I'm going to talk to you about optimism -- or more precisely, the optimism bias. It's a cognitive illusion that we've been studying in my lab for the past few years, and 80 percent of us have it.
Size iyimserlikten bahsedeceğim, ya da tam olarak iyimserlik eğiliminden. Bu, son birkaç senedir laboratuvarımda üzerine çalıştığımız kavramsal bir yanılsama ve yüzde 80'imizde var.
It's our tendency to overestimate our likelihood of experiencing good events in our lives and underestimate our likelihood of experiencing bad events. So we underestimate our likelihood of suffering from cancer, being in a car accident. We overestimate our longevity, our career prospects. In short, we're more optimistic than realistic, but we are oblivious to the fact.
Hayatımızda iyi durumlarla karşılaşma olasılığımızı olduğundan yüksek öngörüp kötü durumlarla karşılaşma olasılığımızı olduğundan düşük öngörmeye daha yatkınız. Yani, kansere yakalanma, ya da bir araba kazası geçirme olasılıklarımızı düşük tahmin ederiz. Uzun yaşam ve kariyerde başarı olasılıklarımızı yüksek tutarız. Kısacası, gerçekçi olmaktan ziyade iyimseriz, ama bu durumu pek de umursamıyoruz.
Take marriage for example. In the Western world, divorce rates are about 40 percent. That means that out of five married couples, two will end up splitting their assets. But when you ask newlyweds about their own likelihood of divorce, they estimate it at zero percent. And even divorce lawyers, who should really know better, hugely underestimate their own likelihood of divorce. So it turns out that optimists are not less likely to divorce, but they are more likely to remarry. In the words of Samuel Johnson, "Remarriage is the triumph of hope over experience."
Örneğin evliliği ele alalım. Batılı ülkelerde boşanma oranı yaklaşık yüzde 40. Bu demek ki, her beş evlilikten ikisi mal varlıklarını bölüşmeyle son bulacaktır. Fakat yeni evlilere boşanma olasılıklarını sorduğunuzda, bunu yüzde sıfır olarak öngörürler. Boşanma avukatları bile, ki bunu asıl bilmesi gerekenler onlar, kendi boşanma olasılıklarını fazlasıyla düşük öngörürler. Durum şu ki, iyimserlerin boşanma olasılıkları normalden daha düşük değil, fakat tekrar evlenme olasılıkları daha yüksek. Samuel Johnson'ın dediği gibi, "İkinci evlilik, umudun deneyime karşı kazandığı zaferdir."
(Laughter)
(Kahkahalar)
So if we're married, we're more likely to have kids. And we all think our kids will be especially talented. This, by the way, is my two-year-old nephew, Guy. And I just want to make it absolutely clear that he's a really bad example of the optimism bias, because he is in fact uniquely talented.
Bununla birlikte, evliysek, çocuk yapma olasılığımız daha yüksek. Hepimiz de çocuklarımızın mutlaka yetenekli olacaklarını düşünürüz. Bu arada, bu, benim iki yaşındaki yeğenim, Guy. Şunu açıkça belirtmek isterim o, iyimserlik eğiliminin oldukça kötü bir örneği, çünkü hakikaten çok yetenekli.
(Laughter)
(Kahkahalar)
And I'm not alone. Out of four British people, three said that they were optimistic about the future of their own families. That's 75 percent. But only 30 percent said that they thought families in general are doing better than a few generations ago.
Ben yalnız değilim. Her dört İngiliz'den üçü kendi ailelerinin geleceği konusunda iyimser olduklarını söylediler. Bu yüzde 75 demek. Fakat sadece yüzde 30'u genel olarak ailelerin birkaç jenerasyon öncesinden daha iyi durumda olduğunu düşündüklerini söylediler.
And this is a really important point, because we're optimistic about ourselves, we're optimistic about our kids, we're optimistic about our families, but we're not so optimistic about the guy sitting next to us, and we're somewhat pessimistic about the fate of our fellow citizens and the fate of our country. But private optimism about our own personal future remains persistent. And it doesn't mean that we think things will magically turn out okay, but rather that we have the unique ability to make it so.
