So, here we go: a flyby of play.
Öyleyse başlıyoruz: Oyuna genel bir bakış.
It's got to be serious if the New York Times puts a cover story of their February 17th Sunday magazine about play. At the bottom of this, it says, "It's deeper than gender. Seriously, but dangerously fun. And a sandbox for new ideas about evolution." Not bad, except if you look at that cover, what's missing? You see any adults?
New York Times 17 Şubat tarihli pazar dergisine kapak hikâyesi olarak oyun oynamayı koyduğuna göre bu ciddi bir şey olmalı. En altta şöyle diyor: "Cinsiyetten daha derin. Ciddi anlamda ama tehlikeli derecede eğlenceli. Evrimle ilgili yeni fikirlerle dolu bir kum havuzu." Hiç fena değil, ancak kapağa bir bakın, ne eksik burada? Hiç yetişkin görüyor musunuz?
Well, lets go back to the 15th century. This is a courtyard in Europe, and a mixture of 124 different kinds of play. All ages, solo play, body play, games, taunting. And there it is. And I think this is a typical picture of what it was like in a courtyard then. I think we may have lost something in our culture.
O zaman, 15. yüzyıla geri gidelim. Bu Avrupa'da bir avlu resmi ve burada 124 farklı oyun türü görüyoruz. Genci, yaşlısı, tek başına oynanan oyunlar, vücut oyunları, kurallı oyunlar, alay etme. İşte bu. Sanıyorum bu gördüğümüz o zamanlarda avluda vakit geçirmenin nasıl bir şey olduğunu gösteren tipik bir resim. Kültürümüzden bir şeyler yitirmiş olabiliriz diye düşünüyorum.
So I'm gonna take you through what I think is a remarkable sequence. North of Churchill, Manitoba, in October and November, there's no ice on Hudson Bay. And this polar bear that you see, this 1200-pound male, he's wild and fairly hungry. And Norbert Rosing, a German photographer, is there on scene, making a series of photos of these huskies, who are tethered. And from out of stage left comes this wild, male polar bear, with a predatory gaze. Any of you who've been to Africa or had a junkyard dog come after you, there is a fixed kind of predatory gaze that you know you're in trouble. But on the other side of that predatory gaze is a female husky in a play bow, wagging her tail. And something very unusual happens. That fixed behavior -- which is rigid and stereotyped and ends up with a meal -- changes. And this polar bear stands over the husky, no claws extended, no fangs taking a look. And they begin an incredible ballet.
Şimdi sizleri dikkate değer olduğunu düşündüğüm bir olaylar dizisi yolculuğuna çıkaracağım. Ekim ve Kasım aylarında, Kuzey Churchill, Manitoba'da Hudson Körfezi'nde hiç buz yok. Yaklaşık 550 kiloluk bu erkek kutup ayısı vahşi ve hayli aç. Alman bir fotoğrafçı olan Norbert Rosing burada ipe bağlı olan kurt köpeklerinin bir dizi fotoğrafını çekiyor. Tam o sırada, sol taraftan bu vahşi erkek kutup ayısı, avlanma bakışıyla sahneye giriyor. Daha önce Afrika'ya gitmiş ya da öfkeli bir köpek tarafından takip edilmiş olanlarınız bilirler; sabit bir avlanma bakış vardır,™ bu bakışla karşılaştığınızda başınızın dertte olduğunu anlarsınız. Fakat bu bakışın muhatabı oyun pozisyonu almış dişi bir kurt köpeği, kuyruğunu sallıyor. Ve çok sıradışı bir şey oluyor. Sabit, katı, kalıplaşmış ve yemekle sonlanan bu hareket değişiyor. Bu kutup ayısı kurt köpeğinin başına dikiliyor. Pençelerini göstermiyor, dişlerini çıkarmıyor; bakıyor. İnanılmaz bir bale gösterisi yapmaya başlıyorlar.
A play ballet. This is in nature: it overrides a carnivorous nature and what otherwise would have been a short fight to the death. And if you'll begin to look closely at the husky that's bearing her throat to the polar bear, and look a little more closely, they're in an altered state. They're in a state of play. And it's that state that allows these two creatures to explore the possible. They are beginning to do something that neither would have done without the play signals. And it is a marvelous example of how a differential in power can be overridden by a process of nature that's within all of us.
Bale oyunu. Bu doğanın kendisinde var: Etobur bir doğaya ve başka türlü olsa ölümle sonuçlanacak kısa bir kavgaya ağır basıyor. Boğazını kutup ayısına açan kurt köpeğine yakından, daha da yakından baktığınızda bu ikisinin başkalaşmış bir durumda olduğunu göreceksiniz. Oyun oynama durumundalar. Bu iki yaratığın mümkün olanı keşfetmelerini sağlayan ise işte bu durumdur. İkisi de oyun sinyalleri verilmemiş olsa yapmayacakları bir şeyi yapmaya başlıyorlar. Bu, her birimizin içinde olan doğal bir sürecin güç uyumsuzluğuna nasıl ağır bastığını gösteren harika bir örnek.
Now how did I get involved in this? John mentioned that I've done some work with murderers, and I have. The Texas Tower murderer opened my eyes, in retrospect, when we studied his tragic mass murder, to the importance of play, in that that individual, by deep study, was found to have severe play deprivation. Charles Whitman was his name. And our committee, which consisted of a lot of hard scientists, did feel at the end of that study that the absence of play and a progressive suppression of developmentally normal play led him to be more vulnerable to the tragedy that he perpetrated. And that finding has stood the test of time -- unfortunately even into more recent times, at Virginia Tech.
