Vanessa Garrison: I am Vanessa, daughter of Annette, daughter of Olympia, daughter of Melvina, daughter of Katie, born 1878, Parish County, Louisiana.
Vanessa Garrison: Ben Vannessa'yım, Annette'nin kızı, Olympia'nın kızı, Melvina'nın kızı, Katie'nin kızı, 1878, Parish, Lousiana doğumlu.
T. Morgan Dixon: And my name is Morgan, daughter of Carol, daughter of Letha, daughter of Willie, daughter of Sarah, born 1849 in Bardstown, Kentucky.
T. Morgan Dixon : Benim adım Morgan, Carol'un kızı, Letha'nın kızı, Willie'nin kızı Sarah'ın kızı, 1849, Bardstown, Kentucky doğumlu.
VG: And in the tradition of our families, the great oral tradition of almost every Black church we know honoring the culture from which we draw so much power, we're gonna start the way our mommas and grandmas would want us to start.
VG: Ailelerimizin geleneğine göre, bildiğimiz neredeyse bütün siyahi kiliselerin sözlü geleneğine göre, gücümüzü aldığımız kültürü onurlandırarak Anne ve ninelerimizin bizden isteyecekleri şekilde başlayacağız.
TMD: In prayer. Let the words of my mouth, the meditation of our hearts, be acceptable in thy sight, oh Lord, my strength and my redeemer.
TMD: Dua ederek, ağzımızdan çıkacak kelimeler, kalbimizin meditasyonu, senin görüşünde kabul olsun. Yüce tanrım, gücüm ve kurtarıcım.
VG: We call the names and rituals of our ancestors into this room today because from them we received a powerful blueprint for survival, strategies and tactics for healing carried across oceans by African women, passed down to generations of Black women in America who used those skills to navigate institutions of slavery and state-sponsored discrimination in order that we might stand on this stage. We walk in the footsteps of those women, our foremothers, legends like Ella Baker, Septima Clark, Fannie Lou Hamer, from whom we learned the power of organizing after she would had single-handedly registered 60,000 voters in Jim Crow Mississippi.
Bugün bu odada, atalarımızın adlarına ve ritüellerine sesleniyoruz. Çünkü onlardan hayatta kalmak için güçlü bir plan, Afrikalı kadınlar tarafından okyanus ötesine taşınılan ve Amerika'daki siyahi kadın nesillere aktarılan iyileştirme taktik ve stratejileri edindik. Bu yetenekleri kölelik ve devlet destekli ayrımcılık kurumlarını geçmek için kullandılar. Böylece bu sahnede durabilirdik. Bizler, bu kadınların ayak izlerini takip ediyoruz. Kadın atalarımız; Ella Baker, Septima Clark, Fannie Lou Hamer gibi efsanelerden birlikte olmanın gücünü öğrendik. Biri tek başına Jim Crow Mississippi'de oy kullanacak 60 bin kişiyi kayıt ettirdi.
TMD: 60,000 is a lot of people, so if you can imagine me and Vanessa inspiring 60,000 women to walk with us last year, we were fired up. But today, 100,000 Black women and girls stand on this stage with us. We are committed to healing ourselves, to lacing up our sneakers, to walking out of our front door every single day for total healing and transformation in our communities, because we understand that we are in the footsteps of a civil rights legacy like no other time before, and that we are facing a health crisis like never ever before. And so we've had a lot of moments, great moments, including the time we had on our pajamas, we were working on our computer and Michelle Obama emailed us and invited us to the White House, and we thought it was spam. But this moment here is an opportunity. It is an opportunity that we don't take for granted, and so we thought long and hard about how we would use it. Would we talk to the women we hope to inspire, a million in the next year, or would we talk to you? We decided to talk to you, and to talk to you about a question that we get all the time, so that the millions of women who hopefully will watch this will never have to answer it again. It is: Why are Black women dying faster and at higher rates than any other group of people in America from preventable, obesity-related diseases?
