Cultural evolution is a dangerous child for any species to let loose on its planet. By the time you realize what's happening, the child is a toddler, up and causing havoc, and it's too late to put it back. We humans are Earth's Pandoran species. We're the ones who let the second replicator out of its box, and we can't push it back in. We're seeing the consequences all around us.
Kültürel evrim, yeryüzündeki tüm canlı türleri için başıboş bırakılması tehlikeli olan bir çocuktur. Tam ne olduğunu fark ettiğiniz anda, emeklemekte olan bu çocuk ayağa kalkıp bir sürü kargaşaya neden olur, ve onu geri alması da çok zordur. Bizler, insanlar dünyanın Pandora türleriyiz. İkincil kopyalacıyı kutusundan serbest bıraktık, ve şimdi onu kutusuna geri koyamıyoruz. Bunun sonuçlarını etrafımızda her yerde görüyoruz.
Now that, I suggest, is the view that comes out of taking memetics seriously. And it gives us a new way of thinking about not only what's going on on our planet, but what might be going on elsewhere in the cosmos. So first of all, I'd like to say something about memetics and the theory of memes, and secondly, how this might answer questions about who's out there, if indeed anyone is.
Şimdi, ben inanıyorum ki, mimetikleri ciddiye alan bir görüş ortaya çıkıyor. ve bu görüş bize yeni bir şekilde düşünmeyi öğretiyor. Sadece gezegenimizde neler olup bittiğini değil, evrende başka yerlerde neler oluyor olabileceğini de gösteriyor. Bu nedenle öncelikle mimetik ve mim teorisi hakkında birkaç şey söylemek istiyorum. ikinci bahsedeceğim şey ise bu konunun eğer oralarda uzaklarda birileri varsa onlar hakkındaki soruları nasıl yanıtlayabileceği.
So, memetics: memetics is founded on the principle of Universal Darwinism. Darwin had this amazing idea. Indeed, some people say it's the best idea anybody ever had. Isn't that a wonderful thought, that there could be such a thing as a best idea anybody ever had? Do you think there could? Audience: No. (Laughter) Susan Blackmore: Someone says no, very loudly, from over there. Well, I say yes, and if there is, I give the prize to Darwin.
Evet, mimetik. Mimetik, evrensel Darwinizm prensipleri üzerine kurulmuş bir bilim. Darwin'in muhteçem bir fikri vardı. Hatta bazı insanlar bunun şimdiye dek öne sürülmüş en iyi fikir olduğunu düşünüyorlar. Bu müthiş bir şey değil mi, bir fikrin, şimdiye kadar insanların aklına gelen en iyi fikir olması? Bu olabilir mi sizce? Seyircileri: Hayır. ( Gülüşmeler) Susan Blackmore: Birisi hayır diyor, oldukça yüksek sesli hem de, şurada. Bence evet, ve eüer böyle bir ödül olsa idi ben bunu Darwin' e verirdim.
Why? Because the idea was so simple, and yet it explains all design in the universe. I would say not just biological design, but all of the design that we think of as human design. It's all just the same thing happening. What did Darwin say? I know you know the idea, natural selection, but let me just paraphrase "The Origin of Species," 1859, in a few sentences.
Neden mi? Çünkü bu fikir öylesine basitti ki, ama evrenin tüm yapısını da açıklamaya yetiyordu. Sadece biyolojik yapısını da değil üstelik, insanların ürettiği şeylerin yapısını bile. Aslında orada da olan şeyler aynı. Darwin ne dedi? Kabaca biliyorsunuz, doğal seleksiyon fikrini ortaya koydu, ama 1859'da yayınlanan "Türlerin Kökeni'nden" birkaç cümle alıntı yapmama izin verin.
What Darwin said was something like this: if you have creatures that vary, and that can't be doubted -- I've been to the Galapagos, and I've measured the size of the beaks and the size of the turtle shells and so on, and so on. And 100 pages later. (Laughter) And if there is a struggle for life, such that nearly all of these creatures die -- and this can't be doubted, I've read Malthus and I've calculated how long it would take for elephants to cover the whole world if they bred unrestricted, and so on and so on. And another 100 pages later. And if the very few that survive pass onto their offspring whatever it was that helped them survive, then those offspring must be better adapted to the circumstances in which all this happened than their parents were.
