I've spent my life working on sustainability. I set up a climate change NGO called The Climate Group. I worked on forestry issues in WWF. I worked on development and agriculture issues in the U.N. system. About 25 years in total, and then three years ago, I found myself talking to IKEA's CEO about joining his team. Like many people here, well, I want to maximize my personal impact in the world, so I'm going to explain why I joined the team there.
Hayatımı sürdürülebilirlik üzerine çalışarak geçirdim. İklim değişikliği ile ilgili The Climate Group (İklim Grubu) adında bir sivil toplum kuruluşu kurdum. WWF'de orman sorunları üzerine çalıştım. B.M. sisteminde kalkınma ve tarım sorunları üzerinde çalıştım. Toplamda 25 yıl ve sonrasında üç yıl kadar önce kendimi IKEA'nın genel müdürü ile ekiplerine katılmak üzere konuşurken buldum. Buradaki çoğu insan gibi ben de, dünyada bıraktığım etkiyi azami düzeye çıkarmak istiyorum. Bu yüzden size neden oradaki ekibe katıldığımı açıklayacağım.
But first, let's just take three numbers.
Ama önce, üç sayıyı ele alalım.
The first number is three: three billion people. This is the number of people joining the global middle class by 2030, coming out of poverty. It's fantastic for them and their families, but we've got two billion people in the global middle class today, and this swells that number to five, a big challenge when we already have resource scarcity.
İlk sayımız üç: Üç milyar insan. Bu sayı, 2030 yılına kadar yoksulluk sınırından kurtulup, küresel orta sınıfa katılacak insanların sayısı. Bu durum, onlar ve aileleri için harika bir haber; ancak bugün küresel orta sınıfın zaten iki milyar olduğu düşünülürse, bu sayı beş milyara çıkacak, zaten kıt olan kaynaklar göz önüne alınırsa bu büyük bir sorun.
The second number is six: This is six degrees centigrade, what we're heading towards in terms of global warming. We're not heading towards one degree or three degrees or four degrees, we're heading toward six degrees. And if you think about it, all of the weird weather we've been having the last few years, much of that is due to just one degree warming, and we need CO2 emissions to peak by the end of this decade globally and then come down. It's not inevitable, but we need to act decisively.
İkinci sayımız altı: Altı derece santigrat, küresel ısınmada bu rakama doğru gidiyoruz. Bir derecelik, üç derecelik veya dört derecelik bir artışa değil, altı derecelik bir artışa doğru gidiyoruz. Şöyle bir düşünürseniz, son yıllarda yaşadığımız şu garip iklim olaylarının sebebinin çoğu sadece bir derecelik bir artış ve CO2 salınımı önümüzdeki on yılın sonunda zirveyi görüp, ardından düşmeye başlamalı. Bu kaçınılmaz değil; ancak kararlı bir şekilde hareket etmeliyiz.
The third number is 12: That's the number of cities in the world that had a million or more people when my grandmother was born. You can see my grandmother there. That was in the beginning of the last century. So just 12 cities. She was born in Manchester, England, the ninth largest city in the world. Now there are 500 cities, nearly, with a million people or more in them. And if you look at the century from 1950 to 2050, that's the century when we build all the world's cities, the century that we're in the middle of right now. Every other century was kind of practice, and this lays down a blueprint for how we live.
Üçüncü sayımız on iki: Bu sayı, büyükannem doğduğunda dünyada nüfusu bir milyon ya da daha fazla olan şehirlerin sayısı. Büyükannemi burada görebilirsiniz. Bu geçen yüzyılın başlarıydı. Yalnızca 12 şehir. Kendisi İngiltere'nin Manchester kentinde doğdu, dünyadaki en büyük dokuzuncu büyük şehir. Şimdiyse, nüfusu bir milyon veya daha fazla olan neredeyse 500 şehir var. 1950'den 2050'ye kadar olan yüz yıllık sürece bakarsanız, bu yüz yıllık süreç, tüm dünya şehirlerini inşa ettiğimiz asır; bizim de şimdi tam ortasında olduğumuz. Diğer tüm asırlar bir nevi alıştırmaydı ve bu şimdi nasıl yaşadığımızın bir şablonunu ortaya koyuyor.