Bu gerçekten çok önemli bir nokta, çünkü kendimiz, çocuklarımız ve ailelerimiz ile ilgili gayet iyimserken, yanımızda oturan adam ile ilgili o kadar da iyimser değilizdir, hatta konu milletimizin ve ülkemizin kaderiyse biraz kötümseriz. Fakat kendi geleceğimizle ilgili iyimserliğimiz yine de sabit. Tabii bu, her şeyin kendiliğinden yoluna gireceğini düşünüyoruz demek değil, sadece yoluna koymak için gerekli yeteneğe sahip olduğumuzu düşünüyoruz.
Now I'm a scientist, I do experiments. So to show you what I mean, I'm going to do an experiment here with you. So I'm going to give you a list of abilities and characteristics, and I want you to think for each of these abilities where you stand relative to the rest of the population.
Ben bir biliminsanıyım ve deneyler yaparım. Şimdi de ne demek istediğimi gösterebilmek için sizinle burada bir deney yapacağım. Size yetenek ve niteliklerden oluşan bir liste vereceğim ve bu her bir yetenek için toplumun geri kalanına göre nerede durduğunuzu düşünmenizi isteyeceğim.
The first one is getting along well with others. Who here believes they're at the bottom 25 percent? Okay, that's about 10 people out of 1,500. Who believes they're at the top 25 percent? That's most of us here. Okay, now do the same for your driving ability. How interesting are you? How attractive are you? How honest are you? And finally, how modest are you?
İlki, insanlarla iyi geçinebilmek. Kim burada en düşük yüzde 25'in içinde olduğunu düşünüyor? Tamam, bu 1500 kişi içinde yaklaşık 10 kişi. Kim en üst yüzde 25'likte olduğunu düşünüyor? Çoğumuz gibi. Tamam, şimdi bunu sürücülük yeteneğiniz için de yapın. Ne kadar ilgi çekicisiniz? Ne kadar alımlısınız? Ne kadar dürüstsünüz? Ve son olarak, ne kadar alçak gönüllüsünüz?
So most of us put ourselves above average on most of these abilities. Now this is statistically impossible. We can't all be better than everyone else. (Laughter) But if we believe we're better than the other guy, well that means that we're more likely to get that promotion, to remain married, because we're more social, more interesting.
Çoğumuz kendimizi bu yeteneklerde ortalamanın üstünde görüyoruz. İşte bu istatistiki olarak imkansız. Hepimiz birden bütün herkesten daha iyi olamayız. (Kahkahalar) Ancak diğer bir başkasından daha iyi olduğumuza inanabiliriz, yani o terfiyi daha muhtemel alacağız, evli kalacağız, çünkü biz daha sosyal, daha ilgi çekiciyiz.
And it's a global phenomenon. The optimism bias has been observed in many different countries -- in Western cultures, in non-Western cultures, in females and males, in kids, in the elderly. It's quite widespread.
Ve bu küresel bir olgu. İyimserlik eğilimi birçok farklı ülkede incelendi, batılı kültürlerde, batılı olmayan kültürlerde, kadınlarda ve erkeklerde, çocuklarda ve yaşlılarda. Bu oldukça yaygın bir konu.
But the question is, is it good for us? So some people say no. Some people say the secret to happiness is low expectations. I think the logic goes something like this: If we don't expect greatness, if we don't expect to find love and be healthy and successful, well we're not going to be disappointed when these things don't happen. And if we're not disappointed when good things don't happen, and we're pleasantly surprised when they do, we will be happy.
Fakat soru şu ki, bu bizim için iyi mi? Bazı insanlar değil diyorlar. Bazı insanlar mutluluğun sırrının düşük beklentide gizli olduğunu söylüyor. Bence bunun mantığı şu şekilde işliyor: Büyük şeylerin beklentisinde olmazsak, aşkı bulacağımızı, sağlıklı ve başarılı olacağımızı ummazsak, bunlar gerçekleşmediğinde hayal kırıklığına uğramayız. Ve iyi şeyler olmadığında hayal kırıklığına uğramazsak ve olduklarında güzel bir sürpriz olursa, mutlu oluruz.
So it's a very good theory, but it turns out to be wrong for three reasons. Number one: Whatever happens, whether you succeed or you fail, people with high expectations always feel better. Because how we feel when we get dumped or win employee of the month depends on how we interpret that event.
Bu oldukça iyi bir teori, fakat üç sebepten dolayı bu yanlış. Birincisi: Ne olursa olsun, başarılı da başarısız da olsanız, yüksek beklentili insanlar her zaman daha iyi hissederler. Çünkü terkedildiğimizde ya da ayın elemanı seçildiğimizde nasıl hissettiğimiz, bu olayları nasıl yorumladığımıza bağlıdır.
