Fifty years ago, when I began exploring the ocean, no one -- not Jacques Perrin, not Jacques Cousteau or Rachel Carson -- imagined that we could do anything to harm the ocean by what we put into it or by what we took out of it. It seemed, at that time, to be a sea of Eden, but now we know, and now we are facing paradise lost.
50 yıl önce, ben okyanusu keşfetmeye başladığımda, hiç kimse (Jacques Perrin, Jacques Cousteau, Rachel Carson... hiçbiri) okyanusa zarar verecek herhangi birşey yapabileceğimizi hayal dahi etmiyordu. İçine ne atarsak atalım, içinden ne alırsak alalım. O zamanlar okyanus, bir Cennet denizi gibi görünüyordu. Ama şimdi biliyoruz ki, kayıp bir Cennet ile karşı karşıyayız.
I want to share with you my personal view of changes in the sea that affect all of us, and to consider why it matters that in 50 years, we've lost -- actually, we've taken, we've eaten -- more than 90 percent of the big fish in the sea; why you should care that nearly half of the coral reefs have disappeared; why a mysterious depletion of oxygen in large areas of the Pacific should concern not only the creatures that are dying, but it really should concern you. It does concern you, as well.
Sizinle denizlerdeki, hepimizi etkileyen değişiklikler hakkındaki kişisel görüşlerimi ve bu elli yılda kaybettiğimiz -- daha doğrusu, aldığımız, yediğimiz -- denizlerdeki büyük balıkların %90'ından fazlasını, mercan kayalıklarının neredeyse yarısının kaybolmasının sizin için neden önemli olduğunu, Pasifik'te büyük alanlarda gözlenen gizemli oksijen düşüşlerinin neden sadece orada ölmekte olan canlıları ilgilendirmediğini, sizi de endişelendirmesi gerektiğini paylaşacağım. Gerçekten sizi de ilgilendiriyor.
I'm haunted by the thought of what Ray Anderson calls "tomorrow's child," asking why we didn't do something on our watch to save sharks and bluefin tuna and squids and coral reefs and the living ocean while there still was time. Well, now is that time. I hope for your help to explore and protect the wild ocean in ways that will restore the health and, in so doing, secure hope for humankind. Health to the ocean means health for us.
Aklımdan çıkmıyor, Ray Anderson tarafından dile getirilen "yarının çocuğu"nun bize kendi nöbetimiz sırasında neden birşeyler yapıp da köpekbalıklarını, mavi yüzgeçli tonbalıklarını, mürekkepbalıklarını ve yaşayan okyanusu korumadığımızı sorması -- hâlâ zamanımız varken. İşte, o zaman, içinde bulunduğumuz zamandır. Sizlerin keşif ve koruma yoluyla, vahşi okyanusa sağlığını iade etmek ve böylece, insanlık için umutları güvence altına almak için yardım edeceğinizi umuyorum. Okyanusun sağlığı, bizim de sağlığımız anlamına gelir.
And I hope Jill Tarter's wish to engage Earthlings includes dolphins and whales and other sea creatures in this quest to find intelligent life elsewhere in the universe. And I hope, Jill, that someday we will find evidence that there is intelligent life among humans on this planet.
Ve Jill Tarter'ın, tüm Dünyalılar'ı dahil ederek evrenin başka bir köşesinde akıllı canlılar bulma çalışmalarının yunusları, balinaları ve diğer deniz canlılarını da kapsamasını ümit ediyorum. Ve umuyorum ki, Jill, bir gün bu gezegendeki insanlar arasında da akıllı canlılar bulunduğuna dair kanıtlar buluruz.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Did I say that? I guess I did.
Söyledim mi bunu? Sanırım söyledim..
For me, as a scientist, it all began in 1953 when I first tried scuba. It's when I first got to know fish swimming in something other than lemon slices and butter. I actually love diving at night; you see a lot of fish then that you don't see in the daytime. Diving day and night was really easy for me in 1970, when I led a team of aquanauts living underwater for weeks at a time -- at the same time that astronauts were putting their footprints on the moon. In 1979 I had a chance to put my footprints on the ocean floor while using this personal submersible called Jim. It was six miles offshore and 1,250 feet down. It's one of my favorite bathing suits.