So think about it. We're building cities like never before, bringing people out of poverty like never before, and changing the climate like never before. Sustainability has gone from a nice-to-do to a must-do. it's about what we do right here, right now, and for the rest of our working lives.
Yani, şöyle bir düşünün. Daha önce olmadığı kadar hızlı bir şekilde şehirler inşa ediyor, daha önce hiç görülmemiş bir hızla insanları yoksulluktan çıkarıyoruz ve iklimi de görülmemiş bir hızla değiştiriyoruz. Sürdürülebilirlik, 'yapılsa iyi olur'dan, 'yapılması mecburi' olana dönüştü. Tüm mesele, tam burada, şimdi ne yaptığımız ve çalışma hayatımızın geri kalanında neler yapacağımızla ilgili.
So I'm going to talk a little bit about what business can do and what a business like IKEA can do, and we have a sustainability strategy called "people and planet positive" to help guide our business to have a positive impact on the world. Why would we not want to have a positive impact on the world as a business? Other companies have sustainability strategies. I'm going to refer to some of those as well, and I'm just going to mention a few of the commitments as illustrations that we've got.
Bu yüzden, biraz işletmelerin neler yapabileceğinden ve IKEA gibi şirketlerin neler yapabileceğinden bahsedeceğim. Yaptığımız işe, dünya üzerinde olumlu etki bırakacak şekilde yön vermek üzere "insan ve gezegen pozitif" adında bir sürdürülebilirlik stratejimiz var. Neden bir şirket olarak dünya üzerinde olumlu bir etki yaratmak istemeyelim ki? Diğer şirketlerin sürdürülebilirlik stratejileri var. Onlardan bazılarına da değineceğim ve açıklamak için sorumluluklarımızın birkaçından bahsedeceğim.
But first, let's think of customers. We know from asking people from China to the U.S. that the vast majority of people care about sustainability after the day-to-day issues, the day-to-day issues of, how do I get my kids to school? Can I pay the bills at the end of the month? Then they care about big issues like climate change. But they want it to be easy, affordable and attractive, and they expect business to help, and they're a little bit disappointed today.
Ama öncelikle müşterileri ele alalım. Çin'den ABD'ye kadar insanlara sorduk ve gördük ki çoğunluk sürdürülebilirlik konusuna önem veriyor; ancak günlük sorunlardan sonra, şu gibi günlük sorunlar: Çocuklarımı okula nasıl göndereceğim? Ay sonunda faturaları ödeyebilecek miyim? Ardından iklim değişikliği gibi büyük sorunlarla ilgileniyorlar. Ancak bunun kolay, düşük maliyetli ve cazip olmasını istiyorlar, aynı zamanda şirketlerin yardım etmesini de bekliyorlar ve günümüzde biraz hüsrana uğramış durumdalar.
So take your mind back and think of the first sustainable products. We had detergents that could wash your whites grayer. We had the early energy-efficient light bulbs that took five minutes to warm up and then you were left looking a kind of sickly color. And we had the rough, recycled toilet paper. So every time you pulled on a t-shirt, or switched the light on, or went to the bathroom, or sometimes all three together, you were reminded sustainability was about compromise. It wasn't a great start.
Şimdi biraz eskiye gidelim ve ilk sürdürülebilir ürünleri düşünelim. Beyazlarınızı griye dönüştürebilen deterjanlarımız vardı. İlk piyasaya çıkan enerji tasarruflu ampullerimiz vardı; ama ısınmaları beş dakika sürüyordu ve tenimizin rengini hastalıklı bir tonda gösteriyorlardı. Bir de sert, geri dönüştürülmüş tuvalet kağıtlarımız vardı. Yani üstünüze her tişört giydiğinizde, ışığı her yaktığınızda veya tuvalete gittiğinizde ya da bazen bu üçünü beraber yaptığınızda, sürdürülebilirliğin biraz da ödün vermek olduğunu hatırlamış oluyordunuz. Çok mükemmel bir başlangıç değildi.