The psychologists Margaret Marshall and John Brown studied students with high and low expectations. And they found that when people with high expectations succeed, they attribute that success to their own traits. "I'm a genius, therefore I got an A, therefore I'll get an A again and again in the future." When they failed, it wasn't because they were dumb, but because the exam just happened to be unfair. Next time they will do better. People with low expectations do the opposite. So when they failed it was because they were dumb, and when they succeeded it was because the exam just happened to be really easy. Next time reality would catch up with them. So they felt worse.
Psikolog Margaret Marshall ve psikolog John Brown düşük ve yüksek beklentili öğrenciler üzerinde çalıştılar. Ve büyük beklentili insanların başarılı olduklarında bunu kendi özelliklerinden ileri gelen bir başarıya yorduklarını buldular. "Bir dahiyim ve bu yüzden A aldım, bu yüzden gelecekte yine A alacağım." Başarısız olduklarında ise, aptal oldukları için değil, sınav adaletsizce hazırlandığı içindir. Bir dahaki sefere daha iyisini yapacaklardır. Düşük beklentili insanlarda ise durum tam tersi. Başarısız olduklarında, bu aptal olduklarındandır, ve başarılı olduklarında ise sınav çok kolay hazırlanmıştır. Bir dahaki sefere gerçeklerle karşılaşacaklardır. Bu şekilde daha kötü hissederler.
Number two: Regardless of the outcome, the pure act of anticipation makes us happy. The behavioral economist George Lowenstein asked students in his university to imagine getting a passionate kiss from a celebrity, any celebrity. Then he said, "How much are you willing to pay to get a kiss from a celebrity if the kiss was delivered immediately, in three hours, in 24 hours, in three days, in one year, in 10 years? He found that the students were willing to pay the most not to get a kiss immediately, but to get a kiss in three days. They were willing to pay extra in order to wait. Now they weren't willing to wait a year or 10 years; no one wants an aging celebrity. But three days seemed to be the optimum amount.
İkincisi: Sonuç ne olursa olsun, katılım duygusunun kendisi, bizi mutlu etmeye yeter. Davranışsal ekonomist George Löwenstein üniversitesindeki öğrencilere herhangi bir ünlüden tutkulu bir öpücük aldıklarını hayal etmelerini istedi. Sonra da "Bu ünlüden öpücüğü hemen, üç saat sonra, 24 saat sonra, üç gün sonra, bir yıl sonra veya 10 yıl sonra almak için ne kadar para verirdiniz?" diye sordur. Öğrenciler öpücüğü şimdi değil, üç gün sonra almak için en çok parayı verdiler. Beklemek için fazladan para vermeye razılardı. Ama bir ya da 10 yıl beklemek istemiyorlardı, kimse yaslanan bir ünlü istemez. Ama üç gün olabilecek en iyi süreydi.
So why is that? Well if you get the kiss now, it's over and done with. But if you get the kiss in three days, well that's three days of jittery anticipation, the thrill of the wait. The students wanted that time to imagine where is it going to happen, how is it going to happen. Anticipation made them happy.
Bu neden böyle? Öpücüğü şimdi alırsanız, olur ve biter. Ama üç gün sonra alırsanız, üç gün boyunca beklemenin heyecanını yaşarsınız. Öğrenciler nerede olacağını, nasıl olacağını hayal etmek için bu süreyi istediler. Beklemek onları mutlu edecekti.
This is, by the way, why people prefer Friday to Sunday. It's a really curious fact, because Friday is a day of work and Sunday is a day of pleasure, so you'd assume that people will prefer Sunday, but they don't. It's not because they really, really like being in the office and they can't stand strolling in the park or having a lazy brunch. We know that, because when you ask people about their ultimate favorite day of the week, surprise, surprise, Saturday comes in at first, then Friday, then Sunday. People prefer Friday because Friday brings with it the anticipation of the weekend ahead, all the plans that you have. On Sunday, the only thing you can look forward to is the work week.
