bu sizin kötü bir basketbol oyuncusu olduğunuz anlamına gelmez. Bir süper starla karşılaştırma yapmak yanlış sonuçlara varmanız neden olur. Hindistan'ı diğer gelişen ülkelerle karşılaştırdığınızda, Hindistan'ın son zamanlarda hızlanan büyüme oranından önce de -- şu anda Hindistan yüzde sekiz dokuz büyüyor -- bu oranlardan önce de ekonomik büyüme açısından diğer gelişen ülkeler arasında dördüncü sırada olduğunu görebilirsiniz. Aslında bu oldukça etkileyici bir şey.
Let's think about the future: the dragon vis-a-vis the elephant. Which country has the growth momentum? China, I believe, still has some of the excellent raw fundamentals -- mostly the social capital, the public health, the sense of egalitarianism that you don't find in India. But I believe that India has the momentum. It has the improving fundamentals. The government has invested in basic education, has invested in basic health. I believe the government should do more, but nevertheless, the direction it is moving in is the right direction. India has the right institutional conditions for economic growth, whereas China is still struggling with political reforms.
Geleceği düşünelim: fil ile ejderhayı karşılaştıralım. Hangi ülkenin büyüme ivmesi daha fazla? Çin'in hala bazı temel alanlarda Hindistan'a göre önde olduğunu düşünüyorum -- özellikle sosyal sermaye, kamu sağlığı, siyasal ve sosyal eşitlik gibi. Ancak Hindistan'ın önü daha açık. Temel göstergelerde gelişme devam ediyor. Hükümet, temel eğitime ve temel sağlık hizmetlerine yatırım yapmaya devam ediyor. Hükümetin yapması gereken daha çok şey olduğunu düşünüyorum, ancak genel gidişatın doğru yönde olduğu açık. Hindistan, ekonomik büyüme için doğru kurumsal yapıya sahip. Çin ise hala politik reformlar yapmaya çalışıyor.
I believe that the political reforms are a must for China to maintain its growth. And it's very important to have political reforms, to have widely shared benefits of economic growth. I don't know whether that's going to happen or not, but I'm an optimist. Hopefully, five years from now, I'm going to report to TEDGlobal that political reforms will happen in China.
Çin'in büyümesini devam ettirebilmesi için politik reformların olmazsa olmaz olduğunu düşünüyorum. Ekonomik gelişmenin sağladığı kazanımları paylaşmak açısından politik reformlar çok önemli. Bunun olup olmayacağını bilmiyorum ancak ben iyimser birisiyim. Umarım, beş yıl sonra, TEDGlobal'da Çin'in yaptığı politik reformlardan bahsediyor olurum.
Thank you very much.
Teşekkürler.
(Applause)
(Alkış)