Today we have choices. We can make products that are beautiful or ugly, sustainable or unsustainable, affordable or expensive, functional or useless. So let's make beautiful, functional, affordable, sustainable products.
Bugünse seçeneklerimiz var. Güzel ya da çirkin ürünler yapabiliriz, sürdürülebilir ya da değil, ekonomik ya da pahalı, işlevsel ya da işe yaramaz. Öyleyse güzel, işlevsel, ekonomik ve sürdürülebilir ürünler yapalım.
Let's take the LED. The LED is the next best thing to daylight. The old-fashioned lightbulbs, the incandescent bulbs -- I'm not going to ask for a show of hands of how many of you still have them in your homes, wasting energy every time you switch them on -- change them after this -- or whether we have them on the stage here at TED or not -- but those old incandescent light bulbs really should have been sold as heaters. They were mis-sold for more than a hundred years. They produced heat and a little bit of light on the side. Now we have lights that produce light and a little bit of heat on the side. You save 85 percent of the electricity with an LED that you would have done in an old incandescent. And the best thing is, they'll also last for more than 20 years. So think about that. You'll change your smartphone seven or eight times, probably more if you're in this audience. You'll change your car, if you have one, three or four times. Your kids could go to school, go to college, go away and have kids of their own, come back, bring the grandkids, you'll have the same lightbulb saving you energy. So LEDs are fantastic. What we decided to do was not to sell LEDs on the side marked up high and continue to push all the old bulbs, the halogens and the CFLs. We decided, over the next two years, we will ban the halogens and the CFLs ourselves. We will go all in. And this is what business needs to do: go all-in, go 100 percent, because then you stop investing in the old stuff, you invest in the new stuff, you lower costs, you use your supply chain and your creativity and you get the prices down so everybody can afford the best lights so they can save energy.
LED (Işık Yayan Diyot) ampulünü ele alalım. LED ışığı gün ışığına en yakın olan alternatiftir. Eski tip elektrik lambaları, elektrik ampulleri -- kaçınızın evinde hâlen bunlardan kullanarak, ışığı her yaktığınızda enerji israfı yaptığınızı öğrenmek için el kaldırmanızı falan istemeyeceğim, sonrasında bu ampulleri değiştirin, şu an TED sahnesinde bunlardan olup olmadığını da sormayacağım -- ama bu eski tip elektrik ampullerinin gerçekten ısıtıcı olarak satılmaları gerekirdi. Bunlar yüz yıldan fazla yanlış amaçla satıldılar. Aslında ısı üretip, yanında da biraz ışık veriyorlardı. Artık ışık yayan, bunun yanında çok az ısınan aydınlatıcılarımız var. LED ile, eski tip elektrik ampulü kullanmaya nazaran, yüzde 85 oranında elektrik tasarrufu yapıyorsunuz. En iyi olan tarafı da, bunlar 20 yıldan fazla kullanılabiliyor. Şimdi bunu bir düşünün. Akıllı telefonunuzu yedi ya da sekiz kez değiştireceksiniz, bu izleyici grubundaysanız belki de daha fazla. Eğer arabanız varsa, onu da üç dört kez değiştireceksiniz. Çocuklarınız okula, üniversiteye gidecekler, gidip çoluk çocuğa karışacaklar ve gelip size torunlarınızı getirecekler. Bu sürede siz hâlen, enerji tasarruflu aynı ampulü kullanıyor olacaksınız. Yani LED'ler muhteşemler. Yapmaya karar verdiğimiz şey, bir yanda LED'leri yüksek fiyatlara satarken, bütün o eski ampulleri, halojenleri floresanları satmaya devam etmek değildi. İki yıl içinde kendi bünyemizde halojenleri ve floresanları yasaklamaya karar verdik. Tümüyle bu işe girecektik. İşte işletmelerin yapması gereken bu: Tümüyle işe girişmek, yüzde yüz girmek. Ancak bu şekilde eski şeylere yatırım yapmayı bırakıp, yenilere yatırım yapıyorsunuz, maliyetleri düşürebiliyorsunuz, tedarik zincirinizi ve yaratıcılığınızı kullanıyorsunuz, fiyatlarınızı herkesin en iyi ampulleri satın alıp enerji tasarrufu yapabileceği düzeye indirebiliyorsunuz.
