This talk contains mature language Viewer discretion is advised Let's get this out of the way. I'm here because I wrote a book about civility, and because that book came out right around the 2016 American presidential election, I started getting lots of invitations to come and talk about civility and why we need more of it in American politics. So great. The only problem was that I had written that book about civility because I was convinced that civility is ... bullshit.
[Bu konuşma yetişkin içeriklidir Devam edip etmemek seyircinin kararıdır] Şunu aradan çıkartalım. Buradayım çünkü nezaket hakkında bir kitap yazdım. Bu kitap, 2016 Amerika başkanlık seçimleri sırasında çıktığı için, çok sayıda davet almaya başladım. Gelip nezaketten ve Amerika siyasetinde buna neden daha çok ihtiyaç duyduğumuzdan bahsetmemi istediler. Çok güzel. Tek sorun şuydu ki nezaket hakkındaki bu kitabı yazmıştım çünkü onun hakkında kararımı vermiştim: saçmalık.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Now, that may sound like a highly uncivil thing to say, and lucky for you, and for my publisher, I did eventually come to change my mind. In the course of writing that book and studying the long history of civility and religious tolerance in the 17th century, I came to discover that there is a virtue of civility, and far from being bullshit, it's actually absolutely essential, especially for tolerant societies, so societies like this one, that promise not only to protect diversity but also the heated and sometimes even hateful disagreements that that diversity inspires.
Kulağa oldukça kaba gelebilir ama sizin ve yayıncımın şansına, sonunda fikrimi değiştirdim. Bu kitabı yazma sürecimde, nezaketin uzun tarihini ve 17. yüzyıldaki dini hoşgörüyü çalışırken şunu keşfettim: Nezakette bir erdem vardı ve saçmalıktan çok çok uzakta ve özellikle de hoşgörülü toplumlar için kesinlikle gerekli. Yani bunun gibi toplumlar için sadece çeşitliliği değil neden olduğu hararetli hatta nefret dolu anlaşmazlıkları da korumaya yardım ediyor.
You see, the thing about disagreement is that there is a reason that "disagreeable" is a synonym for "unpleasant." As the English philosopher Thomas Hobbes pointed out all the way back in 1642, that's because the mere act of disagreement is offensive.
Gördüğünüz gibi, anlaşmazlıkla ilgili şey "nahoş" ve "hoş olmayanın" eş anlamlı olmasıdır. İngiliz filozof Thomas Hobbes'in 1642'de belirttiği gibi bunun nedeni sade anlaşmazlık eyleminin saldırgan bir eylem olmasıdır.
And Hobbes is still right. It works like this: so, if you and I disagree, and I'm right, because I always am, how am I to make sense of the fact that you are so very, very wrong? It couldn't possibly be that you've just come to a different conclusion in good faith? No, you must be up to something, you must be stupid, bigoted, interested. Maybe you're insane. And the same goes the other way. Right? So the mere fact of your disagreeing with me is implicitly an insult not only to my views, but to my intelligence, too. And things only get worse when the disagreements at stake are the ones that we somehow consider to be fundamental, whether to our worldviews or to our identities. You know the kinds of disagreement I mean. One doesn't discuss religion or politics or increasingly, the politics of popular culture, at the dinner table, because these are the disagreements, these are the things that people really, seriously disagree about, and they define themselves against their opponents in the controversy.
Hobbes hâlâ haklı. Bu şöyle çalışıyor: Eğer sizinle anlaşamadıysam, ki ben haklıyım çünkü hep haklıyımdır, hatalı olduğunuz gerçeğini zihnimde nasıl yorumlayacağım? Yalnızca iyi niyetle farklı bir sonuca varmış olmanız mümkün değil mi? Hayır, bir şeyin peşinde olmalısınız. Aptal, bağnaz, çıkarcı olmalısınız. Belki delirdiniz. Bu iki taraflı çalışıyor, değil mi? Benimle aynı fikirde olmamanız gerçeği, sadece benim görüşlerime değil, zekama da dolaylı olarak bir hakaret. Söz konusu anlaşmazlıklar ister dünya görüşümüz, ister kimliğimiz olsun temel saydığımız konuları içerdiğinde işler daha da kötüleşir. Hangi anlaşmazlıklardan bahsettiğimi biliyorsunuz. Yemek masasında din, siyaset ya da popüler kültür siyaseti tartışılmaz. Çünkü bu anlaşmazlıklar, insanların ciddi manada çatıştığı konular ve kendilerini karşı görüşün rakibi olarak tanımlarlar.