Peki, ben bunun nasıl bir parçası oldum? John, daha önce katillerle çalışmalar yapmış olduğumdan söz etti; doğrudur. Geriye dönüp baktığında, oyun oynamanın önemiyle ilgili olarak yaptığı trajik katliam üzerinde çalıştığımız Teksas Kulesi katili gözlerimi açtı. Yapılan derin incelemeler sonucunda, bu şahsın ağır oyun yoksunluğundan mustarip olduğu bulundu. Bu şahsın adı Charles Whitman'dı. Çok sayıda ampirik bilimciden oluşan komitemiz, bu çalışmanın sonunda, oyunun yokluğunun ve gelişimsel açıdan normal kabul edilen oyunların giderek artan bir şekilde bastırılmasının bu şahsın bu trajediyi yaratmaya daha eğilimli olmasına sebep olduğunu hissetti. Bu bulgu zamana yenik düşmedi; hatta ne yazık ki yakın geçmişte Virginia Tech olaylarında da kendini gösterdi.
And other studies of populations at risk sensitized me to the importance of play, but I didn't really understand what it was. And it was many years in taking play histories of individuals before I really began to recognize that I didn't really have a full understanding of it. And I don't think any of us has a full understanding of it, by any means. But there are ways of looking at it that I think can give you -- give us all a taxonomy, a way of thinking about it.
Risk altındaki nüfuslara ilişkin diğer çalışmalar da beni oyun oynamanın önemine karşı duyarlılaştırdı, ancak bu önemin ne olduğunu tam olarak anlayamıyordum. Bunu tam olarak anlamadığımın farkına ancak yıllar boyu kişilerin oyun tarihlerini çıkardıktan sonra başlayabildim. Hiçbirimizin bunu tam olarak anlayabildiğini düşünmüyorum. Hiçbir şekilde böyle düşünmüyorum. Ancak size, hepimize kazandırabileceğimi düşündüğüm bazı bakış açıları var; bir sınıflandırma, bir düşünme biçimi.
And this image is, for humans, the beginning point of play. When that mother and infant lock eyes, and the infant's old enough to have a social smile, what happens -- spontaneously -- is the eruption of joy on the part of the mother. And she begins to babble and coo and smile, and so does the baby. If we've got them wired up with an electroencephalogram, the right brain of each of them becomes attuned, so that the joyful emergence of this earliest of play scenes and the physiology of that is something we're beginning to get a handle on.
Bu görüntü, insanlar açısından, oyunun başlangıç noktası. Bu anneyle bebeğin gözleri birbirine kilitlendiğinde, eğer bebek sosyal bir gülümsemeye sahip olacak kadar büyümüşse anne bir anda bir mutluluk patlaması yaşar. Hem anne hem de bebek agulanmaya, oynaşmaya ve gülümsemeye başlarlar. Onları bir elektroensefalograma bağlayacak olsak beyinlerinin sağ yarıları birbirlerininkiyle uyum sağlar. İşte oyun sahnelerinin ilkinin böyle mutluluk verici bir şekilde ortaya çıkışı ve bunun fizyolojisi yeni hakim olmaya başladığımız bir konu.
And I'd like you to think that every bit of more complex play builds on this base for us humans. And so now I'm going to take you through sort of a way of looking at play, but it's never just singularly one thing.
Sizlerden, biz insanlar için, daha karmaşık oyunların her parçasının işte bu temelin üzerine bir ekleme niteliğinde olduğunu düşünmenizi istiyorum. Şimdi sizlere bir tür oyuna bakış açısı göstereceğim, ancak hiçbir zaman tek bir bakış açısından söz edemeyiz.
We're going to look at body play, which is a spontaneous desire to get ourselves out of gravity. This is a mountain goat. If you're having a bad day, try this: jump up and down, wiggle around -- you're going to feel better. And you may feel like this character, who is also just doing it for its own sake. It doesn't have a particular purpose, and that's what's great about play. If its purpose is more important than the act of doing it, it's probably not play.
Bir vücut oyununa bakacağız. Bu, spontane bir kendini yerçekiminden kurtarma isteği. Bu gördüğünüz bir dağ keçisi. Kötü bir gün geçiriyorsanız bir de zıplamayı, dönüp durmayı deneyin. Kendinizi daha iyi hissedeceksiniz. Kendinizi bunu sırf yapmış olmak için yapan bu kişi gibi hissedebilirsiniz. Belli bir amacı yok, zaten oyun oynamanın en güzel tarafı budur. Bir şeyin amacı, o şeyi yapmaktan daha önemliyse o zaman o şey muhtemelen bir oyun değildir.
And there's a whole other type of play, which is object play. And this Japanese macaque has made a snowball, and he or she's going to roll down a hill. And -- they don't throw it at each other, but this is a fundamental part of being playful. The human hand, in manipulation of objects, is the hand in search of a brain; the brain is in search of a hand; and play is the medium by which those two are linked in the best way.
Bir de bundan tamamen farklı bir oyun türü var, bir nesne oyunu. Bu gördüğünüz Japon makağı bir kar topu yapmış, şimdi o kar topunu tepeden aşağı yuvarlayacak. Kar topunu birbirlerine atmıyorlar; ama zaten oyuncu olmanın temel unsurlarından biri budur. Nesnelerle oynayan insan eli beyin arayışında olan bir eldir. Beyin kendine bir el aramaktadır ve oyun, bu ikisini mümkün olan en iyi şekilde birbirine bağlayan araçtır.
JPL we heard this morning -- JPL is an incredible place. They have located two consultants, Frank Wilson and Nate Johnson, who are -- Frank Wilson is a neurologist, Nate Johnson is a mechanic. He taught mechanics in a high school in Long Beach, and found that his students were no longer able to solve problems. And he tried to figure out why. And he came to the conclusion, quite on his own, that the students who could no longer solve problems, such as fixing cars, hadn't worked with their hands. Frank Wilson had written a book called "The Hand." They got together -- JPL hired them. Now JPL, NASA and Boeing, before they will hire a research and development problem solver -- even if they're summa cum laude from Harvard or Cal Tech -- if they haven't fixed cars, haven't done stuff with their hands early in life, played with their hands, they can't problem-solve as well. So play is practical, and it's very important.
