(Alkışlar)
Thank you. I have to tell you I'm both challenged and excited. My excitement is: I get a chance to give something back. My challenge is: the shortest seminar I usually do is 50 hours.
Teşekkürler. Şunu söylemeliyim ki hem zor durumdayım hem de heyecanlıyım. Heyecanım şundan; karşılık olarak bir şeyler verme şansı elde ettim. Zorlanmam da şundan; genelde verdiğim en kısa seminer 50 saat olur.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
I'm not exaggerating. I do weekends -- I do more, obviously, I also coach people -- but I'm into immersion, because how did you learn language? Not just by learning principles, you got in it and you did it so often that it became real.
Abartmıyorum. Hafta sonu seminerleri veriyorum, ve yaptığım şey -- bu kadarla kalmıyor, tabii, insanlara koçluk yapıyorum -- ama ben işin içine girilmesinden hoşlanırım. Çünkü konuşmayı nasıl öğrendiniz? Gidip temel ilkeleri öğrenerek değil, kendinizi içinde buldunuz ve o kadar çok kullandınız ki gerçekleşiverdi.
The bottom line of why I'm here, besides being a crazy mofo, is that -- I'm not here to motivate you, you don't need that, obviously. Often that's what people think I do, and it's the furthest thing from it. What happens, though, is people say to me, "I don't need any motivation." But that's not what I do. I'm the "why" guy. I want to know why you do what you do.
Ve burada olmamın esas nedeni, çatlağın biri olmam dışında, tam bir modda olduğumdur. Buraya sizi motive etmek için gelmedim, besbelli ki; buna ihtiyacınız da yok. Ve çoğu zaman insanların yaptığımı düşündüğü şey bu, ama aslında alakası bile yok. Buna karşın, genelde insanlar bana gelip, "Motivasyona ihtiyacım yok." diyorlar. Ben de, "Ne kadar ilginç. Zaten yaptığım bu değil." diyorum. Ben "Neden" diye soran adamım. Neyi neden yaptığınızı bilmek istiyorum. Davranışlarınızın altında hangi güdüler yatıyor?
What is your motive for action? What is it that drives you in your life today? Not 10 years ago. Are you running the same pattern? Because I believe that the invisible force of internal drive, activated, is the most important thing. I'm here because I believe emotion is the force of life. All of us here have great minds. Most of us here have great minds, right? We all know how to think. With our minds we can rationalize anything. We can make anything happen.
Bugün, hayatınızda sizi harekete geçiren ne? 10 yıl önce değil. Yoksa hep aynı düzenin içinde misiniz? Çünkü inanıyorum ki bizi içimizden harekete geçiren görünmez güç, etkinken, dünyadaki en önemli şey. Buradayım çünkü inanıyorum ki duygular hayatın temel gücü. Buradaki herkes oldukça akıllı. Yani, buradakilerin çoğu oldukça akıllı, değil mi? Başka bir kategori var mı bilmiyorum, ama hepimiz düşünmeyi biliyoruz. Ve akıllarımız aracılığıyla her şeyi mantığa vurabiliyoruz. İstediğimiz her şeyi gerçekleştirebiliriz. İstersek -- birkaç gün önce anlatılan
I agree with what was described a few days ago, that people work in their self-interest. But we know that that's bullshit at times. You don't work in your self-interest all the time, because when emotion comes into it, the wiring changes in the way it functions. So it's wonderful to think intellectually about how the life of the world is, especially those who are very smart can play this game in our head. But I really want to know what's driving you.
şu şeye, insanların kendi çıkarları doğrultusunda çalıştığı fikrine katılıyorum. Ama hepimiz biliyoruz ki bu bazen tamamen saçmalık. Hep de kendi çıkarlarınız doğrultusunda çalışmazsınız, çünkü duygular işin içine girdiğinde, işleyişi konusundaki düzen değişiyor. Ve de dünyadaki yaşamın nasıl olduğuyla ilgili aklımızla düşünebilmemiz bizim için harika bir şey ve özellikle çok akıllı olanlarımız, bunu kafasının içinde canlandırabilir. Ama ben gerçekten sizi neyin harekete geçirdiğini bilmek istiyorum.
What I would like to invite you to do by the end of this talk is explore where you are today, for two reasons. One: so that you can contribute more. And two: that hopefully we can not just understand other people more, but appreciate them more, and create the kinds of connections that can stop some of the challenges that we face today. They're only going to get magnified by the very technology that connects us, because it's making us intersect. That intersection doesn't always create a view of "everybody now understands everybody, and everybody appreciates everybody."
Ve bu konuşmanın sonunda sizi belki de yapmaya davet ettiğim şey, bugün nerde olduğunuzu incelemeniz, iki sebeple. Birincisi; böylece daha fazla katkıda bulunabilirsiniz. Ve ikincisi; böylece diğer insanları daha fazla anlamakla kalmayız, aynı zamanda onları daha da çok takdir eder ve bugün toplumumuzda karşılaştığımız zorlukların bazılarını önleyebilecek türden bağlar kurabiliriz. Bu sorunlar bizzat bizi birleştiren teknoloji tarafından gittikçe büyüyecekler çünkü teknoloji bizim yollarımızı kesiştiriyor. Ve bu kesişim her zaman "herkes herkesi anlıyor ve herkes herkesi takdir ediyor" görüşünü oluşturmuyor. Yaklaşık 30 yıldır bir takıntım var ve o takıntı da şu,
I've had an obsession basically for 30 years, "What makes the difference in the quality of people's lives? What in their performance?" I got hired to produce the result now. I've done it for 30 years. I get the phone call when the athlete is burning down on national television, and they were ahead by five strokes and now they can't get back on the course. I've got to do something right now or nothing matters. I get the phone call when the child is going to commit suicide, I've got to do something. In 29 years, I'm very grateful to tell you I've never lost one. It doesn't mean I won't some day, but I haven't yet. The reason is an understanding of these human needs.
"İnsanların hayatlarının niteliğindeki farkı yaratan ne? Performanslarındaki farkı yaratan ne?" Çünkü yaptığım iş bu. Sonucu hemen oluşturmam gerek. 30 yıldır yaptığım şey bu. Bir telefon geliyor, atlet ulusal televizyonda mahvolmuş durumda ve beş atış öndelerken şimdi sahaya geri dönemiyorlar. Ve sonucu almak için hemen o an bir şeyler yapmalıyım yoksa hiçbir anlamı kalmaz. Bir telefon geliyor, çocuk intihar etmek üzereyken ve hemen o an bir şeyler yapmalıyım. Ve 29 yıl içinde -- bunu söylemekten minnnet duyuyorum; 29 yıl içinde bir tanesini bile kaybetmedim. Bir gün kaybetmeyeceğim anlamına gelmez bu tabii. Ama şimdiye kadar hiç kaybetmedim ve bunun nedeni insanların ihtiyaçlarını anlamış olmam, sizinle işte bunu konuşmak istiyorum.