Bir bilim insanı olarak, benim için herşey 1953'te sualtına dalışı ilk kez denediğimde başladı. Balıkları ilk kez o zaman limon dilimleri ve tereyağ dışında birşeyin içinde yüzerken gördüm. Gece dalışı yapmayı gerçekten severim. Gece, gündüz göremeyeceğiniz bir sürü balığı görebilirsiniz. 1970'te, gece gündüz dalış yapmak benim için gerçekten kolaydı. Haftalarca sualtında yaşayan 'aquanot'lardan oluşan bir takımı yönetiyordum. Aynı zamanlarda, astronotlar da ayda ayak izlerini bırakmaktaydı. 1979'da, ben de kendi ayak izlerimi okyanus tabanına bırakma şansını elde ettim. Jim adını verdiğimiz bu kişisel denizaltı aracını kullanıyordum. Kıyıdan 11 km açıkta ve 380 metre derinlikteydim. Hâlâ en sevdiğim mayolarımdan biridir.
Since then, I've used about 30 kinds of submarines and I've started three companies and a nonprofit foundation called Deep Search to design and build systems to access the deep sea. I led a five-year National Geographic expedition, the Sustainable Seas expeditions, using these little subs. They're so simple to drive that even a scientist can do it. And I'm living proof. Astronauts and aquanauts alike really appreciate the importance of air, food, water, temperature -- all the things you need to stay alive in space or under the sea. I heard astronaut Joe Allen explain how he had to learn everything he could about his life support system and then do everything he could to take care of his life support system; and then he pointed to this and he said, "Life support system." We need to learn everything we can about it and do everything we can to take care of it.
O zamandan beri, yaklaşık 30 çeşit denizaltı aracı kullandım. Kurduğum 3 şirket ve Deep Search (Derin Arayış) adlı kâr amacı gütmeyen bir vakıf ile tasarladığım ve inşa ettiğim sistemlerle derin denizlere ulaşım sağlayacak araçlar yaptım. Beş yıllık bir National Geographic seferini, Sustainable Seas (Sürdürülebilir Denizler) seferlerini, bu küçük denizaltılarla yönettim. Bunlar o kadar basitler ki, bir bilim insanı bile sürebilir. Ben de canlı kanıtıyım. Hem astronotlar, hem de aquanotlar havanın, gıdanın, suyun ve sıcaklığın değerini gerçekten bilirler. Hayatı idame için tüm bunlara ihtiyacınız vardır - uzayda ya da suyun altında. Astronot Joe Allen'dan, kullandığı Yaşam Destek Sistemi hakkında herşeyi öğrenmek zorunda olduğunu ve yapabildiği en iyi şekilde Yaşam Destek Sistemi'ne nasıl gözü gibi baktığını dinlemiştim. Sonra buna işaret etti ve dedi ki: "İşte Yaşam Destek Sistemi". Hakkında öğrenebileceğimiz herşeyi öğrenmek zorundayız. Ve yapabildiğimiz en iyi şekilde, ona gözümüz gibi bakmalıyız.
The poet Auden said, "Thousands have lived without love; none without water." Ninety-seven percent of Earth's water is ocean. No blue, no green. If you think the ocean isn't important, imagine Earth without it. Mars comes to mind. No ocean, no life support system. I gave a talk not so long ago at the World Bank and I showed this amazing image of Earth and I said, "There it is! The World Bank!" That's where all the assets are! And we've been trawling them down much faster than the natural systems can replenish them.