Bu sabah öğrendik ki harika bir yer olan JPL iki danışman işe almış. Frank Wilson ve Nate Johnson. Frank Wilson bir nörolog, Nate Johnson ise mekanik teknisyeni. Long Beach'te bir lisede mekanik öğretmenliği yapmış ve öğrencilerinin artık problemleri çözemez hâle geldiğini fark etmiş. Sonra da bunun nedenini bulmaya çalışmış. Kendi başına vardığı sonuçsa araba tamir etmek gibi sorunları çözemez hâle gelen öğrencilerin ellerini kullanarak çalışmamış olduklarıymış. Frank Wilson "The Hand (El)" adlı bir kitap yazmış. Bu iki kişi bir araya geldi; JPL onları işe aldı. Şimdi JPL, NASA ve Boeing'in araştırma ve geliştirme sorunları çözme elemanlarını işe almadan önce baktığı bir şey var. Harvard'dan veya Cal Tech'ten en yüksek onur derecesiyle mezun olmuş kişilerin bile araba tamir etmemişlerse, daha önceden ellerini kullanarak bir şeyler yapmamışlarsa veya ellerini kullanarak oyun oynamamışlarsa sorun çözmede de başarılı olamayacaklarını düşünüyorlar. Öyleyse oyun hem kullanışlı hem de çok önemli.
Now one of the things about play is that it is born by curiosity and exploration. (Laughter) But it has to be safe exploration. This happens to be OK -- he's an anatomically interested little boy and that's his mom. Other situations wouldn't be quite so good. But curiosity, exploration, are part of the play scene. If you want to belong, you need social play. And social play is part of what we're about here today, and is a byproduct of the play scene.
Oyunla ilgili diğer bir şeyse merak ve keşiften doğması. (Kahkahalar) Ama bu keşfin kazasız belasız gerçekleştirilmesi gerekir. Burada kabul edilebilir bir durum var; anatomiye ilgi duyan bir oğlan çocuğu ve onun annesini görüyoruz burada. Böyle olmasa durum fena olurdu. Merak ve keşif oyun sahnesidir bir parçasıdır. Aidiyet duyabilmek için toplumsal oyunlara ihtiyacımız var. Toplumsal oyunlarsa bugün burada sözünü ettiğimiz şeyin bir parçası olduğu kadar oyun sahnesinin de bir yan ürünüdür.
Rough and tumble play. These lionesses, seen from a distance, looked like they were fighting. But if you look closely, they're kind of like the polar bear and husky: no claws, flat fur, soft eyes, open mouth with no fangs, balletic movements, curvilinear movements -- all specific to play. And rough-and-tumble play is a great learning medium for all of us. Preschool kids, for example, should be allowed to dive, hit, whistle, scream, be chaotic, and develop through that a lot of emotional regulation and a lot of the other social byproducts -- cognitive, emotional and physical -- that come as a part of rough and tumble play.
Boğuşma oyunu. Bu dişi aslanlara uzaktan bakıldığında kavga ediyorlarmış gibi görünüyor. Ancak daha yakından baktığınızda deminki kutup ayısıyla kurt köpeğini andırıyor gibiler. Pençe yok, tüyler havaya dikilmemiş, bakışlar yumuşak, ağız açık ama dişler gösterilmemiş, baleyi andırı hareketler, eğrisel hareketler: her biri oyun oynamaya özgü. Boğuşma oyunu her birimiz için çok iyi bir öğrenme aracıdır. Okul öncesi çağdaki çocukların örneğin, dalmalarına, vurmalarına, ıslık çalmalarına, çığlık atmalarına, kaotik davranmalarına ve bu sayede boğuşma oyununun bir parçası olarak ortaya çıkan çok sayıda duygusal düzenleme ve bilişsel, duygusal veya fiziksel başka toplumsal yan ürünler geliştirmelerine izin verilmelidir.
Spectator play, ritual play -- we're involved in some of that. Those of you who are from Boston know that this was the moment -- rare -- where the Red Sox won the World Series. But take a look at the face and the body language of everybody in this fuzzy picture, and you can get a sense that they're all at play.
İzleyicili oyunlar, ayinsel oyunlar; biz de bunların bir kısmına katılıyoruz. Aranızda Bostonlu olanlar bilirler; bu gördüğümüz, pek nadiren yaşansa da Red Sox'un Dünya Ligi'ni kazandığı andır. Bu flu resimdeki kişilerin yüzlerine ve vücut dillerine baktığınızda hepsinin oyun oynamakta oldukları hissine kapılabilirsiniz.
Imaginative play. I love this picture because my daughter, who's now almost 40, is in this picture, but it reminds me of her storytelling and her imagination, her ability to spin yarns at this age -- preschool. A really important part of being a player is imaginative solo play.
Hayal ürünü oyunlar. Bu resmi hem şimdi neredeyse 40 yaşına gelmiş olan kızımın resmi olduğu için hem de bana onun hikaye anlatıcılığını, hayal gücünü ve daha o yaşında, okul öncesi çağda, neler uydurabildiğini hatırlattığı için seviyorum. Oyuncu olabilmenin gerçekten de çok önemli bir bölümü tek başına oynanan hayal ürünü oyunlardır.
And I love this one, because it's also what we're about. We all have an internal narrative that's our own inner story. The unit of intelligibility of most of our brains is the story. I'm telling you a story today about play. Well, this bushman, I think, is talking about the fish that got away that was that long, but it's a fundamental part of the play scene.
