In the fall of 1845, the bright green leaves of potato plants dotted the Irish countryside. For over 200 years, the South American vegetable had thrived in Ireland’s rough terrain and unpredictable weather. Packed with carbohydrates, vitamins, and minerals, the potato was a remarkably nutrient-rich crop that made it easy for less wealthy families to maintain a balanced diet. By the mid-19th century, potatoes had supplanted other staple foods. And since British mandates ensured Ireland’s more valuable agricultural products were exported, roughly half the country’s 8.5 million residents lived almost entirely on potatoes.
1845 yılının sonbaharında, İrlanda kırsalında patates bitkilerinin parlak yeşil yaprakları serpilmişti. 200 yıldan fazla bir süredir, Güney Amerika sebzeleri, İrlanda’nın engebeli arazisinde belirsiz hava koşullarında yetişiyordu. Karbonhidrat, vitamin ve mineral deposu olan patates, son derece besin değeri yüksek bir mahsul olup daha az varlıklı ailelerin dengeli beslenmelerini kolaylaştırıyordu. 19. yüzyılın ortalarında patatesler diğer temel gıdaların yerini almıştı. İngiliz yönetimi, İrlanda’nın daha değerli tarım ürünlerinin ihraç edilmesini sağladığından beri, yaklaşık 8.5 milyon nüfusun neredeyse yarısı tamamen patatesle geçiniyordu.
But when harvesting began in 1845, farmers found their potatoes blackened and shriveled. Those who ate them suffered severe stomach cramps and even death. Today, we know the culprit was Phytophthora infestans— a fungus that flourished in the season’s unusually damp weather. But at the time it was simply called “the blight.” The fungus likely originated in the Americas, traveling across the Atlantic on ships. And while it destroyed potato harvests across Europe, wealthier countries— then as today— generally fared better, as they had more resources to draw on. Meanwhile, the southern and western regions of Ireland were already impoverished and entirely dependent on the single crop, making them disproportionately vulnerable.
Ancak 1845′te hasat başladığında, çiftçiler patateslerinin kararmış ve pörsümüş halde olduğunu gördüler. O patatesleri yiyenler, şiddetli mide krampları ve hatta ölüm tehlikesi yaşadı. Bugün suçlunun ″Phytophthora infestans″ adı verilen, mevsimin olağandışı nemli hava koşulunda gelişen bir mantar olduğunu biliyoruz. Ancak o dönemde buna “zararlı etmen” deniliyordu. Bu mantar muhtemelen Amerika’da ortaya çıktı ve gemilerle Atlantik’i geçerek yayıldı. Avrupa genelinde patates hasatlarını tahrip ettiği sırada, zengin ülkeler -o zamanlar da bugün olduğu gibi- genellikle daha iyi durumdaydı çünkü daha fazla kaynağa sahiptiler. Bu arada, İrlanda’nın güney ve batı bölgeleri zaten fakirleşmişti ve tek ürüne tamamen bağımlıydı, bu da onları orantısız bir şekilde savunmasız kılıyordu.
The impacts of food insecurity are often most severe at the poverty line. But while the failed harvest created a class crisis, the government's response turned it into a national catastrophe. For centuries, Ireland had been under varying degrees of English control, and by 1845, it was part of the United Kingdom with its government based in London. During the famine’s first year, this distant ruling body imported corn from North America and offered the Irish employment on public works projects. But this relief only caused more problems. Imported food was poorly distributed and offered insufficient nutrition, making the previously healthy population more vulnerable to disease, and increasing maternal and child mortality. Worse still, the British continued to export Ireland’s grain and livestock. Meanwhile, the public works projects required lengthy shifts of grueling manual labour and were far from where most workers lived. For example, just one of countless tragic incidences is the story of Thomas Malone, who walked 18 kilometers roundtrip to work every day. One night, exhausted and starving, he collapsed and died just before reaching home, leaving behind his wife and six children.
Gıda güvensizliğinin etkileri, genellikle yoksulluk sınırında şiddetli hissedilir. Başarısız hasat, kast sistemi içinde bir krize yol açarken, hükümetin tepkisi bunu ulusal bir felakete dönüştürdü. Yüzyıllar boyunca İrlanda, farklı şiddetlerde İngiliz kontrolü altındaydı ve 1845 yılı itibariyle Birleşik Krallık’ın bir parçasıydı. Hükümeti Londra’da bulunuyordu. Kıtlığın ilk yılında, bu merkezi hükümet Kuzey Amerika’dan mısır ithal etti ve İrlandalılara kamu projelerinde istihdam sağladı. Ancak bu yardım sadece daha fazla soruna yol açtı. İthal edilen yiyecekler kötü bir şekilde dağıtılıp,yetersiz beslenmeyi teşvik etti. Önceden sağlıklı olan nüfusu hastalıklara karşı daha savunmasız hale getirerek, anne ve çocuk ölümlerini artırdı. Daha da kötüsü, İngilizler İrlanda’nın tahıl ve canlı hayvanlarını ihraç etmeye devam ettiler. Bu arada, ağır fiziksel emek ve uzun vardiyalar gerektiren kamusal işler, çoğu işçinin yaşadığı yerlerden oldukça uzaktaydı. Örneğin, sayısız trajik olaylardan biri, Thomas Malone’un hikayesidir. Her gün işe gitmek için gidiş-dönüş olarak 18 kilometre yürüyordu. Bir gece, bitkin düşmüş ve açlıkla boğuşurken, eve varmadan önce güçsüz düşerek yere düştü ve öldü, ardında karısını ve altı çocuğunu bıraktı.