When I get those calls about performance, that's one thing. How do you make a change? I'm also looking to see what is shaping the person's ability to contribute, to do something beyond themselves. Maybe the real question is, I look at life and say there's two master lessons. One is: there's the science of achievement, which almost everyone here has mastered amazingly. "How do you take the invisible and make it visible," How do you make your dreams happen? Your business, your contribution to society, money -- whatever, your body, your family.
Performansla ilgili telefonlar aldığımda böyle tabii. Nasıl bir fark yaratabiliriz, ona bakıyoruz. Ama ayrıca, insanların bir katkıda bulunma becerisini şekillendiren, insanlara kendilerinin ötesinde bir şeyler yaptıran şeyi görmeye çalışıyorum. Belki de esas soru şudur, bilirsiniz, hayata bakıyorum ve diyorum ki iki önemli ders var. Birincisi; başarının ilmi, ki bu yapılan her şeyde en uç düzeye kadar uzmanlaşılmasıdır. Bu "Görünmeyeni nasıl görünür hale getirirsiniz?" gibi bir şey, değil mi? Nasıl hayal ettiğiniz şeyi alıp gerçekleştirirsiniz? İşiniz olsun, topluma katkınız olsun, para olsun -- sizin için her ne ise -- vücudunuz, aileniz. Ama hayatta çok nadir olarak ustalaşılan diğer ders memnuniyet sanatı.
The other lesson that is rarely mastered is the art of fulfillment. Because science is easy, right? We know the rules, you write the code and you get the results. Once you know the game, you just up the ante, don't you? But when it comes to fulfillment -- that's an art. The reason is, it's about appreciation and contribution. You can only feel so much by yourself.
Çünkü bilim kolaydır, haksız mıyım? Kuralları biliyoruz. Kodu yazıyorsunuz. Uyguluyorsunuz -- ve sonuçları elde ediyorsunuz. Oyunu bildiğinizde, gider, bahsi arttırırsınız, değil mi? Ama konu memnuniyet olunca, bu bir sanat. Ve nedeni de, değer bilmekle ve katkıda bulunmakla alakalı olması. Tek başınıza bir yere kadar hissedebilirsiniz.
I've had an interesting laboratory to try to answer the real question how somebody's life changes if you look at them like those people that you've given everything to? Like all the resources they say they need. You gave not a 100-dollar computer, but the best computer. You gave them love, joy, were there to comfort them. Those people very often -- you know some of them -- end up the rest of their life with all this love, education, money and background going in and out of rehab. Some people have been through ultimate pain, psychologically, sexually, spiritually, emotionally abused -- and not always, but often, they become some of the people that contribute the most to society.
Esas soruyla alakalı şu soruya cevap bulmak için ilginç bir deney yapma şansım oldu, soru da şuydu; her şeyi verdiğiniz türden insanlara bakarsanız bir insanın hayatındaki fark nedir? İstediklerini söyledikleri bütün şu şeyler. 100 dolarlık bir bilgisayarı değil, en iyi bilgisayarı veriyorsunuz. Sevgi veriyorsunuz, mutluluk veriyorsunuz. İhtiyaç duyduklarında yanlarındasınız. Ve bu insanlar çoğunlukla -- ve eminim ki siz de bazılarını tanıyorsunuzdur -- hayatlarının geri kalan kısmında tüm bu sevgi, eğitim, para ve özgeçmişle kalakalıyor, hayatlarını rehabilitasyonda geçiriyorlar. Ve bir de en en büyük acıları yaşamış -- psikolojik olarak, cinsel olarak, ruhsal olarak, duygusal olarak istismar edilmiş -- insanlarla karşılaşıyorsunuz ve her zaman olmasa da, çoğu kez topluma en çok katkı sağlayan insanlardan oluyorlar.
The question we've got to ask ourselves really is, what is it? What is it that shapes us? We live in a therapy culture. Most of us don't do that, but the culture's a therapy culture, the mindset that we are our past. And you wouldn't be in this room if you bought that, but most of society thinks biography is destiny. The past equals the future. Of course it does if you live there. But what we know and what we have to remind ourselves -- because you can know something intellectually and then not use it, not apply it.
Yani, aslında kendimize nedir diye sormamız gerek. Bizi şekillendiren nedir? Bizler bir terapi kültüründe yaşıyoruz. Çoğumuz yapmıyoruz bunu, ama kültür bir terapi kültürü. Ve bununla kastettiğim bizim geçmişimizden ibaret olduğumuzu söyleyen kafa yapısı. Ve bu salondaki herkes -- bunu teoriyi yutturmuş olsalar bu salonda olmazdınız -- ama -- toplumun çoğu yaşam öykülerinin kader olduğunu düşünüyor. Geçmiş eşittir gelecek. Ve tabii geçmişte yaşarsanız öyle. Ama bu salondakilerin bildiği ve birbirimize hatırlatmamız gereken şey de -- yani bir şeyi akıllıca düşünerek bilebilirsiniz, ne yapacağınızı bilebilir ve onu kullanmayabilirsiniz, uygulamayabilirsiniz.
We've got to remind ourselves that decision is the ultimate power. When you ask people, have you failed to achieve something significant in your life?
Yani aslında, kararların esas güç olduğunu kendimize hatırlatacağız. Ki gerçekten de öyleler. İnsanlara soruyorsunuz, "Hiç bir şeyi başaramadığınız oldu mu?" diye. Kaçınızın hayatında kayda değer bir şeyi başaramadığı oldu? "Ben", deyin.
Say, "Aye." Audience: Aye.
Seyirciler: Ben.
TR: Thanks for the interaction on a high level there. But if you ask people, why didn't you achieve something? Somebody who's working for you, or a partner, or even yourself. When you fail to achieve, what's the reason people say? What do they tell you? Didn't have the knowledge, didn't have the money, didn't have the time, didn't have the technology. I didn't have the right manager.
TR: Katılmak için kendinizi bu kadar zorlamasaydınız. (Gülüşmeler) Ama insanlara sorsanız, "Neden başaramadın?" diye, sizin için çalışan birine, ne bileyim, ya da eşinize ya da hatta kendinize. Bir hedefi elde etmeyi başaramadığında, insanların başarısızlıklarının nedeninin ne olduğunu söyler? Ne derler size? Şu şu yoktu -- şunu yeterince bilmiyordum, yeterince -- bilgili değildim. Yeterince -- param yoktu. Yeterince -- vaktim yoktu. Yeterince -- teknoloji yoktu. Bilirsiniz, doğru yöneticiye sahip değildim. Al Gore: Yüksek Mahkeme.
Al Gore: Supreme Court. TR: The Supreme Court.
Tony Robbins: Doğru düzgün bir Yüksek Mahkeme yoktu. (Gülüşmeler).
