So I was privileged to train in transplantation under two great surgical pioneers: Thomas Starzl, who performed the world's first successful liver transplant in 1967, and Sir Roy Calne, who performed the first liver transplant in the U.K. in the following year. I returned to Singapore and, in 1990, performed Asia's first successful cadaveric liver transplant procedure, but against all odds. Now when I look back, the transplant was actually the easiest part. Next, raising the money to fund the procedure. But perhaps the most challenging part was to convince the regulators -- a matter which was debated in the parliament -- that a young female surgeon be allowed the opportunity to pioneer for her country. But 20 years on, my patient, Surinder, is Asia's longest surviving cadaveric liver transplant to date. (Applause) And perhaps more important, I am the proud godmother to her 14 year-old son.
İki çığır açan cerrahtan nakil eğitimi alma ayrıcalığına eriştim: Thomas Starzl, Dünyadaki ilk karaciğer naklini 1967'de yapan kişi ve Sir Roy Calne, İngiltere'deki ilk karaciğer naklini bir sonraki yıl yapan kişi. Singapur'a döndüm ve, 1990'da, bütün garipliklere rağmen. Asya'daki ilk başarılı kadavradan karaciğer nakli işlemini yaptım, Şimdi geriye baktığımda, nakil aslında işin en kolay kısmıydı. Sonraki, işlemi karşılamak için para toplamak. Ama muhtemelen en zor kısım yöneticileri ikna etmekti -- mecliste tartışılan bir meselede -- genç kadın bir cerrahın ülkesine öncülük etmesi konusunda fırsat verilmesi. Ama 20 yıldan sonra, hastam, Surinder, Asya'nın en uzun süre yaşayan kadaverik karaciğer nakli hastası oldu. (Alkışlar) Ve belki daha daha önemlisi, 14 yaşındaki oğlunun vaftiz annesi olmaktan gurur duyuyorum.
(Applause)
(Alkışlar)
But not all patients on the transplant wait list are so fortunate. The truth is, there are just simply not enough donor organs to go around. As the demand for donor organs continues to rise, in large part due to the aging population, the supply has remained relatively constant. In the United States alone, 100,000 men, women and children are on the waiting list for donor organs, and more than a dozen die each day because of a lack of donor organs. The transplant community has actively campaigned in organ donation. And the gift of life has been extended from brain-dead donors to living, related donors -- relatives who might donate an organ or a part of an organ, like a split liver graft, to a relative or loved one.
Ama nakil bekleme listesindeki hastaların hepsi bu kadar şanslı olmuyor. Doğrusunu isterseniz, herkese yetecek kadar organ bağışı yok. Organ bağışı talepleri artmaya devam ederken, yaşlı nüfustaki artışa bağlı olarak miktar göreceli olarak sabit kaldı. Sadece Birleşik Devlet'lerde, 100,000 erkek, kadın ve çocuk organ bağışı bekleme listesinde, ve her gün bir düzineden fazla hasta organ yokluğundan dolayı ölüyor. Nakil topluluğu aktif olarak organ bağışı kampanyaları yaptı. Ve hayat hediyesi beyin ölümü gerçekleşmiş donörlerden hayatta olan, akraba donörlere kadar genişledi -- bütün bir organını veya organın bir bölümünü, mesela karaciğerin bir bölümünü, akrabasına veya sevdiklerine verebilen kişiler.
But as there was still a dire shortage of donor organs, the gift of life was then extended from living, related donors to now living, unrelated donors. And this then has given rise to unprecedented and unexpected moral controversy. How can one distinguish a donation that is voluntary and altruistic from one that is forced or coerced from, for example, a submissive spouse, an in-law, a servant, a slave, an employee? Where and how can we draw the line? In my part of the world, too many people live below the poverty line. And in some areas, the commercial gifting of an organ in exchange for monetary reward has led to a flourishing trade in living, unrelated donors.
Ama hala korkunç bir organ bağışı sıkıntısı varken, hayat hediyesi büyüdü, yaşayan, akraba donörlerden yaşayan, akraba olmayan donörlere. Ve bu daha sonra görülmemiş ve beklenmedik ahlaki bir tartışmaya yol açtı. Gönüllü ve fedakar bir bağış, zorla alınan bir bağıştan nasıl ayırt edilebilir, ya da, örneğin uysal bir eşten, eşin ailesinden, bir hizmetçiden, bir köleden, bir çalışandan? Nereye ve nasıl çizgi çekebiliriz? Benim dünyamda, çok fazla insan açlık sınırının altında yaşıyor. Ve bazı bölgelerde, bir organın para karşılığında ticari olarak verilmesi yaşayan, akraba olmayan donörlerde büyüyen bir ticarete yol açtı.
