Oh, there's a lot of it. This is seaweed. It's pretty humble stuff. But it does have some remarkable qualities. For one, it grows really fast. So the carbon that is part of that seaweed, just a few weeks ago, was floating in the atmosphere as atmospheric CO2, driving all the adverse consequences of climate change. For the moment, it's locked safely away in the seaweed, but when that seaweed rots -- and by the smell of it, it's not far away -- when it rots, that CO2 will be released back to the atmosphere. Wouldn't it be fantastic if we could find a way of keeping that CO2 locked up long-term, and thereby significantly contributing to solving the climate problem?
Oh, bir sürü var. Bu deniz yosunu. Bunlar oldukça mütevazi şeyler. Ancak bazı kayda değer niteliklere sahip. Birincisi, çok hızlı büyüyor. Yani deniz yosununun parçası olan karbon, sadece birkaç hafta önce, atmosferik CO2 olarak atmosferde yüzüyordu, iklim değişikliğinin tüm olumsuz sonuçlarına doğru yol alıyordu. Şu an için deniz yosununda güvenle kilitlendi ama o deniz yosunu çürüdüğünde ve kokusuna göre, çok da uzakta değil, çürüdüğünde bu CO2 atmosfere geri salınacak. İklim problemini çözmek için bu CO2'yi uzun vadede kilit altında tutmanın ve dolayısıyla önemli ölçüde katkıda bulunmanın bir yolunu bulabilirsek harika olmaz mıydı?
What I'm talking about here is drawdown. It's now become the other half of the climate challenge. And that's because we have delayed so long, in terms of addressing climate change, that we now have to do two very big and very difficult things at once. We have to cut our emissions and clean our energy supply at the same time that we draw significant volumes of carbon dioxide out of the atmosphere. If we don't do that, about 25 percent of the CO2 we put in the air will remain there, by human standards, forever. So we have to act.
Burada bahsettiğim şey geri çekilme. Şimdi iklim mücadelesinin diğer yarısı oldu. Ve bunun nedeni iklim değişikliğini değerlendirme konusunu o kadar uzun süre erteledik ki şimdi çok büyük ve çok zor iki şey yapmalıyız. Atmosferden önemli miktarlarda karbondioksit çekerken aynı zamanda emisyonlarımızı azaltmalı ve enerji kaynağımızı temizlemeliyiz. Bunu yapmazsak havaya saldığımız CO2'nin yaklaşık yüzde 25'i orada insan standartlarına göre sonsuza kadar kalacaktır. Yani harekete geçmeliyiz.
This is really a new phase in addressing the climate crisis and it demands new thinking. So, ideas like carbon offsets really don't make sense in the modern era. You know, when you offset something, you say, "I'll permit myself to put some greenhouse gas into the atmosphere, but then I'll offset it by drawing it down." When you've got to both cut your emissions and draw down CO2, that thinking doesn't make sense anymore. And when we're talking about drawdown, we're talking about putting large volumes of greenhouses gases, particularly CO2, out of circulation. And to do that, we need a carbon price. We need a significant price that we'll pay for that service that we'll all benefit from.
Bu iklim krizinin ele alınmasında gerçekten yeni bir aşama ve yeni bir bakış açısı gerektiriyor. Bu nedenle karbon dengeleme gibi fikirler modern çağda gerçekten mantıklı değil. Bir şeyi dengelediğinizde "Kendime biraz sera gazı koyma izni vereceğim, ama sonra onu aşağı çekerek dengeleyeceğim" diyorsunuz. Hem emisyonlarınızı azaltmanız hem de CO2'yi azaltmanız gerektiğinde bu düşünce artık mantıklı gelmez. Ve geri çekilmeden bahsederken büyük miktarlarda sera gazlarını, özellikle CO2'yi, dolaşımdan çıkarmaktan bahsediyoruz. Bunu yapmak için bir karbon bedeline ihtiyacımız var. Hepimizin yararlanacağı bu hizmet için ödeyeceğimiz önemli bir bedele ihtiyacımız var.
We've made almost no progress so far with the second half of the climate challenge. It's not on most people's radar. And, you know, I must say, at times, I hear people saying, "I've lost hope that we can do anything about the climate crisis." And look, I've had my sleepless nights too, I can tell you. But I'm here today as an ambassador for this humble weed, seaweed. I think it has the potential to be a big part of addressing the challenge of climate change and a big part of our future.