But of course those fundamental disagreements are precisely the ones that tolerant societies like the United States propose to tolerate, which perhaps explains why, historically, at least, tolerant societies haven't been the happy-clappy communities of difference that you sometimes hear about. No, they tend to be places where people have to hold their noses and rub along together despite their mutual contempt. That's what I learned from studying religious tolerance in early modern England and America. And I also learned that the virtue that makes that un-murderous coexistence, if you will, possible, is the virtue of civility, because civility makes our disagreements tolerable so that we can share a life together even if we don't share a faith -- religious, political or otherwise.
Elbette bu temel anlaşmazlıklar, ABD'deki gibi hoşgörülü toplumların hoş görmeyi önerdikleri şeylerdir. Bu, tarihsel olarak hiç olmazsa, hoşgörülü toplumların farklılık konusunda duyduğumuz gibi güllük gülistanlık olmadığını gösterir. Aksine, bu toplumlar insanların karşılıklı hor görmelerine rağmen birbirlerine göz yumdukları, geçindikleri toplumlardır. Erken dönem modern İngiltere ve Amerika'da dini hoşgörüyü çalışırken bunu öğrendim. Ayrıca şunu da öğrendim ki birbirimizi öldürmeden birlikte yaşamımızı mümkün kılan erdem, nezaketin getirdiği erdem. Nezaket anlaşmazlıklarımızı hoş görülebilir kılmakta. Öyleyse aynı dini, politik ya da başka konularda aynı görüşü paylaşmasak bile birlikte yaşayabiliriz.
Still, I couldn't help but notice that when most people talk about civility today -- and boy, do they talk about civility a lot -- they seem to have something else in mind. So if civility is the virtue that makes it possible to tolerate disagreement so that we can actually engage with our opponents, talking about civility seems to be mainly a strategy of disengagement. It's a little bit like threatening to take your ball and go home when the game isn't going your way. Because the funny thing about incivility is that it's always the sin of our opponents. It's funny. When it comes to our own bad behavior, well, we seem to develop sudden-onset amnesia, or we can always justify it as an appropriate response to the latest outrage from our opponents. So, "How can I be civil to someone who is set out to destroy everything I stand for? And by the way, they started it." It's all terrifically convenient.
Yine de fark etmeden edemediğim şey çoğu insan nezaket hakkında konuşurken - ki inanın, bunun hakkında çok konuşuyorlar - akıllarında başka bir şey varmış gibi görünüyorlar. Eğer nezaket karşımızdakilerle gerçekten iletişim kurabilmemiz için anlaşmazlıkları hoş görmeyi mümkün kılıyorsa nezaket hakkında konuşmak genelde geri çekilme taktiği olarak görülmekte. İşler yolunda gitmediğinde topunuzu alıp eve gitmekle tehdit etmeye benziyor. Çünkü nezaketsizlikle ilgili komik olan şey şu ki hep karşınızdakilerin suçudur. Bu gülünç. Kendi kötü davranışlarımıza gelince aniden hafıza kaybı yaşıyor gibiyiz. Veya buna rakiplerimizin son hakaretine karşı uygun bir yanıt diyerek kendimizi her zaman haklı çıkarabiliriz. Şöyle ki, "İnandığım her şeyi yok etmek isteyen birine karşı nasıl nazik kalabilirim? Bu arada bunu onlar başlattı." Hepsi oldukça uygun.
Also convenient is the fact that most of today's big civility talkers tend to be quite vague and fuzzy when it comes to what they think civility actually entails. We're told that civility is simply a synonym for respect, for good manners, for politeness, but at the same time, it's clear that to accuse someone of incivility is much, much worse than calling them impolite, because to be uncivil is to be potentially intolerable in a way that merely being rude isn't. So to call someone uncivil, to accuse them of incivility, is a way of communicating that they are somehow beyond the pale, that they're not worth engaging with at all.
Hatta o kadar uygun ki günümüzün büyük nezaket konuşmacılarının çoğu ne zaman nezaketin gerekliliklerinden bahsetseler anlaşılmaz ve belirsiz olma eğilimindeler. Bize hep nezaketin saygı, terbiye ve kibarlıkla eş anlamlı olduğu söylendi ama aynı zamanda şu da bir gerçek ki birisini nezaketsizlikle suçlamak kabalıkla suçlamaktan kat kat daha kötü. Nezaketsiz olmak potansiyel olarak dayanılmaz olmak demek. Oysa kaba olmak öyle değil. Demek ki birine nezaketsiz demek, onu nezaketsizlikle suçlamak onun kabul edilebilir anlaşma sınırlarının dışında olduğunu, tartışmanın vaktinize değmeyeceğini söylemektir.