(Laughter)
(Applause) (Cheering)
(Applause continues)
Ve --
TR: And --
(Alkışlar) ve --
(Applause)
(Alkışlar)
What do all those, including the Supreme Court, have in common?
-- bütün bunların, Yüksek Mahkeme dahil, ortak noktası ne?
(Laughter)
(Gülüşmeler)
They are a claim to you missing resources, and they may be accurate. You may not have the money, or the Supreme Court, but that is not the defining factor.
Bunların hepsi elinizde yeterli kaynaklar olmadığıyla ilgili iddialar ve doğru olabilirler. Paranız olmayabilir, doğru düzgün bir Yüksek Mahkeme olmayabilir, ama belirleyici etken bu değil.
(Applause) (Laughter)
(Alkışlar)
And you correct me if I'm wrong. The defining factor is never resources; it's resourcefulness. And what I mean specifically, rather than just some phrase, is if you have emotion, human emotion, something that I experienced from you the day before yesterday at a level that is as profound as I've ever experienced and I believe with that emotion you would have beat his ass and won.
Ve eğer yanlışsam düzeltin. Belirleyici etken asla kaynaklar değildir, kaynak yaratabilme yeteneğidir. Ve bunu öylesine bir söz olarak söylemiyorum, asıl olarak kastettiğim, eğer duygulara sahipseniz, insani duygulara, ki bu dünden önceki gün şimdiye kadar hissettiğim en derin düzeyde senden hissettiğim bir şey bu ve eğer bu duyguyla iletişim kurmuş olsaydın inanıyorum ki kıçına tekmeyi basar ve kazanırdın.
Audience: Yeah!
(Alkışlar)
(Applause) (Cheering)
Ama, tabii ne yapması gerektiğini söylemek benim için kolay.
How easy for me to tell him what he should do.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Idiot, Robbins. But I know when we watched the debate at that time, there were emotions that blocked people's ability to get this man's intellect and capacity. And the way that it came across to some people on that day -- because I know people that wanted to vote in your direction and didn't, and I was upset. But there was emotion there. Do you know what I'm talking about?
Aptal Robbins. Ama biliyorum ki o zaman münazarayı izlediğimizde, orada, insanların bu adamın zekasını ve kapasitesini anlama becerilerini etkileyen duygular vardı. Ve o gün bazı insanlarca böyle anlaşılması -- çünkü senin tarafına oy vermek isteyip vermeyen insanlar tanıyorum ve buna üzüldüm. Ama orada -- oradaki o duygu. Kaç kişi burada neyden bahsettiğimi biliyor? "Ben", deyin. Seyirciler: Ben.
Say, "Aye." Audience: Aye.
TR: Yani, duygular yüzünden. Ve eğer doğru duyguyu bulabilirsek,
TR: So, emotion is it. And if we get the right emotion, we can get ourselves to do anything. If you're creative, playful, fun enough, can you get through to anybody, yes or no?
kendimize her şeyi yaptırabiliriz. Üstesinden gelebiliriz. Eğer yeterince yaratıcıysanız, yeterince neşeliyseniz, yeterince eğlenceliyseniz, herkesi kendinize bağlayabilir misiniz? Evet veya hayır?
If you don't have the money,
Seyirciler: Evet.
but you're creative and determined, you find the way. This is the ultimate resource. But this is not the story that people tell us. They tell us a bunch of different stories. They tell us we don't have the resources, but ultimately, if you take a look here, they say, what are all the reasons they haven't accomplished that? He's broken my pattern, that son-of-a-bitch.
TR: Paranız yoksa ama yeterince yaratıcı ve kararlıysanız, bir yolunu bulursunuz. Yani esas kaynak bu. Ama insanların bize anlattığı hikaye bu değil, haksız mıyım? İnsanların bize anlattığı şey bir sürü değişik hikaye. Kaynaklarının olmadığını söylüyorlar, ama sonuçta, eğer bir bakarsanız -- değiştirelim, mümkünse -- diyorlar ki, başaramamalarının nedenleri neler? Bir sonraki, lütfen. Düzenimi bozdu, adi herif.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
But I appreciated the energy, I'll tell you that.
Ama enerjiyi takdir etmedim değil, bunu söyleyeyim.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
What determines your resources? We've said decisions shape destiny, which is my focus here. If decisions shape destiny, what determines it is three decisions. What will you focus on? You have to decide what you're going to focus on. Consciously or unconsciously. the minute you decide to focus, you must give it a meaning, and that meaning produces emotion. Is this the end or the beginning? Is God punishing me or rewarding me, or is this the roll of the dice? An emotion creates what we're going to do, or the action.
Kaynaklarınızı neler belirliyor? Dedik ki kararlar kaderi şekillendirir, ki burada odaklandığım şey bu. Eğer kararlar kaderi şekillendiriyorsa, onu belirleyen de üç şey var. Neye odaklanacaksınız? Şu an, neye odaklanacağınıza karar vermelisiniz. Tam şu anda, bilinçli ya da bilinçsiz. Bir şeye odaklandığınız dakika ona bir anlam vermelisiniz, ve o verdiğiniz anlam her ne ise duyguyu oluşturur. Bu başlangıç mı yoksa son mu? Tanrı beni cezalandırıyor mu yoksa ödüllendiriyor mu, ya da bu zar atmak gibi mi? Ve sonrasında duygu yapacağımız şeyi yaratır.
So, think about your own life, the decisions that have shaped your destiny. And that sounds really heavy, but in the last five or 10 years, have there been some decisions that if you'd made a different decision, your life would be completely different? How many can think about it? Better or worse. Say, "Aye."
Kendi hayatınızı bir düşünün. Kaderinizi şekillendiren kararları. Bu biraz ağır gelebilir, ama geçen 5 veya 10 yıl içinde, 15 yıl içinde, farklı bir karar vermiş olsanız, hayatınızın tamamen farklı olabileceği kararlar oldu mu? Kaçınızın aklına böyle bir şey geliyor? Dürüst olun, iyi ya da kötü? "Ben.", deyin.
Audience: Aye.
Seyirciler: Ben.
So the bottom line is, maybe it was where to go to work, and you met the love of your life there, a career decision. I know the Google geniuses I saw here -- I mean, I understand that their decision was to sell their technology. What if they made that decision versus to build their own culture? How would the world or their lives be different, their impact? The history of our world is these decisions. When a woman stands up and says, "No, I won't go to the back of the bus." She didn't just affect her life. That decision shaped our culture. Or someone standing in front of a tank. Or being in a position like Lance Armstrong, "You've got testicular cancer." That's pretty tough for any male, especially if you ride a bike.