Bunu da seviyorum çünkü bu da konumuzla ilgili. Hepimizin kendi içsel öyküsünü oluşturan bir iç hikayesi var. Beyinlerimizin çoğunun anlaşılabilirlik birimi bu hikayedir. Bugün sizlere oyun hakkında bir hikaye anlatıyorum. Burada gördüğünüz bu kung kabilesi mensubu sanıyorum gösterdiği kadar uzun bir balığın nasıl da kaçtığını anlatıyor; ama bu oyun sahnesinin temel bir parçası.
So what does play do for the brain? Well, a lot.
O zaman, oyun beyne ne yapıyor? Çok fazla şey yapıyor.
We don't know a whole lot about what it does for the human brain, because funding has not been exactly heavy for research on play. I walked into the Carnegie asking for a grant. They'd given me a large grant when I was an academician for the study of felony drunken drivers, and I thought I had a pretty good track record, and by the time I had spent half an hour talking about play, it was obvious that they were not -- did not feel that play was serious. I think that -- that's a few years back -- I think that wave is past, and the play wave is cresting, because there is some good science.
İnsan beynine ne yaptığı konusunda çok fazla bilgimiz yok çünkü oyun hakkında yapılan araştırmalara çokça para ayrıldığı söylenemez. Carnegie'ye gittim, hibe istedim. Akademisyen olduğum dönemde, ağır alkollü araç kullanma suçu işleyenler hakkındaki bir araştırma için bana yüksek meblağlı bir hibe vermişlerdi, ben de geçmişteki performansımın iyi olduğunu düşünüyordum. Yarım saat boyunca oyun konusundan söz ettikten sonra açıkça gördüm ki oyununun ciddi bir konu olduğunu görüşünde değillerdi. Bu anlattığımın üzerinden birkaç yıl geçti; sanıyorum bu tavır atlatıldı ve oyun dalgası giderek yükseliyor çünkü şimdi bu konuda bilimsel oldukça
Nothing lights up the brain like play. Three-dimensional play fires up the cerebellum, puts a lot of impulses into the frontal lobe -- the executive portion -- helps contextual memory be developed, and -- and, and, and.
fazla bilimsel çalışma var. Beyni oyun kadar harekete geçiren başka bir şey yok. Üç boyutlu oyunlar beyinciği ateşler, beyni yöneten ön loba çok sayıda uyarı gönderir, bağlamsal hafızanın gelişmesine yardımcı olur, ve daha niceleri...
So it's -- for me, its been an extremely nourishing scholarly adventure to look at the neuroscience that's associated with play, and to bring together people who in their individual disciplines hadn't really thought of it that way. And that's part of what the National Institute for Play is all about. And this is one of the ways you can study play -- is to get a 256-lead electroencephalogram. I'm sorry I don't have a playful-looking subject, but it allows mobility, which has limited the actual study of play. And we've got a mother-infant play scenario that we're hoping to complete underway at the moment.
Dolayısıyla, oyunla ilişkilendirilen nörobilim konusunda çalışma yapmak ve kendi disiplinlerinde konuyu bu şekilde ele almamış olan kişileri bir araya getirmek benim için oldukça verimli bir akademik macera oldu. İşte, Ulusal Oyun Enstitüsü'nün bir parçasını oluşturan da budur. Burada gördüğümüz, oyun konusunda çalışma yaparken kullanılabilecek yollardan biridir: 256 kablolu bir elektroansefalogramla çalışmak. Daha oyuncu görünmeyen bir deneğim olmadığı için sizlerden özür dilerim. Bu şekilde, asıl oyun çalışmasını sınırlandıran mobilite eksikliği giderilmiş oluyor.¥ Bunun yanı sıra, şu anda sürmekte olan ve tamamlamayı umduğumuz bir anne-çocuk oyunu senaryosu var.
The reason I put this here is also to queue up my thoughts about objectifying what play does. The animal world has objectified it. In the animal world, if you take rats, who are hardwired to play at a certain period of their juvenile years and you suppress play -- they squeak, they wrestle, they pin each other, that's part of their play. If you stop that behavior on one group that you're experimenting with, and you allow it in another group that you're experimenting with, and then you present those rats with a cat odor-saturated collar, they're hardwired to flee and hide. Pretty smart -- they don't want to get killed by a cat. So what happens? They both hide out. The non-players never come out -- they die. The players slowly explore the environment, and begin again to test things out. That says to me, at least in rats -- and I think they have the same neurotransmitters that we do and a similar cortical architecture -- that play may be pretty important for our survival.
Bunu göstermemin sebebi oyunun ne yaptığını somutlaştırmaya ilişkin düşüncelerimi bir sıraya koymak. Hayvanlar dünyası bunu somutlaştırmış. Hayvanlar dünyasında, yavru oldukları dönemde oyun oynamaya programlanmış sıçanları ele alalım. Oyunu baskılıyorsunuz. Ciyaklıyorlar, güreşiyorlar, birbirlerini sıkıştırıp yere yatırıyorlar; bunların hepsi oyunlarının birer parçası. Bir deney grubunda bu davranışı durdurup diğer deney grubunda bu davranışa izin verdikten sonra bu sıçanlara kedi kokusuyla doldurulmuş bir tasma verdiğinizde, sıçanlar kaçıp saklanmaya programlanmıştır. Akıllıca; kedi onları öldürsün istemezler. Peki bu durumda ne oluyor? İki grup da saklanıyor. Oyun oynatılmayanlar bir daha saklandıkları yerden çıkmıyorlar, ölüyorlar. Oyuncularsa ortamı yavaş yavaş kontrol ediyorlar ve denemeler yapmaya başlıyorlar. Bu bana, en azından sıçanlarla ilgili olarak, ki onların da bizimkilerle aynı nörotransmitterlere ve benzer bir kortikal yapıya sahip olduklarını sanıyorum, oyun oynamanın hayatta kalmamız için çok önemli olabileceğini gösteriyor.