So here's the thing: civility isn't bullshit, it's precious because it's the virtue that makes fundamental disagreement not only possible but even sometimes occasionally productive. It's precious, but it's also really, really difficult.
Mesele şu: Nezaket saçmalık değil. Nezaket değerli bir erdemdir çünkü esas anlaşmazlığı sadece mümkün kılmakla kalmayıp zaman zaman üretkenliğe yol açar. Nezaket değerli ama bir o kadar da zor.
Civility talk, on the other hand, well, that's really easy, really easy, and it also is almost always complete bullshit, which makes things slightly awkward for me as I continue to talk to you about civility.
Diğer taraftan, ince konuşmak, gerçekten, gerçekten çok kolay. Neredeyse çoğu zaman tamamı zırvadır ki sizlere nezaketten bahsederken benim için işleri garip bir hale sokuyor.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Anyway, we tend to forget it, but politicians and intellectuals have been warning us for decades now that the United States is facing a crisis of civility, and they've tended to blame that crisis on technological developments, on things like cable TV, talk radio, social media. But any historian will tell you that there never was a golden age of disagreement, let alone good feelings, not in American politics. In my book, though, I argue that the first modern crisis of civility actually began about 500 years ago, when a certain professor of theology named Martin Luther took advantage of a recent advancement in communications technology, the printing press, to call the Pope the Antichrist, and thus inadvertently launch the Protestant Reformation.
Nasıl olsa, bunu unutmaya meyilliyiz. Ancak politikacılar ve entelektüeller bizleri yıllardır uyarıyorlar. Amerika bir nezaket kriziyle karşı karşıya. Bu krizi teknolojik gelişmelere, televizyona, radyo sohbetlerine ve sosyal medyaya bağlıyorlar. Herhangi bir tarihçiye sorarsanız size Amerikan siyasetinde, iyi hisler bir yana, hiçbir zaman altın bir anlaşmazlık çağı olmadığını söyleyecektir. Kitabımda şunu savunuyorum: Aslında ilk modern nezaket krizi 500 yıl önce çıktı. Martin Luther isimli malum bir teoloji profesörü o günlerde çıkmış bir iletişim teknolojisinden yararlandı. Matbaayı kullanarak Papa'ya İsa karşıtı dedi ve böylelikle Protestan Reformu'nu başlattı.
So think of the press, if you will, as the Twitter of the 16th century, and Martin Luther as the original troll. And I'm not exaggerating here. He once declared himself unable to pray without at the same time cursing his "anti-Christian," i.e. Catholic, opponents. And of course, those Catholic opponents clutched their pearls and called for civility then, too, but all the while, they gave as good as they got with traditional slurs like "heretic," and, worst of all, "Protestant," which began in the 16th century as an insult. The thing about civility talk, then as now, was that you could call out your opponent for going low, and then take advantage of the moral high ground to go as low or lower, because calling for civility sets up the speaker as a model of decorum while implicitly, subtly stigmatizing anyone with the temerity to disagree as uncivil. And so civility talk in the 17th century becomes a really effective way for members of the religious establishment to silence, suppress, exclude dissenters outside of the established church, especially when they spoke out against the status quo. So Anglican ministers could lecture atheists on the offensiveness of their discourse. Everyone could complain about the Quakers for refusing to doff and don their hats or their "uncouth" practice of shaking hands. But those accusations of incivility pretty soon became pretexts for persecution.
Eğer matbaayı 16. yüzyılın Twitter'ı olarak düşünürseniz Martin Luther ilk troldür. Abartmıyorum. Bir keresinde "Hıristiyanlık karşıtlarına" yani Katoliklere bela okumadan dua bile edemediğinden bahsetti. O Katolik rakipler pireyi deve yaptılar ve nezaket çağrısında bulundular. Bu sırada ellerinden geleni artlarına koymadılar. Geleneksel hakaretler kullandılar. "Kafir" daha da kötüsü "Protestan" dediler ki bu sıfatlar hakaret olarak kullanılmaya 16. yüzyılda başlandı. Medeni konuşmayla ilgili o dönemde ve şu anda olan şudur ki rakibinizi bel altı vurmakla itham edip ahlaki olarak üstün konuma geçer ve bu avantajı daha da alçalmak için kullanırsınız. Çünkü karşıdakini nezakete çağırmak konuşmacıyı edep modeli olarak gösterirken ona katılmama cüretini gösterenleri nezaketsizlikle damgalar. Bu nezaket konuşmaları 17. yüzyılda din kurumu üyeleri için gerçekten çok etkili bir yol oldu. Bunu özellikle statükolarına karşı çıkanları susturmak, bastırmak ve muhalifleri dışlamak için kullandılar. Böylece Anglikan kilisesi söylemlerinin saldırganlığı konusunda ateistleri uyarabilirdi. Herkes "Dostların Dini Derneği" hakkında şapkalarını indir kaldır yaparak selam vermedikleri için veya görgüsüz tokalaşma yöntemlerinden şikayetçi olabilirdi. Ama bu nezaketsizlik suçlamaları çok geçmeden zulüm bahanesi haline geldi.