TDM: Tahmin edersiniz ki 60 bin oldukça yüksek bir rakam. Ben ve Vanessa, geçen sene 60 bin kadına bizimle yürümeleri için ilham kaynağı olduk, coşkuluyduk. Bugün ise 100 bin siyahi kadın ve kız bizimle bu sahnede. Bizler kendimizi iyileştirmeye, her gün bağcıklarımızı bağlayıp bu kapıdan dışarı çıkmaya, topluluğumuzu iyileştirmeye ve değiştirmeye kendimizi adadık. Çünkü bizler, her zamankinden farklı bir medeni hak hareketinin ayak izleri olduğumuzu ve her zamankinden farklı bir sağlık sorunuyla karşı karşıya olduğumuzu anladık. Sonuçta çokça harika zamanlarımız oldu. Pijamalarımızı giyip bilgisayarlarımızdan çalıştığımız, Michelle Obama'nın bize e-posta atıp bizi Beyaz Saray'a çağırdığı anlar gibi, ki biz bunu spam sanmıştık. Ama tam bu an, aslında bir fırsat, hafife almadığımız bir fırsat. Nasıl kullanacağımız üzerine çok düşündük. Gelecek sene ilham vermeyi umduğumuz bir milyon kadınla mı, yoksa sizinle mi konuşmalıydık? Sizinle konuşmaya karar verdik. Sürekli karşılaştığımız bir soru hakkında konuşmak, böylece umarız bunu izleyen milyonlarca kadın, bir daha cevap vermek zorunda kalmaz. Soru şu: Siyahi kadınlar, obeziteyle alakalı önlenebilen hastalıklardan Amerika'daki herhangi bir gruptan neden daha hızlı ve daha sık ölüyor?
The question hurts me. I'm shaking a little bit. It feels value-laden. It hurts my body because the weight represents so much. But we're going to talk about it and invite you into an inside conversation today because it is necessary, and because we need you.
Bu soru gerçekten canımı yakıyor. Elim ayağım titriyor. Canımı yakıyor çünkü cevabın ağırlığı çok şey temsil ediyor. Fakat bunu konuşacağız ve sizleri kendi aramızda olacak bir sohbete davet ediyorum. Çünkü bu hem gerekli hem de size ihtiyacımız var.
VG: Each night, before the first day of school, my grandmother would sit me next to the stove and with expert precision use a hot comb to press my hair. My grandmother was legendary, big, loud. She filled up a room with laughter and oftentimes curse words. She cooked a mean peach cobbler, had 11 children, a house full of grandchildren, and like every Black woman I know, like most all women I know, she had prioritized the care of others over caring for herself. We measured her strength by her capacity to endure pain and suffering. We celebrated her for it, and our choice would prove to be deadly. One night after pressing my hair before the first day of eighth grade, my grandmother went to bed and never woke up, dead at 66 years old from a heart attack. By the time I would graduate college, I would lose two more beloved family members to chronic disease: my aunt Diane, dead at 55, my aunt Tricia, dead at 63. After living with these losses, the hole that they left, I decided to calculate the life expectancy of the women in my family. Staring back at me, the number 65. I knew I could not sit by and watch another woman I loved die an early death.
VG: Her akşam, okulun ilk gününden önce büyükannem sobanın yanında yanıma oturur ve sıcak bir tarakla saçımı düzleştirirdi. Anneannem efsaneviydi, iriydi ve yüksek sesliydi. Gülümsemesi, sıklıkla da küfürleri odayı doldururdu. Çok iyi şeftalili tart pişirirdi. On bir çocuğu, bir ev dolusu torunu vardı. Tanıdığım her siyahi kadın gibi, aslında tanıdığım neredeyse tüm kadınlar gibi, kendinden önce başkalarıyla ilgilenmeyi öncelik haline getirmişti. Biz onun gücünü acıya göğüs germesiyle ölçerdik. Onu bunun için kutladık ve seçimimiz bunun ölümcül olduğunu kanıtladı. Sekizinci sınıfın ilk gününden önce saçımı düzleştirdi, yatmaya gitti ve bir daha uyanmadı. 66 yaşında kalp krizi geçirdi. Üniversiteden mezun olana kadar çok sevdiğim iki aile üyemi daha kronik bir hastalıktan kaybedecektim: Halam Diane 55, halam Tricia ise 63 yaşında öldü. Bu kayıpları, geride bıraktıkları boşluğu yaşadıktan sonra, ailemizdeki kadınların ortalama yaşam süresini hesaplama kararı aldım. 65 yaşla karşılaştım. Öylece oturup sevdiğim bir başka kadının erken yaşta ölmesini izleyemezdim.