And, and, and -- there are a lot more animal studies that I could talk about.
Ve daha niceleri. Hayvanlar üzerinde yapılmış, size anlatabileceğim daha pek çok araştırma var.
Now, this is a consequence of play deprivation. (Laughter) This took a long time -- I had to get Homer down and put him through the fMRI and the SPECT and multiple EEGs, but as a couch potato, his brain has shrunk. And we do know that in domestic animals and others, when they're play deprived, they don't -- and rats also -- they don't develop a brain that is normal.
Burada oyundan yoksun bırakılmanın sonucunu görüyoruz. (Kahkahalar) Bunu yapmak uzun zamanımı aldı. Homer'i kıstırıp FMRI, SPECT ve çoklu EEG çekmem gerekti; ama tembel tenekenin teki olduğu için beyni çekmişti. Şunu da biliyoruz ki evcil hayvanlar ve diğer hayvanlar oyundan yoksun bırakıldıklarında, sıçanlarda da durum böyledir, beyinleri normal gelişmiyor.
Now, the program says that the opposite of play is not work, it's depression. And I think if you think about life without play -- no humor, no flirtation, no movies, no games, no fantasy and, and, and. Try and imagine a culture or a life, adult or otherwise without play. And the thing that's so unique about our species is that we're really designed to play through our whole lifetime.
Doğal programlanmaya göre oyun oynamanın tersi çalışmak değil, depresyon. Ve eğer oyun oynanmayan bir hayat hayal edecek olursanız; mizahsız, flörtsüz, filmsiz, oyunsuz, fantezisiz, vesaire, vesaire. İster yetişkinler isterse gençler için oyunsuz bir kültür veya hayat düşünmeye çalşın. Bizim türümüze bu kadar özgü olan şey şudur: biz gerçekten de hayatımız boyunca oyun oynamak üzere tasarlanmışız.
And we all have capacity to play signal. Nobody misses that dog I took a picture of on a Carmel beach a couple of weeks ago. What's going to follow from that behavior is play. And you can trust it. The basis of human trust is established through play signals. And we begin to lose those signals, culturally and otherwise, as adults. That's a shame. I think we've got a lot of learning to do.
Ve hepimizde oyun sinyalleri verme kapasitesi var. Birkaç hafta önce Carmel'de bir plajda çektiğim bu fotoğraftaki köpeği hiç kimse gözden kaçırmaz. Bu davranışı oyun izleyecek. Ve bunun böyle olacağına güvenebilirsiniz. İnsanın duyduğu güvenin temelini oyun sinyalleri oluşturur. Yetişkinler olarak hem kültürel açıdan hem de diğer açılardan bu sinyalleri kaybetmeye başlıyoruz. Çok yazık. Bence daha öğrenmemiz gereken çok şey var.
Now, Jane Goodall has here a play face along with one of her favorite chimps. So part of the signaling system of play has to do with vocal, facial, body, gestural. You know, you can tell -- and I think when we're getting into collective play, its really important for groups to gain a sense of safety through their own sharing of play signals.
Burada, Jane Goodall'ı ve en sevdiği şempanzelerinden birini oyuncu yüzleriyle görüyoruz. Demek ki oyunun sinyal sisteminin bir kısmı ses, yüz, vücut ve jestlerle ilgili. Bunları görebilirsiniz zaten. Topluca oyun oynamaya başlarken grupların kendi oyun sinyallerini paylaşarak bir kendini güvende hissi edinmelerinin gerçekten çok önemli olduğunu düşünüyorum.
You may not know this word, but it should be your biological first name and last name. Because neoteny means the retention of immature qualities into adulthood. And we are, by physical anthropologists, by many, many studies, the most neotenous, the most youthful, the most flexible, the most plastic of all creatures. And therefore, the most playful. And this gives us a leg up on adaptability.
Bu kelimeyi bilmiyor olabilirsiniz; ama biyolojik adınız ve soyadınız olmalı bu kelime çünkü neoteni, genç dönem özelliklerinin yetişkinlikte terk edilmemesi anlamına gelir. Fiziksel antropologlara göre ve çok sayıda çalışmanın gösterdiği üzere bizler, en neoten, en gençlik dolu, en esnek ve en yoğrulabilir varlıklar biz insanlarız. Bu nedenle en oyuncu varlıklar da biziz. Bu da uyum sağlama özelliği açısından bizi diğer varlıklara göre daha avantajlı kılıyor.
Now, there is a way of looking at play that I also want to emphasize here, which is the play history. Your own personal play history is unique, and often is not something we think about particularly.
Burada oyun oynamaya bakışla ilgili olarak vurgulamak istediğim bir yol daha var: Oyun geçmişi. Kişisel oyun geçmişiniz size özeldir, benzersizdir ve genellikle oturup üzerine kafa yorduğumuz bir şey değildir.
This is a book written by a consummate player by the name of Kevin Carroll. Kevin Carroll came from extremely deprived circumstances: alcoholic mother, absent father, inner-city Philadelphia, black, had to take care of a younger brother. Found that when he looked at a playground out of a window into which he had been confined, he felt something different. And so he followed up on it. And his life -- the transformation of his life from deprivation and what one would expect -- potentially prison or death -- he become a linguist, a trainer for the 76ers and now is a motivational speaker. And he gives play as a transformative force over his entire life.
