Hello, my name is Thomas Heatherwick. I have a studio in London that has a particular approach to designing buildings. When I was growing up, I was exposed to making and crafts and materials and invention on a small scale. And I was there looking at the larger scale of buildings and finding that the buildings that were around me and that were being designed and that were there in the publications I was seeing felt soulless and cold. And there on the smaller scale, the scale of an earring or a ceramic pot or a musical instrument, was a materiality and a soulfulness. And this influenced me. The first building I built was 20 years ago. And since, in the last 20 years, I've developed a studio in London. Sorry, this was my mother, by the way, in her bead shop in London. I spent a lot of time counting beads and things like that.
Merhaba, benim adım Thomas Heatherwick Londra'da binaların tasarımına özel bir yaklaşımı olan bir stüdyom var. Ben büyürken yapmaya ve zanaata ve malzemelere ve küçük ölçekte buluşa açıktım. Ve ben orada daha büyük ölçekteki yapılara bakarken ve çevremdeki yapılar ve tasarlananlar ve gördüğüm yayınlar içinde bulunanlar ruhsuz ve soğuk geliyordu. Ve işte daha küçük ölçekte, bir küpe ölçeğinde veya seramik bir kap veya bir müzikal enstrüman önemli ve anlamlıydı. Ve bu beni etkiledi. İlk inşa ettiğim yapı 20 sene önceydi. Ve o zamandan beri, son 20 sene içinde Londra'da bir stüdyo geliştirdim. Özür dilerim, bu arada bu benim annem, Londra'daki boncuk dükkanında. Boncuk sayarak veya bu tip işlerde çok zaman geçirdim.
I'm just going to show, for people who don't know my studio's work, a few projects that we've worked on. This is a hospital building. This is a shop for a bag company. This is studios for artists. This is a sculpture made from a million yards of wire and 150,000 glass beads the size of a golf ball. And this is a window display. And this is pair of cooling towers for an electricity substation next to St. Paul's Cathedral in London. And this is a temple in Japan for a Buddhist monk. And this is a cafe by the sea in Britain.
Benim stüdyomun işlerini bilmeyen kişiler için üzerinde çalıştığımız birkaç proje göstereceğim. Bu bir hastane binası. Bu bir çanta firması için bir mağaza. Bu sanatçılar için bir stüdyo. Bu, 914 km tel ve golf topu büyülüğündeki 150,000 cam boncuktan yapılmış bir heykel. Ve bu bir vitrin dekorasyonu. Ve bu Londra'daki St. Paul katedralinin yanında bulunan bir elektrik trafo merkezi için bir çift soğutma kulesi. Ve bu Budist rahipler için Japonya'da bir tapınak. Ve bu İngiltere'de deniz kenarında bir kafe.
And just very quickly, something we've been working on very recently is we were commissioned by the mayor of London to design a new bus that gave the passenger their freedom again. Because the original Routemaster bus that some of you may be familiar with, which had this open platform at the back -- in fact, I think all our Routemasters are here in California now actually. But they aren't in London. And so you're stuck on a bus. And if the bus is going to stop and it's three yards away from the bus stop, you're just a prisoner. But the mayor of London wanted to reintroduce buses with this open platform. So we've been working with Transport for London, and that organization hasn't actually been responsible as a client for a new bus for 50 years. And so we've been very lucky to have a chance to work. The brief is that the bus should use 40 percent less energy. So it's got hybrid drive. And we've been working to try to improve everything from the fabric to the format and structure and aesthetics.