Darwin'in söylediği şuna benzer bir şeydi -- "eğer elinizde çeşitlilik gösteren canlılar varsa, ki şüphesiz vardır-- Ben Galapagos adalarına gittim ve buradaki kuşların gagalarının, kaplumbağaların kabuklarının boylarını ölçtüm diye gidiyor. 100 sayfa kadar sonra -- (Gülüşmeler) " ve eğer bu ortamdaki canlılar hayatta kalma mücadelesi veriyor, ve hatta ölüyorlarsa -- ki mutlaka böyledir. Malthus'u okudum ve eğer fillerin kısıtlanmadan üreyecek olurlarsa dünyanın tamamını ne kadar zamanda tamamen kaplayacağını hesapladım..." vesaire vesaire-- 100 sayfa kadar sonra, " ve eğer bu hayatta kalabilen canlılar, hayatta kalmalarını sağlayan özelliklerini bir sonraki nesile aktarabiliyorlarsa, bir sonraki nesil, ebeveynlerine göre bu koşullarıa çok daha hızlı ve iyi uyum sağlayabileceklerdir.
You see the idea? If, if, if, then. He had no concept of the idea of an algorithm, but that's what he described in that book, and this is what we now know as the evolutionary algorithm. The principle is you just need those three things -- variation, selection and heredity. And as Dan Dennett puts it, if you have those, then you must get evolution. Or design out of chaos, without the aid of mind.
Fikri görebiliyor musunuz? Eğer, eğer, eğer ve o zaman. Algoritm hakkında çok fazla bilgisi yoktu, ama bu kitapta bahsedilen şey bugün evrimsel algoritma dediğimiz şeyin ta kendisi. Bu prensip uyarınca sadece üç şeye ihtiyaç vardır -- çeşitlilik, seçim ve kalıtsallık. Dan Dennett'in dediği gibi, eğer bu üçü mevcutsa o zaman eninde sonunda mutlaka evrim gerçekleşecektir. Ya da, aklın yardımı olmaksızın kaostan tasarıma gidiş.
There's one word I love on that slide. What do you think my favorite word is? Audience: Chaos. SB: Chaos? No. What? Mind? No. Audience: Without. SB: No, not without. (Laughter) You try them all in order: Mmm...? Audience: Must. SB: Must, at must. Must, must. This is what makes it so amazing. You don't need a designer, or a plan, or foresight, or anything else. If there's something that is copied with variation and it's selected, then you must get design appearing out of nowhere. You can't stop it. Must is my favorite word there.
Bu slaytta çok sevdiğim bir kelime var. Bu kelimeyi tahmin edebilir misiniz? Seyirciler: Kaos. SB: Kaos mu? Değil. Ne? Akıl mı? Yok o da değil. Seyirciler: Olmaksızın. SB: Yok, olmaksızın da değil. ( Gülüşmeler) Hepsini sırayla deniyorsunuz... hadi ama? Seyirciler: Mutlaka. Mutlaka, evet eninde sonunda mutlaka. Bu durumu bu kadar inanılmaz kılan da bu zaten. Bir yaratıcıya, bir plana, bir ön tasarıma ya da benzer bir başka şeye ihtiyacınız yok. Eğer çeşitlilikten köken alan ve bir sonraki nesile kopyalanan ve seçilime uğrayan bir özellik varsa, yoktan var olan bir tasarım elde edeceğiniz kesindir. Bunun önüne geçemezsiniz. Benim buradaki favori kelimem mutlaka.
Now, what's this to do with memes? Well, the principle here applies to anything that is copied with variation and selection. We're so used to thinking in terms of biology, we think about genes this way. Darwin didn't, of course; he didn't know about genes. He talked mostly about animals and plants, but also about languages evolving and becoming extinct. But the principle of Universal Darwinism is that any information that is varied and selected will produce design.
Peki, bunun mim'lerle ne ilgisi var? Buradaki çeşitliliğin kopyalanması ve seçilimi prensibini pekçok şeye uygulamak mümkün Biyolojik terimlerle düşünmeye çok alışkın olduğumuzdan genleri bu şekilde düşünebiliyoruz. oysa ki Darwin, elbette genler hakkında birşey bilmiyordu. Genelde bitkiler ve hayvanlar hakkında konuşmuştu, ama aynı zamanda evrimleşen ve soyu tükenen dillerden de bahsetmişti. Evrensel Darwinizm prensibine göre çeşitliliği olan ve tercih edilen her tür bilgi bir tasarıma dönüşecektir.
And this is what Richard Dawkins was on about in his 1976 bestseller, "The Selfish Gene." The information that is copied, he called the replicator. It selfishly copies. Not meaning it kind of sits around inside cells going, "I want to get copied." But that it will get copied if it can, regardless of the consequences. It doesn't care about the consequences because it can't, because it's just information being copied. And he wanted to get away from everybody thinking all the time about genes, and so he said, "Is there another replicator out there on the planet?" Ah, yes, there is.