TMD: So we don't usually put our business in the streets. Let's just put that out there. But I have to tell you the statistics. Black women are dying at alarming rates, and I used to be a classroom teacher, and I was at South Atlanta High School, and I remember standing in front of my classroom, and I remember a statistic that half of Black girls will get diabetes unless diet and levels of activity change. Half of the girls in my classroom. So I couldn't teach anymore. So I started taking girls hiking, which is why we're called GirlTrek, but Vanessa was like, that is not going to move the dial on the health crisis; it's cute. She was like, it's a cute hiking club. So what we thought is if we could rally a million of their mothers ... 82 percent of Black women are over a healthy weight right now. 53 percent of us are obese. But the number that I cannot, that I cannot get out of my head is that every single day in America, 137 Black women die from a preventable disease, heart disease. That's every 11 minutes. 137 is more than gun violence, cigarette smoking and HIV combined, every day. It is roughly the amount of people that were on my plane from New Jersey to Vancouver. Can you imagine that? A plane filled with Black women crashing to the ground every day, and no one is talking about it.
TMD: İşimizi genelde sokaklara taşımayız ama hadi yapalım. Size istatistikleri söylemeliyim. Siyahi kadınlar endişe verici oranlarla ölmekte. Eskiden öğretmendim. Güney Atlanta Lisesi'nde çalışıyordum. Bir gün sınıfın ortasında durduğumu ve sınıftaki siyahi kızların yarısının diyet veya spor yapmazlarsa istatiksel olarak diyabet hastası olacaklarını hatırlıyorum. Sınıfımdaki kızların yarısı! Artık ders veremezdim. Kızları yürüyüşe götürmeye başladım, bu yüzden "GirlTrek" deniliyoruz. Ancak Vanessa şöyle düşünüyordu: Bu sağlık sorunu, problemini çözemez ancak tatlı bir yürüyüş kulübü. O zaman biz de o bir milyonun annelerinden destek alabilirdik. Siyahi kadınların %82'si sağlıklı kilo değerlerinin üstünde, %53'ü obez. Ancak unutamadığım, kafamdan atamadığım sayı ise Amerika'da her gün 137 siyahi kadın önlenebilir bir hastalıktan ölmekte: kalp krizi. Bu her 11 dakikada bir demek oluyor. 137, her gün silahlı saldırı, sigara içmek ve HIV'nin toplamından fazla. Bu neredeyse benim New Jersey'den Vancouver'a gelirken bindiğim uçaktaki insan sayısı kadar. İnanabiliyor musunuz? Tamamı siyahi kadın dolu bir uçağın her gün yere çakılması ve bunun hakkında kimsenin konuşmaması.
VG: So the question that you're all asking yourselves right now is why? Why are Black women dying? We asked ourselves that same question. Why is what's out there not working for them? Private weight loss companies, government interventions, public health campaigns. I'm going to tell you why: because they focus on weight loss or looking good in skinny jeans without acknowledging the trauma that Black women hold in our bellies and bones, that has been embedded in our very DNA. The best advice from hospitals and doctors, the best medications from pharmaceutical companies to treat the congestive heart failure of my grandmother didn't work because they didn't acknowledge the systemic racism that she had dealt with since birth.
VG: Herkes şu an aynı soruyu soruyor, neden? Siyahi kadınlar neden ölüyor? Bu soruyu kendimize sorduk. Dışarıdaki kimse onlar için neden çalışmıyor? Özel zayıflama şirketleri, devlet müdahaleleri, kamusal sağlık kampanyaları. Size nedenini söyleyeceğim: Çünkü zayıflamaya ya da dar pantolonlarda güzel görünmeye takmışlar. Ancak siyahi kadınların bedenlerinde taşıdığı DNA'mıza işlemiş travmayı görmezden geliyorlar. Hastanelerin ve doktorların en iyi tavsiyeleri, ilaç şirketlerinin en iyi ilaçları; anneannemin kalp yetmezliğini tedavi edemedi. Çünkü doğduğundan beri yaşadığı sistematik ırkçılığı kabul etmediler.
(Applause)
(Alkış)
A divestment in schools, discriminatory housing practices, predatory lending, a crack cocaine epidemic, mass incarceration putting more Black bodies behind bars than were owned at the height of slavery.
Okullarda yoksun bırakılma, ev işlerinde ayrımcılık, fazla borçlanma, kokain salgını, parmaklıkların ardına daha fazla siyahiyi kitle halinde hapsetme, köleliğin sahipliğinden daha fazlasını yapıyor.