Ve çok çabuk olarak, son zamanda üzerinde çalıştığımız bir şey, Londra valisi tarafından yolculara özgürlüklerini yeniden kazandıracak yeni bir otobüs tasarlamak için görevlendirildik. Çünkü bazılarınızın bildiği arkasında bu açık platform bulunan orijinal Routemaster otobüsü -- aslında, kanımca bizim bütün Routemaster otobüslerimiz aslında şimdi burada Kaliforniya'dalar. Ancak Londra'da değiller. Ve bir tobüs içinde sıkıştınız. Ve eğer otobüs duracaksa ve otobüs durağından 3 metre uzaklıktaysa içeride mahkum kalıyordunuz. Ne var ki, Londra valisi bu açık platformlu otobüsleri yeniden tanıtmak istiyordu. Böylece, Londra için Ulaşım firması ile çalışıyoruz ve bu organizasyon 50 yıldır, yeni bir otobüs için, bir müşteri olarak sorumlu olmadı. Ve çalışmak için bir fırsatımız olmasından dolayı çok şanslıydık. Öztlemek gerekirse, otobüsün %40 daha az enerji kullanması gerekiyordu. Ve bundan dolayı hibrit sürüşü vardı. Ve biz tekstil'den formata ve yapı ve estetiğe kadar herşeyi geliştirmeye gayret etmek için çalışıyoruz.
I was going to show four main projects. And this is a project for a bridge. And so we were commissioned to design a bridge that would open. And openings seemed -- everyone loves opening bridges, but it's quite a basic thing. I think we all kind of stand and watch. But the bridges that we saw that opened and closed -- I'm slightly squeamish -- but I once saw a photograph of a footballer who was diving for a ball. And as he was diving, someone had stamped on his knee, and it had broken like this. And then we looked at these kinds of bridges and just couldn't help feeling that it was a beautiful thing that had broken.
4 ana proje gösterecektim. Ve bu bir köprü için bir proje. Ve biz açılır bir köprü yapmak üzere görevlendirildik. Ve açılışlar --herkes açılan köprüleri sever, ancak aslında çok basit olan bir şeydir. Bence hepimiz bir şekilde duruyor ve izliyoruz. Ancak bizim gördüğümüz açılıp ve kapanan köprüler -- Birazcık hassasım-- ancak bir defasında topa hamle yapan bir futbolcunun fotoğrafını gördüm. Ve topa doğru atlarken, bir diğeri onun dizine bastı, ve bu şeklide kırıldı. Ve bu çeşit köprülere baktık ve kırılan bir şeyin güzel bir şey olduğunu hissetmekten kendimiz alamadık.
And so this is in Paddington in London. And it's a very boring bridge, as you can see. It's just steel and timber. But instead of what it is, our focus was on the way it worked. (Applause) So we liked the idea that the two farthest bits of it would end up kissing each other. (Applause) We actually had to halve its speed, because everyone was too scared when we first did it. So that's it speeded up.
Ve bu Londra Paddington'da. Ve gördüğünüz üzere çok sıkıcı bir köprü. Sadece çelik ve ahşap. Ancak bizim dikkatimiz ne olduğundan daha çok nasıl çalıştığının üzerindeydi. (Alkışlar) Böylelikle, en uzak iki ucunun sonuçta birbirlerini öpecekleri fikrini sevdik. (Alkış) Biz aslında hızını yarıya düşürdük, çünkü ilk yaptığımızda herkes çok korkmuştu. Ve bu hızlandırılmış hali.
A project that we've been working on very recently is to design a new biomass power station -- so a power station that uses organic waste material. In the news, the subject of where our future water is going to come from and where our power is going to come from is in all the papers all the time. And we used to be quite proud of the way we generated power. But recently, any annual report of a power company doesn't have a power station on it. It has a child running through a field, or something like that.
Son zamanda üzerinde çalıştığımız bir proje yeni bir biokütle enerji santrali tasarlamak --organik atık madde kullanan bir enerji santrali. Haberlerde, gelecekteki suyumuzun nereden geleceği ve enerjmizin nereden geleceği konusu her zaman bütün gazetelerdedir. Ve enerji üretim metodumuzla oldukça fazla gurur duyardık. Ancak son zamanda, herhangi bir enerji şirketinin yıllık raporunun üzerinde bir enerji santrali bulunmamaktadır. Üzerinde çayırlarda koşan bir çocuk veya buna benzer bir şey.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
And so when a consortium of engineers approached us and asked us to work with them on this power station, our condition was that we would work with them and that, whatever we did, we were not just going to decorate a normal power station. And instead, we had to learn -- we kind of forced them to teach us. And so we spent time traveling with them and learning about all the different elements, and finding that there were plenty of inefficiencies that weren't being capitalized on. That just taking a field and banging all these things out isn't necessarily the most efficient way that they could work.