Richard Dawkins'in 1976 yılında yayınlanan çok satan kitabı "Bencil Gen"de bahsettiği kavram da buydu. Kopyalanan veri, ki o buna replikatör adını takmıştı, kendini bencilce kopyalar. Elbette bundan kastım hücrenin içinde oturup beklerden "kopyalanmak istiyorum" demesi değil. Şu demek, sonuçları ne olursa olsun olabiliyorsa, kendini kopyalayacaktır. Kopyalamanın sonuçlarını düşünemez, çünkü düşünme yetisi yoktur, kopyalanan sadece verilerdir. Dawkins, bu konuda herkesin genleri örnek gösterip düşünmesinden uzaklaşmak isteiği için "dünyada bu şekilde çalışan bir başka veri kopyalayıcı var mı?" diye düşündü. Evet, elbette var.
Look around you -- here will do, in this room. All around us, still clumsily drifting about in its primeval soup of culture, is another replicator. Information that we copy from person to person, by imitation, by language, by talking, by telling stories, by wearing clothes, by doing things. This is information copied with variation and selection. This is design process going on. He wanted a name for the new replicator. So, he took the Greek word "mimeme," which means that which is imitated. Remember that, that's the core definition: that which is imitated. And abbreviated it to meme, just because it sounds good and made a good meme, an effective spreading meme. So that's how the idea came about. It's important to stick with that definition.
Etrafınıza bir bakın, bu odadaki grup bile yeterli. Hepimizin çevresi, hala dikkatsizce sağa sola savrulan bir ilkek kültür çorbasıyla kaplı durumda, bu da bir başka replikatör. Verileri insandan insana taklit ederek, dilimizi kullanıp konuşarak ya da hikayeler anlatarak, kılık kıyafetimizle ya da yaptıklarımızla aktarıyoruz. Bu bilgiler de çeşitlilik ve seçim ile kopyalanıyorlar, ve tasarım süreci devam ediyor. Dawkins bu kopyalayıcıya yeni bir isim vermek istedi, ve Yunanca bir kelime olan "mimeme"yi seçti, ki bu taklit edilen anlamına geliyor. Unutmayın ki temel tanım bu. Taklit edilen şey. Ve bu kelimeyı kısalatarak mim adını verdi, kulağa hoş geliyor çünkü ve güzel bir mim yarattı, oldukça etkin yayılan bir mim hem de. Bu fikrin ortaya çıkışı bu şekilde. Bu tanıma sadık kalmakta fayda var.
The whole science of memetics is much maligned, much misunderstood, much feared. But a lot of these problems can be avoided by remembering the definition. A meme is not equivalent to an idea. It's not an idea. It's not equivalent to anything else, really. Stick with the definition. It's that which is imitated, or information which is copied from person to person. So, let's see some memes.
Mimetik bilimi oldukça yanlış algılanmış, amacından saptırılmış ve korkulan hale gelmiş bir bilim. Ama bu sorunların çoğu bu kelimenin esas tanımını hatırlamakla ortadan kalkıyor. Mim, bir fikir ile eş anlamlı değildir. Bir fikir ya da benzer başka bir şey ile aynı değildir. Tanıma sadık kalalım. Taklit edilen bir şey. Ya da insandan insana kopyalanarak geçen bilgi. Bazı mim örneklerine bakalım şimdi.
Well, you sir, you've got those glasses hung around your neck in that particularly fetching way. I wonder whether you invented that idea for yourself, or copied it from someone else? If you copied it from someone else, it's a meme. And what about, oh, I can't see any interesting memes here. All right everyone, who's got some interesting memes for me? Oh, well, your earrings, I don't suppose you invented the idea of earrings. You probably went out and bought them. There are plenty more in the shops. That's something that's passed on from person to person. All the stories that we're telling -- well, of course, TED is a great meme-fest, masses of memes.
Bayım siz, gözlüklerinizi dikkat çekici bir şekilde boynunuza asmışsınız. Bunu kendiniz mi akıl ettiniz, yoksa bir başkasında mı gördünüz? Bir başkasında gördünüz ve kopyaladınız, bu bir mim. Başka, başka... hmm burada ilginç mimler göremiyorum şu an. Evet, bakalım başka ilginç mimler var mı? Ah evet, küpeleriniz, küpe takma fikrini sizin keşfettiğinizi sanmıyorum muhtemelen dışarıda bir yerlerden satın aldınız onları. Dükkanlarda daha bir sürü mevcut. Bu da insandan insana geçen bir şey. Tüm anlattığımız hikayeler de öyle, elbette, TED'in kendisi bile dev bir mim festivali.
The way to think about memes, though, is to think, why do they spread? They're selfish information, they will get copied, if they can. But some of them will be copied because they're good, or true, or useful, or beautiful. Some of them will be copied even though they're not. Some, it's quite hard to tell why.
Mimler hakkında dişünmemiz gereken şey ise şu, neden yayılıyorlar? Onlar bencil verileri, eğer becerebilirlerse kopyalanıyorlar. Bazıları iyi, güzel, doğru ya da faydalı oldukları için kopyalanıyor. bazıları ise öyle olmasalar da kopyalanıyorlar. Bazılarının neden kopyalandıklarını anlamak imkansız.