Bu kitabın yazarı, dört dörtlük bir oyuncu olan Kevin Carroll. Kevin Carroll'un geçmişi uç noktada yoksunluk koşullarıyla dolu: Alkolik bir anne, baba ortalarda yok, Philadelpia'nın yoksul mahallerinde yaşıyorlar; siyahi, küçük erkek kardeşine bakması gerekiyor... Hapsedildiği pencereden dışarıdaki oyun parkına baktığında değişik bir şeyler hissettiğini fark ediyor. Sonra da bunun peşinden gidiyor. Bundan sonra hayatı, yoksunluktan ve potansiyel olarak hapis veya ölümle sonlanması beklenen hayatı, bir dönüşüm geçiriyor. Bir dilbilimci oluyor, daha sonra da ve 76ers takımının antrenörlüğünü yapıyor. Bugünse bir motivasyon konuşmacısı. Hayatının bütününde dönüştürücü güç olarak oyunu gösteriyor.
Now there's another play history that I think is a work in progress. Those of you who remember Al Gore, during the first term and then during his successful but unelected run for the presidency, may remember him as being kind of wooden and not entirely his own person, at least in public. And looking at his history, which is common in the press, it seems to me, at least -- looking at it from a shrink's point of view -- that a lot of his life was programmed. Summers were hard, hard work, in the heat of Tennessee summers. He had the expectations of his senatorial father and Washington, D.C. And although I think he certainly had the capacity for play -- because I do know something about that -- he wasn't as empowered, I think, as he now is by paying attention to what is his own passion and his own inner drive, which I think has its basis in all of us in our play history.
Halen devam etmekte olduğunu sandığım bir oyun geçmişi daha var. Aramızda Al Gore'un ilk dönemini ve daha sonra her ne kadar başarılı olsa da kazanamadığı başkanlık yarışını anımsayanlar Al Gore'u katı ve tam anlamıyla kendi istediklerini yapabilen biri olarak hatırlıyor olabilirler. En azından halkın önünde. Basında sık sık yer alan geçmişine bakacak olursanız, en azından bir psikiyatrist benim görüşüme göre, Al Gore'un hayatının büyük bir kısmı programlanmıştı. Yaz aylarında Tennessee'nin o sıcaklarında çok ama çok çalışıyordu. Senatör babasının ve Washington, D.C.'nin ondan beklentileri vardı. İnsanların oyun oynama kapasiteleri hakkında iyi kötü bir şeyler bilen biri olarak söylüyorum, her ne kadar benim gözümde kesinlikle oyun kapasitesi olan biri olsa da o zamanlar kendi tutkularına ve kendi içsel dürtülerine bogün olduğu kadar kulak vermesi olanaklı değildi. Bu ikisinin her birimizin oyun geçmişinde temelleri olduğunu düşünüyorum.
So what I would encourage on an individual level to do, is to explore backwards as far as you can go to the most clear, joyful, playful image that you have, whether it's with a toy, on a birthday or on a vacation. And begin to build to build from the emotion of that into how that connects with your life now. And you'll find, you may change jobs -- which has happened to a number people when I've had them do this -- in order to be more empowered through their play. Or you'll be able to enrich your life by prioritizing it and paying attention to it.
Bireyler olarak sizleri hafızanızdaki en net, en neşeli, en oyuncu imgeyi bulana kadar geri gitmeye teşvik ediyorum. Bu bir oyuncak, bir doğum günü veya bir tatil olabilir. Bunun size verdiği duygudan yola çıkarak şimdiki hayatınıza bağlanma biçimine doğru yol alın. Göreceksiniz ki işinizi değiştirmeniz söz konusu olabilir; bunu yaptırdığım kişilerden bazıları oyunlarını kullanarak güçlenebilmek için bunu yaptı. Veya önceliğini artırarak ya da dikkatinizi ona vererek hayatınızı zenginleştirebileceksiniz.
Most of us work with groups, and I put this up because the d.school, the design school at Stanford, thanks to David Kelley and a lot of others who have been visionary about its establishment, has allowed a group of us to get together and create a course called "From Play to Innovation." And you'll see this course is to investigate the human state of play, which is kind of like the polar bear-husky state and its importance to creative thinking: "to explore play behavior, its development and its biological basis; to apply those principles, through design thinking, to promote innovation in the corporate world; and the students will work with real-world partners on design projects with widespread application."
Çoğumuz bir grubun içinde çalışıyoruz; bunu buraya koymamın sebebi, David Kelley'nin ve daha birçok kişinin hayalperestliği sayesinde kurulabilmiş olan D okulu, yani, Stanford tasarım okulu, bizim bir araya gelerek bir grup oluşturmamıza ve "Oyundan Yenilikçiliğe" adlı bir ders oluşturmamıza olanak tanıdı. Göreceksiniz, bu ders, insanın, biraz kutup ayısı -kurt köpeğinin durumunu andıran oyun durumunu ve bunun yaratıcı düşünce açısından önemini incelemektedir. Oyun davranışının, bunun gelişiminin ve biyolojik temelini araştırmak. Bu ilkeleri, tasarım düşüncesi aracılığıyla uygulamaya koymak, kurumsal dünyada yenilenmeyi teşvik etmek. Öğrenciler burada gerçek hayattan ortaklarla birlikte geniş uygulama alanı bulan tasarım projeleri üzerinde çalışacaklar.
This is our maiden voyage in this. We're about two and a half, three months into it, and it's really been fun. There is our star pupil, this labrador, who taught a lot of us what a state of play is, and an extremely aged and decrepit professor in charge there. And Brendan Boyle, Rich Crandall -- and on the far right is, I think, a person who will be in cahoots with George Smoot for a Nobel Prize -- Stuart Thompson, in neuroscience. So we've had Brendan, who's from IDEO, and the rest of us sitting aside and watching these students as they put play principles into practice in the classroom. And one of their projects was to see what makes meetings boring, and to try and do something about it. So what will follow is a student-made film about just that.