Bu arada insanların neden cuma gününü pazar gününden daha çok sevdiklerinin nedeni de bu. Bu gerçekten ilginç bir gerçek, çünkü cuma çalışma günü, pazarsa eğlence, bu yüzden insanların pazarı tercih edeceklerini düşünürsünüz, ama öyle değil. İşte olmayı çok sevdiklerinden, parkta gezinti yapmaktan veya tembelce brunch yapmaktan nefret ettiklerinden değil. Bunu şöyle biliyoruz, insanlara haftanın en sevdikleri gününü sorduğunuzda, beklenildiği gibi cumartesi ilk sırada geliyor, sonra cuma, sonra pazar. İnsanlar cumayı tercih ediyorlar, çünkü cuma, gelecek haftasonunun yapacağınız bütün planların heyecanını beraberinde getiriyor. Pazar günü ise, önünüzde sadece iş haftası var.
So optimists are people who expect more kisses in their future, more strolls in the park. And that anticipation enhances their wellbeing. In fact, without the optimism bias, we would all be slightly depressed. People with mild depression, they don't have a bias when they look into the future. They're actually more realistic than healthy individuals. But individuals with severe depression, they have a pessimistic bias. So they tend to expect the future to be worse than it ends up being.
İyimserler, geleceklerinden daha fazla öpücük, parkta daha çok gezinti bekleyenler. Bu beklenti de onların iyi durumlarını arttırıyor. Gerçekte, iyimserlik eğilimi olmadan, biraz depresyonda olurdurk. Hafif depresyonlu kişiler, geleceğe baktıklarında bir eğilim görmüyorlar. Sağlıklıdansa daha gerçekçi kişiler onlar. Ama ciddi depresyondaki kişilerin kötümserlik eğilimi var. Onlar, geleceği olacağından daha kötü görüyorlar.
So optimism changes subjective reality. The way we expect the world to be changes the way we see it. But it also changes objective reality. It acts as a self-fulfilling prophecy. And that is the third reason why lowering your expectations will not make you happy. Controlled experiments have shown that optimism is not only related to success, it leads to success. Optimism leads to success in academia and sports and politics. And maybe the most surprising benefit of optimism is health. If we expect the future to be bright, stress and anxiety are reduced.
Yani iyimserlik, öznel gerçekliği değiştiriyor. Dünyanın nasıl olacağına dair beklentilerimiz, onu nasıl gördüğümüzü değiştiriyor. Ama aynı zamanda nesnel gerçekliği de değiştiriyor. Kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet gibi oluyor. Bu da beklentilerinizi azaltmanın sizi daha mutlu yapmayacağının üçüncü nedeni. Kontrollü deneyler, iyimserliğin sadece başarıyla ilgili olmadığını, kişiyi başarıya götürdüğünü gösteriyor. İyimserlik kişiyi, akademide, sporda, politikada başarıya götürüyor. Belki de iyimserliğin en şaşırtıcı yararı da sağlık. Geleceğin parlak olacağını bekliyorsak, stresimiz ve endişemiz azalıyor.
So all in all, optimism has lots of benefits. But the question that was really confusing to me was, how do we maintain optimism in the face of reality? As an neuroscientist, this was especially confusing, because according to all the theories out there, when your expectations are not met, you should alter them. But this is not what we find. We asked people to come into our lab in order to try and figure out what was going on.
Yani sonuç olarak, iyimserliğin birçok yararı var. Ama benim kafamı karıştıran soru gerçekliğin karşısında iyimserliğimizi nasıl koruyabilir idi. Bir sınır sistemi bilimcisi olarak, bu özellikle kafa karıştırıcıydı, çünkü var olan teorilere göre, beklentileriniz karşılanmadığında, onları değiştirmelisiniz. Ama bulgularımız bunu göstermiyor. İnsanlardan, laboratuvarımıza gelmelerini ve neler olduğunu anlamaya çalışmalarını istedik.
We asked them to estimate their likelihood of experiencing different terrible events in their lives. So, for example, what is your likelihood of suffering from cancer? And then we told them the average likelihood of someone like them to suffer these misfortunes. So cancer, for example, is about 30 percent. And then we asked them again, "How likely are you to suffer from cancer?"
Başlarına gelebilecek farklı felaketlerin olasılıklarını kestirmelerini istedik. Örneğin, kanser olma olasılığınız nedir? Sonra da onlar gibi birisinin bu felaketlerle karşılaşma olasılığının kaç olabileceğini söyledik. Örneğin, kanser yaklaşık yüzde 30. Onlara sonra tekrar "Kanser olma olasılığınız nedir?" diye sorduk.