There's one particular curious meme which I rather enjoy. And I'm glad to say, as I expected, I found it when I came here, and I'm sure all of you found it, too. You go to your nice, posh, international hotel somewhere, and you come in and you put down your clothes and you go to the bathroom, and what do you see? Audience: Bathroom soap. SB: Pardon? Audience: Soap. SB: Soap, yeah. What else do you see? Audience: (Inaudible) SB: Mmm mmm. Audience: Sink, toilet! SB: Sink, toilet, yes, these are all memes, they're all memes, but they're sort of useful ones, and then there's this one. (Laughter) What is this one doing? (Laughter) This has spread all over the world. It's not surprising that you all found it when you arrived in your bathrooms here. But I took this photograph in a toilet at the back of a tent in the eco-camp in the jungle in Assam. (Laughter) Who folded that thing up there, and why? (Laughter) Some people get carried away. (Laughter) Other people are just lazy and make mistakes. Some hotels exploit the opportunity to put even more memes with a little sticker. (Laughter) What is this all about? I suppose it's there to tell you that somebody's cleaned the place, and it's all lovely. And you know, actually, all it tells you is that another person has potentially spread germs from place to place. (Laughter)
Hoşuma giden çok tuhaf bir mim var. Mutlulukla söyleyebilirim ki, buraya konferans için geldiğimde de gördüm onu, eminim ki siz de karşılaştınız onunla. Bir yerlerde güzel bir otel odası kiraladınız, odaya girdiniz, elbiselerinizi yerleştirdiniz ve banyoya gittiniz, orada ne gördünüz? Seyirciler: Banyo sabunu. SB: Anlamadım? Seyirciler: Sabun. SB: Sabun, evet peki, başka? Seyirci: ( Anlaşılmıyor) SB: Hı, hı..... Seyirciler: Lavabo, tuvalet! SB: Lavabo, tuvalet, evet bunlar da mim, hepsi mim, ama bunlar bir anlamda faydalı, ama bir de bu var. ( Gülüşmeler) Bu nedir böyle? ( Gülüşmeler) Bu olay dünyanın her yanına yayılmış durumda. sizin de buradaki banyonuzda bu mim ile karşılaşmış olmanız şaşırtıcı değil. Ama ben bu fotorafı, Assam'da, ormanın ortasındaki bir ekolojik kampta çektim. ( Gülüşmeler) Bunu kim böyle katlamış ve neden? ( Gülüşmeler) Bazıları bu işe kendini epey kaptırıyor. ( Gülüşmellr) Bazıları daha tembel ve hata yapıyorlar. Bazı oteller bu mim'e başka mimler ekleme fırsatını kaçırmıyor, mesela bu küçük etiketle. (Gülüşmeler) Bunun ne anlamı var? Sanırım birinin buraları temizlediğinin göstergesi bu, çok güzel. Ama biliyorsunuz aslında bir başka insanın kendi mikroplarını sağa sola yaydığını da gösteriyor. (Gülüşmeler)
So, think of it this way. Imagine a world full of brains and far more memes than can possibly find homes. The memes are all trying to get copied -- trying, in inverted commas -- i.e., that's the shorthand for, if they can get copied, they will. They're using you and me as their propagating, copying machinery, and we are the meme machines.
Bunu şöyle düşününç Beyinlerle dolu bir dünya hayal edin ve burda kendine bir yer bulamayacak kadar çok mim olsun. Bu mimler kopyalanmanın bir yolunu arıyorlar, tırnak içinde "kendilerine ev arıyorlaræ ve eğer kopyalanmayı başarırlarsa bunu becerecekler. Sizi ve beni kendilerini kopyalayacak makineler olarak kullanıyorlar, biz onların mim makineleriyiz.
Now, why is this important? Why is this useful, or what does it tell us? It gives us a completely new view of human origins and what it means to be human, all conventional theories of cultural evolution, of the origin of humans, and what makes us so different from other species. All other theories explaining the big brain, and language, and tool use and all these things that make us unique, are based upon genes. Language must have been useful for the genes. Tool use must have enhanced our survival, mating and so on. It always comes back, as Richard Dawkins complained all that long time ago, it always comes back to genes.
Bu neden önemli sizce? Neden faydalı bir şeyö ya da bize ne anlatıyor? Bize insanoğlunun kökenleri hakkında, insan olmanın ne demek olduğu hakkında yepyeni bir bakış açısı sağlıyor. Kültürel evrimin bilinen tüm teorileri, insanlığın tüm kökeni ve bizi diğer canlılardan farklı kılan öeyler hakkında. Diğer teoriler beynin büyüklüğünü, konuşma yetimizi ve alet kullanımını genlerimizden köken alan ve bizi benzersiz kılan diğer özelliklerimizi açıklıyor. Konuşma yeteneği genlerimize faydalı olmuş olmalı. Alet kullanmamız hayatta kalma ve üreme şansımızı artırmış olmalı. Her zaman konu dönüp dolanıp, Richard Dawkins'in de bir zaman önce yakındığı gibi genlerimize geliyor.