Şair Auden der ki: "Binlercesi yaşadı aşksız. Ama hiçbiri susuz olamadı." Dünya sularının %97'si okyanustur. Mavi yoksa, yeşil de yok. Okyanusun önemli olmadığını düşünüyorsanız, dünyayı bir de onsuz hayal edin. Akla Mars geliyor. Okyanus yok. Yaşam Destek Sistemi yok. Yakın zamanda Dünya Bankası'nda bir konuşma yaptım. Dünyanın bu hayret verici görüntüsünü gösterdim. Ve dedim ki, "İşte! Dünya Bankası". Tüm kıymetlerin durduğu yer burası! Ve biz de onları trol ağlarıyla doğal sistemlerin yerine geri koyabildiğinden çok daha hızlı şekilde sömürüyoruz.
Tim Worth says the economy is a wholly-owned subsidiary of the environment. With every drop of water you drink, every breath you take, you're connected to the sea. No matter where on Earth you live. Most of the oxygen in the atmosphere is generated by the sea. Over time, most of the planet's organic carbon has been absorbed and stored there, mostly by microbes. The ocean drives climate and weather, stabilizes temperature, shapes Earth's chemistry. Water from the sea forms clouds that return to the land and the seas as rain, sleet and snow, and provides home for about 97 percent of life in the world, maybe in the universe. No water, no life; no blue, no green.
Tim Worth der ki, Ekonomi, Çevre'nin bir yan kuruluşudur. İçtiğiniz her yudum suyla, aldığınız her nefesle, denize bağlısınız. Dünyanın neresinde yaşarsanız yaşayın. Atmosferdeki oksijenin çoğu, deniz tarafından üretilir. Zaman içinde, gezegendeki organik karbonun çoğu, deniz tarafından ve çoğunlukla da mikroplarca emilmiş ve saklanmıştır. Okyanus, iklimi ve havayı belirler, sıcaklığı dengede tutar, Dünya'nın kimyasını şekillendirir. Denizden gelen su, bulutları oluşturur. Karalara ve denizlere yağmur ve kar olarak geri döner. Ve dünyadaki hayatın %97'si için yuva olur; belki de tüm evrendeki hayatın %97'si. Su yoksa, hayat da yok. Mavi yoksa, yeşil de yok.
Yet we have this idea, we humans, that the Earth -- all of it: the oceans, the skies -- are so vast and so resilient it doesn't matter what we do to it. That may have been true 10,000 years ago, and maybe even 1,000 years ago but in the last 100, especially in the last 50, we've drawn down the assets, the air, the water, the wildlife that make our lives possible. New technologies are helping us to understand the nature of nature; the nature of what's happening, showing us our impact on the Earth. I mean, first you have to know that you've got a problem. And fortunately, in our time, we've learned more about the problems than in all preceding history. And with knowing comes caring. And with caring, there's hope that we can find an enduring place for ourselves within the natural systems that support us. But first we have to know.
Buna rağmen, biz insanlar sanıyoruz ki Dünya -- okyunuslar, gökyüzü, .. hepsi -- öyle sonsuz ve dayanıklı ki ne yapsak zarar veremeyiz. 10,000 yıl önce bu doğru olabilirdi. Hatta belki 1,000 yıl önce de. Ancak son 100 yılda, özellikle de son 50 yılda, hayatlarımızı mümkün kılan tüm kıymetleri, havayı, suyu, vahşi yaşamı tükettik ve azalttık. Yeni teknolojler, Doğa'nın doğasını, bu olup bitenin doğasını anlamamıza yardımcı oluyor. Bize Dünya üzerinde yaptığımız etkiyi gösteriyor. Demek istediğim, öncelikle bir sorununuz olduğunun farkında olmanız gerekiyor. Neyse ki, zamanımızda sorunlarımız hakkında tarih boyunca olduğundan daha fazla bilgi edindik. Ve bilmek, önemsemeyi beraberinde getiriyor. Ve önemseme, bizi destekleyen doğal sistemlerin içinde kendimize kalıcı bir yer edinmemize dair umut veriyor. Ama ilk önce, bilmemiz gerek.