But GirlTrek does. For Black women whose bodies are buckling under the weight of systems never designed to support them, GirlTrek is a lifeline. August 16, 2015, Danita Kimball, a member of GirlTrek in Detroit, received the news that too many Black mothers have received. Her son Norman, 23 years old, a father of two, was gunned down while on an afternoon drive. Imagine the grief that overcomes your body in that moment, the immobilizing fear. Now, know this, that just days after laying her son to rest, Danita Kimball posted online, "I don't know what to do or how to move forward, but my sisters keep telling me I need to walk, so I will." And then just days after that, "I got my steps in today for my baby Norm. It felt good to be out there, to walk."
Fakat GirlTrek bunu umursuyor. Kendilerini desteklemeyen bir sistemin ağırlığı altında ezilen siyahi kadınlar için GirlTrek bir hayat çizgisi. 16 Ağustos 2015'te, Detroit'te yaşayan bir GirlTrek üyesi Danita Kimball, birçok siyahi annenin aldığı bir haber aldı. 23 yaşındaki, iki çocuk babası oğlu Norman, bir öğleden sonra vurulmuştu. Vücudunuzu sarmalayan o kederi, o felç ettiren korkuyu bir düşünün. Şunu bilin, oğlunu gömdükten birkaç gün sonra, Danita Kimball internette şunu yayımladı: "Ne yapacağımı veya nasıl ilerleyeceğimi bilmiyorum. Ama kız kardeşlerim yürümem gerektiğini söylüyor, ben de bunu yapacağım." Bundan günler sonra, "Bugün bebeğim Norm için adım attım. Dışarıda olmaktan, yürümekten çok keyif aldım."
TMD: Walking through pain is what we have always done. My mom, she's in the middle right there, my mom desegregated her high school in 1955. Her mom walked down the steps of an abandoned school bus where she raised 11 kids as a sharecropper. And her mom stepped onto Indian territory fleeing the terrors of the Jim Crow South. And her mom walked her man to the door as he went off to fight in the Kentucky Colored Regiment, the Civil War. They were born slaves but they wouldn't die slaves. Change-making, it's in my blood. It's what I do, and this health crisis ain't nothing compared to the road we have traveled.
TDM: Acı ile yürümek hep yaptığımız bir şeydi. Annem, kendisi şurada, 1955'te kendi lisesinde ırk ayrımına son verdi. Onun annesi kiracı çiftçilikle on bir çocuk yetiştirmiş olduğu terk edilmiş okul servisinden indi. Onun annesi Hint bölgesine adımını attı. Jim Crow South'un sebep olduğu dehşetten kaçtı. Onun annesi, İç Savaş'ta savaşacağı Kentucky Renkliler Alayı'na katılacağı zaman eşini yolcu etti. Köle olarak doğmuşlardı ama köle olarak ölmeyeceklerdi. Değişim yapmak kanımda var. Yaptığım şey bu ve bu sağlık sorunu, geçtiğimiz hiçbir yola benzemiyor.
(Applause)
(Alkış)
So it's like James Cleveland. I don't feel no ways tired, so we got to work. We started looking at models of change. We looked all over the world. We needed something not only that was a part of our cultural inheritance like walking, but something that was scalable, something that was high-impact, something that we could replicate across this country. So we studied models like Wangari Maathai, who won the Nobel Peace Prize for inspiring women to plant 50 million trees in Kenya. She brought Kenya back from the brink of environmental devastation. We studied these systems of change, and we looked at walking scientifically. And what we learned is that walking just 30 minutes a day can single-handedly decrease 50 percent of your risk of diabetes, heart disease, stroke, even Alzheimer's and dementia. We know that walking is the single most powerful thing that a woman can do for her health, so we knew we were on to something, because from Harriet Tubman to the women in Montgomery, when Black women walk, things change.
Aynı James Cleveland gibi. Yorgun hissetmiyorum, çalışmamız gerek. Değişim yaratan modellere baktık. Tüm dünyaya baktık. Bir şeye ihtiyacımız vardı. Hem kendi kültürümüzde olan yürümek gibi, hem de çok büyük etki bırakacak bir şey. Tüm ülkede tekrarlayabileceğimiz bir şey. Biz de Kenya'da 50 milyon ağaç dikmek için kadınlara ilham kaynağı olan Nobel Barış Ödülü kazanmış Wangari Maathai gibi modelleri çalışmaya başladık. O, Kenya'yı çevresel yıkımın eşiğinden döndürdü. Değişim yöntemlerini çalıştık, yürümeye bilimsel açıdan baktık. Öğrendik ki günde yalnızca 30 dakika yürümek, tek başına diyabet riskini yüzde 50 düşürebilir. Kalp problemleri, felç hatta Alzheimer ve unutkanlık. Biliyoruz ki yürümek, bir kadının hayatı için yapabileceği en güçlü şey. Artık bir şey yakaladığımızı biliyorduk. Çünkü Harriet Tubman'dan Montgomery'deki kadınlara, siyahi kadınlar yürüdüğünde işler değişiyor.