So far, so familiar, right? We see that strategy again and again. It's used to silence civil rights protesters in the 20th century. And I think it explains why partisans on both sides of the aisle keep reaching for this, frankly, antiquated, early modern language of civility precisely when they want to communicate that certain people and certain views are beyond the pale, but they want to save themselves the trouble of actually making an argument.
Buraya kadar çok tanıdık, değil mi? Bu taktiği tekrar tekrar görüyoruz. 20. yüzyılda insan hakları protestocularını susturmak için kullanıldı ve bu, iki taraftaki partizanların belirli insanlarla ve kabul edilemez belirli görüşlerle konuşmak için bu açıkçası eskimiş erken modern nezaket diline neden ulaşmaya çalışmalarını açıklıyor. Ancak kendilerini gerçek bir tartışma zahmetinden kurtarmak istiyorlar.
So no wonder skeptics like me tend to roll our eyes when the calls for conversational virtue begin, because instead of healing our social and political divisions, it seems like so much civility talk is actually making the problem worse. It's saving us the trouble of actually speaking to each other, allowing us to speak past each other or at each other while signaling our superior virtue and letting the audience know which side we're on.
Bu yüzden, benim gibi şüphecilerin konuşma erdemine yönelik çağrılar başladığında gözlerimizi devirme eğiliminde olmalarına şaşmamalı. Çünkü sosyal ve politik bölünmelerimizi iyileştirmek yerine, bu kadar nezaket konuşması, sorunu daha da kötüleştiriyor gibi görünüyor. Bizi birbirimizle gerçekten konuşma zahmetinden kurtarıyor. Birbirimizi geçiştirir veya birbirimize girerken üstün erdemimizin sinyallerini vermemize, bu sırada izleyicinin hangi tarafta olduğumuzu bilmesine yarıyor.
And given this, I think one might be forgiven, as I did, for assuming that because so much civility talk is bullshit, well then, the virtue of civility must be bullshit, too. But here, again, I think a little historical perspective goes a long way. Because remember, the same early modern crisis of civility that launched the Reformation also gave birth to tolerant societies, places like Rhode Island, Pennsylvania, and indeed, eventually the United States, places that at least aspired to protect disagreement as well as diversity, and what made that possible was the virtue of civility. What made disagreement tolerable, what it made it possible for us to share a life, even when we didn't share a faith, was a virtue, but one, I think, that is perhaps less aspirational and a lot more confrontational than the one that people who talk about civility a lot today tend to have in mind.
Bu göz önüne alındığında benim yaptığım gibi, bu kadar nezaket konuşmasının saçmalık olduğunu, bu nedenle nezaket erdeminin de saçmalık olması gerektiğini varsayan biri sanırım affedilebilir. Küçük bir tarihsel perspektifin çok yol kat ettiğini düşünüyorum. Çünkü unutmayın ki Reformu başlatan aynı erken modern uygarlık krizi aynı zamanda hoşgörülü toplumları, Rhode Island, Pennsylvania gibi yerleri ve nihayetinde Birleşik Devletler'i, çeşitliliği olduğu kadar anlaşmazlıkları da korumayı amaçlayan yerleri doğurdu. Bunu mümkün kılan, nezaket erdemiydi. Anlaşmazlığı tolere edilebilir kılan, bir görüşü paylaşmasak bile bir hayatı paylaşmamızı mümkün kılan şey bir erdemdir. Ama bence biri, bugün burada nezaket hakkında konuşan insanların aklında olandan daha az istek uyandırıcı ve çok daha çatışmacıdır.