Three years ago, I met John Hanke, who's the head of Google Earth, and I told him how much I loved being able to hold the world in my hands and go exploring vicariously. But I asked him: "When are you going to finish it? You did a great job with the land, the dirt. What about the water?" Since then, I've had the great pleasure of working with the Googlers, with DOER Marine, with National Geographic, with dozens of the best institutions and scientists around the world, ones that we could enlist, to put the ocean in Google Earth. And as of just this week, last Monday, Google Earth is now whole.
Üç yıl önce, John Hanke ile tanıştım, Google Earth'ün başındaki kişi. Ve ona, dünyayı avcumun içinde tutup sanal keşiflere çıkabilmeyi ne kadar çok sevdiğimi söyledim. Ve ona sordum: "Ne zaman tamamlayacaksınız? Karada, çamurda harika bir iş çıkardınız. Peki ama, ya sular?" O zamandan beri, Google çalışanlarıyla, DOER Marine ve National Geographic ile, dünyanın her yanından düzinelerce birinci sınıf kurum ve bilim insanıyla, birlikte çalışma memnuniyetine eriştim. Okyanusu Google Earth'e ekledik. Ve bu hafta, daha geçen Pazartesi itibarıyla, Google Earth artık tam.
Consider this: Starting right here at the convention center, we can find the nearby aquarium, we can look at where we're sitting, and then we can cruise up the coast to the big aquarium, the ocean, and California's four national marine sanctuaries, and the new network of state marine reserves that are beginning to protect and restore some of the assets We can flit over to Hawaii and see the real Hawaiian Islands: not just the little bit that pokes through the surface, but also what's below. To see -- wait a minute, we can go kshhplash! -- right there, ha -- under the ocean, see what the whales see. We can go explore the other side of the Hawaiian Islands. We can go actually and swim around on Google Earth and visit with humpback whales. These are the gentle giants that I've had the pleasure of meeting face to face many times underwater. There's nothing quite like being personally inspected by a whale.
Şunu bir düşünün: Tam buradan, Kongre Merkezi'nden başlıyoruz, hemen yakındaki akvaryumu bulabiliyoruz, oturduğumuz yere bakabiliyoruz. Ve sonra en büyük akvaryumun, okyanusun kıyısına yolculuk edebiliyoruz. Ve California'nın sahip olduğu dört Milli Deniz Koruma Alanı'na. Yeni kurulan, bazı değerleri korumaya ve yeniden canlandırmaya başlayan devlet koruma alanları ağına. Hawaii üzerinden uçabilir ve "gerçek" Hawaii adalarını görebiliriz. Sadece suyun üstünde kalan küçük parçasını değil, suyun altındaki bölümlerini de. Görmek derken -- bir dakika, cupp! -- Tam burada, hah! Okyanusun altında, balinaların gördüklerini görebiliriz. Hawaii adalarının diğer yanını keşfetmeye gidebiliriz. Gerçekten Google Earth içinde yüzebilir ve kambur balinalarla birlikte ziyaret edebiliriz. Onlar, benim sualtında yüzyüze ve defalarca karşılaşma zevkine vardığım nazik devlerdir. Bir balina tarafından şahsen incelenmek pek başka birşeye benzemez.
We can pick up and fly to the deepest place: seven miles down, the Mariana Trench, where only two people have ever been. Imagine that. It's only seven miles, but only two people have been there, 49 years ago. One-way trips are easy. We need new deep-diving submarines. How about some X Prizes for ocean exploration? We need to see deep trenches, the undersea mountains, and understand life in the deep sea.
Havalanıp, en derin yere uçabiliriz: 13 kilometre derindeki Mariana Çukuru'na, ki buraya şimdiye kadar sadece iki kişi inebilmiştir. Bunu bir hayal edin, sadece 13 kilometre, Fakat oraya sadece iki kişi gidebildi, 49 yıl önce. Tek yön yolculuklar kolaydır. Yeni derin dalış denizaltı araçlarına ihtiyacımız var. Okyanus keşifleri için de X Prize benzeri ödüller koysak olmaz mı? Deniz çukurlarını, sualtı dağlarını görebilmemiz ve derin denizlerdeki yaşamı anlamamız gerekli.