(Applause)
(Alkış)
VG: So how did we take this simple idea of walking and start a revolution that would catch a fire in neighborhoods across America? We used the best practices of the Civil Rights Movement. We huddled up in church basements. We did grapevine information sharing through beauty salons. We empowered and trained mothers to stand on the front lines. We took our message directly to the streets, and women responded. Women like LaKeisha in Chattanooga, Chrysantha in Detroit, Onika in New Orleans, women with difficult names and difficult stories join GirlTrek every day and commit to walking as a practice of self-care. Once walking, those women get to organizing, first their families, then their communities, to walk and talk and solve problems together. They walk and notice the abandoned building. They walk and notice the lack of sidewalks, the lack of green space, and they say, "No more." Women like Susie Paige in Philadelphia, who after walking daily past an abandoned building in her neighborhood, decided, "I'm not waiting. Let me rally my team. Let me grab some supplies. Let me do what no one else has done for me and my community."
VG: Peki bu basit yürüyüş fikrini çekici bir devrim haline ve Amerika'nın sokaklarına nasıl getirdik? Sivil Haklar Hareketi'nin en iyi yöntemlerini kullandık. Kilise bodrumlarında toplandık. Kuaförlerde dedikoduyla bilgi paylaşımı yaptık. Anneleri ön sırada yer almaları için güçlendirdik ve eğittik. Mesajımızı direkt sokağa taşıdık ve kadınlar cevap verdi. Chattanooga'daki LaKeisha, Detroit'deki Chrysantha, New Orleans'taki Onika gibi isimleri gibi hayatları da zor olan kadınlar, her gün GirlTrek'e katılıp kendileriyle ilgilenmek için yürüyorlar. Yürümeye başladıktan sonra birlik olmaya başladılar. Önce aileleri, daha sonra toplulukları. Yürümeye ve sorunları çözmek için konuşmaya başladılar. Yürüdüler ve terk edilmiş bir bina gördüler. Yürüdüler ve yeşil alan eksikliğini çeken yaya yolunu gördüler. "Yeter" dediler. Philadelphia'daki Susie Paige gibi, her gün terk edilmiş bir binanın önünden geçen kadınlar karar verdiler: "Beklemiyorum. Takımımı ve gerekenleri toplayayım. Kimsenin benim veya toplumum için yapmadığını yapayım.
TMD: We know one woman can make a difference, because one woman has already changed the world, and her name is Harriet Tubman. And trust me, I love Harriet Tubman. I'm obsessed with her, and I used to be a history teacher. I will not tell you the whole history. I will tell you four things. So I used to have an old Saab -- the kind of canvas top that drips on your head when it rains -- and I drove all the way down to the eastern shore of Maryland, and when I stepped on the dirt that Harriet Tubman made her first escape, I knew she was a woman just like we are and that we could do what she had done, and we learned four things from Harriet Tubman.
TMD: Biliyoruz ki bir kadın fark yaratabilir. Çünkü bir kadın çoktan dünyayı değiştirdi. Bu kadının adı Harriet Tubman. Bana inanın, Harriet Tubman'ı seviyorum. Ona bayılıyorum ve eskiden tarih öğretmeniydim. Size tüm hikâyeyi anlatmayacağım. Dört şey anlatacağım. Eski bir Saab sahibiydim, Yağan yağmuru tavandan kafanıza damlatacak cinsten bir arabaydı. Doğu kıyısından Maryland'e kadar sürdüm. Pisliğe bastığımda Harriet Tubman ilk kaçışını yaptı. Onun da bizim gibi bir kadın olduğunu, onun yaptığını yapabileceğimizi biliyordum. Harriet Tubman'dan dört şey öğrendik.
The first one: do not wait. Walk right now in the direction of your healthiest, most fulfilled life, because self-care is a revolutionary act.