Ve böylece bir muhendisler konsorsiyumu bize yaklaştığında ve bizden bu enerji istasyonu üzerinde kendileri ile çalışmamızı istediklerinde bizim şartımız, onlarla çalışacaktık, ve her ne yaparsak yapalım biz sadece sıradan bir enerji santralini dekore etmeyecektik. Ve bunun yerine, öğrenmemiz gerekti -- onları bize öğretmeleri için biraz zorladık. Ve böylece onlarla seyahat ederek ve bütün farklı elementleri öğrenerek birlikte çok vakit geçirdik ve yararlanılmayan birçok verimsizliğin olduğunu keşfettik. Bir alanı alıp bütün bu şeyleri dışarı atmak bizim için çalışabilecekleri en verimli yöntem değildi.
So we looked at how we could compose all those elements -- instead of just litter, create one composition. And what we found -- this area is one of the poorest parts of Britain. It was voted the worst place in Britain to live. And there are 2,000 new homes being built next to this power station. So it felt this has a social dimension. It has a symbolic importance. And we should be proud of where our power is coming from, rather than something we are necessarily ashamed of.
Ve böylece bütün bu elementleri nasıl biraraya getiririz ona baktık -- dağıtmak yerine sadece bir kompozisyon üzerinde yoğunlaştık. Ve gördük ki bu bölge İngilterenin en fakir bölgesi. İngiltere'de yaşanacak en kötü yer seçilmişti. Ve bu enerji istasyonunun yanına 2000 yeni ev yapılıyor. Böylece bunun toplumsal bir boyutu olduğu hissedildi. Bunun sembolik bir önemi var. Ve biz enerjimizin, geldiği yerin utanılacak bir yer olmasından ziyade gurur duymalıyız.
So we were looking at how we could make a power station, that, instead of keeping people out and having a big fence around the outside, could be a place that pulls you in. And it has to be -- I'm trying to get my -- 250 feet high. So it felt that what we could try to do is make a power park and actually bring the whole area in, and using the spare soil that's there on the site, we could make a power station that was silent as well. Because just that soil could make the acoustic difference. And we also found that we could make a more efficient structure and have a cost-effective way of making a structure to do this.
Böylelikle biz insanları dışarıda tutan ve dışında büyük bir çit bulunduran bir yer yerine nasıl sizi içine çeken bir enerji santrali yapabilirdik, bunun yollarını arıyorduk. Ve - Hesap etmeye çalışıyorum 60 metre yüksekliğinde olması gerekiyor. Böylece, tüm bölgeyi içine alan bir enerj parkı yapmayı deneyebileceğimizi hissettik ve inşaat alanındaki fazladan toprağı kullanarak aynı zamanda sessiz bir enerji santralide yapabilirdik. Çünkü sadece bu toprak akustik farklılığı yaratabilir. Ve ayrıca daha etkin bir yapı yapabileceğimizi ve bu yapıyı yaparken uygun maliyetli bir metodla yapabileceğimizi keşfettik.
The finished project is meant to be more than just a power station. It has a space where you could have a bar mitzvah at the top. (Laughter) And it's a power park. So people can come and really experience this and also look out all around the area, and use that height that we have to have for its function.
Bitmiş projenin bir enerji santralinden daha fazlası olması gerekiyordu. Üzerinde "yetişkinliğe kabul töreni" yapabileceğiniz bir yer var. (Gülüşmeler) Ve o bir enerji santrali. Böylelikle insanlar gelebilir ve bunu deneyimleyebilirler ve tüm bölgeye bakabilirler, ve bu fonksyonu için sahip olması gereken yüksekliğini kullanabilirler.