Bu bizim bu alanda ilk yolculuğumuz. Başlayalı iki buçuk, üç ay oldu ve gerçekten çok eğlenceli gidiyor. Bu Labrador bizim yıldız öğrencimiz; bize oyun durumu hakkında çok şey öğretti. Kendisi oldukça yaşlı, güçten düşmüş ve ipleri elinde tutan bir profesör. Ve Brendan Boyle, Rich Crandall. Sağda, uzakta gördüğünüz ise George Smoot'la birlikte nörobilim alanında Nobel Ödülü'ne oynayacağını düşündüğüm Stuart Thompson. IDEO'dan Brendan ve biz bir kenarda oturmuş, oyun ilkelerini sınıfta uygulamaya koymakta olan bu öğrencileri izliyoruz. Projelerinden biri, toplantıları sıkıcı hâle getirenin ne olduğunu belirledikten sonra buna bir çare bulmaktı. Şimdi öğrencilerin yaptığı, tam da bununla ilgili bir film izleyeceğiz.
Narrator: Flow is the mental state of apparition in which the person is fully immersed in what he or she is doing. Characterized by a feeling of energized focus, full involvement and success in the process of the activity.
Anlatıcı: Akış, kişinin kendini tamamen yaptığı şeye kaptırdığında ortaya çıkan zihinsel durumdur. Belirleyici özellikleri; kuvvetli odaklanma, ilgiyi tamamen yapılan işe verme ve yapılan şey süresince başarılı olmakdır.
An important key insight that we learned about meetings is that people pack them in one after another, disruptive to the day. Attendees at meetings don't know when they'll get back to the task that they left at their desk. But it doesn't have to be that way.
Toplantılar hakkında kazandığımız çok önemli bir içgörü, art arda yapıldıklarında günü aksattıklarıdır. Toplantı katılımcıları, masalarında yarım bıraktıkları işe ne zaman devam edebileceklerini bilmemektedirler. Ama bunun bu şekilde olması gerekmiyor.
(Music)
(Müzik)
Some sage and repeatedly furry monks at this place called the d.school designed a meeting that you can literally step out of when it's over. Take the meeting off, and have peace of mind that you can come back to me. Because when you need it again, the meeting is literally hanging in your closet.
D. Okulu adı verilen bu yerdeki bazı bilge ve kürklü diye bilinen keşişler bittiğinde gerçekten de çıkabileceğiniz bir toplantı tasarladılar. Toplantıyı üzerinizden çıkarın; ona geri dönebileceğinizi bilin, içiniz rahat olsun. Çünkü yine toplantıya ihtiyaç duyduğunuzda onu dolabınızda asılı bulacaksınız.
The Wearable Meeting. Because when you put it on, you immediately get everything you need to have a fun and productive and useful meeting. But when you take it off -- that's when the real action happens.
Giyilebilir Toplantı Çünkü onu üzerinize giydiğinizde, eğlenceli, verimli ve işe yarar bir toplantı yapabilmek için ihtiyacınız her şeye bir anda kavuşuyorsunuz. Ama onu üzerinizden çıkardığınızda... İşte asıl o zaman harekete geçiliyor.
(Music)
(Müzik)
(Laughter) (Applause)
(Kahkahalar) (Alkış)
Stuart Brown: So I would encourage you all to engage not in the work-play differential -- where you set aside time to play -- but where your life becomes infused minute by minute, hour by hour, with body, object, social, fantasy, transformational kinds of play. And I think you'll have a better and more empowered life. Thank You.
Stuart Brown: Dolayısıyla, hepinizi oyuna ayrıca vakit ayırmanızı gerektirecek bir iş-oyun diferansiyeliyle değil, hayatınızın her dakikasını, her saatini vücut oyunları, nesne oyunları, toplumsal oyunlar, fantezi oyunları, dönüştürücü oyun türleriyle doldurabileceğiniz bir şeyle uğraşmaya davet ediyorum. Sanıyorum, bu şekilde daha iyi ve daha güçlü olduğunuz bir hayatınız olacak. Teşekkür ederim.
(Applause)
(Alkış)
John Hockenberry: So it sounds to me like what you're saying is that there may be some temptation on the part of people to look at your work and go -- I think I've heard this, in my kind of pop psychological understanding of play, that somehow, the way animals and humans deal with play, is that it's some sort of rehearsal for adult activity. Your work seems to suggest that that is powerfully wrong.
John Hockenberry: Dediklerinizi şöyle anladım: kendi pop-psikolojik anlayışım çerçevesinde böyle şeyler duyduğum için bunu söylüyorum, insanlar yaptığınız işe bakıp hayvanların ve insanların oyunu ele alma biçimlerinin yetişkin hayatı faaliyetlerine yönelik bir prova olduğunu düşünme eğiliminde olabilirler. Sizin yaptığınız çalışma bunun ciddi anlamda yanlış olduğu izlenimini veriyor.
SB: Yeah, I don't think that's accurate, and I think probably because animals have taught us that. If you stop a cat from playing -- which you can do, and we've all seen how cats bat around stuff -- they're just as good predators as they would be if they hadn't played. And if you imagine a kid pretending to be King Kong, or a race car driver, or a fireman, they don't all become race car drivers or firemen, you know. So there's a disconnect between preparation for the future -- which is what most people are comfortable in thinking about play as -- and thinking of it as a separate biological entity.
SB: Evet, bunun isabetli bir ifade olduğunu düşünmüyorum, hayvanlar bize bunun doğru olmadığını öğretti bence. Bir kedinin oyun oynamasını engellerseniz, ki bunu yapabilirsiniz, hepimiz kedilerin nasıl koşturup oynadıklarını biliriz, oyun oynamamış olsalar olacakları kadar avcı olurlar. King Kong, rallici veya itfaiyeci taklidi yapan bir çocuk gördüğünüzde bilirsiniz ki bu çocuklar her zaman rallici veya itfaiyeci olmuyorlar. O yüzden de geleceğe hazırlıkla (ki bu çoğu kişinin oyunu böyle görerek rahat etmektedir) onu ayru bir biyolojik varlık olarak görmek arasında bir bağlantısızlık var.