İlki: beklemeyin. En sağlıklı, tatmin edici hayatınızı yaşadığınız yöne şu anda yürüyün. Çünkü kendinize bakmak devrimci bir harekettir.
Number two: when you learn the way forward, come back and get a sister. So in our case, start a team with your friends -- your friends, your family, your church.
İkincisi ise, ilerlemeyi öğrendiğinizde geri dönün ve yanınıza bir kız kardeş edinin. Bizim durumumuzda, arkadaşlarınızla bir ekip oluşturun -- arkadaşlarınız, aileniz ve kilisenizle oluşturun.
Number three: rally your allies. Every single person in this room is complicit in a Tubman-inspired takeover.
Üçüncüsü de, müttefiklerinizi yükseltin. Bu odadaki herkes Tubman'dan ilhamı devralmada bir suç ortağı.
And number four: find joy. The most underreported fact of Harriet Tubman is that she lived to be 93 years old, and she didn't live just an ordinary life; uh-uh. She was standing up for the good guys. She married a younger man. She adopted a child. I'm not kidding. She lived. And I drove up to her house of freedom in upstate New York, and she had planted apple trees, and when I was there on a Sunday, they were blooming. Do you call it -- do they bloom? The apples were in season, and I was thinking, she left fruit for us, the legacy of Harriet Tubman, every single year. And we know that we are Harriet, and we know that there is a Harriet in every community in America.
Dördüncüsü de, keyif alın. Harriet Tubman'ın en az bilinen olayı, 93 yaşına kadar yaşamış olmasıdır. Sıradan bir hayat yaşamadı, hayır. İyi insanlar için direniyordu. kendinden genç biriyle evlendi. Evlat edindi, gerçekten yaşadı. Onun New York'taki özgürlükçü evine kadar araba sürdüm. Elma ağaçları dikmişti. Pazar günü gittiğimde çoktan açmışlardı. Açmışlardı mı denir -- açarlar mı? Elma mevsimiydi. Bizim için meyve bıraktığını düşündüm. Harriet Tubman'ın mirası, her sene. Biliyoruz ki bizler Harriet'ız. Biliyoruz ki Amerika'daki her toplulukta bir Harriet var.
VG: We also know that there's a Harriet in every community across the globe, and that they could learn from our Tubman Doctrine, as we call it, the four steps. Imagine the possibilities beyond the neighborhoods of Oakland and Newark, to the women working rice fields in Vietnam, tea fields in Sri Lanka, the women on the mountainsides in Guatemala, the indigenous reservations throughout the vast plains of the Dakotas. We believe that women walking and talking together to solve their problems is a global solution.
VG: Ayrıca biliyoruz ki dünyadaki her toplulukta bir Harriet var. Tubman Doktrinimizden bir şeyler öğrenebilirler. Ya da bizim deyişimizle, dört adımdan. Olanakları düşünün. Oakland ve Newark dışındaki kasabalardan Vietnam'da pirinç tarlalarında çalışan kadınlara Sri Lanka'daki çay tarlalarından dağlarda yaşayan Guatemala'daki kadınlara, Dakota'nın engin düzlüklerindeki yerli rezervasyonlara kadar olanakları düşünün. Kadınların yürüyüşünün ve sorunlarını çözmek için konuşmalarının küresel bir çözüm olduğuna inanıyoruz.
TMD: And I'll leave you with this, because we also believe it can become the center of social justice again. Vanessa and I were in Fort Lauderdale. We had an organizer training, and I was leaving and I got on the airplane, and I saw someone I knew, so I waved, and as I'm waiting in that long line that you guys know, waiting for people to put their stuff away, I looked back and I realized I didn't know the woman but I recognized her. And so I blew her a kiss because it was Sybrina Fulton, Trayvon Martin's mom, and she whispered "thank you" back to me. And I can't help but wonder what would happen if there were groups of women walking on Trayvon's block that day, or what would happen in the South Side of Chicago every day if there were groups of women and mothers and aunts and cousins walking, or along the polluted rivers of Flint, Michigan. I believe that walking can transform our communities, because it's already starting to.