TR: Yani mesela, belki nerede işe gideceğiniz seçimiydi ve gittiğiniz yerde hayatınızın aşkıyla tanıştınız. Belki bir kariyer seçimiydi. Burada gördüğüm Google dahileri -- Yani, başlangıçta teknolojilerini satma kararı vermelerini anlıyorum. Ya kendi kültürlerini yaratmak yerine o kararı verselerdi? Dünya nasıl olurdu? Hayatları nasıl olurdu? Ya tesirleri? Dünyamızın tarihi bu kararlardan oluşuyor. Bir kadın başkaldırıp, "Hayır, otobüsün arkasına gitmeyeceğim." dediğinde sadece kendi hayatını etkilemedi. O karar kültürümüzü şekillendirdi. Ya da tankın önünde duran biri. Ya da Lance Armstrong gibi bir durumdayken birinin size gelip "Testis kanserin var." demesi, bu herhangi bir erkek için oldukça ağır, özellikle de bisiklet sürüyorsanız.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
You've got it in your brain; you've got it in your lungs. But what was his decision of what to focus on? Different than most people. What did it mean? It wasn't the end; it was the beginning. He goes off and wins seven championships he never once won before the cancer, because he got emotional fitness, psychological strength. That's the difference in human beings that I've seen of the three million I've been around.
Beyninizde var, akciğerlerinizde var. Ama o neye odaklanmayı seçti? Birçok insandan farklı. Peki ne anlama geliyordu? Bu son değil, başlangıç. Peki ne yapacağım? Kanserden önce bir kere bile kazanamamışken, gitti ve yedi şampiyonluk kazandı, çünkü duygusal olarak zindeydi, psikolojik olarak güçlüydü. İşte bu etrafında bulunduğum üç milyon insan arasında bazı insanlarda gördüğüm fark.
In my lab, I've had three million people from 80 countries over the last 29 years. And after a while, patterns become obvious. You see that South America and Africa may be connected in a certain way, right? Others say, "Oh, that sounds ridiculous." It's simple. So, what shaped Lance? What shapes you? Two invisible forces. Very quickly. One: state. We all have had times, you did something, and after, you thought to yourself, "I can't believe I said or did that, that was so stupid." Who's been there? Say, "Aye." Audience: Aye.
Çünkü bu benim deneyimle ilgili. Geçen 29 yıl boyunca 80 farklı ülkeden üç milyon insanla etkileşimde bulunma şansı buldum. Ve bir süre sonra, benzerliği görmeye başlıyorsunuz. Sana göre Güney Amerika ve Afrika arasında bir açıdan bağ kurulabilir, değil mi? Diğerleriyse "Çok saçma." diyor. Basit aslında. Şimdi, Lance'i şekillendiren ne? Sizi şekillendiren ne? İki görünmez güç. Hızlı bir şekilde. Bir; ruh hali. Hepimizin iyi ya da kötü zamanları olmuştur. Sizin de bir şeyler yapıp, sonra da kendi kendinize, bunu söylediğime inanamıyorum, bunu yaptığıma inanamıyorum, ne kadar aptalcaydı demişsinizdir -- kimler bunu yaşadı? "Ben.", deyin.
Seyirciler: Ben.
Or after you did something, you go, "That was me!"
TR: Hiç bir şey yaptığınız, yaptıktan sonra da, gidip, "O bendim!" dediğiniz oldu mu?
(Laughter)
(Gülüşmeler)
It wasn't your ability; it was your state. Your model of the world is what shapes you long term. Your model of the world is the filter. That's what's shaping us. It makes people make decisions. To influence somebody, we need to know what already influences them. It's made up of three parts. First, what's your target? What are you after? It's not your desires. You can get your desires or goals. Who has ever got a goal or desire and thought, is this all there is?
Değil mi? Yeteneğinizle ilgili değildi, ruh halinizle ilgiliydi. Sizi uzun vadede şekillendiren dünyayı nasıl gördüğünüzdür. Dünyayı görüş biçiminiz süzgeçtir. Bizi şekillendiren bu. İnsanlara kararlar verdirten bu. Birini etkilemek istediğimizde, onları halihazırda neyi etkilediğini bilmemiz gerek. Ve ben bunun üç kısımdan oluştuğuna inanıyorum. Birincisi, hedefiniz ne? Neyin peşindesiniz? Benim düşüncem -- bunlar istekleriniz değil. İsteklerinizi ya da hedeflerinizi elde edebilirsiniz. Kaçınızın bir hedefi veya isteği elde edip, hepsi bu kadar mı, dediği oldu?
Say, "Aye." Audience: Aye.
Kaçınız bunu yaşadı? "Ben.", deyin.
Seyirciler: Ben.
It's needs we have. I believe there are six human needs. Second, once you know what the target that's driving you is and you uncover it for the truth -- you don't form it -- then you find out what's your map, what's the belief systems that tell you how to get those needs. Some people think the way to get them is to destroy the world, some people, to build, create something, love someone. There's the fuel you pick. So very quickly, six needs.
TR: Yani, bunlar ihtiyaçlarımız. Altı insani ihtiyaç olduğuna inanıyorum. İkincisi, sizi harekete geçiren hedefin ne olduğunu bildikten ve bunun ne olduğunu bulduktan sonra -- onu oluşturmayacaksınız, bulacaksınız -- yol haritanızı belirleyeceksiniz; size bu ihtiyaçları nasıl elde edeceğinizi söyleyen inanç sistemleri neler? Bazıları için bu ihtiyaçları karşılamanın yolu dünyaya zarar vermek, bazıları için bir şey inşa etmek, bir şey yaratmak, birini sevmek. Ve bir de seçtiğiniz yakıt var. Hızlı bir şekilde, altı ihtiyaç.
Let me tell you what they are. First one: certainty. These are not goals or desires, these are universal. Everyone needs certainty they can avoid pain and at least be comfortable. Now, how do you get it? Control everybody? Develop a skill? Give up? Smoke a cigarette? And if you got totally certain, ironically, even though we need that -- you're not certain about your health, or your children, or money. If you're not sure the ceiling will hold up, you won't listen to any speaker. While we go for certainty differently, if we get total certainty, we get what? What do you feel if you're certain? You know what will happen, when and how it will happen, what would you feel? Bored out of your minds. So, God, in Her infinite wisdom, gave us a second human need, which is uncertainty. We need variety. We need surprise. How many of you here love surprises? Say, "Aye."