İklim sorununun ikinci yarısında şimdiye kadar neredeyse hiç ilerleme kaydetmedik. Çoğu insanın radarında değil. Söylemem gerekiyor ki bazen insanların şunu söylediğini duyuyorum, "İklim kriziyle ilgili bir şey yapabileceğimize dair umudumu kaybettim." ben de uykusuz geceler geçirdim, bunu size söyleyebilirim. Ama bugün bu mütevazı ot olan deniz yosununun elçisi olarak buradayım. Deniz yosununun iklim değişikliği sorununu ve geleceğimizin büyük bir bölümünü ele almanın büyük bir parçası olma potansiyeline sahip olduğunu düşünüyorum.
Now, what the scientists are telling us we need to do over the next 80-odd years to the end of this century, is to cut our greenhouse gas emissions by three percent every year, and draw three gigatons of CO2 out of the atmosphere every year. Those numbers are so large that they baffle us. But that's what the scientists tell us we need to do. I really hate showing this graph, but I'm sorry, I have to do it. It is very eloquent in terms of telling the story of my personal failure in terms of all the advocacy I've done in climate change work and in fact, our collective failure to address climate change. You can see our trajectory there in terms of warming and greenhouse gas concentrations. You can see all of the great scientific announcements that we've made, saying how much danger we face with climate change. You can see the political meetings. None of it has changed the trajectory. And this is why we need new thinking, we need a new approach.
Bilim insanlarının bize önümüzdeki 80 küsur yılda bu yüzyılın sonuna kadar, yapmamız gerektiğini söylediği şey, sera gazı emisyonlarımızı her yıl yüzde üç azaltmak ve atmosferden her gün üç gigaton CO2 çekmek. Bu rakamlar o kadar büyük ki bizi şaşırtıyorlar. Ama bilim insanlarının bize yapmamız gerektiğini söylediği şey bu. Bu grafiği göstermekten gerçekten nefret ediyorum ama üzgünüm, bunu yapmak zorundayım. İklim değişikliği çalışmalarında yaptığım tüm savunuculuk ve aslında iklim değişikliğini ele almadaki toplu başarısızlığımız açısından kişisel başarısızlığımın hikayesini anlatmak çok anlamlı. Oradaki yörüngemizi ısınma ve sera gazı konsantrasyonları açısından görebilirsiniz. İklim değişikliğiyle ne kadar tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzu, yaptığımız tüm büyük bilimsel açıklamaları görebilirsiniz. Siyasi toplantıları görebilirsiniz. Hiçbiri yörüngeyi değiştirmedi. İşte bu yüzden yeni bakış açısına ihtiyacımız var, yeni bir yaklaşıma ihtiyacımız var.
So how might we go about drawing down greenhouse gases at a large scale? There's really only two ways of doing it, and I've done a very deep dive into drawdown. And I'll preempt my -- And I would say this stuff comes up smelling like roses at the end of the day. It does, it's one of the best options, but there are many, many possibilities. There are chemical pathways and biological pathways. So two ways, really, of getting the job done.
Öyleyse sera gazlarını büyük ölçekte aşağı çekmeye nasıl başlayabiliriz? Bunu yapmanın gerçekten sadece iki yolu var ve ben geri çekilmeye çok derin bir dalış yaptım. Ve öncelik vereceğim -- Ve bunun günün sonunda gül gibi kokarak çıktığını söyleyebilirim. Olur, en iyi seçeneklerden biri ancak çok, birçok olasılık var. Kimyasal yollar ve biyolojik yollar var. Yani işi halletmenin gerçekten iki yolu var.
The biological pathways are fantastic because the energy source that's needed to drive them, the sun, is effectively free. We use the sun to drive photosynthesis in plants, break apart that CO2 and capture the carbon. There are also chemical pathways. They sound ominous, but actually, they're not bad at all. The difficulty they face is that we have to actually pay for the energy that's required to do the job or pay to facilitate that energy. Direct air capture is a great example of a chemical pathway, and people are using that right now to take CO2 out of the atmosphere and manufacture biofuels or manufacture plastics. Great progress is being made, but it will be many decades before those chemical pathways are drawing down a gigaton of CO2 a year.