We can now go to the Arctic. Just ten years ago I stood on the ice at the North Pole. An ice-free Arctic Ocean may happen in this century. That's bad news for the polar bears. That's bad news for us too. Excess carbon dioxide is not only driving global warming, it's also changing ocean chemistry, making the sea more acidic. That's bad news for coral reefs and oxygen-producing plankton. Also it's bad news for us. We're putting hundreds of millions of tons of plastic and other trash into the sea. Millions of tons of discarded fishing nets, gear that continues to kill. We're clogging the ocean, poisoning the planet's circulatory system, and we're taking out hundreds of millions of tons of wildlife, all carbon-based units. Barbarically, we're killing sharks for shark fin soup, undermining food chains that shape planetary chemistry and drive the carbon cycle, the nitrogen cycle, the oxygen cycle, the water cycle -- our life support system. We're still killing bluefin tuna; truly endangered and much more valuable alive than dead. All of these parts are part of our life support system. We kill using long lines, with baited hooks every few feet that may stretch for 50 miles or more. Industrial trawlers and draggers are scraping the sea floor like bulldozers, taking everything in their path.
Artık Arktik bölgelere gidebiliyoruz. Daha on yıl önce Kuzey Kutbu'nun buzları üzerindeydim. Buzdan arınmış bir Arktik Okyanus bu yüzyıl içinde gerçekleşebilir. Bu durum, kutup ayıları için kötü haber. Bizim için de öyle. Aşırı karbondioksit, küresel ısınma dışında da sorunlara neden oluyor. Okyanusun kimyasını değiştiriyor, denizi daha asitli hâle getiriyor. Bu da, mercan kayalıkları ve oksijen üreten plankton için kötü haber. Bizim için de öyle. Yüzlerce milyon ton plastiği ve başka tür çöpü denize atıyoruz. Milyonlarca ton terkedilmiş balık ağı, hâlâ can almaya devam ediyor. Okyanusu dolduruyor, gezegenin dolaşım sistemini zehirliyoruz. Yüzlerce milyon ton yabani canlıyı denizden alıyoruz - tümü karbon temelli birimler. Barbarca, yüzgeç çorbası için köpekbalıklarını öldürüyoruz. Gezegenin kimyasını şekillendiren, karbon çevrimini, azot çevrimini, oksijen çevrimini, su çevrimini ve yaşam destek sistemimizi yönlendiren besin zincirlerini baltalıyoruz. İnanması güç, nesli tükenme tehlikesi altındaki mavi yüzgeçli tonbalığını hâlâ avlıyoruz. Dirisi ölüsünden çok daha değerlidir. Tüm bu bileşenler, yaşam destek sistemimizin parçalarıdır. Her metresinde yemli iğneler bulunan 80 kilometreyi aşan uzun misinalarla avlanıyoruz. Endüstriyel troller ve çekiciler deniz tabanını süpürüyor. Buldozerler gibi, yollarına çıkan herşeyi alıyorlar.
Using Google Earth you can witness trawlers -- in China, the North Sea, the Gulf of Mexico -- shaking the foundation of our life support system, leaving plumes of death in their path. The next time you dine on sushi -- or sashimi, or swordfish steak, or shrimp cocktail, whatever wildlife you happen to enjoy from the ocean -- think of the real cost. For every pound that goes to market, more than 10 pounds, even 100 pounds, may be thrown away as bycatch. This is the consequence of not knowing that there are limits to what we can take out of the sea. This chart shows the decline in ocean wildlife from 1900 to 2000. The highest concentrations are in red. In my lifetime, imagine, 90 percent of the big fish have been killed. Most of the turtles, sharks, tunas and whales are way down in numbers.