Neler olduklarını söyleyeyim. Birincisi; kesinlik. Şimdi, bunlar hedefler veya istekler değil, bunlar evrensel. Acı çekmemek ve en azından rahat olabilmek için herkesin kesinliğe ihtiyacı var. Peki, ne anlıyorsunuz bundan? Herkesi kontrol etmek? Bir yeteneğinizi geliştirmek? Pes etmek? Bir sigara yakmak? Bununla birlikte eğer her konuda kesinseniz, ironik bir şekilde, her ne kadar hepimizin buna ihtiyacı olsa da -- mesela sağlığınızla ilgili ya da çocuklarınızla ilgili ya da parayla ilgili kesin değilseniz, pek de fazla şeyi düşünmüyorsunuzdur. Tavanın çöküp çökmeyeceğinden emin değilsiniz, hiçbir konuşmacıyı dinlemeyeceksinizdir. Ama, her ne kadar kesinliğe farklı yaklaşsak da, eğer her konuda kesinsek, elimize ne geçer? Bir konuda kesinseniz nasıl hissedersiniz? Bilirsiniz, ne olacağı konusunda, ne zaman olacağı konusunda. Nasıl olacağı konusunda. Ne hissedersiniz? Sıkıntıdan patlarsınız. Velhasılı, hikmetinden sual olunmayan Tanrı, (Gülüşmeler) bize ikinci bir insani ihtiyaç bahşetmiş, ki bu da belirsizlik. Çeşitliliğe ihtiyacımız var. Sürprize ihtiyacımız var. Kaçınız süprizleri seviyorsunuz? "Ben.", deyin.
Audience: Aye.
Seyirciler: Ben.
TR: Bullshit. You like the surprises you want. The ones you don't want, you call problems, but you need them. So, variety is important. Have you ever rented a video or a film that you've already seen? Who's done this? Get a fucking life.
TR: Saçmalık. İstediğiniz sürprizlerden hoşlanıyorsunuz. (Gülüşmeler) İstemediklerinize sorun diyorsunuz, ama onlara ihtiyacınız var. Yani, çeşitlilik önemlidir. Hiç daha önce izlediğiniz bir kasedi ya da filmi kiraladınız mı? Kim kiraladı? Bırakın bunları. (Gülüşmeler)
(Laughter)
Why are you doing it? You're certain it's good because you read or saw it before, but you're hoping it's been long enough you've forgotten, and there's variety.
Pekala. Niye yapıyorsunuz bunu? İyi olduğundan eminsiniz çünkü daha önce okudunuz, izlediniz, ama yeterince uzun zaman olduğunu ve unuttuğunuzu, farklı bir şeyler olduğunu umuyorsunuz. Üçüncü insani ihtiyaç: buna dikkat -- önem. Hepimiz saygın, özel, eşsiz
Third human need, critical: significance. We all need to feel important, special, unique. You can get it by making more money or being more spiritual. You can do it by getting yourself in a situation where you put more tattoos and earrings in places humans don't want to know. Whatever it takes. The fastest way to do this, if you have no background, no culture, no belief and resources or resourcefulness, is violence. If I put a gun to your head and I live in the 'hood, instantly I'm significant. Zero to 10. How high? 10. How certain am I that you're going to respond to me? 10. How much uncertainty? Who knows what's going to happen next? Kind of exciting. Like climbing up into a cave and doing that stuff all the way down there. Total variety and uncertainty. And it's significant, isn't it? So you want to risk your life for it. So that's why violence has always been around and will be around unless we have a consciousness change as a species. You can get significance a million ways, but to be significant, you've got to be unique and different.
hissetmek istiyoruz. Daha fazla kazanarak bunu elde edebilirsiniz. Daha çok maneviyata yönelerek yapabilirsiniz. İnsanların bilmek bile istemeyeceği yerlere dövmeler yaptırarak ya da küpeler takarak yapabilirsiniz. Ne gerekiyorsa. Bunu yapmanın en hızlı yolu, eğer özgeçmişiniz, kültürünüz, inançlarınız ve kaynaklarınız ya da kaynak yaratma beceriniz yoksa, şiddettir. Eğer kafana bir silah dayarsam ve çetelerle takılıyorsam, bir anda önemli olurum. Sıfırdan 10'a. Kaç? 10. Bana cevap vereceğinden ne kadar eminim? 10. Ne kadar belirsizlik var? Ne olabileceğini kim biliyor? Heyecanlı, değil mi? Bir mağaranın içine girip, içeride yaptığınız şu şeyler gibi. Tam bir çeşitlilik ve belirsizlik. Ve bu önemli, değil mi? Hayatınızı bunun için riske atabiliyorsunuz. İşte şiddet bu yüzden hep vardı ve insanlık olarak farkındalığımızı değiştirmediğimiz sürece olacak. Yani, önemi milyonlarca farklı yoldan elde edebilirsiniz, ama önemli olmak için, eşsiz ve farklı olmalısınız. İhtiyacımız olan şey şu; dostluk ve aşk -- dördüncü ihtiyaç.
Here's what we really need: connection and love, fourth need. We all want it; most settle for connection, love's too scary. Who here has been hurt in an intimate relationship? If you don't raise your hand, you've had other shit, too. And you're going to get hurt again. Aren't you glad you came to this positive visit? Here's what's true: we need it. We can do it through intimacy, friendship, prayer, through walking in nature. If nothing else works for you, don't get a cat, get a dog, because if you leave for two minutes, it's like you've been gone six months, when you come back 5 minutes later.
Bunu hepimiz istiyoruz. Çoğu insan dostlukla yetiniyor çünkü aşk fazla korkutucu. İncitilmek istemiyorlar. Kimler şimdiye kadar yakın bir ilişkide incindi? "Ben.", deyin. (Gülüşmeler) Eğer elinizi kaldırmıyorsanız dahası da var demektir, hadi elleri görelim. (Gülüşmeler) Ve yine incineceksiniz. Bu olumlu görüşmeye geldiğiniz için memnun değil misiniz? (Gülüşmeler) Ama doğru olan şu -- buna ihtiyacımız var. Bunu içtenlikle, arkadaşlıkla, dualarla, doğada gezinerek yapabiliriz. Eğer hiç biri sizin için işe yaramıyorsa, bir köpek alın. Kedi almayın. Köpek alın, çünkü iki dakikalığına bile ayrılsanız, beş dakika sonra geldiğinizde altı aydır yokmuşsunuz gibi davranıyorlar, değil mi? (Gülüşmeler)
These first four needs, every human finds a way to meet. Even if you lie to yourself, you need to have split personalities. I call the first four needs the needs of the personality. The last two are the needs of the spirit. And this is where fulfillment comes. You won't get it from the first four. You'll figure a way, smoke, drink, do whatever, meet the first four. But number five, you must grow. We all know the answer. If you don't grow, you're what? If a relationship or business is not growing, if you're not growing, doesn't matter how much money or friends you have, how many love you, you feel like hell. And I believe the reason we grow is so we have something to give of value.