The point of memetics is to say, "Oh no, it doesn't." There are two replicators now on this planet. From the moment that our ancestors, perhaps two and a half million years ago or so, began imitating, there was a new copying process. Copying with variation and selection. A new replicator was let loose, and it could never be -- right from the start -- it could never be that human beings who let loose this new creature, could just copy the useful, beautiful, true things, and not copy the other things. While their brains were having an advantage from being able to copy -- lighting fires, keeping fires going, new techniques of hunting, these kinds of things -- inevitably they were also copying putting feathers in their hair, or wearing strange clothes, or painting their faces, or whatever.
Mimetik biliminin amacı ise, " Yo, hayır her zaman değil." demek. Yaşadığımız bu gezegende iki tan kopyalayıcı mevcut. İki milyon yıl öncesindeki atalarımızdan beri süregelen, onların taklit etmesi ile başlayan yeni bir kopyalama süreci mevcut. Değişkenlikle kopyalama ve aralarından seçme. Yeni bir kopyalayıcı serbest bırakılmıştı ve bir daha asla -- en başından beri, bu kopyalayıcıyı serbest bırakan atalarımız onu sadece yararlı, güzel ve doğru şeylerde kullanıp diğer şeylerde kullanmamazlık edemezdi elbette. Beyinleri bu koylamadan edindikleri avatajları özümserken -- ateş yakmak, ateşi canlı tutmak, yeni avlanma yöntemleri, buna benzer şeyleri -- kaçınılmaz olarak aynı zaman da saçlarına tüyler takmayı, tuhaf kılıklar giymeyi, yüzlerini boyamayı veya benzer şeyleri de taklit ettiler.
So, you get an arms race between the genes which are trying to get the humans to have small economical brains and not waste their time copying all this stuff, and the memes themselves, like the sounds that people made and copied -- in other words, what turned out to be language -- competing to get the brains to get bigger and bigger. So, the big brain, on this theory, is driven by the memes.
Böylece ortaya insanlara onların vaktini bu tip gereksiz şeyleri kopyalayarak vakitlerini harcamayı engelleyecek ufak, verimli beyinler sağlamaya çalışan genler ile, bunların tersini yapan mesela insanların yaptığı sesleri kopyalayan ve sonunda bunun konuşma diline dönüşmesini sağlayan ve beyinleri gittiçe daha büyük hale getirmek için yarışan mimler arasında bir çekişme ortaya çıktı. Bu teoriye göre büyük beyinlerimiz mimlerin bir ürünü.
This is why, in "The Meme Machine," I called it memetic drive. As the memes evolve, as they inevitably must, they drive a bigger brain that is better at copying the memes that are doing the driving. This is why we've ended up with such peculiar brains, that we like religion, and music, and art. Language is a parasite that we've adapted to, not something that was there originally for our genes, on this view. And like most parasites, it can begin dangerous, but then it coevolves and adapts, and we end up with a symbiotic relationship with this new parasite.
Bu nedenle "Mim Makinesi"nde bu durumu mimetik ivme olarak nitelendirdim. Mimler evrimleştikçe, ki kaçınılmaz olarak evrimleşmek zorundadırlar mimleri kopyalamada daha usta hale gelmiş, daha büyük bir beyine sahip olacaklardır. Bu nedenle böyle tuhaf beyinlere sahip olduk, din, müzik ve sanattan hoşlanıyoruz. Konuşma dili, bu görüşe göre uyum sağlamayı başardığımız bir parazit, başlangıçtan beri genlerimizden gelmiyor. ve hemen bütün parazitler gibi tehlikeli olarak başlıyor, ama sonradan evrimleşiyor ve uyum sağlıyor ve bu yeni parazitle simbiyotik yeni bir ilişki kuruyoruz.
And so, from our perspective, we don't realize that that's how it began. So, this is a view of what humans are. All other species on this planet are gene machines only, they don't imitate at all well, hardly at all. We alone are gene machines and meme machines as well. The memes took a gene machine and turned it into a meme machine.
Kendi bakış açımızdan bunun nasıl başladığının ayırdına varamıyoruz. Bu insanların ne olduğuna dair bir görüş. Bu gezegendeki diğer canlıların tümü gen makinaları, taklitçilik konusunda çok iyi değiller, balki birazcık. Ama biz, tek başımıza hem gen hem de mim makineleriyiz. Mimler bir gen makinesin aldılar ve onu bir mim makinesine çevirdiler.