And this is where my chasing animals for four, five years really changed my perspective from a clinician to what I am now, which is that play has a biological place, just like sleep and dreams do. And if you look at sleep and dreams biologically, animals sleep and dream, and they rehearse and they do some other things that help memory and that are a very important part of sleep and dreams.
Dört, beş yıl boyunca hayvanları kovalamak klinisyenlikten gelen bakış açımın bugünkü hâline dönüşmesinde işte bu noktada çok önemli bir rol oynadı. Bugünkü anki bakış açımla kast ettiğim, oyunun, tıpkı uyku ve rüyalar gibi biyolojik bir yerinin olması. Uykuya ve rüyalara biyolojik açıdan bakacak olursanız, hayvanlar uyur ve rüya görürler; prova yaparlar, hafızaya yardımcı olan başka şeyler yaparlar ve bunlar uykunun ve rüyaların çok önemli birer parçasıdır.
The next step of evolution in mammals and creatures with divinely superfluous neurons will be to play. And the fact that the polar bear and husky or magpie and a bear or you and I and our dogs can crossover and have that experience sets play aside as something separate. And its hugely important in learning and crafting the brain. So it's not just something you do in your spare time.
Memelilerin ve böylesine yüksek sayıda nöronu olan varlıkların evrimindeki bir sonraki adım oyun olacaktır. Bir kutup ayısıyla bir kurt köpeğinin, bir saksağanla bir ayının ya da sizlerin ve benim ve köpeklerimizin bu geçişi gerçekleştirip bu deneyimi yaşayabiliyor olması oyunu ayrı bir yere koymaktadır. Ve bu, öğrenme ve beynin işlenmesi açısından çok büyük öneme sahiptir. Öyleyse, bu yalnız boş vakitlerinizde yaptığınız bir şey değildir.
JH: How do you keep -- and I know you're part of the scientific research community, and you have to justify your existence with grants and proposals like everyone else -- how do you prevent -- and some of the data that you've produced, the good science that you're talking about you've produced, is hot to handle. How do you prevent either the media's interpretation of your work or the scientific community's interpretation of the implications of your work, kind of like the Mozart metaphor, where, "Oh, MRIs show that play enhances your intelligence. Well, let's round these kids up, put them in pens and make them play for months at a time; they'll all be geniuses and go to Harvard." How do you prevent people from taking that sort of action on the data that you're developing?
JH: Bilim araştırmaları toplumunun bir parçası olduğunuzu ve diğer herkes gibi sizin de hibe ve teklifler alarak varlığınızı gerekçelendirmeniz gerektiğini biliyorum; ve oluşturduğunuz verilerin bir kısmı, oluşturduğunuzu anlattığınız iyi bilimin bir kısmı ele alması güç konular. Medyanın işinizi veya bilim topluluğunun yaptığınız işin sonuçlarını biraz o Mozart benzetmesini andıracak şekilde "MRIlar göstermiştir ki oyun zekanızı geliştirir. Öyleyse Hadi o zaman, bu çocukları toplayayıp kafeslere dolduralım, aylarca ara vermeksizin oynasınlar. Hepsi birer dahi olurlar, Harvard'a giderler." şeklinde yorumlamalarını nasıl engelliyorsunuz? İnsanların geliştirdiğiniz verilerle ilgili olarak böyle şeyler yapmalarını nasıl engelliyorsunuz?
SB: Well, I think the only way I know to do it is to have accumulated the advisers that I have who go from practitioners -- who can establish through improvisational play or clowning or whatever -- a state of play. So people know that it's there. And then you get an fMRI specialist, and you get Frank Wilson, and you get other kinds of hard scientists, including neuroendocrinologists. And you get them into a group together focused on play, and it's pretty hard not to take it seriously.
SB: Bunu yapmanın bildiğim tek yolu, benimkiler gibi danışmanları bir araya getirmiş olmak: doğaçlama oyunlarla, şaklabanlıkla veya artık her neyse onu kullanarak bir oyun durumu oluşturabilecek, oyunları uygulamaya koyan kişileri. Bunun amacı insanların oyunun var olduğunu bilmelerini sağlamak. Sonra bir fMRI uzmanı bulacaksanız, Frank Wilson'ınız olacak sonra, nöroendokrinoloji de dâhil olmak üzere başka ampirik bilim dallarıyla uğraşan bilimciler bulacaksınız. Bu kişilerin hepsini oyun konusuna odaklanmış bir grup hâline getireceksiniz. Böyle yapınca bu işi ciddiye almamak epey zor oluyor.
Unfortunately, that hasn't been done sufficiently for the National Science Foundation, National Institute of Mental Health or anybody else to really look at it in this way seriously. I mean you don't hear about anything that's like cancer or heart disease associated with play. And yet I see it as something that's just as basic for survival -- long term -- as learning some of the basic things about public health.
Ne yazık ki Ulusal Bilim Vakfı'nda, Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü'nde ya da başka yerlerde bu işe yeterince bu şekilde, yani ciddi, yaklaşılmadı. Oyunla ilgili kanser veya kalp rahatsızlığıyla ilgili duyduklarımız gibi şeyler duymuyoruz. Öyle olsa da, ben uzun vadede hayatta kalabilme açısından oyunu en az halk sağlığı hakkında bilgi edinmek kadar temel bir noktaya yerleştiriyoum.
JH: Stuart Brown, thank you very much.
JH: Size çok teşekkür ederiz Stuart Brown.
(Applause)
(Alkış)