Google Earth kullanarak, trollere şahit olabilirsiniz. Çin'de, Kuzey Denizi'nde, Meksika Körfezi'nde... Yaşam destek sistemimizin temellerini sarsıyor, arkalarında ölümün tüylerini bırakıyorlar. Bir sonraki sefer sushi ya da sashimi, kılıç balığı filetosu, ya da karides kokteyli, ya da her neyse, okyanus kaynaklı herhangi bir yabani canlıyı yediğinizde bunun gerçek bedelini düşünün. Markete giden her 1 kilogram için, 10 kilogramdan fazla, belki 100 kilogram "istenmeyen av" olarak ziyan ediliyor. Denizden alabileceğimizin de bir sınırı olduğunu bilmemenin bir sonucu bu. Bu çizelge, okyanustaki vahşi hayat miktarında 1900'den 2000'e yaşanan düşüşü gösteriyor. En yüksek yoğunluklar kırmızı renkli. Benim ömrüm sırasında, düşünün ki, büyük balıkların %90'ı öldürüldü. Kaplumbağaların, köpekbalıklarının, tonbalıklarının ve balinaların çoğu sayıca çok azaldı.
But, there is good news. Ten percent of the big fish still remain. There are still some blue whales. There are still some krill in Antarctica. There are a few oysters in Chesapeake Bay. Half the coral reefs are still in pretty good shape, a jeweled belt around the middle of the planet. There's still time, but not a lot, to turn things around. But business as usual means that in 50 years, there may be no coral reefs -- and no commercial fishing, because the fish will simply be gone. Imagine the ocean without fish. Imagine what that means to our life support system. Natural systems on the land are in big trouble too, but the problems are more obvious, and some actions are being taken to protect trees, watersheds and wildlife.
Ama, iyi haberler de var. Büyük balıkların %10'u hâlâ hayatta. Hâlâ mavi balinalar var. Antarktika'da hâlâ kriller yaşıyor. Chesapeake Körfezi'nde az sayıda istridye hâlâ hayatta. Mercan kayalıklarının yarısı hâlâ hiç fena durumda değil. Gezegenin belini saran mücevherli bir kemer gibiler. Hâlâ zaman var, ama çok da değil. Gidişi tersine çevirmeliyiz. Ama işler şimdiki gibi giderse, 50 yıl içinde mercan kayalığı kalmayabilir. Ticari balıkçılık da sona erebilir, çünkü avlayacak balık kalmaz. Okyanusu balıksız hayal edin. Bunun yaşam destek sistemimiz için ne anlama geldiğini bir düşünün. Karadaki doğal sistemlerin de başı büyük belada. Ancak orada sorunlar göze daha fazla görünüyor. Ağaçları, sulak alanları ve yabani yaşamı korumak için bazı önlemler alınıyor.
And in 1872, with Yellowstone National Park, the United States began establishing a system of parks that some say was the best idea America ever had. About 12 percent of the land around the world is now protected: safeguarding biodiversity, providing a carbon sink, generating oxygen, protecting watersheds. And, in 1972, this nation began to establish a counterpart in the sea, National Marine Sanctuaries. That's another great idea. The good news is that there are now more than 4,000 places in the sea, around the world, that have some kind of protection. And you can find them on Google Earth. The bad news is that you have to look hard to find them. In the last three years, for example, the U.S. protected 340,000 square miles of ocean as national monuments. But it only increased from 0.6 of one percent to 0.8 of one percent of the ocean protected, globally. Protected areas do rebound, but it takes a long time to restore 50-year-old rockfish or monkfish, sharks or sea bass, or 200-year-old orange roughy. We don't consume 200-year-old cows or chickens. Protected areas provide hope that the creatures of Ed Wilson's dream of an encyclopedia of life, or the census of marine life, will live not just as a list, a photograph, or a paragraph.