But that's not all. We have a new kind of memes now. I've been wondering for a long time, since I've been thinking about memes a lot, is there a difference between the memes that we copy -- the words we speak to each other, the gestures we copy, the human things -- and all these technological things around us? I have always, until now, called them all memes, but I do honestly think now we need a new word for technological memes.
Ama hepsi bu değil. Artık yeni bir tür mime sahibiz. Bunu uzunca bir zamandır merak ediyorum, çünkü mimler hakkında epeyce çok düşünüyorum. kopyaladığımız bu mimler ile etrafımızdaki bütün bu teknolojik şeyler arasında bir ilinti var mı? -- kopyaladığımız mimler derken, birbirimize söylediğimiz kelimeler vücut dilimiz, diğer insani şeyerden bahsediyorum. Bu güne kadar, bu şeyleri her zaman mim diye adlandırdım, ama doğrusunu isterseniz artık teknolojik mimler için yeni bir kelimeye ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
Let's call them techno-memes or temes. Because the processes are getting different. We began, perhaps 5,000 years ago, with writing. We put the storage of memes out there on a clay tablet, but in order to get true temes and true teme machines, you need to get the variation, the selection and the copying, all done outside of humans. And we're getting there. We're at this extraordinary point where we're nearly there, that there are machines like that. And indeed, in the short time I've already been at TED, I see we're even closer than I thought we were before.
Bunlara teknomimler ya da timler diyelim. Çünkü süreçleri biraz daha farklı işliyor. Bundan 5000 yıl kadar önce, yazı yazmaya başladık. Biriktirdiğimiz mimleri kilden tabletlere aktardık, ama gerçek timler ve tim makinaları elde etmek için çeşitliliğin, seçilimin ve kopyalamanın insanların dışında yapılıyor olması gerekli. Ve bu noktaya geliyoruz. Neredeyse bu koşulları sağlayacak olağandışı bir noktadayız artık bunu yapan makinalar var. Aslında, TED'de bulunduğum şu kısa süre boyunca bile buna daha önce düşündüğümden daha yakın olduğumuzu gördüm.
So actually, now the temes are forcing our brains to become more like teme machines. Our children are growing up very quickly learning to read, learning to use machinery. We're going to have all kinds of implants, drugs that force us to stay awake all the time. We'll think we're choosing these things, but the temes are making us do it. So, we're at this cusp now of having a third replicator on our planet. Now, what about what else is going on out there in the universe? Is there anyone else out there? People have been asking this question for a long time. We've been asking it here at TED already. In 1961, Frank Drake made his famous equation, but I think he concentrated on the wrong things. It's been very productive, that equation. He wanted to estimate N, the number of communicative civilizations out there in our galaxy, and he included in there the rate of star formation, the rate of planets, but crucially, intelligence.
Gerçekte, artık timler beyinlerimizi daha çok tim makinaları gibi davranmak için zorluyor. Çocuklarımız okuma yazmayı çok hızlı öğreniyorlar, makine kullanmayı da öyle. Bir sürü implant, uyumadan ayakta kalmamızı sağlayacak bir sürü ilaca sahibiz. Bunları kendinizin seçtiğini düşünüyor olabilirsiniz, ama aslında bunu yapan timler. Şu anda gezegenimizde üçüncü bir kopyalayıcı olması nedeniyle ilginç br değişim içindeyiz. Peki evrenin diğer noktalarında neler olup bitiyor bu konuda? Oralarda birileri var mı? İnsanlar uzunca bir zamandır bu soruyu soruyorlar. TED'de, burada da bu soruyu soruyoruz. 1961'de Frank Drake meşhur formülünü öne sürdü, ama bence yanlışi bir şeye konsantre oldu. Bu formül çok verimli bir formül oldu, N'in değerini öngirmek istemişti, yani galaksimizde bulunan, iletişim kurma yetisine sahip uygarlık sayısını. Formüle yıldız oluşma hızını, gezegen sayısını, ve kaşınılmaz olarak zeki olmayı ekledi.
I think that's the wrong way to think about it. Intelligence appears all over the place, in all kinds of guises. Human intelligence is only one kind of a thing. But what's really important is the replicators you have and the levels of replicators, one feeding on the one before. So, I would suggest that we don't think intelligence, we think replicators.
Bence bu yanlış bir düşünce şekli. Zeka, her yerde olabilir, çok farklı şekillere bürünebilir. İnsan zekası bildiğimiz zekalardan sadece biri. Ama esas önemli olan şey çoğaltıcınızın olup olmadığı ve varsa kaçıncı derece oldukları, hangisinin kimden beslendiği. Bu nedenle, zekayı değil de, çoğaltıcıları göz önüne alalım diyorum.