In Shanghai, we were invited to build -- well we weren't invited; what am I talking about. We won the competition, and it was painful to get there. (Laughter) So we won the competition to build the U.K. pavilion. And an expo is a totally bonkers thing. There's 250 pavilions. It's the world's biggest ever expo that had ever happened. So there are up to a million people there everyday. And 250 countries all competing. And the British government saying, "You need to be in the top five." And so that became the governmental goal -- is, how do you stand out in this chaos, which is an expo of stimulus? So our sense was we had to do one thing, and only one thing, instead of trying to have everything. And so what we also felt was that whatever we did we couldn't do a cheesy advert for Britain.
Şangay'da bir yapıyı inşa etmeye davet edilmiştik--neyden bahsediyorum; davet edilmemiştik, Bir yarışma kazandık, ve oraya gitmek çok zordu. (Gülüşmeler) Böylece Birleşik Krallık fuar pavyonunu inşa etmek için yarışmayı kazandık. Ve Fuar tam bir kaçık işi. 250 pavyon var. Dünyada şu ana kadar yapılmış en büyük fuar. Böylece hergün 1 milyon kadar insan orada bulunuyor. Ve 250 ülke rekabet ediyor. Ve Birleşik Krallık hükümeti "ilk beşte olmak zorundasınız" diyor. Ve böylelikle hükümetin hedefi bu oldu -- bir canlandırma fuarı olan bu kaos içinde nasıl ön plana çıkarsınız? Böylece bizim düşüncemize göre, her şeye sahip olmaya çalışmak yerine sadece bir şey yapmamız gerekiyordu. Ve biz ayrıca ne yaparsak yapalım kalitesiz bir İngiltere reklamı yapamayacağımızı hissettik.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
But the thing that was true, the expo was about the future of cities, and particularly the Victorians pioneered integrating nature into the cities. And the world's first public park of modern times was in Britain. And the world's first major botanical institution is in London, and they have this extraordinary project where they've been collecting 25 percent of all the world's plant species. So we suddenly realized that there was this thing. And everyone agrees that trees are beautiful, and I've never met anyone who says, "I don't like trees." And the same with flowers. I've never met anyone who says, "I don't like flowers." But we realized that seeds -- there's been this very serious project happening -- but that seeds -- at these major botanical gardens, seeds aren't on show. But you just have to go to a garden center, and they're in little paper packets. But this phenomenal project's been happening. So we realized we had to make a project that would be seeds, some kind of seed cathedral.
Ancak doğru olan şey, fuar şehirlerin geleceği ile ilgiliydi ve özellikle muhafazakarlar doğayı şehirlere dahil etme konusunda öncülük ettiler. Ve modern zamanlarda dünyanın ilk halk parkı Ingilteredeydi. Ve Dünya'nın ilk önemli botanik kurumu Londradaydı. Ve tüm dünyadaki bitki türlerinin %25'ini topladıkları bu sıradışı projeleri var. Böylelikle burada bu şeyin olduğunu farkettik. Ve herkes ağaçların güzel olduğu konusunda hemfikirdir. Ve ben hiç bir zaman"ben ağaçları sevmem" diyen birisi ile karşılaşmadım. Ve çiçekler içinde aynı şey geçerli. Ben hiç bir zaman"ben çiçekleri sevmem" diyen birisi ile karşılaşmadım. Ancak biz tohumların -- burada çok ciddi bir proje yapılmakta -- ancak tohumların bu önemli botanik bahçelerinde sergilenmediklerini fark ettik. Ancak, bir bahçe merkezine gitmeniz gerekiyor ve onlar küçük kağıt paketler içinde bulunuyorlar. Ancak bu fevkalade proje gerçekleşiyor. Böylelikle tohumların olacağı bir proje yapmamız gerektiğini fark ettik, bir çeşit tohum katedrali.