Biyolojik yollar harika çünkü onları kullanmak için gereken enerji kaynağı olan Güneş, etkili bir şekilde özgür. Güneşi; bitkilerde fotosentez yapmak, CO2'yi parçalamak ve karbonu yakalamak için kullanıyoruz. Kimyasal yollar da var. Uğursuz gibi geliyorlar ama aslında hiç de fena değiller. Karşılaştıkları zorluk şu ki bu işi yapmak için gereken enerji için veya bu enerjiyi mümkün kılmak için bir bedel ödememiz gerekiyor. Doğrudan hava yakalama, kimyasal yolun harika bir örneği ve insanlar şu anda bunu atmosferden CO2 almak ve biyoyakıt üretmek veya plastik üretmek için kullanıyor. Büyük ilerleme kaydediliyor, ancak bu kimyasal yolların yılda bir gigaton CO2 çekmesi uzun yıllar alacak.
The biological pathways offer us a lot more hope, I think, in the short term. You've probably heard about reforestation, planting trees, as a solution to the climate problem. You know, it's a fair question: Can we plant our way out of this problem by using trees? I'm skeptical about that for a number of reasons. One is just the scale of the problem. All trees start as seeds, little tiny things, and it's many decades before they've reached their full carbon-capture potential. And secondly, if you look at the land surface, you see that it's so heavily utilized. We get our food from it, we get our forestry products from it, biodiversity protection and water and everything else. To expect that we'll find enough space to deal with this problem, I think is going to be quite problematic.
Biyolojik yollar bize sanırım kısa vadede çok daha fazla umut veriyor. Muhtemelen iklim sorununa bir çözüm olarak ağaçlandırmayı, ağaç dikmeyi duymuşsunuzdur. Bu adil bir soru: Ağaçları kullanarak bu sorundan kurtulabilir miyiz? Pek çok nedenden dolayı buna şüpheyle yaklaşıyorum. Birincisi, sorunun derecesi. Tüm ağaçlar tam karbon tutma potansiyellerine ulaşmalarından on yıllar önce tohum olarak başlar. Ve ikincisi, kara yüzeyine bakarsanız çok yoğun kullanıldığını görürsünüz. Yiyeceklerimizi, ormancılık ürünlerimizi ondan alıyoruz; biyolojik çeşitliliğin korunmasını, su ve diğer her şeyi alıyoruz. Bu problemin üstesinden gelmek için yeterli alan bulacağımızı beklememizin oldukça sorunlu olacağını düşünüyorum.
But if we look offshore, wee see a solution where there's already an existing industry, and where there's a clearer way forward. The oceans cover about 70 percent of our planet. They play a really big role in regulating our climate, and if we can enhance the growth of seaweed in them, we can use them, I think, to develop a climate-altering crop. There are so many different kinds of seaweed, there's unbelievable genetic diversity in seaweed, and they're very ancient; they were some of the first multicellular organisms ever to evolve. People are using special kinds of seaweed now for particular purposes, like developing very high-quality pharmaceutical products. But you can also use seaweed to take a seaweed bath, it's supposed to be good for your skin; I can't testify to that, but you can do it. The scalability is the big thing about seaweed farming.
Ancak açık denizlere bakarsak halihazırda mevcut bir sektörün olduğu ve ileriye doğru daha net bir yolun olduğu bir çözüm görürüz. Okyanuslar gezegenimizin yaklaşık yüzde 70'ini kaplıyor. İklimimizi düzenlemede gerçekten büyük bir rol oynuyorlar ve içlerindeki deniz yosununun büyümesini artırabilirsek sanırım onları iklimi değiştiren bir mahsul geliştirmek için kullanabiliriz. O kadar farklı deniz yosunu türü var ki bunlarda inanılmaz genetik çeşitlilik var ve bunlar çok eski; evrim geçiren ilk çok hücreli organizmalardan. İnsanlar artık belirli amaçlar için özel deniz yosunu türleri kullanıyorlar, çok yüksek kaliteli medikal ürünler geliştirmek gibi. Ancak deniz yosunu banyosu yapmak için deniz yosunu da kullanabilirsiniz, cildinize iyi geliyor olmalı. Buna tanıklık edemem ama yapabilirsiniz. deniz yosunu yetiştiriciliğiyle ilgili en önemli şey ölçeklenebilir olması.