1872'de, Yellowstone Milli Parkı ile başlayarak ABD, bir parklar sistemi kurmaya başladı. Ve kimine göre, bu Amerika'nın gelmiş geçmiş en iyi fikriydi. Bugün dünyadaki karaların yaklaşık %12'si koruma altında. Biyolojik çeşitlilik emniyet altına alınıyor, karbon birikim alanları oluşturuluyor, oksijen üretimi sağlanıyor, sulak alanlar korunuyor. Ve 1972'de bu ulus, denizdeki karşılığını kurmaya başladı: Milli Deniz Koruma Alanları. Bu da bir diğer büyük fikir. İyi haber şu ki, artık dünyanın çeşitli denizlerinde 4,000'den fazla yer bir şekilde koruma altında. Ve bunları Google Earth'te bulabilirsiniz. Kötü haber de şu ki: Onları bulmak için çok aramanız gerekiyor. Son üç yıl içinde, örneğin ABD 880,000 kilometrekare okyanus alanını milli servet olarak koruma altına aldı. Ancak bu, koruma altındaki okyanus oranını küresel ölçekte topu topu %1.6'dan %1.8'e yükseltebildi. Koruma altına alınan alanlar, bunun karşılığını verir. Ancak, 50 yaşındaki kayabalıklarını, kelerbalıklarını, köpekbalıklarını ya da levrekleri, 200 yaşındaki deniz levreklerini yerine koymak uzun zaman alıyor. 200 yaşındaki inekleri ya da tavukları tüketmiyoruz. Koruma altındaki alanlar bize umut veriyor. Bir gün, Ed Wilson'un hayat ansiklopedisi rüyasında ya da deniz nüfus sayımındaki canlılar, yalnızca listelerde, fotoğraflarda ya da paragraflarda kalmasınlar.
With scientists around the world, I've been looking at the 99 percent of the ocean that is open to fishing -- and mining, and drilling, and dumping, and whatever -- to search out hope spots, and try to find ways to give them and us a secure future. Such as the Arctic -- we have one chance, right now, to get it right. Or the Antarctic, where the continent is protected, but the surrounding ocean is being stripped of its krill, whales and fish. Sargasso Sea's three million square miles of floating forest is being gathered up to feed cows. 97 percent of the land in the Galapagos Islands is protected, but the adjacent sea is being ravaged by fishing. It's true too in Argentina on the Patagonian shelf, which is now in serious trouble. The high seas, where whales, tuna and dolphins travel -- the largest, least protected, ecosystem on Earth, filled with luminous creatures, living in dark waters that average two miles deep. They flash, and sparkle, and glow with their own living light.
Dünyanın her yerinden bilim insanlarıyla birlikte, okyanusun balıkçılığa, madenciliğe, sondaja ve atıklara açık olan %99'unu inceleyerek umut noktaları arıyorum. O noktalar ve bizlere güvenli bir gelecek sunmanın yollarını bulmaya çalışıyorum. Arktik'te olduğu gibi, tam şimdi, doğruyu yapmak için bir tek şansımız var. Aksi takdirdeki Antarktika örneğinde, kıta koruma altında, ancak etrafındaki okyanus krilleri, balinaları ve balıkları tüketilmiş durumda. Sargasso Denizi'nin 7.8 milyon kilometre karelik yüzer ormanı, inekleri beslemek için toplanıp götürülüyor. Galapagos Adaları'ndaki karaların %97'si koruma altında. Ancak yanıbaşındaki deniz, balıkçılık tarafından tahrip ediliyor. Aynısı Arjantin'de de geçerli. Patagonya sahalığı artık ciddi tehlike altında. Balinaların, tonbalıklarının ve yunusların yaşadığı açık denizler, dünyanın en büyük ve en az korunan ekosistemidir. Burası ışık saçan ve ortalama 4 kilometre derinlikte yaşayan yaratıklarla doludur Çakar, parlar ve ışıldarlar kendi yaşam ışıklarıyla.
There are still places in the sea as pristine as I knew as a child. The next 10 years may be the most important, and the next 10,000 years the best chance our species will have to protect what remains of the natural systems that give us life. To cope with climate change, we need new ways to generate power. We need new ways, better ways, to cope with poverty, wars and disease. We need many things to keep and maintain the world as a better place. But, nothing else will matter if we fail to protect the ocean. Our fate and the ocean's are one. We need to do for the ocean what Al Gore did for the skies above.