Yani, bunlar ilk dört ihtiyaç, her insan bunları karşılamak için bir şeyler buluyor. Kendinize yalan bile söyleseniz, ancak farklı kişilikleriniz olması gerekir. Ama son iki ihtiyaç -- ilk dört ihtiyaca kişilik ihtiyaçları deniyor, ben öyle diyorum -- son ikisiyse ruhun ihtiyaçları. Ve memnuniyet işte bu noktada geliyor. İlk dördünden memnuniyet elde edemezsiniz. Dördünü karşılamak için -- sigara, alkol, ne yaparsanız -- bir şeyler bulursunuz, ama son ikisi -- beş numara: gelişmelisiniz. Hepimiz cevabı biliyoruz. Gelişmezseniz ne olursunuz? Eğer bir ilişki gelişmiyorsa, bir iş gelişmiyorsa, siz gelişmiyorsanız, ne kadar paranız olduğunun, ne kadar arkadaşınız olduğunun, ne kadar insanın sizi sevdiğinin bir önemi yok, iğrenç hissedersiniz. Ve gelişmemizin nedeni, bence, sonuçta verebileceğimiz değerli bir şey elde etmemiz. Çünkü altıncı ihtiyaç kendimizin ötesinde katkıda bulunmak.
Because the sixth need is to contribute beyond ourselves. Because we all know, corny as that sounds, the secret to living is giving. We all know life is not about me, it's about we. This culture knows that, this room knows that. It's exciting. When you see Nicholas talking about his $100 computer, the most exciting thing is: here's a genius, but he's got a calling now. You can feel the difference in him, and it's beautiful. And that calling can touch other people.
Çünkü hepimiz biliyoruz ki, bize ne kadar bayağı gelse de, yaşamın sırrı vermektir. Hepimiz hayatın benimle ilgili olmadığını, bizimle ilgili olduğunu biliyoruz. Bu kültür bunun farkında. Bu salon bunun farkında. Ve bu heyecan verici. Burada Nicholas'ı 100 dolarlık bilgisayarı hakkında gördüğünüzde, en tutku dolu ve heyecanlı hissettiğiniz şey, işte bu bir dahi, ama onun bir arzusu var. Ondaki bu farkı görebiliyorsunuz ve bu harika. Ve bu arzu diğer insanları da etkileyebilir. Benim hayatım,
My life was touched because when I was 11 years old, Thanksgiving, no money, no food, we were not going to starve, but my father was totally messed up, my mom was letting him know how bad he messed up, and somebody came to the door and delivered food. My father made three decisions, I know what they were, briefly. His focus was "This is charity. What does it mean? I'm worthless. What do I have to do? Leave my family," which he did. It was one of the most painful experiences of life. My three decisions gave me a different path. I set focus on "There's food." What a concept!
11 yaşındayken etkilendi. Şükran günü; para yok, yemek yok. Açlıktan ölmeyeceğiz, ama babam işleri tam anlamıyla batırmış. Annem durmadan ne kadar batırdığını ona hatırlatıyor. O an birileri kapıya gelip yemek getirdi. Babam üç karar verdi. Kabaca neler olduklarını biliyorum. Odaklandığı şey: "Bu sadaka. Ne anlama geliyor bu? Ben işe yaramazım, ne yapmam gerek? Ailemi terk etmeliyim." Ki öyle de yaptı. O an hayatımın en acı veren deneyimlerinden biriydi. Benim yaptığım üç seçimse bana bambaşka bir yol sundu. Dedim ki, "'Yemeğin olması'na odaklan" -- ne fikir ama.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
But this is what changed my life, shaped me as a human being. Somebody's gift, I don't even know who it is. My father always said, "No one gives a shit." And now somebody I don't know, they're not asking for anything, just giving us food, looking out for us. It made me believe this: that strangers care. And that made me decide, if strangers care about me and my family, I care about them. I'm going to do something to make a difference. So when I was 17, I went out on Thanksgiving, it was my target for years to have enough money to feed two families. The most fun and moving thing I ever did in my life. Next year, I did four, then eight. I didn't tell anybody what I was doing, I wasn't doing it for brownie points. But after eight, I thought I could use some help.
İkincisi -- ve bu hayatımı değiştiren, beni insan olarak şekillendiren şey -- "Bu birinin hediyesi, kim olduğunu bile bilmiyorum." Babam her zaman derdi ki, "Kimsenin umursadığı yok." Ve aniden, bilmediğim birisi, bir karşılık beklemeden, aileme yemek veriyor, ailemi kolluyor. Bu beni şuna inandırdı: "Yabancıların umursaması ne anlama gelir?" Ve karar vermemi sağlayan şey, eğer yabancılar beni ve ailemi umursuyorsa, ben de onları umursuyorum. Ne yapacağım? Bir değişiklik yaratmak için bir şeyler yapacağım. Böylece, 17 yaşımdayken, bir Şükran Günü dışarı çıktım. Senelerdir istediğim şeydi bu, iki aileyi doyuracak kadar param olması. Hayatımda yaptığım en eğlenceli, en dokunaklı şey. Bir sonraki yıl dört aileyi doyurdum. Kimseye ne yaptığımı söylemedim. Bir sonraki yıl sekiz. Gösteriş için yapmıyordum, ama sekizden sonra, düşündüm ki, kahretsin, biraz yardım iyi olurdu. (Gülüşmeler)
So I went out, got my friends involved, then I grew companies, got 11, and I built the foundation. 18 years later, I'm proud to tell you last year we fed 2 million people in 35 countries through our foundation. All during the holidays, Thanksgiving, Christmas, in different countries around the world.
Kendimden çok emin, gittim ve ne yaptım? Arkadaşlarımı da dahil ettim ve şirketler kurdum ve de 11 şirket olduğunda vakfı kurdum. Şimdi, 18 yıl sonra, bunu söylemekten gurur duyuyorum ki, geçen yıl vakfımız aracılığıyla 35 ülkeden iki milyon insanı doyurduk, hepsi de bayramlarda: Şükran Günü, Noel -- (Alkışlar) -- dünyanın dört bir tarafında birçok ülkeden. Harikuladeydi.
(Applause)
(Alkışlar) Teşekkürler.
Thank you. I don't tell you that to brag, but because I'm proud of human beings because they get excited to contribute once they've had the chance to experience it, not talk about it.
(Alkışlar) Bunu size övünmek için söylemiyorum, söylüyorum çünkü insanlarla gurur duyuyorum, çünkü konuşmak yerine, bir kere deneme şansı elde ettikten sonra katkıda bulunmaktan heyecan duyuyorlar.
So, finally -- I'm about out of time. The target that shapes you -- Here's what's different about people. We have the same needs. But are you a certainty freak, is that what you value most, or uncertainty? This man couldn't be a certainty freak if he climbed through those caves. Are you driven by significance or love? We all need all six, but what your lead system is tilts you in a different direction. And as you move in a direction, you have a destination or destiny. The second piece is the map. The operating system tells you how to get there, and some people's map is, "I'm going to save lives even if I die for other people," and they're a fireman, and somebody else says, "I'm going to kill people to do it." They're trying to meet the same needs of significance. They want to honor God or honor their family. But they have a different map.