Shortly after I performed the first liver transplant, I received my next assignment, and that was to go to the prisons to harvest organs from executed prisoners. I was also pregnant at the time. Pregnancies are meant to be happy and fulfilling moments in any woman's life. But my joyful period was marred by solemn and morbid thoughts -- thoughts of walking through the prison's high-security death row, as this was the only route to take me to the makeshift operating room. And at each time, I would feel the chilling stares of condemned prisoners' eyes follow me. And for two years, I struggled with the dilemma of waking up at 4:30 am on a Friday morning, driving to the prison, getting down, gloved and scrubbed, ready to receive the body of an executed prisoner, remove the organs and then transport these organs to the recipient hospital and then graft the gift of life to a recipient the same afternoon. No doubt, I was informed, the consent had been obtained.
İlk karaciğer naklini yaptıktan kısa bir süre sonra, bir sonraki görevimi aldım, bu, hapishanelere giderek infaz edilmiş mahkumlardan organlar toplamaktı. Ve o zamanlar hamileydim. Hamilelikler bir kadının hayatında mutlu ve doyurucu anlarla dolu zamanlar olarak bilinir. Ama benim bu mutlu dönemime heybetli ve hastalıklı düşünceler gölge düşürdü -- hapishanedeki ameliyat odasına gitmenin tek yolu olan pek güvenli ölüm koridorlarından yürüyerek geçme düşüncesi. Ve her seferinde, gözleriyle beni takip eden mahkumların soğuk bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Ve iki yıl boyunca, ikilem arasında kaldım, sabah 4:30'da uyanmak bir Cuma sabahında, hastaneye kadar araba sürmek, eldivenli ve temiz olarak aşağı inmek, infaz edilmiş bir mahkumun vücudunu almaya hazır, organları çıkarıp bu organları alacak hastaneye taşıyıp hayat hediyesini bir hastaya aynı gün öğleden sonra nakletmek. Kuşkusuz, bana bilgi verilmişti, rızam alınmıştı.
But, in my life, the one fulfilling skill that I had was now invoking feelings of conflict -- conflict ranging from extreme sorrow and doubt at dawn to celebratory joy at engrafting the gift of life at dusk. In my team, the lives of one or two of my colleagues were tainted by this experience. Some of us may have been sublimated, but really none of us remained the same. I was troubled that the retrieval of organs from executed prisoners was at least as morally controversial as the harvesting of stem cells from human embryos. And in my mind, I realized as a surgical pioneer that the purpose of my position of influence was surely to speak up for those who have no influence. It made me wonder if there could be a better way -- a way to circumvent death and yet deliver the gift of life that might exponentially impact millions of patients worldwide.
Ama hayatımda, sahip olduğum bir beceri, çatışma duygularına sebep oluyordu -- değişen bir çatışma; büyük bir acıdan, ve ufuktaki şüpheden akşam karanlığında verilen bir hayat hediyesinin kutlama sevincine. Ekibimde, meslektaşlarımdan bir ya da ikisinin hayatları, bu deneyimle lekelenmişti. Bazılarımız yüceltilmiş olabilir, ama aslında hiçbirimiz aynı kalamadık. Çok sıkıntılıydım, infaz edilen mahkumlardan alınan organlar, ahlaki olarak en az insan embriyolarından kök hücre almak kadar tartışmalıydı. Ve zihnimde, cerrahi bir öncü olarak farkettim ki, bu etkili pozisyonumun amacı etki sahibi olmayanlar yerine konuşmaktı. Bu beni bir meraka sevketti daha iyi bir yol olabilseydi -- ölümü atlatmak için bir yol ve dünya çapında milyonlarca insanı etkileyebilecek olan hayat hediyesini yine de verebilmek.
Now just about that time, the practice of surgery evolved from big to small, from wide open incisions to keyhole procedures, tiny incisions. And in transplantation, concepts shifted from whole organs to cells. In 1988, at the University of Minnesota, I participated in a small series of whole organ pancreas transplants. I witnessed the technical difficulty. And this inspired in my mind a shift from transplanting whole organs to perhaps transplanting cells. I thought to myself, why not take the individual cells out of the pancreas -- the cells that secrete insulin to cure diabetes -- and transplant these cells? -- technically a much simpler procedure than having to grapple with the complexities of transplanting a whole organ.