(Applause)
(Alkış)
It's not just about products in people's homes. We've got to think about the raw materials that produce our products. Obviously there's fantastic opportunities with recycled materials, and we can and will go zero waste. And there's opportunities in a circular economy. But we're still dependent on natural, raw materials. Let's take cotton. Cotton's brilliant. Probably many people are wearing cotton right now. It's a brilliant textile in use. It's really dirty in production. It uses lots of pesticides, lots of fertilizer, lots of water. So we've worked with others, with other businesses and NGOs, on the Better Cotton Initiative, working right back down to the farm, and there you can halve the amount of water and halve the chemical inputs, the yields increase, and 60 percent of the costs of running many of these farms with farmers with low incomes can be chemical imports. Yields increase, and you halve the input costs. Farmers are coming out of poverty. They love it. Already hundreds of thousands of farmers have been reached, and now we've got 60 percent better cotton in our business. Again, we're going all-in. By 2015, we'll be 100 percent Better Cotton.
Konu, sadece insanların evlerinde kullandığı ürünler değil. Ürünlerimizi oluşturan ham maddeleri de düşünmek zorundayız. Açıkçası geri dönüştürülebilir malzemelerle harika fırsatlar mevcut, sıfır atık hedefine ulaşabiliriz ve ulaşacağız. Döngüsel ekonomilerde fırsatlar mevcut. Ancak bizler hâlen doğal ham maddelere bağımlı durumdayız. Pamuğu ele alalım. Pamuk müthiştir. Muhtemelen şu an pek çoğunuz pamuklu giyinmişsinizdir. Kullanılan harika bir tekstil ürünüdür. Üretim esnasında oldukça pistir. Birçok tarım ilacı, suni gübre ve çok fazla su kullanılır. Bu yüzden Better Cotton Initiative (Daha İyi Pamuk) girişiminde başkalarıyla, diğer işletmelerle ve sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte çalıştık; işe tarlalardan başladık, böylece orada kullanılan suyu ve kimyasal girdileri yarı yarıya azaltıp verimi arttırdık. Düşük gelire sahip çiftçilerin, bu tarlalarının çoğunu işletmek için gerekli maliyetin yüzde 60'ını ithal kimyasallar oluşturabiliyor. Verim artarken, girdi maliyetini yarı yarıya azaltıyorsunuz. İşçiler yoksulluktan kurtuluyorlar. Bu durum hoşlarına gidiyor. Hâlihazırda yüz binlerce çiftçiye ulaşılmış durumda ve işletmemizde şu anda yüzde 60 oranında daha iyi pamuk var. Yine tümüyle işe girişiyoruz. 2015'e dek, yüzde 100 "Daha İyi Pamuk" hedefine ulaşmış olacağız.
Take the topic of 100 percent targets, actually. People sometimes think that 100 percent's going to be hard, and we've had the conversation in the business. Actually, we found 100 percent is easier to do than 90 percent or 50 percent. If you have a 90 percent target, everyone in the business finds a reason to be in the 10 percent. When it's 100 percent, it's kind of clear, and businesspeople like clarity, because then you just get the job done.
Şimdi bu yüzde 100 hedefini ele alalım. İnsanlar bazen yüzde 100'ün çok zor olacağını düşünüyorlar ve biz de şirkette bu konuyu konuştuk. Aslında yüzde 100'e ulaşmanın, yüzde 90 veya 50'den daha kolay olduğunu fark ettik. Eğer yüzde 90'lık bir hedefiniz olursa, işin içindeki herkes yüzde 10'luk dilimin içinde olmak için bir sebep bulur. Yüzde 100 olduğunda ise, oldukça nettir ve iş hayatında insanlar netliği severler; çünkü bu şekilde sadece işinizi yaparsınız.