And on that basis, I've suggested a different kind of equation. A very simple equation. N, the same thing, the number of communicative civilizations out there [that] we might expect in our galaxy. Just start with the number of planets there are in our galaxy. The fraction of those which get a first replicator. The fraction of those that get the second replicator. The fraction of those that get the third replicator. Because it's only the third replicator that's going to reach out -- sending information, sending probes, getting out there, and communicating with anywhere else.
Bundan yola çıkarak da farklı bir formül öneriyorum. Çok basit bir formül. N, aynı anlama geliyor. Galaksimizde bulmayı umduğumuz iletişim kurabilecek uygarlıkların sayısı. Bizim galaksimizdeki gezegenlerin sayısını alın, bunların çok az bir kısmında birinci derece bir çoğaltıcı olacaktır. Bunların çok az bir kısmında da ikinci derece bir çoğaltıcı var olabilir. Bunların çok öok az bir kısmı da üçünü seviye çoğaltıcıya sahip olacaktır. Çünkü sadece içinci derece çoğaltıcı gezegen dışına gitmeye çalışıp bilgi, uzay aracı vesaire göndermeye çalışarak uzaktakilerle iletişim kurmaya çalışacaktır.
OK, so if we take that equation, why haven't we heard from anybody out there? Because every step is dangerous. Getting a new replicator is dangerous. You can pull through, we have pulled through, but it's dangerous. Take the first step, as soon as life appeared on this earth. We may take the Gaian view. I loved Peter Ward's talk yesterday -- it's not Gaian all the time. Actually, life forms produce things that kill themselves. Well, we did pull through on this planet.
Tamam, eğer bu formülü göz önüne alırsak, neden hala orada bir yerlerden mesaj almadık? Çünkü bu süreçteki her adım tehlikelidir. Yeni bir çoğaltıcı sahibi olmak tehlikelidir. Bunu başarabilirsiniz, biz başardık ama tehlikelidir. ilk adımı ele alın, dünyada yaşam ortaya çıktıktan hemen sonra. Gaian görüşü benimseyelim. Peter Ward'ın dünkü konuşmasını çok beğendim -- her zaman Gaian olmak mümkün değil. Yaşam biçimleri, kendilerini lödürecek şeyler üretebilirler. Evet, biz bu gezegende başarılı olup hayatta kaldık,
But then, a long time later, billions of years later, we got the second replicator, the memes. That was dangerous, all right. Think of the big brain. How many mothers do we have here? You know all about big brains. They are dangerous to give birth to, are agonizing to give birth to. (Laughter) My cat gave birth to four kittens, purring all the time. Ah, mm -- slightly different. (Laughter)
Ama, uzun bir zaman sonra, milyarlarca yıl sonra İkinci bir çoğaltıcıya sahip olduk: mimler. Bu tehlikeliydi, tamam mı? Büyük beynimizi düşünün. Burada kaç anne vardır sizce? Sizler büyük beyinleri oldukça yakından tanıyorsunuz. Onları doğurmak epey zordur. Çok acı vericidir. ( Gülüşmeler) Benim kedin dört yavru doğurdu, doğum bıyunca da guruldadı. Eee, bizdekinden epey farklı değil mi? ( Gülüşmeler)
But not only is it painful, it kills lots of babies, it kills lots of mothers, and it's very expensive to produce. The genes are forced into producing all this myelin, all the fat to myelinate the brain. Do you know, sitting here, your brain is using about 20 percent of your body's energy output for two percent of your body weight? It's a really expensive organ to run. Why? Because it's producing the memes.
Sadece acı verici olmakla kalmaz, pekçok bebeğin ve annenin ölümüne neden olur. Bu beyni yapması da çok pahalıdır. Genler, bu myelini üretmek için uğraşırlar, bütün yağları myeline çevrilir. Biliyor musunuz, burada öylesine otururken beyniniz, vücudunuzun sadece ağırlıkça %2'sine sahip olduğu halde enerji tüketiminizin %20'sini harcıyor. Çalıştırması gerçekten de en pahalı olan organdır. Neden? Çünkü mimleri üretiyor.
Now, it could have killed us off. It could have killed us off, and maybe it nearly did, but you see, we don't know. But maybe it nearly did. Has it been tried before? What about all those other species? Louise Leakey talked yesterday about how we're the only one in this branch left. What happened to the others? Could it be that this experiment in imitation, this experiment in a second replicator, is dangerous enough to kill people off?
Ama bu hepimizi öldürebilirdi, hepimizi öldürebilirdi, belki de neredeyse bunu yaptı, görüyorsunuz ya, tam bilemiyoruz Belki de neredeyse bunu yaptı. Daha önce benzer birşeyi deneyen olmuş muydu? Diğer türlere ne dersiniz? Louise Leakey dün anlattı, biz evrim ağacının bu dalına hayatta kalan tek grubuz. Diğerlerine ne oldu? Bu taklit etme deneyi, bu ikincil çoğaştıcı deneyi bu insanları öldürmüş olacak kadar tehlikeli olabilir mi?