Şimdi o zamanlardan beri, cerrahi uygulamalar daha büyükten daha küçüğe dönüştü, geniş, açık kesilerden küçük girişlerle yapılan işlemlere, küçük kesilere. Ve nakil konusunda, kavramlar bütün bir organdan hücrelere kaydı. 1988'de Minnesota Üniversitesi'nde, bir dizi pankreas nakli çalışmaları yaptım. Teknik zorluğa şahit oldum. Ve bu, bütün bir organı hakletmekten belki hücreleri nakletmeye geçiş için bana ilham kaynağı oldu. Kendi kendime düşündüm, neden bazı özel hücreleri pankreastan alıp -- mesela diyabeti iyileştirmek için insülin salgılayan hücreleri -- bu hücreleri nakletmeyelim? -- teknik olarak bütün bir organı nakletmenin karmaşıklığı ile uğraşmaktan çok daha basit bir işlem.
And at that time, stem cell research had gained momentum, following the isolation of the world's first human embryonic stem cells in the 1990s. The observation that stem cells, as master cells, could give rise to a whole variety of different cell types -- heart cells, liver cells, pancreatic islet cells -- captured the attention of the media and the imagination of the public. I too was fascinated by this new and disruptive cell technology, and this inspired a shift in my mindset, from transplanting whole organs to transplanting cells. And I focused my research on stem cells as a possible source for cell transplants.
Ve o zamanlarda, kök hücre araştırmaları dünyadaki ilk insan emriyonik hücrelerinin 1990'larda izole edilmesini takiben ivme kazanmıştı. Kök hücrelerin şef hücreler olarak görülmesi, geniş bir hücre çeşitliliğine artış sağlayabilirdi -- kalp hücreleri, karaciğer hücreleri, pankreas adacık hücreleri -- medyanın ilgisini ve halkın hayallerini yakaladı. Ben de bu yeni ve her şeyi değiştiren teknoloji karşısında büyülenmiştim, ve bu aklımdaki bir geçişe ilham verdi, organları bütün olarak nakletmek yerine, hücreleri nakletmek. Ve çalışmalarımı muhtemel bir nakil kaynağı olan kök hücreler üzerinde yoğunlaştırdım.
Today we realize that there are many different types of stem cells. Embryonic stem cells have occupied center stage, chiefly because of their pluripotency -- that is their ease in differentiating into a variety of different cell types. But the moral controversy surrounding embryonic stem cells -- the fact that these cells are derived from five-day old human embryos -- has encouraged research into other types of stem cells.
Bugün görüyoruz ki çok farkı kök hücre türleri var. Embriyonik kök hücreler, pluripotent oldukları için, sahnenin ortasında duruyor -- bu onların farklı hücre türlerine farklanmadaki kolaylığını gösteriyor. Ama embriyonik kök hücreleri kuşatan ahlaki tartışmalar -- bu hücrelerin 5 günlük insan embriyolarından alındığı gerçeği -- araştırmayı diğer kök hücre türlerine yönlendirdi.
Now to the ridicule of my colleagues, I inspired my lab to focus on what I thought was the most non-controversial source of stem cells, adipose tissue, or fat, yes fat -- nowadays available in abundant supply -- you and I, I think, would be very happy to get rid of anyway. Fat-derived stem cells are adult stem cells. And adult stem cells are found in you and me -- in our blood, in our bone marrow, in our fat, our skin and other organs. And as it turns out, fat is one of the best sources of adult stem cells. But adult stem cells are not embryonic stem cells. And here is the limitation: adult stem cells are mature cells, and, like mature human beings, these cells are more restricted in their thought and more restricted in their behavior and are unable to give rise to the wide variety of specialized cell types, as embryonic stem cells [can].
Şimdi meslektaşlarımın dalga konusu olsa da, laboratuvarıma, en tartışmasız kök hücre kaynağına odaklanmaları için ilham verdim, adipoz doku, veya yağ, evet yağ -- bugünlerde bol miktarda kaynak var -- siz ve ben, sanırım, onlardan kurtulsak çok mutlu oluruz. Yağ-kökenli kök hücreler yetişkin kök hücreleridir. Ve yetişkin kök hücreleri sizde ve bende bulunmaktadır -- kanımızda, kemik iliğimizde, yağ dokumuzda, derimizde ve diğer organlarda. Ve bu ortaya çıktıkça, yağ dokusunun en iyi yetişkin kök hücre kaynaklarından biri olduğu görüldü. Ama yetişkin kök hücreleri embriyonik kök hücre değildir. İşte kısıtlamamız: yetişkin kök hücreler olgunlaşmış hücrelerdir, ve, olgun insanlar gibi, düşüncelerinde daha sınırlıdır davranışlarında daha sınırlıdır ve embriyonkik kök hücrelerin aksine farklı farklı özelleşmiş hücre türlerine dönüşme yeteneğinden mahkumdurlar.