TMD: Sizi şununla bırakacağım. Sosyal adaletin merkezi haline yeniden gelebileceğine inandığımız için Vanessa ve ben Fort Lauderdale'deydik. Organizatör eğitimimiz vardı. Gidiyordum ve uçağa binmiştim ki tanıdığım birini gördüm, o yüzden el salladım. O bildiğiniz uzun kuyrukta insanların eşyalarını koymasını bekliyordum. Arkamı döndüğümde o kadını tanımadığımı ama bildiğimi fark ettim. Ben de ona bir öpücük yolladım çünkü o Sybrina Fulton'dı. Trayvon Martin'in annesi. Bana şöyle fısıldadı: "Teşekkür ederim." Trayvon'un mahallesinde yürüyen kadın kitlesi olsaydı ne olurdu diye düşünmeden edemedim. Ya da Chicago'nun güneyinde neler olurdu? Eğer kadın, anne, hala, kuzen kitlesi Flint, Michigan'ın kirlenmiş ırmaklarında her gün yürüyor olsaydı ne olurdu? Yürümenin toplumu değiştireceğine inanıyorum. Çünkü değiştirmeye başladı bile.
VG: We believe that the personal is political. Our walking is for healing, for joy, for fresh air, quiet time, to connect and disconnect, to worship. But it's also walking so we can be healthy enough to stand on the front lines for change in our communities, and it is our call to action to every Black woman listening, every Black woman in earshot of our voice, every Black woman who you know. Think about it: the woman working front desk reception at your job, the woman who delivers your mail, your neighbor -- our call to action to them, to join us on the front lines for change in your community.
VG: Kişisel olanın siyasi olduğuna inanıyoruz. Yürüyüşümüz, iyileşmek, keyif, temiz hava, sessiz zaman, bağlanmak ve kopmak, dua etmek için. Aynı zamanda topluluğumuzun değişiminde ön saflarda durabilecek kadar sağlıklı olmak için yürüyoruz. Bu, bizi dinleyen her siyahi kadını harekete geçirmek için çağrımız. Sesimize kulak misafiri olan her siyahi kadın. Tanıdığınız her siyahi kadın. Şöyle düşünün: iş yerinizde resepsiyonda çalışan kadın, postanızı teslim eden kadın, komşunuz -- Topluluğunuzdaki değişiklik adına ön saflarda bize katılmaları için onları harekete geçmeye çağırıyoruz.
TMD: And I'll bring us back to this moment and why it's so important for my dear, dear friend Vanessa and I. It's because it's not always easy for us, and in fact, we have both seen really, really dark days, from the hate speech to the summer of police brutality and violence that we saw last year, to even losing one of our walkers, Sandy Bland, who died in police custody. But the most courageous thing we do every day is we practice faith that goes beyond the facts, and we put feet to our prayers every single day, and when we get overwhelmed, we think of the words of people like Sonia Sanchez, a poet laureate, who says, "Morgan, where is your fire? Where is the fire that burned holes through slave ships to make us breathe? Where is the fire that turned guts into chitlins, that took rhythms and make jazz, that took sit-ins and marches and made us jump boundaries and barriers? You've got to find it and pass it on."
TMD: Sevgili dostum Vanessa ve benim için bu anın neden çok önemli olduğuna geri geleceğim. Çünkü bizim için her zaman kolay değildi. Hatta ikimiz de gerçekten karanlık günler gördük. Nefret söyleminden, geçen yıl gördüğümüz polis vahşeti ve şiddetine. Hatta yürüyüşçülerimizden birini kaybettik, Sandy Bland polis nezaretinde öldü. Fakat her gün yaptığımız en cesurca şey, gerçeklerin ötesine geçen inancı uygulamak. Her gün dua etmek. Bunaldığımız zaman, ödüllü şair Sonia Sanchez gibi insanların sözlerini düşünüyoruz. Şöyle demişti: "Morgan, ateşin nerede? Havayı soluyabilmemiz için köle gemilerinde delikler açan ateş nerede? İnsanı yerinde durdurmayan, ritmleri alan ve caz yapan, oturma eylemleri ve yürüyüşler yapan, bizi sınırlar ve engellerden atlatan ateş nerede? Onu bulup iletmelisin."
So this is us finding our fire and passing it on to you. So please, stand with us, walk with us as we rally a million women to reclaim the streets of the 50 highest need communities in this country.
İşte bu bizim ateşimizi bulup size iletmemiz. Lütfen bizimle birlikte durun. Bu ülkedeki en çok ihtiyaç duyan elli topluluğun sokaklarını geri almak için bir milyon kadınla yürüyün.
We thank you so much for this opportunity.
Bu fırsat için çok teşekkür ederiz.
(Applause)
(Alkış)