But how could we show these teeny-weeny things? And the film "Jurassic Park" actually really helped us. Because the DNA of the dinosaur that was trapped in the amber gave us some kind of clue that these tiny things could be trapped and be made to seem precious, rather than looking like nuts. So the challenge was, how are we going to bring light and expose these things? We didn't want to make a separate building and have separate content. So we were trying to think, how could we make a whole thing emanate. By the way, we had half the budget of the other Western nations. So that was also in the mix with the site the size of a football pitch. And so there was one particular toy that gave us a clue.
Ancak bu küçücük şeyleri nasıl gösterebilirdik. Ve "Jurassic Park" filmi bize gerçekten yardım etti. Çünkü kehribar içerisinde hapsolmuş, dinazorun DNA'sı bize bu küçük şeylerin hapsedilebileceği ve fındıklara benzemek yerine, çok kıymetli gözükmelerinin sağlanabileceği fikrini verdi. Böylelikle sorun, ışığı nasıl getirecek ve bu küçük şeyleri açığa çıkaracaktık? Ayrı bir bina inşa edip ayrı bir içeriğe sahip olmak istemedik. Böylece biz bu şeyi bir bütün olarak nasıl ortaya çıkaracağımızı düşünüyorduk. Bu arada, diğer batılı ulusların yarı bütçesine sahiptik. Böylece bu da, futbol sahası büyüklüğünde bir inşaat alanı ile birlikte karışımın içindeydi. Ve bize bir ipucu veren özel bir oyuncak vardı.
(Video) Voice Over: The new Play-Doh Mop Top Hair Shop. Song: ♫ We've got the Mop Tops, the Play-Doh Mop Tops ♫ ♫ Just turn the chair and grow Play-Doh hair ♫ ♫ They're the Mop Tops ♫
(Video) yukarıdaki ses: Yeni oyun hamuru Mop Top saç dükkanı. Şarkı:♫Mop Top'larımız var, oyun hamuru Mop Tops♫ ♫sadece sandalyeyi çevirin ve oyun hamurunun saçını uzatın♫ ♫onlar Map Tops♫
Thomas Heatherwick: Okay, you get the idea. So the idea was to take these 66,000 seeds that they agreed to give us, and to take each seed and trap it in this precious optical hair and grow that through this box, very simple box element, and make it a building that could move in the wind. So the whole thing can gently move when the wind blows. And inside, the daylight -- each one is an optic and it brings light into the center. And by night, artificial light in each one emanates and comes out to the outside. And to make the project affordable, we focused our energy. Instead of building a building as big as the football pitch, we focused it on this one element. And the government agreed to do that and not do anything else, and focus our energy on that. And so the rest of the site was a public space. And with a million people there a day, it just felt like offering some public space.
Thomas Heaterwick: Tamam, fikri anladınız. Böylece fikir onların bize vermeyi kabul ettiği, bu 66,000 tohumu almak, ve her tohumu alarak bu kıymetli optik saçın içine hapsetmek ve bu kutunun içinden büyütmek, çok basit bir kutu unsuru, ve rüzgarda hareket edebilen bir yapı inşa etmekti. Böylece yapının bütünü rüzgar estiğinde hareket edebiliyor. Ve içeride, gün ışığı -- her birisi bir optik ve ışığı merkeze getiriyor. Ve geceleyin her birinin içinden suni ışık sızıyor ve dışarıya çıkıyor. Ve projeyi ekonomik kılabilmek için enerjimizi odakladık. Bir futbol sahası büyüklüğünde bir yapı inşa etmek yerine biz bu unsur üzerinde yoğunlaştık. Ve hükümet bunu yapmayı ve başka bir şey yapmamamızı ve enerjimizi bunun üzerine yoğunlaştırmamızı kararlaştırdı. Ve böylelikle yapının dışında kalan yer halka açık alandı. Ve orada bir günde bulunan yaklaşık bir milyon kişi ile birlikte bir miktar açık alanı halka sunduğumuz hissi uyandırıyordu.