You know, if we could cover nine percent of the world's ocean in seaweed farms, we could draw down the equivalent of all of the greenhouse gases we put up in any one year, more than 50 gigatons. Now, I thought that was fantastic when I first read it, but I thought I'd better calculate how big nine percent of the world's oceans is. It turns out, it's about four and a half Australias, the place I live in. And how close are we to that at the moment? How many ocean-going seaweed farms do we actually have out there? Zero. But we do have some prototypes, and therein lies some hope.
Deniz yosunu çiftliklerinde dünya okyanusunun yüzde dokuzunu kaplayabilseydik herhangi bir yılda ortaya koyduğumuz tüm sera gazlarının eşdeğerini 50 gigatondan fazla çekebilirdik. İlk okuduğumda harika bir fikirdi ama düşündüm ki dünya okyanuslarının yüzde 9'unun büyüklüğünü hesaplamalıyım. Görünüşe göre yaşadığım yer yaklaşık dört buçuk Avustralya kadar. Ve şu anda buna ne kadar yakınız? Orada kaç tane okyanusa giden deniz yosunu çiftliğimiz var? Sıfır. Ancak bazı prototiplere sahibiz ve orada biraz umut yatıyor.
This little drawing here of a seaweed farm that's currently under construction tells you some very interesting things about seaweed. You can see the seaweed growing on that rack, 25 meters down in the ocean there. It's really different from anything you see on land. And the reason being that, you know, seaweed is not like trees, it doesn't have nonproductive parts like roots and trunks and branches and bark. The whole of the plant is pretty much photosynthetic, so it grows fast. Seaweed can grow a meter a day.
Şu anda yapım aşamasında olan bir deniz yosunu çiftliğinin bu küçük çizimi size deniz yosunu hakkında çok ilginç şeyler anlatıyor. Okyanusta 25 metre aşağıda o rafta büyüyen deniz yosunu görebilirsiniz. Karada gördüğünüz her şeyden gerçekten farklı. Ve bunun nedeni deniz yosunun ağaçlar gibi olmaması; kökler, gövdeler, dallar ve ağaç kabuğu gibi verimsiz kısımları olmaması. Bitkinin tamamı fotosentetik, bu yüzden hızlı büyüyor. Deniz yosunu günde bir metre büyüyebilir.
And how do we sequester the carbon? Again, it's very different from on land. All you need to do is cut that seaweed off -- drifts into the ocean abyss, Once it's down a kilometer, the carbon in that seaweed is effectively out of the atmospheric system for centuries or millennia. Whereas if you plant a forest, you've got to worry about forest fires, bugs, etc., releasing that carbon. The key to this farm, though, is that little pipe going down into the depths. You know, the mid-ocean is basically a vast biological desert. There's no nutrients there that were used up long ago. But just 500 meters down, there is cool, very nutrient-rich water. And with just a little bit of clean, renewable energy, you can pump that water up and use the nutrients in it to irrigate your seaweed crop. So I think this really has so many benefits. It's changing a biological desert, the mid-ocean, into a productive, maybe even planet-saving solution.
Ve karbonu nasıl ayırırız? Yine, karadan çok farklı. Tek yapmanız gereken o deniz yosununu kesmek -- okyanus uçurumuna sürüklenir, bir kilometre aşağıya indiğinde o deniz yosununun içindeki karbon yüzyıllar veya bin yıllar boyunca atmosferik sistemden etkili bir şekilde çıkar. Oysa bir orman dikerseniz orman yangınları, böcekler vb. hakkında endişelenmeniz gerekir, bu da karbonu serbest bırakır. Bu çiftlikte önemli olan, derinliklere inen o küçük boru. Okyanus ortası temelde geniş bir biyolojik çöldür. Orada uzun zaman önce kullanılmış hiçbir besin yok. Ancak sadece 500 metre aşağıda serin ve besin açısından çok zengin su var. Ve biraz temiz, yenilenebilir enerji ile bu suyu pompalayabilir ve içindeki besinleri deniz yosunu mahsulünü sulamak için kullanabilirsiniz. Bu yüzden bunun gerçekten çok faydası olduğunu düşünüyorum. Biyolojik bir çölü, okyanus ortasını üretken, hatta gezegeni kurtaran bir çözüme dönüştürüyor.