Despite the year’s countless tragedies, many families managed to scrape by. But in 1846, the damp weather returned and the blight worsened, impacting 75% of Ireland's potato yield. British relief efforts diminished substantially in the famine’s second year. And while international aid helped save lives, the overall need was enormous. As the crisis wore on, the government limited who was eligible for relief and tasked Ireland with funding the relief efforts themselves by increasing local taxes.
Yılın sayısız trajedisine rağmen birçok aile zorlukla idare etmeyi başardı. Ancak 1846′da nemli hava geri döndü ve zarar daha da kötüleşti, İrlanda’nın patates verimini %75 etkiledi. Kıtlığın ikinci yılında İngilizlerin yardım çabaları büyük ölçüde azaldı. Uluslararası yardım, hayatları kurtarmada yardımcı olsa da genel ihtiyaç çok büyüktü. Kriz ilerledikçe, hükümet kimin yardım almaya uygun olduğunu sınırladı ve İrlanda’nın yardım çabalarını kendileri finanse etmeleri için, yerel vergileri artırma görevi verdi.
Most modern historians view these disastrous policies as stemming from a mix of toxic religious ideology, laissez-faire economic policies, and political infighting. British news sources callously depicted the Irish as lazy, simple-minded alcoholics, and some London decision-makers believed the famine was God’s punishment for these sinful behaviors. Other government officials purposefully blocked efforts to provide meaningful relief due to internal political rivalries. As with famines and food insecurity today, it wasn't a lack of resources preventing the British from aiding Ireland, but rather a lack of political will.
Çoğu modern tarihçi, bu felaket getiren politikaların, toksik dini ideoloji, serbest piyasa ekonomi politikaları ve siyasi çekişmelerin karışımından kaynaklandığını düşünüyor. İngiliz haber kaynakları, İrlandalıları duyarsızca, tembel, cahil alkolikler olarak tasvir ettiler. Ve Londra’daki bazı karar vericiler, kıtlığın bu günahkar davranışların Tanrı’nın cezası olduğuna inanıyorlardı. Diğer hükümet yetkilileri iç siyasi rekabetler nedeniyle, manidar yardım sağlama çabalarını bilinçli bir şekilde engellediler. Bugün ki gibi açlık ve gıda güvensizliği durumlarında da İrlanda’ya yardım etmeyi engelleyen şey, İngilizlerin kaynak eksikliği değil, siyasi irade eksikliği oldu.
Seven years after the blight began, Ireland’s weather patterns returned to normal and the potato crop finally stabilised. But over 1 million people had perished from starvation, malnutrition, and disease. Between 1 and 2 million more fled the country, beginning a trend that dropped Ireland’s population to half its pre-famine levels by the 1920s.
Felaketin başlamasından yedi yıl sonra İrlanda’nın hava koşulları normale döndü ve patates ürünü nihayet istikrar kazandı. Ancak 1 milyondan fazla insan açlık, kötü beslenme ve hastalıktan ölmüştü. 1 ve 2 milyon arasında kişi ülkeyi terk etti ve 1920′ler itibariyle İrlanda’nın nüfusunu açlık öncesi seviyenin yarısına düşüren bir akımı başlattı.
Today, climate change is making extreme weather more common and sustained, leading countless agricultural communities to face similar struggles. Just as in Ireland, farmers living on the margins are increasingly facing starvation, malnutrition, and disease due to global weather patterns for which they bear little responsibility. But history doesn’t have to repeat itself if governments and institutions can provide the kind of aid these regions need: relief efforts that are coordinated and ongoing, provide sufficient nutrition to prevent disease, and are offered with compassion rather than judgment.
Bugün, iklim değişikliği aşırı hava koşullarını daha yaygın ve sürdürülebilir hale getiriyor, bu da birçok tarım topluluğunun benzer zorluklarla karşılaşmasına neden oluyor. İrlanda’da olduğu gibi, sınırda yaşayan çiftçiler, gittikçe artan açlık, kötü beslenme ve hastalıkla karşı karşıya geliyorlar. Bu, sorumluluğu çok az üstlenen küresel hava koşullarından kaynaklanmaktadır. Ancak tarih kendini tekrar etmek zorunda değilse, hükümetler ve kurumlar bu bölgelerin ihtiyaç duyduğu türden yardımı sağlayabilirlerse: Koordineli ve sürekli yardım çabaları, hastalıkları önlemek için yeterli beslenmeyi sağlar ve yardımlar insanları yargılamadan anlayışla sunulur.