So, wood. We know with forestry, it's a choice. You've got illegal logging and deforestation still on a very large scale, or you can have fantastic, responsible forestry that we can be proud of. It's a simple choice, so we've worked for many years with the Forest Stewardship Council, with literally hundreds of other organizations, and there's a point here about collaboration. So hundreds of others, of NGOs, of forest workers' unions, and of businesses, have helped create the Forest Stewardship Council, which sets standards for forestry and then checks the forestry's good on the ground. Now together, through our supply chain, with partners, we've managed to certify 35 million hectares of forestry. That's about the size of Germany. And we've decided in the next three years, we will double the volume of certified material we put through our business. So be decisive on these issues. Use your supply chain to drive good.
Ağaca gelince... Ormancılıkta biliyoruz ki, tercihler önemlidir. Yasa dışı ağaç kesme ve ormanları yok etme hâlen büyük ölçüde yaygın durumda veyahut gurur duyabileceğimiz harika ve bilinçli ormanlara sahip olabiliriz. Bu basit bir tercih, bu yüzden yıllardır Forest Stewardship Council (Orman Yönetim Konseyi) ile, tam anlamıyla yüzlerce başka kuruluş ile çalışıyoruz. Burada işbirliği ile ilgili bir husus var. Yüzlerce başka kuruluş, sivil toplum örgütü, orman çalışanları birliği ve işletme, Orman Yönetim Konseyi'nin kurulmasına katkıda bulundu. Konsey ormancılıktaki standartları belirler ve ormanların durumunu yerinde kontrol eder. Hep birlikte, tedarik zincirimiz, ortaklarımız aracılığıyla 35 milyon hektarlık ormanlık alanın belgelendirilmesini sağladık. Bu alan aşağı yukarı Almanya'nın büyüklüğü kadar. Gelecek üç yılda işletmede kullanılan sertifikalı malzeme miktarını ikiye katlamaya karar verdik. Yani bu meselelerle ilgili kararlı olun. Tedarik zincirinizi iyi amaçlar için kullanın.
But then it comes to your operations. Some things are certain, I think. We know we'll use electricity in 20 or 30 years' time. We know the sun will be shining somewhere, and the wind will still be blowing in 20 or 30 years' time. So why not make our energy out of the sun and the wind? And why not take control of it ourselves? So we're going 100 percent renewable. By 2020, we'll produce more renewable energy than the energy we consume as a business. For all of our stores, our own factories, our distribution centers, we've installed 300,000 solar panels so far, and we've got 14 wind farms we own and operate in six countries, and we're not done yet. But think of a solar panel. A solar panel pays for itself in seven or eight years. The electricity is free. Every time the sun comes out after that, the electricity is free. So this is a good thing for the CFO, not just the sustainability guy. Every business can do things like this.
Sonra sıra operasyonlarınıza gelir. Bence bazı şeyler kesindir. Biliyoruz ki, gelecek 20-30 yıl elektrik kullanacağız. Biliyoruz ki, bir yerlerde güneş parlayacak ve gelecek 20-30 yıl boyunca rüzgâr hâlâ esecek. O zaman neden enerjimizi güneş ve rüzgârdan elde etmiyoruz? Neden onu kontrol altına almıyoruz? Bu yüzden, yüzde 100 yenilenebilir kullanacağız. 2020 itibariyle, işletme olarak harcadığımız enerjiden daha fazla yenilenebilir enerjiyi üreteceğiz. Tüm mağazalarımız, kendi fabrikalarımız, kendi dağıtım merkezlerimiz için şimdiye dek 300.000 güneş paneli kurduk, altı ülkede sahip olduğumuz ve işlettiğimiz 14 rüzgâr tarlamız var ve henüz yapacaklarımız bitmedi. Güneş panelini düşünün. Bir güneş paneli yedi veya sekiz senede kendini amorti eder. Elektrik bedava. Ondan sonra her güneş çıktığında, elektrik bedava. Bu durum, sadece sürdürülebilirlikten sorumlu olan kişi için değil, mali işler yöneticisi için de iyi bir şey. Her işletme bunun gibi şeyler yapabilir.