Denizlerde hâlâ çocukken tanıdığım şekliyle bozulmamış yerler var. Önümüzdeki 10 yıl, en önemli dönem olabilir. Ve gelecek 10,000 yıl, insanoğlunun bize hayat veren doğal sistemlerden geriye kalanları korumak için tek şansı olabilir. İklim değişikliğiyle başa çıkmak için, enerji üretmenin yeni yollarını bulmalıyız. Fakirlik, savaş ve hastalıkla mücadele etmenin yeni, daha iyi yollarını bulmalıyız. Dünyayı korumak ve daha iyi bir yer hâline getirmek için çok şey yapmamız gerekli. Ancak, hiçbirinin anlamı olmayacak eğer okyanusu korumayı başaramazsak. Bizim ve okyanusun kaderimiz bir. Al Gore'un üstümüzdeki gökler için yaptığını, bizim de okyanus için yapmamız gerekli.
A global plan of action with a world conservation union, the IUCN, is underway to protect biodiversity, to mitigate and recover from the impacts of climate change, on the high seas and in coastal areas, wherever we can identify critical places. New technologies are needed to map, photograph and explore the 95 percent of the ocean that we have yet to see. The goal is to protect biodiversity, to provide stability and resilience. We need deep-diving subs, new technologies to explore the ocean. We need, maybe, an expedition -- a TED at sea -- that could help figure out the next steps.
Küresel bir eylem planı, IUCN (Dünya Koruma Birliği) ile birlikte biyoçeşitliliği korumak amacıyla hazırlanıyor. İklim değişkiliğinin etkilerini hafifletmek hedefleniyor. Açık denizlerde ve kıyı alanlarında, belirleyebildiğimiz tüm kritik yerlerde, harita, fotoğraf ve keşifler için yeni teknolojilere ihtiyaç var. Okyanusun %95'i hâlâ görülmeyi bekliyor. Amaç biyoçeşitliliği korumak, istikrar ve direnç sağlamak. Derine dalan denizaltı araçlarına, okyanusu keşfetmek için yeni teknolojilere ihtiyacımız var. Belki bir sefere ihtiyacımız var, -- denizde bir TED mesela -- sıradaki adımları belirlemek için.
And so, I suppose you want to know what my wish is. I wish you would use all means at your disposal -- films, expeditions, the web, new submarines -- and campaign to ignite public support for a global network of marine protected areas -- hope spots large enough to save and restore the ocean, the blue heart of the planet. How much? Some say 10 percent, some say 30 percent. You decide: how much of your heart do you want to protect? Whatever it is, a fraction of one percent is not enough. My wish is a big wish, but if we can make it happen, it can truly change the world, and help ensure the survival of what actually -- as it turns out -- is my favorite species; that would be us. For the children of today, for tomorrow's child: as never again, now is the time.
Ve artık, sanırım benim dileğimin ne olduğunu bilmek istiyorsunuz. Dileğim, kullanabildiğiniz tüm imkânlarınızı -- filmler, seferler, web, yeni denizaltı araçları, ya da kitle desteğini ateşleyecek bir kampanya -- deniz koruma alanlarından oluşan küresel bir ağ kurmak için, okyanusu koruyacak ve iyileştirecek kadar büyük umut noktaları için, gezegenin mavi kalbi için seferber etmenizdir. Peki ne kadar katkı? Kimi %10 der, kimi %30. Kalbinizin ne kadarını korumak istediğinize siz karar verin. Katkınız her ne olacaksa, bilin ki %1'in bir bölümü yeterli değil. Benim dileğim, büyük bir dilek. Ancak bunu gerçekleştirebilirsek, gerçekten dünyayı değiştirebilir. Ve hayatın devamlılığını güvence altına alabilir, tüm türler arasında en sevdiğim türün, bizlerin. Bugünün çocukları için, yarının çocuğu için, telafisi olmayan an, içinde bulunduğumuz zamandır.
Thank you.
Teşekkür ederim.
(Applause)
(Alkışlar)