So I like to call that virtue "mere civility." You may know it as the virtue that allows us to get through our relations with an ex-spouse, or a bad neighbor, not to mention a member of the other party. Because to be merely civil is to meet a low bar grudgingly, and that, again, makes sense, because civility is a virtue that's meant to help us disagree, and as Hobbes told us all those centuries ago, disagreeable means unpleasant for a reason.
Bu erdeme "saf nezaket" demeyi seviyorum. Bunu, eski bir eş ve kötü bir komşunun yanı sıra başka bir partinin bir üyesiyle geçinmemizi sağlayan erdem olarak biliyor olabilirsiniz. Çünkü sadece medeni olmak, alçak bir çıtayı isteksizce karşılamaktır ve bu yine de mantıklıdır. Çünkü nezaket, aynı fikirde olmamamıza yardım eden bir erdem ve Hobbes'un yüzyıllar önce bize söylediği gibi nahoşun hoş olmayan anlamına gelmesinin bir nedeni var.
But if it isn't bullshit, what exactly is civility or mere civility? What does it require? Well, to start, it is not and cannot be the same thing as being respectful or polite, because we need civility precisely when we're dealing with those people that we find it the most difficult, or maybe even impossible, to respect. Similarly, being civil can't be the same as being nice, because being nice means not telling people what you really think about them or their wrong, wrong views. No, being civil means speaking your mind, but to your opponent's face, not behind her back. Being merely civil means not pulling our punches, but at the same time, it means maybe not landing all those punches all at once, because the point of mere civility is to allow us to disagree, to disagree fundamentally, but to do so without denying or destroying the possibility of a common life tomorrow with the people that we think are standing in our way today. And in that sense, I think civility is actually closely related to another virtue, the virtue of courage. So mere civility is having the courage to make yourself disagreeable, and to stay that way, but to do so while staying in the room and staying present to your opponents. And it also means that, sometimes, calling bullshit on people's civility talk is really the only civil thing to do. At least that's what I think.
Bu saçmalık değilse, nezaket veya saf kibarlık tam olarak nedir? Ne gerektirir? Öncelikle, saygılı veya kibar olmakla aynı şey değildir ve olamaz çünkü, saygı duymayı en zor, hatta belki de imkansız bulduğumuz insanlarla uğraşırken tam da nezakete ihtiyacımız var. Benzer şekilde, medeni olmak, iyi biri olmakla aynı şey olamaz, çünkü iyi olmak, insanlara onlar veya onların çok yanlış görüşleri hakkında gerçekten ne düşündüğünüzü söylememek anlamına gelir. Hayır, medeni olmak aklınızdan geçeni rakibinizin arkasından değil yüzüne söylemeniz anlamına gelir. Safi medeni olmak, lafımızı esirgemektir ama aynı zamanda, tüm bu lafları bir kerede söylememek anlamına da gelir. Çünkü saf nezaketin amacı, aynı fikirde olmamamıza, temelde anlaşmazlığa izin vermek, ama bunu, bugün bize engel teşkil ettiğini düşündüğümüz insanlarla yarın ortak bir yaşam olasılığını yok etmeden veya inkar etmeden yapmaktır. Bu anlamda, nezaketin aslında başka bir erdemle, cesaret erdemiyle yakından ilişkili olduğunu düşünüyorum. Yani saf nezaket, kendinizi aksi yapma ve bu şekilde kalma cesaretine sahip olmaktır. Ancak bunu odada kalarak ve rakiplerinizin karşısında kalarak yapmalısınız. Aynı zamanda, bazen, insanların nezaket hakkındaki konuşmalarına saçmalık diyebilmenin gerçekten yapılacak tek medeni şey olduğu anlamına gelir. En azından ben öyle düşünüyorum.
But look, if I've learned anything from studying the long history of religious tolerance in the 17th century, it's this: if you're talking about civility as a way to avoid an argument, to isolate yourself in the more agreeable company of the like-minded who already agree with you, if you find yourself never actually speaking to anyone who really, truly, fundamentally disagrees with you, well, you're doing civility wrong.
Ama bakın, 17. yüzyılda dini hoşgörünün uzun tarihini incelemekten bir şey öğrendiysem o da şudur: Eğer tartışmadan kaçınmanın bir yolu olarak nezaketten bahsediyorsanız, daha kabul edilebilir bir şirkette, sizinle çoktan aynı fikirde olan insanlarla kendinizi soyutluyorsanız, sizinle gerçekten de karşıt görüşte olan insanlarla asla konuşmuyorsanız nezaket işini yanlış yapıyorsunuz demektir.
Thank you.
Teşekkür ederim.
(Applause)
(Alkışlar)