We worked with an AstroTurf manufacturer to develop a mini-me version of the seed cathedral, so that, even if you're partially-sighted, that it was kind of crunchy and soft, that piece of landscape that you see there. And then, you know when a pet has an operation and they shave a bit of the skin and get rid of the fur -- in order to get you to go into the seed cathedral, in effect, we've shaved it.
Tohum katedralinin mini versiyonunu geliştirmek için Astro turf üreticisi bir firma ile çalıştık, böylece görme bozukluğunuz varsa dahi şurada gördüğünüz manzara biraz çıtır çıtır ve yumuşaktı. Ve bilirsiniz, ne zamanki evcil bir hayvan bir operasyon geçirse --kürkünden kurtulmak için derisinin bir kısmını traş ederler-- tohum katedralinin içine girilmesini sağlamak için aslında onu traş ettik
And inside there's nothing; there's no famous actor's voice; there's no projections; there's no televisions; there's no color changing. There's just silence and a cool temperature. And if a cloud goes past, you can see a cloud on the tips where it's letting the light through. This is the only project that we've done where the finished thing looked more like a rendering than our renderings.
Ve içeride hiç bir şey bulunmuyor; ünlü bir aktörün sesi yok; Gösterimler yok; televizyon yok; renklerin değişimi yok; orada sadece sesizlik ve serin bir ortam var. Ve eğer bir bulut geçerse, bulutu, ışığın geçişine izin verdiği uç kısımlarda görebilirsiniz. Bu, bitmiş şeyin ilk defa bizim sunumlarımızdan daha fazla sunuma benzediği yaptığımız tek proje oldu.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
A key thing was how people would interact. I mean, in a way it was the most serious thing you could possible do at the expo. And I just wanted to show you. The British government -- any government is potentially the worst client in the world you could ever possibly want to have. And there was a lot of terror. But there was an underlying support. And so there was a moment when suddenly -- actually, the next thing. This is the head of U.K. Trade and Investment, who was our client, with the Chinese children, using the landscape.
Kilit nokta insanların nasıl tepki vereceğiydi. Yani, bir bakıma bir fuarda yapabileceğiniz en ciddi şeydi. Ve size sadece göstermek istedim. İngiliz hükümeti -- dünyadaki herhangi bir hükümet potansiyel olarak sahip olmak isteyebileceğiniz en kötü müşteridir. Ve çok fazla korku vardı. Ancak temelde bir destek vardı. Ve bir an vardı aniden--aslında bir sonraki şey. Bu, bizim müşterimiz olan, Birleşik Krallık Ticret ve Yatırım'ın başkanı, Çinli çocuklarla birlikte, araziyi kullanırken.
(Video) Children: One, two, three, go.
(Video)Çocuklar: Bir,iki, üç, fırla.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
TH: I'm sorry about my stupid voice there.
TH: Benim oradaki aptal sesimden dolayı özür dilerim.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
So finally, texture is something. In the projects we've been working on, these slick buildings, where they might be a fancy shape, but the materiality feels the same, is something that we've been trying to research really, and explore alternatives. And the project that we're building in Malaysia is apartment buildings for a property developer. And it's in a piece of land that's this site. And the mayor of Kuala Lumpur said that, if this developer would give something that gave something back to the city, they would give them more gross floor area, buildable. So there was an incentive for the developer to really try to think about what would be better for the city.
Böylece son olarak, doku önemli bir şeydir. Üzerinde çalıştığımız projelerde bu düz binalar, zevkli şekiller olabilirken, ancak maddiliği aynı hissi veriyor, gerçekten uzun zamandır araştırmaya çalıştığımız ve alternatifler keşfettiğimiz bir şey. Ve Malezya'da inşa ettiğimiz proje bir müteahhid için apartman binaları. Ve bir parça arazinin içinde işte o inşaat alanı. Ve Kuala Lumpur valisi eğer bu müteahhid şehre bir şey geri veren bir şeyi takdim ederse onlara inşa edilebilir daha büyük bir brüt inşaat alan sağlayacağını söylemiştir. Böylelikle müteahhide şehir için neyin daha iyi olacağını düşünmeye çalışması için bir teşvik vardı.