Yani, son olarak -- ve sürem de bitmek üzere -- sizi şekillendiren hedef -- işte insanların arasındaki fark bu. Hepimizin ihtiyaçları aynı, ama siz bir kesinlik bağımlısı mısınız? En çok değer verdiğiniz şey bu mu yoksa belirsizlik mi? Şu adam eğer tüm o mağaraları tırmandıysa bir kesinlik bağımlısı olamaz. Sizi harekete geçiren saygınlık mı yoksa sevgi mi? Hepimizin altısına da ihtiyacımız var, ama sizin sisteminizi yöneten her neyse, sizi başka bir tarafa yönlendirir. Ve o tarafa doğru ilerledikçe, bir istikametiniz veya kaderiniz olacaktır. İkinci parçası da yol haritası. Bunu nereye gideceğinizi söyleyen bir işletim sistemi olarak düşünün. Ve bazılarının yol haritası, "Başkaları için ölsem de hayat kurtaracağım,"dır ve itfaiyeci olurlar. Bir başkası, "İstediklerimi elde etmek için insanları öldüreceğim." der. Aynı önem ihtiyacını karşılayacaklardır, değil mi? Tanrı'yı onurlandırmak istiyorlar ya da ailelerini onurlandırmak, ama farklı yol haritaları var. Ve yedi farklı inanç var. Hepsinin üzerinden geçemem çünkü zamanım doldu. Son parça da duygulardır.
And there are seven different beliefs; I can't go through them, because I'm done. The last piece is emotion. One of the parts of the map is like time. Some people's idea of a long time is 100 years. Somebody else's is three seconds, which is what I have. And the last one I've already mentioned that fell to you. If you've got a target and a map -- I can't use Google because I love Macs, and they haven't made it good for Macs yet. So if you use MapQuest -- how many have made this fatal mistake of using it? You use this thing and you don't get there. Imagine if your beliefs guarantee you can never get to where you want to go.
Bence haritanın bir bölümü de zaman. Bazıları için uzun zaman 100 yıldır. Bazıları için üç saniye, ki benim için öyle. (Gülüşmeler) Son bahsettiğim, size bağlı bir şey. Eğer bir hedefiniz varsa ve bir de yol haritanız, diyelim ki -- Google'ı kullanamıyorum çünkü Maclere bayılıyorum ve daha Macler için yeterince iyi değil -- mesela MapQuest kullansak -- kaçınız MapQuest'i kulanmak gibi ölümcül bir hata yaptı? (Gülüşmeler) Bu şeyi kullanıyorsunuz ve istediğiniz yere gidemiyorsunuz. Yani, inançlarınızın gitmek istediğiniz yere asla gidemeyeceğinizi garanti ettiğini düşünün. (Gülüşmeler)
(Laughter)
Son şey de duygular.
The last thing is emotion. Here's what I'll tell you about emotion. There are 6,000 emotions that we have words for in the English language, which is just a linguistic representation that changes by language. But if your dominant emotions -- If I have 20,000 people or 1,000 and I have them write down all the emotions that they experience in an average week, and I give them as long as they need, and on one side they write empowering emotions, the other's disempowering, guess how many emotions they experience? Less than 12. And half of those make them feel like shit. They have six good feelings. Happy, happy, excited, oh shit, frustrated, frustrated, overwhelmed, depressed. How many of you know somebody who, no matter what happens, finds a way to get pissed off?
Size duygularla ilgili şunları söyleyeceğim. İngilizce'de bir karşılığı olan 6.000 duygu var, bu sadece dilbilimsel açıklaması, değil mi? Dilden dile değişiyor. Ama baskın olan duygularınız -- daha çok vaktim olsaydı, 20.000 kişiyi ya da 1.000'ini alır ve ortalama bir hafta içinde yaşadıkları tüm duyguları yazmalarını isterdim. Ve istedikleri kadar süre verirdim. Bir tarafa umut veren duyguları yazsınlar, diğer tarafa da umut vermeyenleri. Tahmin edin insanlar kaç farklı duyguyu yaşıyor? 12'den az. Ve onların da yarısı iğrenç hissetmelerine neden oluyor. Hepsi topu topu beş ya da altı tane hoş duyguları var. Sanki hisleri "mutlu, mutlu, heyecanlı, kahretsin, sıkkın, sıkkın, bunalmış, bunalımda"dan ibaret. Kaçınız ne olursa olsun sinirlenecek bir şey bulan birini tanıyorsunuz? Kaçınız böyle birini tanıyor?
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Or no matter what happens, they find a way to be happy or excited. How many of you know somebody like this?
Ya da, ne olursa olsun, mutlu veya heyecanlı olacak bir şey bulabilen birini? Kaçınız böyle birini tanıyor? Söyleyin.
When 9/11 happened, I'll finish with this, I was in Hawaii. I was with 2,000 people from 45 countries, we were translating four languages simultaneously for a program I was conducting, for a week. The night before was called Emotional Mastery. I got up, had no plan for this, and I said -- we had fireworks, I do crazy shit, fun stuff, and at the end, I stopped. I had this plan, but I never know what I'm going to say. And all of a sudden, I said, "When do people really start to live? When they face death." And I went through this whole thing about, if you weren't going to get off this island, if nine days from now, you were going to die, who would you call, what would you say, what would you do? That night is when 9/11 happened.
11 Eylül saldırıları sırasında -- bununla bitireceğim -- Hawaii'deydim. 45 farklı ülkeden 2.000 insanla birlikteydim. Benim yürüttüğüm bir haftalık programı simültane olarak dört dile çeviriyorduk. Bir önceki gecenin adı "Duyguların Üstesinden Gelmek"ti. Kalktım, bunu planlamamıştım, ve -- her yerde havai fişekler var -- ben çılgınca, eğlenceli şeyler yapıyorum -- ve en sonunda durdum -- söyleyeceğim şeyi planlamıştım ama hiçbir zaman söyleyeceğim şeyi yapmam. Ve bir anda dedim ki, "İnsanlar ne zaman gerçekten yaşamaya başlar? Ölümle yüz yüze geldiklerinde." Ve bütün şu şeylerden bahsettim, eğer bu adadan ayrılacak olsaydınız, eğer dokuz gün içinde ölecek olsaydınız, kimi arardınız, ne derdiniz, ne yapardınız? Bir kadın -- o gece 11 Eylül Saldırısı oldu --
One woman had come to the seminar, and when she came there, her previous boyfriend had been kidnapped and murdered. Her new boyfriend wanted to marry her, and she said no.
bir kadın seminere gelmiş ve geldiğinde, eski erkek arkadaşı kaçırılmış ve öldürülmüş. Arkadaşı, yeni erkek arkadaşı, onunla evlenmek istemiş ama reddetmiş.
He said, "If you go to that Hawaii thing, it's over with us." She said, "It's over." When I finished that night, she called him and left a message at the top of the World Trade Center where he worked, saying, "I love you, I want you to know I want to marry you. It was stupid of me." She was asleep, because it was 3 a.m. for us, when he called her back, and said, "Honey, I can't tell you what this means. I don't know how to tell you this, but you gave me the greatest gift, because I'm going to die." And she played the recording for us in the room. She was on Larry King later. And he said, "You're probably wondering how on Earth this could happen to you twice. All I can say is this must be God's message to you. From now on, every day, give your all, love your all. Don't let anything ever stop you." She finishes, and a man stands up, and he says, "I'm from Pakistan, I'm a Muslim. I'd love to hold your hand and say I'm sorry, but frankly, this is retribution." I can't tell you the rest, because I'm out of time.