What we wanted to know was whether people will take the information that we gave them to change their beliefs. And indeed they did -- but mostly when the information we gave them was better than what they expected. So for example, if someone said, "My likelihood of suffering from cancer is about 50 percent," and we said, "Hey, good news. The average likelihood is only 30 percent," the next time around they would say, "Well maybe my likelihood is about 35 percent." So they learned quickly and efficiently. But if someone started off saying, "My average likelihood of suffering from cancer is about 10 percent," and we said, "Hey, bad news. The average likelihood is about 30 percent," the next time around they would say, "Yep. Still think it's about 11 percent."
Öğrenmeye çalıştığımız, onlara verdiğimiz bilginin onların inandıklarını değiştirip değiştiremeyeceğiydi. Gerçekten değiştirdi -- ama onlara verdiğimiz bilgi çoğunlukla beklediklerinden iyiydi. Örneğin, birisi "Kansere yakalanma olasılığım, yaklaşık yüzde 50." dediyse, "Haberler iyi. Ortalama yakalanma olasılığı yüzde 30." dedik, bir dahaki sefere, "Belki de yakalanma olasılığım yaklaşık yüzde 35." dediler. Yani çabuk ve verimli olarak öğrendiler. Ama birisi, "Benin kansere yakalanma olasılığım, yaklaşık yüzde 10." dediyse, biz de "Haberler kötü. Ortalama yakalanma olasılığı yüzde 30." dedik, bir dahaki sefere, "Evet. Bence hala yüzde 11." dediler.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
So it's not that they didn't learn at all -- they did -- but much, much less than when we gave them positive information about the future. And it's not that they didn't remember the numbers that we gave them; everyone remembers that the average likelihood of cancer is about 30 percent and the average likelihood of divorce is about 40 percent. But they didn't think that those numbers were related to them.
Öğrenmediklerinden değil -- öğrendiler -- ama, geleceklerine dair iyi haberler verdiğimiz durumdan daha az. Onlara verdiğimiz sayıları hatırlamadıklarından değil, kansere yakalanma olasılığının yaklaşık yüzde 30 öldüğünü ve boşanma olasılığının yaklaşık yüzde 40 öldüğünü herkes hatırlar. Ama bu sayıların onları ilgilendirmediğini düşündüler.
What this means is that warning signs such as these may only have limited impact. Yes, smoking kills, but mostly it kills the other guy.
Bunun anlamı, bunun gibi uyarıcı sayıların sınırlı etkisi olabileceği. Evet, sigara öldürür, ama çoğunlukla diğer adamı.
What I wanted to know was what was going on inside the human brain that prevented us from taking these warning signs personally. But at the same time, when we hear that the housing market is hopeful, we think, "Oh, my house is definitely going to double in price." To try and figure that out, I asked the participants in the experiment to lie in a brain imaging scanner. It looks like this. And using a method called functional MRI, we were able to identify regions in the brain that were responding to positive information.
Bilmek istediğim, bu uyarıcı sayıları üstümüze alınmamızı engelleyen beynimizde ne olduğuydu. Ama aynı zamanda, ev piyasasının umut verici olduğunu duyduğumuzda, "Evimin fiyatı kesinlikle ikiye katlanacak." diye düşünürüz. Bunu anlamak için, Katılımcılardan, bir beyin görüntüleme aracında yalan söylemelerini istedim. Böyle gözüküyor. İşlevsel MRİ adındaki bir yöntemi kullanarak olumlu bilgilere tepki veren beyin bölgelerini tespit ettik.
One of these regions is called the left inferior frontal gyrus. So if someone said, "My likelihood of suffering from cancer is 50 percent," and we said, "Hey, good news. Average likelihood is 30 percent," the left inferior frontal gyrus would respond fiercely. And it didn't matter if you're an extreme optimist, a mild optimist or slightly pessimistic, everyone's left inferior frontal gyrus was functioning perfectly well, whether you're Barack Obama or Woody Allen.
Bu bölgelerden birinin adı sol iç on kıvrım. Örneğin birisi "Benim kansere yakalanma olasılığım yüzde 50." dediğinde ve biz "Haberler iyi. Ortalama olasılık yüzde 30." dediğinde sol iç on kıvrım çılgınca tepki verir. Üç bir iyimser, hafif iyimser veya biraz kötümser olmanız bir şey değiştirmedi, herkesin sol iç on kıvrımı olması gerektiği gibi çalışıyordu, Barack Obama ya da Woody Allen olmanız bir şeyi değiştirmiyordu.