But in 2007, two remarkable individuals, Shinya Yamanaka of Japan and Jamie Thomson of the United States, made an astounding discovery. They discovered that adult cells, taken from you and me, could be reprogrammed back into embryonic-like cells, which they termed IPS cells, or induced pluripotent stem cells. And so guess what, scientists around the world and in the labs are racing to convert aging adult cells -- aging adult cells from you and me -- they are racing to reprogram these cells back into more useful IPS cells. And in our lab, we are focused on taking fat and reprogramming mounds of fat into fountains of youthful cells -- cells that we may use to then form other, more specialized, cells, which one day may be used as cell transplants. If this research is successful, it may then reduce the need to research and sacrifice human embryos.
Ama 2007'de, iki dikkate değer kişi, Japonya'dan Shinya Yamanaka ve Birleşik Devletler'den Jamie Thompson, hayret verici bir buluşa imza attı. Sizden ve benden alınan yetişkin hücrelerin IPS hücreleri, veya uyarılmış pluripotent hücreler dedikleri, hücrelere dönüşmek üzere, yeniden programlanabileceğini keşfettiler. Ve tahmin edin ne oldu, dünya çapında biliminsanları laboratuvarlarında, yaşlı yetişkin hücreleri dönüştürmek için yarışıyor -- sizden ve benden alınan yaşlı hücreler -- bu hücreleri yeniden daha kullanışlı IPS hücrelerine dönüştürmek için yarışıyorlar. Ve bizim laboratuvarımızda, yağ dokusunu alıp, yağ höyüklerini genç hücre çeşmelerine dönüştürmeye odaklandık -- daha özelleşmiş hücreler elde edebilmek için kullanabileceğimiz hücreler, bir gün hücre naklinde kullanılabilecek hücreler. Eğer bu araştırma başarılı olursa, insan embriyolarını araştırma ve feda etme ihtiyacını azaltabilir.
Indeed, there is a lot of hype, but also hope that the promise of stem cells will one day provide cures for a whole range of conditions. Heart disease, stroke, diabetes, spinal cord injury, muscular dystrophy, retinal eye diseases -- are any of these conditions relevant, personally, to you?
Aslında bir sürü uydurma var, ama umut da var, çok farklı durumlarda, kök hücrelerimizin tedavi olanakları sunmasıyla ilgili. Kalp hastalıkları, inme, diyabet, omurilik yaralanması, kas distrofisi, retinal göz hastalıkları -- bu durumların herhangi biri sizi kişisel olarak ilgilendiriyor mu?
In May 2006, something horrible happened to me. I was about to start a robotic operation, but stepping out of the elevator into the bright and glaring lights of the operating room, I realized that my left visual field was fast collapsing into darkness. Earlier that week, I had taken a rather hard knock during late spring skiing -- yes, I fell. And I started to see floaters and stars, which I casually dismissed as too much high-altitude sun exposure. What happened to me might have been catastrophic, if not for the fact that I was in reach of good surgical access. And I had my vision restored, but not before a prolonged period of convalescence -- three months -- in a head down position. This experience taught me to empathize more with my patients, and especially those with retinal diseases.
Mayıs 2006'da, başıma korkunç bir şey geldi. Robotik bir ameliyata başlamak üzereydim, ama asansörden dışarı, ameliyathanenin parlak ve göz kamaştırıcı ışıklarına adım atarken, farkettim ki, sol görme alanım hızla karanlığa gömülüyordu. O hafta, daha önce, bir bahar kayağı sırasında sert bir darbe aldım -- evet, düştüm. Ve uçan şeyler, yıldızlar görmeye başladım, üstünkörü bir şekilde yüksek irtifada güneşe maruz kaldığım için görmezden geldim. Doğrusu, cerrahi bir müdahaleye yetişmiş olmasaydım, başıma gelen şey bir felaket olabilirdi. Ve görüşüm düzeldi, ama uzun bir iyileşme sürecinden sonra -- 3 ay -- baş aşağı pozisyonda. Bu deneyim bana hastalarımla daha çok empati kurmayı öğretti, ve özellikle retinal hastalığı olanlarla.
37 million people worldwide are blind, and 127 million more suffer from impaired vision. Stem cell-derived retinal transplants, now in a research phase, may one day restore vision, or part vision, to millions of patients with retinal diseases worldwide. Indeed, we live in both challenging as well as exciting times. As the world population ages, scientists are racing to discover new ways to enhance the power of the body to heal itself through stem cells.