Well, we did pull through, and we adapted. But now, we're hitting, as I've just described, we're hitting the third replicator point. And this is even more dangerous -- well, it's dangerous again. Why? Because the temes are selfish replicators and they don't care about us, or our planet, or anything else. They're just information, why would they? They are using us to suck up the planet's resources to produce more computers, and more of all these amazing things we're hearing about here at TED. Don't think, "Oh, we created the Internet for our own benefit." That's how it seems to us. Think, temes spreading because they must. We are the old machines.
Biz paçayı kurtardık ve uyum sağladık. Ama şu anda, daha önce de söylediğim gibi üçüncü çoğaltıcıya gelmiş durumdayız. Ve bu daha öncekilerden daha da tehlikeli-- tekrar bir tehlike var . Neden? Çünkü tümler bencil çoğaltıcılardır ne biz, ne gezegenimiz ne de başka şeyler umurlarında. Onlar sadece bilgiden ibaret -- neden umursasınlar ki? Şu anda gezegenin kaynaklarını tüketmek için bizi kullanıyorlar, daha fazla bilgisayar üretmek için, ya da burada TED'de dinlediğimiz diğer müthiş şeylerden üretmek için. "Ah, ama interneti kendi menfaatimiz için biz yarattık." diye düşünmeyin. Bize öyle geliyor elbette. Ama timlerin, buna zorunlu oldukları için yayıldığını düşünün. Bizler eski makineleriz.
Now, are we going to pull through? What's going to happen? What does it mean to pull through? Well, there are kind of two ways of pulling through. One that is obviously happening all around us now, is that the temes turn us into teme machines, with these implants, with the drugs, with us merging with the technology. And why would they do that? Because we are self-replicating. We have babies. We make new ones, and so it's convenient to piggyback on us, because we're not yet at the stage on this planet where the other option is viable. Although it's closer, I heard this morning, it's closer than I thought it was. Where the teme machines themselves will replicate themselves. That way, it wouldn't matter if the planet's climate was utterly destabilized, and it was no longer possible for humans to live here. Because those teme machines, they wouldn't need -- they're not squishy, wet, oxygen-breathing, warmth-requiring creatures. They could carry on without us.
Şimdi, bu defa da paşayı kurtarabilecek miyiz? Ne olacak? Paşayı kurtarmak ne demek? paşayı kurtarmanın iki yolu var aslında birincisi çu an etrafımızda zaten olup bitenlerden ibaret, timler bizi tim makinalarına dönüştürecek, bu implantlar, ilaçlar ve bizim teknoloji ile bitinleşiyor olmamız sayesinde. Peki bunu neden yapsaınlar ki? Çünkü biz kendi kendimize çoğalabiliyoruz. Bebek doğuruyoruz. yeni bireyler meydana getiriyoruz, bu nedenle bizim sırtımıza tutunmak mantıklı çünkü, bu gezegende henüz diğer aşamaya geçemedik. Her ne kadar yakın da olsa bu sabah duydum hatta zennettiğimden de yakınmış. ikinci aşamada tim makinaları kendilerini çoğaltmanın bir yolunu bulacaklar. Bu olduğunda, gezegenin iklimi tamamen değişse de bunun bir önemi olmayacak. ve insanların artık burada yaşayamacak olması da önemsiz olacak. Çünkü bu tim makinaları, artık bize çabucak ezilen, nemli gövdeli, oksijen soluyan sıcaklık isteyen yaratıklara ihtiyaç duymuyor olacaklar. Bizsiz de çoğalabilecekler.
So, those are the two possibilities. The second, I don't think we're that close. It's coming, but we're not there yet. The first, it's coming too. But the damage that is already being done to the planet is showing us how dangerous the third point is, that third danger point, getting a third replicator. And will we get through this third danger point, like we got through the second and like we got through the first? Maybe we will, maybe we won't. I have no idea. (Applause) Chris Anderson: That was an incredible talk. SB: Thank you. I scared myself. CA: (Laughter)
İki olasılık bunlar. İkinci olasılığa henüz çok da yakın olduğumuzu düşünmüyorum. Ama ilki hızla geliyor. Ve gezegenimize şimdiye kadar verdiğimiz zarar üçüncü noktanın ne kadar tehlikeli olduğunu da gösteriyor. Üçüncü tehlikeli an, üçüncü kopyalayıcıyı elde etmek. Bu tehlikeli noktadan da, daha önce birinci ve ikincisinden geçtiğimiz gibi kurtulup hayatta kalabilecek miyiz? Belki evet, belki de hayır. Hiç bir fikrim yok. ( Alkışlar) Chris Anderson: Bu inanılmaz bir konuşmaydı. SB: Teşekkürler. Ben bile korktum. CA: ( Kahkaha)