On the other side of the brain, the right inferior frontal gyrus was responding to bad news. And here's the thing: it wasn't doing a very good job. The more optimistic you were, the less likely this region was to respond to unexpected negative information. And if your brain is failing at integrating bad news about the future, you will constantly leave your rose-tinted spectacles on.
Beynin diğer yanında, sağ iç on kıvrım ise kötü haberlere tepki veriyordu. İlginç olanı: işini pek de iyi yapmıyordu. Ne kadar iyimserseniz, bu bölge beklenmeyen kötü haberlere karşı o kadar az tepki veriyordu. Ve eğer beyniniz gelecekle ilgili haberleri birleştirmede güçlük çekiyorsa, her zaman toz pembe gözlüklerinizi giyiyorsunuz demek.
So we wanted to know, could we change this? Could we alter people's optimism bias by interfering with the brain activity in these regions? And there's a way for us to do that.
Bunu değiştiebilir miyiz öğrenmek istedik. İnsanların bu bölgelerdeki beyin aktivitelerine karışarak iyimserlik eğilimlerini etkileyebilir miyiz? Bunu yapabileceğimiz bir yol var.
This is my collaborator Ryota Kanai. And what he's doing is he's passing a small magnetic pulse through the skull of the participant in our study into their inferior frontal gyrus. And by doing that, he's interfering with the activity of this brain region for about half an hour. After that everything goes back to normal, I assure you.
Bu birlikte çalıştığım Ryota Kanai. Yaptığı şey, çalışmamızın katılımcısının kafatasının içine iç öne kıvrımını etkileyecek küçük bir manyetik sinyal gönderiyor. Böylece, beynin bu bölgesinin aktivitesini yaklaşık yarım saat etkilemiş oluyor. Sizi temin ederim, bu işlem bitince her şey normale dönüyor.
(Laughter)
(Kahkahalar)
So let's see what happens. First of all, I'm going to show you the average amount of bias that we see. So if I was to test all of you now, this is the amount that you would learn more from good news relative to bad news. Now we interfere with the region that we found to integrate negative information in this task, and the optimism bias grew even larger. We made people more biased in the way that they process information. Then we interfered with the brain region that we found to integrate good news in this task, and the optimism bias disappeared. We were quite amazed by these results because we were able to eliminate a deep-rooted bias in humans.
Neler olduğunu görelim. Öncelikle size gördüğümüz ortalama eğilimi göstereceğim. Şimdi hepinizi test etseydim, kötü haberlere oranla, iyi haberlerden bu kadar öğrenirdiniz. Şimdi bu çalışmadaki kötü haberlere tepki veren bölgeyi etkiliyoruz ve iyimserlik eğilimi daha da arttı. İnsanları, bilgileri değerlendikleri biçimde olduklarından daha eğilimli yaptık. Daha sonra, bu çalışmadaki iyi haberleri değerlendiren bölgeyi etkiledik ve iyimserlik eğilimi yok oldu. Bu sonuçlar bizi oldukça şaşırttı, çünkü insan beynine işlenmiş eğilimleri ortadan kaldırabildik.
And at this point we stopped and we asked ourselves, would we want to shatter the optimism illusion into tiny little bits? If we could do that, would we want to take people's optimism bias away? Well I've already told you about all of the benefits of the optimism bias, which probably makes you want to hold onto it for dear life. But there are, of course, pitfalls, and it would be really foolish of us to ignore them.
Bu noktada durduk ve kendimize şu soruyu sorduk: iyimserlik yanılsamasını ufak parçalara ayırmak ister miyiz? Bunu yapabilirsek, insanların iyimserlik eğilimlerini ortadan kaldırmak ister miyiz? İnsanların iyimserlik eğiliminin faydalarını size anlattım, bu yüzden herhalde bu eğilime sıkı sıkı sarılmak istersiniz. Ancak tabii ki bunun kötü yanları da var ve bunları göz ardı etmek aptallık olur.
Take for example this email I recieved from a firefighter here in California. He says, "Fatality investigations for firefighters often include 'We didn't think the fire was going to do that,' even when all of the available information was there to make safe decisions." This captain is going to use our findings on the optimism bias to try to explain to the firefighters why they think the way they do, to make them acutely aware of this very optimistic bias in humans.