Dünya genelinde 27 milyon insan görme engelli, ve 127 milyon kişi görme bozukluğundan şikayetçi. Kök hücre-kökenli retinal nakiller, henüz araştırma aşamasında olmasına karşın, dünya genelindeki milyonlarca retina hastasına görüş alanlarını, veya görüş alanlarının bir kısmını geri verebilir. Aslında, biz hem zorlu hem de heyecan verici zamanlarda yaşıyoruz. Dünya nüfusu yaşlandıkça, biliminsanları vücudun kök hücreler yoluyla kendi kendini iyileştirme gücünü arttırmaya çalışıyor.
It is a fact that when our organs or tissues are injured, our bone marrow releases stem cells into our circulation. And these stem cells then float in the bloodstream and hone in to damaged organs to release growth factors to repair the damaged tissue. Stem cells may be used as building blocks to repair damaged scaffolds within our body, or to provide new liver cells to repair damaged liver. As we speak, there are 117 or so clinical trials researching the use of stem cells for liver diseases.
Şu bir gerçek ki, organlarımız veya dokularımız yaralandığında, kemik iliğimiz kan doloşımımıza kök hücreler salar. Ve bu kök hücreler kan akımında yüzerek tamir edilebilmelerini sağlayacak büyüme faktörleri salgılamak için hasarlı organlarımıza yerleşir. Kök hücreler zarar gören vücut yapımızı tamir etmek için yapı taşları olarak kullanılabilir, veya hasarlı karaciğeri tamir edecek yeni karaciğer hücreleri sunmak için. Biz konuşurken, karaciğer hastalıklarında kök hücrelerin kullanılması için 117 tane araştırma yapılıyor.
What lies ahead? Heart disease is the leading cause of death worldwide. 1.1 million Americans suffer heart attacks yearly. 4.8 million suffer cardiac failure. Stem cells may be used to deliver growth factors to repair damaged heart muscle or be differentiated into heart muscle cells to restore heart function. There are 170 clinical trials investigating the role of stem cells in heart disease. While still in a research phase, stem cells may one day herald a quantum leap in the field of cardiology.
Peki sonra ne olacak? Kalp hastalığı dünya genelinde en önde gelen ölüm sebebidir. 1.1 milyon Amerikalı her yıl kalp atakları geçiriyor. 4.8 milyon kişide kalp yetmezliği var. Kök hücreler büyüme faktörlerini iletmek için hasarlı kalp kasını tamir etmek için veya kalp kası hücrelerine farklanmak için, kalp fonksiyonunu geri getirmek için kullanılabilir. Kalp hastalıklarında kök hücrelerin rolünü araştıran 170 klinik çalışma var. Hâlâ araştırma aşamasında olsa da, kök hücreler bir gün kardiyoloji alanında büyük bir atılımın müjdecisi olabilir.
Stem cells provide hope for new beginnings -- small, incremental steps, cells rather than organs, repair rather than replacement. Stem cell therapies may one day reduce the need for donor organs. Powerful new technologies always present enigmas. As we speak, the world's first human embryonic stem cell trial for spinal cord injury is currently underway following the USFDA approval. And in the U.K., neural stem cells to treat stroke are being investigated in a phase one trial.
Kök hücreler yeni başlangıçlar için umut veriyor -- küçük, artan adımlar, organlar yerine hücreler, değiştirmek yerine tamir etmek. Kök hücre tedavileri bir gün organ bağışı ihtiyacını azaltabilir. Güçlü yeni teknolojilerin her zaman gizemi vardır. Biz konuştukça, dünyada ilk kez omurilik yaralanması için, USFDA'nın onayıyla insan embriyonik kök hücre çalışması yürütülüyor, Ve Birleşik Kırallık'ta, inmeyi tedavi etmek için, birinci aşama çalışmasında, sinir kök hücreleri inceleniyor.
The research success that we celebrate today has been made possible by the curiosity and contribution and commitment of individual scientists and medical pioneers. Each one has his story. My story has been about my journey from organs to cells -- a journey through controversy, inspired by hope -- hope that, as we age, you and I may one day celebrate longevity with an improved quality of life.
Bugün kutladığımız araştırma başarısı her bir biliminsanının ve tıbbi öncülerin merakı, katkısı ve kararlılığıyla mümkün oldu. Her birinin kendi hikayesi var. Benim hikayem, organlardan hücrelere yaptığım seyahatle ilgiliydi -- tartışmaların arasında bir seyahat, umudun ilham kaynağı olduğu -- biz yaşlandıkça, sizin ve benim bir gün, gelişmiş bir yaşam kalitesiyle, uzun bir ömrü kutlayabilme umudu.
Thank you.
Teşekkür ederim.