But then we've got to look beyond our operations, and I think everybody would agree that now business has to take full responsibility for the impacts of your supply chain. Many businesses now, fortunately, have codes of conduct and audit their supply chains, but not every business. Far from it. And this came in IKEA actually in the '90s. We found there was a risk of child labor in the supply chain, and people in the business were shocked. And it was clearly totally unacceptable, so then you have to act. So a code of conduct was developed, and now we have 80 auditors out in the world every day making sure all our factories secure good working conditions and protect human rights and make sure there is no child labor.
Ancak operasyonların da ötesine bakmak zorundayız ve bence herkes hemfikir olur ki artık bir işletme tedarik zincirinin yaptığı etkiler için üzerine düşen bütün sorumluluğu almak zorunda. Artık neyse ki birçok işletmenin mesleki ahlak kuralları var ve tedarik zincirlerini denetliyorlar, ancak her işletme değil. Bundan çok uzakta. Bu olay IKEA'ya aslında 90'larda geldi. Tedarik zincirinde çocuk işçilik riski olduğunu bulduk ve şirketteki insanlar şaşkına döndüler. Bu durum tabii ki hiçbir şekilde kabul edilemez olduğu için harekete geçmek gerekliydi. Bundan dolayı mesleki ahlak kuralları geliştirildi ve şimdi her gün dünyanın her tarafındaki tüm fabrikalarımızda iyi çalışma koşullarını sağlamak, insan haklarını korumak ve çocuk işçi olmadığına emin olmak için 80 denetçiye sahibiz.
But it's not just as simple as making sure there's no child labor. You've got to say that's not enough today. I think we'd all agree that children are the most important people in the world and the most vulnerable. So what can a business do today to actually use your total value chain to support a better quality of life and protect child rights? We've worked with UNICEF and Save the Children on developing some new business principles with children's rights. Increasing numbers of businesses are signing up to these, but actually in a survey, many business leaders said they thought their business had nothing to do with children. So what we decided to do was, we will look and ask ourselves the tough questions with partners who know more than us, what can we do to go beyond our business to help improve the lives of children? We also have a foundation that's committed to work through partners and help improve the lives and protect the rights of 100 million children by 2015.
Ancak iş, sadece çocuk işçi olmadığından emin olmak kadar kolay değil. Bugün bunun yeterli olmadığı söylenebilir. Çocukların dünyadaki en önemli ve savunmasız kişiler olduğunda hemfikiriz diye düşünüyorum. O zaman bir işletme bugün tüm değer zincirini, daha iyi bir yaşam kalitesini sağlamak ve çocuk haklarını korumak üzere kullanmak için ne yapabilir? UNICEF ve Save the Children (Çocukları Koru) ile beraber çocuk haklarıyla ilgili yeni iş prensipleri geliştirmek üzere çalıştık. Artan sayıda işletme bunlara dahil oluyor; ancak aslında bir araştırmada, birçok iş dünyası lideri işletmelerinde çocuklarla ilgili yapılacak bir şey olmadığını düşündüklerini söylemiş. Bu yüzden yapmaya karar verdiğimiz şey, bizden daha fazla bilen ortaklarla beraber kendimize zor soruları sormaktı. Çocukların yaşamlarını iyileştirmeye yardımcı olmak için işimizin ötesinde neler yapabiliriz? Ayrıca ortaklarla beraber çalışmaya kendini adayarak, 2015 itibariyle 100 milyon çocuğun yaşamlarını iyileştirmeye ve haklarını korumaya yardımcı olacak bir kuruluşumuz var.
You know the phrase, you can manage what you measure? Well, you should measure what you care about. If you're not measuring things, you don't care and you don't know. So let's take an example, measure the things that are important in your business. Isn't it about time that businesses were led equally by men and women?