Örneğin California'daki bir itfaiyeciden aldığım e-postayı sizinle paylaşmak istiyorum: "Ölümle sonuçlan yangın soruşturmalarında doğru kararı vermeye yardımcı olacak bütün bilgiler ortada olmasına rağmen, çoğunlukla 'Yangının böyle seyredeceğini düşünmemiştik,' cümlesi yer alıyor. Bu şef bizim iyimserlik eğilimi ile ilgili bulgularımızı itfaiyecilere neden öyle düşündüklerini açıklamak için ve insanlardaki bu oldukça iyimser eğilimin farkında olmaları gerektiğini açıklamak için kullanacak.
So unrealistic optimism can lead to risky behavior, to financial collapse, to faulty planning. The British government, for example, has acknowledged that the optimism bias can make individuals more likely to underestimate the costs and durations of projects. So they have adjusted the 2012 Olympic budget for the optimism bias.
Gerçekçi olmayan iyimserlik kişilerin riskli davranışlarda bulunmasına, ekonomik çöküşe, yanlış planlamaya neden olabilir. Örneğin İngiliz hükümeti, iyimserlik eğiliminin insanların projelerinin maaliyetlerini ve sürelerini olacağından az hesaplamalarına yol açabileceğini kabul etti. Bu nedenle 2012 Olimpiyat bütçesini iyimserlik eğilimini göz önünde bulunduracak şekilde ayarladı.
My friend who's getting married in a few weeks has done the same for his wedding budget. And by the way, when I asked him about his own likelihood of divorce, he said he was quite sure it was zero percent.
Birkaç hafta içinde evlenecek olan arkadaşım aynı şeyi düğün masrafları için yaptı. Bu arada, ona boşanma olasılığını sorduğumda, 0 öldüğündan oldukça emin olduğunu söyledi.
So what we would really like to do, is we would like to protect ourselves from the dangers of optimism, but at the same time remain hopeful, benefiting from the many fruits of optimism. And I believe there's a way for us to do that. The key here really is knowledge. We're not born with an innate understanding of our biases. These have to be identified by scientific investigation. But the good news is that becoming aware of the optimism bias does not shatter the illusion. It's like visual illusions, in which understanding them does not make them go away. And this is good because it means we should be able to strike a balance, to come up with plans and rules to protect ourselves from unrealistic optimism, but at the same time remain hopeful.
Bu yüzden yapmak isteyeceğimiz şey, kendimizi iyimserliğin tehlikelerinden korumak, ama aynı zamanda umutlu olmak ve iyimserliğin meyvelerinden yararlanmak. İnanıyorum ki bunu yapabilmemiz mümkün. Bunun anahtarı bilgi. Eğilimlerimizi tam olarak anlamış olarak doğmuyoruz. Bunları bilimsel araştırmalarla anlayabiliriz. Ama iyimserlik eğiliminin farkına varmak yanılsamayı ortadan kaldırmıyor. Görsel yanılsamalar gibi bunların farkına varmak onları ortadan kaldırmıyor. Bunun sayesinde kendimizi gerçekçi olmayan iyimserlikten koruyacak planlar ve kurallar yaratabiliriz ve aynı zamanda umudumuzu koruyabiliriz.
I think this cartoon portrays it nicely. Because if you're one of these pessimistic penguins up there who just does not believe they can fly, you certainly never will. Because to make any kind of progress, we need to be able to imagine a different reality, and then we need to believe that that reality is possible. But if you are an extreme optimistic penguin who just jumps down blindly hoping for the best, you might find yourself in a bit of a mess when you hit the ground. But if you're an optimistic penguin who believes they can fly, but then adjusts a parachute to your back just in case things don't work out exactly as you had planned, you will soar like an eagle, even if you're just a penguin.
Bence bu karikatür bunu oldukça hoş anlatıyor. Çünkü yukarıdaki uçabileceğine inanmayan penguenlerdenseniz, hiçbir zaman uçamayacaksınız. Çünkü herhangi bir ilerleme kaydetmek için, farklı bir gerçekliği hayal etmemiz ve bu gerçekliğin olabileceğine inanamamız gerekiyor. Ama koru körüne atlayıp her şeyin iyi olacağını düşünenen çok iyimser bir penguenseniz, yere vardığınızda kendinizi param parça görebilirsiniz. Ama uçabileceğine inanan iyimser bir penguenseniz ve her şeyin planladığınız gibi olmayabileceği olasılığına karşılık bir paraşüt takarsanız, sadece bir penguen olmanıza rağmen, havada bir kartal gibi süzülürsünüz.
Thank you.
Teşekkür ederim.
(Applause)
(Alkış)