So what could go wrong? Well, anything we're talking about at this scale involves a planetary-scale intervention. And we have to be very careful. I think that piles of stinking seaweed are probably going to be the least of our problems. There's other unforeseen things that will happen. One of the things that really worries me, when I talk about this, is the fate of biodiversity in the deep ocean. If we are putting gigatons of seaweed into the deep ocean, we're affecting life down there.
Öyleyse ne ters gidebilir? Bu ölçekte konuştuğumuz her şey gezegen ölçeğinde bir müdahaleyi içerir. Ve çok dikkatli olmalıyız. Kokuşmuş deniz yosunu yığınlarının muhtemelen sorunlarımızın en küçüğü olacağını düşünüyorum. Olacak başka beklenmedik şeyler var. Bundan bahsettiğimde beni gerçekten endişelendiren şeylerden biri derin okyanustaki biyolojik çeşitliliğin kaderi. Okyanusun derinliklerine gigaton yosun koyarsak oradaki yaşamı etkiliyoruz.
The good news is that we know that a lot of seaweed already reaches the deep ocean, after storms or through submarine canyons. So we're not talking about a novel process here; we are talking about enhancing a natural process. And we'll learn as we go. I mean, it may be that these ocean-going seaweed farms will need to be mobile, to distribute the seaweed across vast areas of the ocean, rather than creating a big stinking pile in one place. It may be that we'll need to char the seaweed -- so create a sort of an inert, mineral biochar before we dispatch it into the deep. We won't know until we start the process, and we will learn effectively by doing.
İyi haber şu ki birçok deniz yosununun fırtınalardan sonra veya denizaltı kanyonları yoluyla derin okyanusa ulaştığını biliyoruz. Yani burada yeni bir süreçten bahsetmiyoruz, doğal bir süreci geliştirmekten bahsediyoruz. Ve ilerledikçe öğreneceğiz. Bu okyanusa giden deniz yosunu çiftliklerinin mobil olması gerek, böylece yosun, büyük kokuşmuş bir yığın oluşturmak yerine okyanusun geniş alanlarına dağılabilir. Deniz yosununu yakmamız gerekebilir -- bu yüzden derinlere göndermeden önce bir tür hareketsiz mineral biyokömür yaratmamız gerekebilir. Süreci başlatana kadar bilemeyeceğiz ve yaparak etkili bir şekilde öğreneceğiz.
I just want to take you to contemporary seaweed farming. It's a big business -- it's a six-billion-dollar-a-year business. These seaweed farms off South Korea -- you can see them from space, they are huge. And they're increasingly not just seaweed farms. What people are doing in places like this is something called ocean permaculture. And in ocean permaculture, you grow fish, shellfish and seaweed all together. And the reason it works so well is that the seaweed makes the seawater less acid. It provides an ideal environment for growing marine protein. If we covered nine percent of the world's oceans in ocean permaculture, we would be producing enough protein in the form of fish and shellfish to give every person in a population of 10 billion 200 kilograms of high-quality protein per year. So, we've got a multipotent solution here. We can address climate change, we can feed the world, we can deacidify the oceans.
Sadece size çağdaş deniz yosunu çiftçiliğini göstermek istiyorum. Bu büyük bir iş -- Yılda altı milyar dolarlık bir iş. Güney Kore açıklarındaki bu deniz yosunu çiftlikleri -- onları uzaydan görebilirsiniz, çok büyükler. Ve giderek sadece deniz yosunu çiftlikleri olmuyorlar. İnsanların böyle yerlerde yaptığı şey okyanus permakültürü denen bir şey. Ve okyanus permakültüründe hep birlikte balık ve kabuklu deniz hayvanları, deniz yosunu yetiştirirsiniz. Ve bu kadar iyi çalışmasının nedeni, deniz yosununun, deniz suyunun asidini seyreltmesi. Deniz proteini yetiştirmek için ideal bir ortam sağlar. Okyanusların yüzde dokuzunu okyanus permakültürü ile kaplasaydık Balık ve deniz kabukluları olarak yeterli proteini 10 milyarlık bir popülasyondaki her birey için yılda 200 kg yüksek kalite protein üretiyor olurduk. Yani burada çok potansiyelli bir çözümümüz var. İklim değişikliğini ele alabiliriz, dünyayı besleyebiliriz, okyanusların asidini azaltabiliriz.