Ölçebildiğiniz şeyi yönetebilirsiniz, ifadesini duymuşsunuzdur. Önemsediğiniz şeyi ölçmelisiniz. Eğer bir şeyleri ölçmüyorsanız, onu önemsemiyor ve bilmiyorsunuzdur. Hadi bir örnek alalım, işinizde önemli olan şeyleri ölçen. İşletmelerin erkekler ve kadınlar tarafından eşit olarak yönetilmesinin zamanı gelmedi mi?
(Applause)
(Alkış)
So we know for our 17,000 managers across IKEA that 47 percent are women today, but it's not enough, and we want to close the gap and follow it all the way through to senior management. And we do not want to wait another hundred years. So we've launched a women's open network this week in IKEA, and we'll do whatever it takes to lead the change. So the message here is, measure what you care about and lead the change, and don't wait a hundred years.
Biliyoruz ki, bugün IKEA'da 17.000 yöneticimizin yüzde 47'si kadın; ancak bu yeterli değil ve bu boşluğu doldurup, bunun üst yönetime kadar devam etmesini istiyoruz. Bir asır daha beklemek istemiyoruz. Bu sebeple bu hafta IKEA'da kadınlar için açık iletişim ağı başlattık ve değişime önderlik etmek için ne gerekliyse yapacağız. Burada mesaj, önemsediğin şeyi ölç, değişimi yönet ve bir asır daha bekleme.
So we've gone from sustainability being a nice-to-do to a must-do. It's a must-do. It's still nice to do, but it's a must-do. And everybody can do something on this as an individual. Be a discerning consumer. Vote with your wallets. Search out the companies that are acting on this. But also, there are other businesses already acting. I mentioned renewable energy. You go to Google or Lego, they're going 100 percent renewable too, in the same way that we are. On having really good sustainability strategies, there are companies like Nike, Patagonia, Timberland, Marks & Spencer. But I don't think any of those businesses would say they're perfect. We certainly wouldn't. We'll make mistakes going forward, but it's about setting a clear direction, being transparent, having a dialogue with the right partners, and choosing to lead on the issues that really count.
Böylece sürdürülebilirlikte 'olsa iyi olur' yerine 'yapılması gereken' hâline geldik. Yapılması gerekli. Hâlen yapılması iyi, ama yapılması şart. Herkes bir birey olarak bununla ilgili bir şey yapabilir. Akıllı bir tüketici olun. Cüzdanınızla oy verin. Bununla ilgili bir şeyler yapan şirketleri araştırın. Ancak hâlihazırda bunu yapan diğer şirketler de var. Yenilenebilir enerjiden bahsettim. Google veya Lego'ya bakıyorsunuz, onlar da yüzde 100 yenilenebilire doğru gidiyorlar. Aynı bizim yaptığımız gibi. Gerçekten iyi sürdürülebilirlik stratejisine sahip olan Nike, Patagonia, Timberland, Marks & Spencer gibi şirketler var. Ancak bu şirketlerin hiçbirinin mükemmel olduklarını söyleyeceklerini sanmıyorum. Kesinlikle söylemezler. İleriye gittikçe, hatalar yapacağız; ancak bu durum belli bir yön belirlemek, şeffaf olmak, doğru ortaklarla diyaloğa girmek ve önemli olan meselelerde yönetmeyi seçmekle ilgili.
So if you're a business leader, if you're not already weaving sustainability right into the heart of your business model, I'd urge you to do so. And together, we can help create a sustainable world, and, if we get it right, we can make sustainability affordable for the many people, not a luxury for the few.
Eğer bir iş dünyası lideriyseniz, eğer hâlâ iş modelinizin tam kalbine sürdürülebilirliği işlemiyorsanız, hemen yapmanızı tavsiye ederim. Hep birlikte sürdürülebilir bir dünya yaratmaya katkıda bulunabiliriz ve eğer bunu doğru yaparsak, sürdürülebilirliği pek çok insan için ekonomik hâle getirebiliriz, azınlık için bir lüks değil.
Thank you.
Teşekkürler.
(Applause)
(Alkış)