And the conventional thing with apartment buildings in this part of the world is you have your tower, and you squeeze a few trees around the edge, and you see cars parked. It's actually only the first couple of floors that you really experience, and the rest of it is just for postcards. The lowest value is actually the bottom part of a tower like this. So if we could chop that away and give the building a small bottom, we could take that bit and put it at the top where the greater commercial value is for a property developer. And by linking these together, we could have 90 percent of the site as a rainforest, instead of only 10 percent of scrubby trees and bits of road around buildings.
Ve dünyanın bu kısmında apartmanlar ile ilgili geleneksel şey bir kuleniz vardır, kenarlara birkaç ağaç sıkıştırabilirsiniz, ve park edilmiş arabaları görüyorusunuz. Aslında deneyimlediğiniz sadece ilk bir kaç kattır, gerisi ise yalnızca kartpostallar içindir. En düşük değer aslında böyle bir kulenin en alt ksımıdır. Böylece eğer şunu kesip atabilirsek ve binaya biraz kaide verebilirsek bu parçayı alabilir ve müteahhid için daha büyük ticari değeri olan üst kısma koyabiliriz. Ve bunları birbirine bağlayarak, sitenin %90'ını, %10 bodur ağaçlar ve binaların çevresindeki minik yollar yerine yağmur ormanı olarak değerlendirebilirz.
(Applause)
(Alkışlar)
So we're building these buildings. They're actually identical, so it's quite cost-effective. They're just chopped at different heights. But the key part is trying to give back an extraordinary piece of landscape, rather than engulf it. And that's my final slide.
Böylece bu binaları inşa ediyoruz. Bunlar aslında birbirinin aynısı, böylelikle çok ekonomik. Sadece değişik yüksekliklerde kesilmişler. Ancak kilit kısım yutarak yok etmek yerine sıradışı bir arazi parçasını geri vermek. Ve bu benim son slaytım.
Thank you.
Teşekkürler.
(Applause)
(Alkışlar)
Thank you.
Teşekkürler.
(Applause)
(Alkışlar)
June Cohen: So thank you. Thank you, Thomas. You're a delight. Since we have an extra minute here, I thought perhaps you could tell us a little bit about these seeds, which maybe came from the shaved bit of the building.
June Cohen: Teşekkürler, Teşekkürler Thomas. Harikasın. Burada fazladan bir dakikamız olduğuna göre Düşündüm ki, belki de yapının traşlanmış kısmından gelen bu küçük tohumlardan bahsedersin bize.
TH: These are a few of the tests we did when we were building the structure. So there were 66,000 of these. This optic was 22 feet long. And so the daylight was just coming -- it was caught on the outside of the box and was coming down to illuminate each seed. Waterproofing the building was a bit crazy. Because it's quite hard to waterproof buildings anyway, but if you say you're going to drill 66,000 holes in it -- we had quite a time. There was one person in the contractors who was the right size -- and it wasn't a child -- who could fit between them for the final waterproofing of the building.
TH: Bunlar yapıyı inşa ederken yaptığımız testlerin birkaçı. Bunlardan 66,000 adet vardı. Bu optik 6,7 mt uzunluğundaydı. Ve gün ışığı geliyordu -- kutunun dışında yakalanıyordu ve tohumları aydınlatmak üzere aşağıya doğru iniyordu. Binanın su yalıtımı biraz çılgınlıktı. Çünkü zaten binaların su yalıtımı oldukça zordur, ancak eğer binaya 66,000 adet delik açacağınızı söylerseniz -- bizi oldukça fazla uğraştırdı. Müteahhidlerin arasında son su yalıtımı için bunların arasına sığabilen --ve bir çocuk değildi -- birisi vardı.
JC: Thank you, Thomas.
JC: Teşekkürler, Thomas
(Applause)
(Alkışlar)