The economics of all of this is going to be challenging. We'll be investing many, many billions of dollars into these solutions, and they will take decades to get to the gigaton scale. The reason that I'm convinced that this is going to happen is that unless we get the gas out of the air, it is going to keep driving adverse consequences. It will flood our cities, it will deprive us of food, it will cause all sorts of civil unrest. So anyone who's got a solution to dealing with this problem has a valuable asset. And already, as I've explained, ocean permaculture is well on the road to being economically sustainable. You know, in the next 30 years, we have to go from being a carbon-emitting economy to a carbon-absorbing economy. And that doesn't seem like very long. But half of the greenhouse gases that we've put into the atmosphere, we've put there in the last 30 years.
Tüm bunların ekonomisi zorlayıcı olacak. Bu çözümlere milyarlarca dolar yatırım yapacağız ve gigaton ölçeğine ulaşmaları onlarca yıl alacak. Bunun olacağına ikna olmamın nedeni, havadaki gazı çıkarmadıkça olumsuz sonuçlara yol açmaya devam edecek. Şehirlerimizi sular altında bırakacak, bizi yiyecekten mahrum bırakacak, her türlü sivil kargaşaya neden olacak. Bu nedenle, bu sorunla başa çıkmak için bir çözümü olan herkesin değerli bir varlığı var. Ve zaten açıkladığım gibi, okyanus permakültürü ekonomik olarak sürdürülebilir olma yolunda ilerliyor. Önümüzdeki 30 yıl içinde karbon yayan bir ekonomi olmaktan karbon emen bir ekonomiye geçmemiz gerekiyor. Ve bu çok uzun görünmüyor. Ama atmosfere saldığımız sera gazlarının yarısını son 30 yılda oraya koyduk.
My argument is, if we can put the gas in in 30 years, we can pull it out in 30 years. And if you doubt how much can be done over 30 years, just cast your mind back a century, to 1919, compare it with 1950. Now, in 1919, here in Edinburgh, you might have seen a canvas and wood biplane. Thirty years later, you'd be seeing jet aircraft. Transport in the street were horses in 1919. By 1950, they're motor vehicles. 1919, we had gun powder; 1950, we had nuclear power. We can do a lot in a short period of time. But it all depends upon us believing that we can find a solution.
Benim görüşüm, bu gazı 30 yıl içinde salabiliyorsak 30 yıl içinde çıkarabiliriz de. Ve 30 yıl içinde ne kadar çok şey yapılabileceğinden şüphe duyuyorsanız bir yüzyıl öncesini, 1919'u düşünün, 1950 ile karşılaştırın. 1919'da Edinburgh'da, bir tuval ve ahşap bir çift kanatlı uçak görmüş olabilirsiniz. Otuz yıl sonra jet uçağı görebileceksiniz. Sokakta ulaşım 1919'da atlardı. 1950'ye gelindiğinde motorlu taşıtlar. 1919, barutumuz vardı; 1950, nükleer gücümüz vardı. Kısa sürede çok şey yapabiliriz. Ama hepsi bir çözüm bulabileceğimize inanmamıza bağlı.
Now what I would love to do is bring together all of the people with knowledge in this space. The engineers who know how to build structures offshore, the seaweed farmers, the financiers, the government regulators, the people who understand how things are done. And chart a way forward, say: How do we go from the existing six-billion-dollar-a-year, inshore seaweed industry, to this new form of industry, which has got so much potential, but will require large amounts of investment? I'm not a betting man, you know. But if I were, I'll tell you, my money would be on that stuff, it would be on seaweed. It's my hero.
Şimdi yapmak istediğim şey bilgili tüm insanları bu alanda bir araya getirmek. Açık denizde yapı inşa etmeyi bilen mühendisler, deniz yosunu çiftçileri, finansörler, hükûmet düzenleyicileri, işlerin nasıl yapıldığını anlayan insanlar. Ve ileriye doğru bir yol çizin, diyelim ki mevcut yılda altı milyar dolarlık deniz yosunu endüstrisinden, çok fazla potansiyele sahip olan ancak büyük miktarda yatırım gerektiren bu yeni endüstri biçimine nasıl geçebiliriz? Ben bahisçi değilim. Ama eğer olsaydım param o şeylere, deniz yosunlarına olurdu. Bu benim kahramanım.
Thank you.
Teşekkür ederim.
(Applause)
(Alkış)