Ve erkek arkadaşı da, "Eğer buradan ayrılır ve Hawaii'deki o şeye gidersen, her şey bitmiştir." demiş. O da, "Bitti zaten." demiş. Ben o geceyi tamamladığımda, erkek arkadaşını aramış ve bir mesaj bırakmış -- bu gerçek bir hikaye -- çalıştığı yer olan Dünya Ticaret Merkezi'nin tepesine. "Hayatım, seni seviyorum, ve seninle evlenmek istediğimi bilmeni istiyorum. Benim aptallığımdı." Erkek arkadaşı aradığında uyuyormuş, çünkü bizim için gece 3:00'tü, erkek arkadaşı şöyle demiş, "Hayatım, bunun benim için ne ifade ettiğini anlatamam." "Bunu sana nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum, ama bana en büyük hediyeyi verdin çünkü öleceğim.", demiş. Ve kadın bizim için kaydı salonda oynattı. Daha sonra Larry King'e çıktı, erkek arkadaşı şöyle demiş, "Muhtemelen bunun nasıl olup da iki kere başına geldiğini merak ediyorsun." Ve demiş ki, "Sana söyleyebileceğim yalnızca şu, bu sana Tanrı'nın bir mesajı, canım. Şu andan sonra, her gün tüm kalbini ver, tüm kalbinle sev. Hiçbir şeyin seni durdurmasına izin verme." Bitirdiğinde, bir adam ayağa kalkıyor ve diyor ki, "Ben Pakistan'danım, Müslümanım. Keşke elini tutup, üzgünüm, diyebilseydim, ama, açıkçası, bu yapılanların cezası." Devamını anlatamam çünkü vaktim doldu.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Are you sure?
(Laughter)
10 saniye.
10 seconds!
(Alkışlar)
(Laughter and applause)
10 saniye, hepsi bu kadar. Saygılı olmak istiyorum. 10 saniye.
10 seconds, I want to be respectful. All I can tell you is, I brought this man on stage with a man from New York who worked in the World Trade Center, because I had about 200 New Yorkers there. More than 50 lost their entire companies, friends, marking off their Palm Pilots. One financial trader, woman made of steel, bawling -- 30 friends crossing off that all died. And I said, "What are we going to focus on? What does this mean and what are we going to do?"
Size şunu söyleyeyim, bu adamı, New York'lu Dünya Ticaret Merkezi'nde çalışmış bir adamla birlikte sahneye çıkardım, çünkü orada yaklaşık 200 New York'lu vardı. 50'den fazlası şirketlerinin tamamını, arkadaşlarını kaybetmiş, Palm Pilotlarındaki isimleri çiziyorlar -- bir borsa simsarı, çelik gibi sinirleri olan bir kadın, feryat ediyor -- ölmüş olan 30 arkadaşının adının üstünü çiziyor. Ve ben insanlara şunu sordum, "Neye odaklanacağız? Bu ne anlama geliyor ve ne yapacağız?"
And I got the group to focus on: if you didn't lose somebody today, your focus is going to be how to serve somebody else. Then one woman stood up and was so angry, screaming and yelling. I found out she wasn't from New York, she's not an American, doesn't know anybody here. I asked, "Do you always get angry?" She said, "Yes." Guilty people got guilty, sad people got sad. I took these two men and I did an indirect negotiation. Jewish man with family in the occupied territory, someone in New York who would have died if he was at work that day, and this man who wanted to be a terrorist, and I made it very clear. This integration is on a film, which I'd be happy to send you, instead of my verbalization, but the two of them not only came together and changed their beliefs and models of the world, but worked together to bring, for almost four years now, through various mosques and synagogues, the idea of how to create peace. And he wrote a book, called "My Jihad, My Way of Peace." So, transformation can happen.
Ve grubu alıp insanların odaklanmasını sağladım, eğer bugün birini kaybetmediyseniz, başka birine nasıl yararınız dokunabileceğine odaklanacaksınız. Bu insanlar -- o anda bir kadın ayağa kalktı ve çok sinirliydi ve çığlık atıyordu ve bağırıyordu. Sonrasında öğrendim ki New York'tan değilmiş, Amerikan değilmiş, buradaki kimseyi de tanımıyormuş. Dedim ki, "Her zaman sinirlenir misin?" Dedi ki, "Evet." Suçlu insanlar suçlu hissetti, üzgün insanlar üzgün. Ve ben bu iki adamı alıp dolaylı uzlaşma dediğim şeyi yaptım. Bahsi geçen bölgede ailesi olan Yahudi bir adam, o gün işte olsa ölmüş olabilecek bir New York'lu ve terörist olmak isteyip bunu açıkça belli ettmiş bu adam. Ve o gün olan birleşim filme kayıtlı, ki size göndermekten mutluluk duyarım, böylece benim anlatımım yerine gerçekten ne olduğunu görebilirsiniz. Ama bu iki kişi sadece bir araya gelmekle kalmayıp inançlarını ve dünyayla ilgili doğrularını değiştirdiler, ama, yaklaşık dört yıldan beri, birçok cami ve sinagog aracılığıyla, barışın nasıl oluşturulacağı fikrini aktarmak için beraber çalıştılar. Ve bir kitap yazdı, adı da "Cihatım, Barış Yolum." Yani, dönüşüm gerçekleşebilir. Sizi davet ettiğim şey şu; ağınızı inceleyin, buradaki ağınızı --
My invitation to you is: explore your web, the web in here -- the needs, the beliefs, the emotions that are controlling you, for two reasons: so there's more of you to give, and achieve, too, but I mean give, because that's what's going to fill you up. And secondly, so you can appreciate -- not just understand, that's intellectual, that's the mind, but appreciate what's driving other people. It's the only way our world's going to change.
sizi kontrol eden ihtiyaçlar, inançlar, duygular. İki sebeple; böylece daha çok şey verebilirsiniz ve başarabilirsiniz de, bunu yapmayı hepimiz istiyoruz. Ama verin diyorum, çünkü sizi tamamlayacak şey bu. Ve ikinci olarak, böylece takdir edebilirsiniz -- sadece anlamakla kalmazsınız, zekice, akıllıca -- bununla birlikte diğer insanları harekete geçiren şeyleri de takdir edersiniz. Dünyamızın değişmesinin tek yolu bu. Tanrı sizi korusun. Teşekkürler. Umarım yardımcı olabilmişimdir.
God bless you, thank you. I hope this was of service.
(Alkışlar)
(Applause)