I run a design studio in New York. Every seven years, I close it for one year to pursue some little experiments, things that are always difficult to accomplish during the regular working year. In that year, we are not available for any of our clients. We are totally closed. And as you can imagine, it is a lovely and very energetic time.
New York'ta bir tasarım stüdyosunu yönetiyorum. Her yedi yılda bir onu bir seneliğine, tamamlanması normal çalışma döneminde zor olan bazı deneyleri yapmak için kapatıyorum. O yılda hiçbir müşterimiz bize ulaşamıyorlar. Tamamen kapalı oluyoruz. Ve hayal edebileceğiniz gibi, bu çok güzel ve enerji dolu bir zaman dilimi.
I originally had opened the studio in New York to combine my two loves, music and design. And we created videos and packaging for many musicians that you know, and for even more that you've never heard of. As I realized, just like with many many things in my life that I actually love, I adapt to it. And I get, over time, bored by them. And for sure, in our case, our work started to look the same. You see here a glass eye in a die cut of a book. Quite the similar idea, then, a perfume packaged in a book, in a die cut. So I decided to close it down for one year.
Aslında New York' taki stüdyoyu hayattaki en sevdiğim iki şeyi: müzik ve tasarımı bir araya getirebilmek için açtım. Tanıdığınız ve belki de adını bile duymadığınız birçok müzisyen için videolar ve albüm kapakları hazırladık. Sonra farkına vardım ki, hayatımda sevdiğim birçok şey gibi buna da alıştım. Ve sonra zaman geçtikçe bu işlerden de sıkıldım Ve elbette, bu durumda işlerimiz de birbirine benzemeye başladı. Burada kitabın içine yerleştirilmiş camdan bir göz görüyorsunuz Oldukça benzer bir fikir sonucu, bir kitabın içine yerleştirilmiş bir parfüm. Bunun üzerine stüdyoyu bir seneliğine kapatmaya karar verdim
Also is the knowledge that right now we spend about in the first 25 years of our lives learning, then there is another 40 years that's really reserved for working. And then tacked on at the end of it are about 15 years for retirement. And I thought it might be helpful to basically cut off five of those retirement years and intersperse them in between those working years. (Applause) That's clearly enjoyable for myself. But probably even more important is that the work that comes out of these years flows back into the company and into society at large, rather than just benefiting a grandchild or two.
Bilgi vermek gerekirse şu anda hayatlarımızın ilk 25 yılını öğrenmekle geçiriyoruz Sonra gerçekten çalışmak için ayrılmış bir diğer 40 yıl var ve en sonunda da 15 senelik bir emeklilik hayatı. Ve düşündüm ki, çok basit bir şekilde sondaki emeklilik yıllarını oradan alıp çalışma yıllarının arasına dağıtmak çok yardımcı olabilirdi. (Alkışlar) Bu benim için açıkçası çok eğlenceliydi. Ve belki de daha da önemlisi, son zamanlarınızda yaptığınız işlerin şirkete ve daha da büyük kapsamda topluma dönüşü bir ya da iki tane torunu sevmekten çok daha faydalı oluyor.
There is a fellow TEDster who spoke two years ago, Jonathan Haidt, who defined his work into three different levels. And they rang very true for me. I can see my work as a job. I do it for money. I likely already look forward to the weekend on Thursdays. And I probably will need a hobby as a leveling mechanism. In a career I'm definitely more engaged. But at the same time, there will be periods when I think is all that really hard work really worth my while? While in the third one, in the calling, very much likely I would do it also if I wouldn't be financially compensated for it.
İki sene önce burada konuşan TED üyesi, Jonathan Haidt, çalışmayı üç değişik seviyede tanımlıyor. Ve bunlar bana da çok doğru geliyor. Çalışmalarımı iş olarak görüyorum. Para karşılığı yapıyorum. En iyi ihtimalle perşembeden haftasonunun gelmesini iple çekiyorum. Ve de büyük ihtimalle hayatımı dengelemek için bir hobiye ihtiyacım olmalı. İşimi kariyer olarak gördüğüm zaman ise kesinlikle işime daha bağlıyım. ama aynı zamanda gerçekten bu kadar çok çalışmak zamanıma değecek mi diye düşündüğüm zamanlarda oluyor. son seçenekte, işin seni çağırmasında; yaptığım işi yapmam için bana para vermeseler de yine de o işi yaparım
I am not a religious person myself, but I did look for nature. I had spent my first sabbatical in New York City. Looked for something different for the second one. Europe and the U.S. didn't really feel enticing because I knew them too well. So Asia it was. The most beautiful landscapes I had seen in Asia were Sri Lanka and Bali. Sri Lanka still had the civil war going on, so Bali it was. It's a wonderful, very craft-oriented society.
Kendi adıma çok dini bir insan değilim. ama doğayı inceledim. İlk tatil yılımı New York şehrinde geçirdim. İkincisi için değişiklik aradım Avrupa ve ABD çok da cazip gelmedi çünkü oraları zaten iyi biliyordum o zaman cevap Asya'ydı. Asya'da gördüğüm en güzel yerler Sri Lanka ve Bali'ydi. Sri Lanka'da iç savaş devam ediyordu bu yüzden Bali'de karar kıldım. Orası el sanatlarına yönelmiş harika bir topluluk barındırıyor
I arrived there in September 2008, and pretty much started to work right away. There is wonderful inspiration coming from the area itself. However the first thing that I needed was mosquito repellent typography because they were definitely around heavily. And then I needed some sort of way to be able to get back to all the wild dogs that surround my house, and attacked me during my morning walks. So we created this series of 99 portraits on tee shirts. Every single dog on one tee shirt. As a little retaliation with a just ever so slightly menacing message (Laughter) on the back of the shirt. (Laughter)
Oraya Eylül 2008'de ulaştım ve hemen çalışmaya başladım O bölgenin kendisinden gelen harika bir ilham vardı. Ama ihtiyaç duyduğum ilk şey sivrisinek uzaklaştırıcı tipografi oldu çünkü kesinlikle çok şiddetli bir biçimde etraftaydılar ve sonra evimi çevreleyen ve sabah koşularında bana saldıran vahşi köpeklerden bir şekilde kurtulmam lazımdı. Sonuçta bizde tişörtlerin üzerine 99 tane portrelik bir seri bastık. Her bir köpek için bir tişört. Küçük bir misilleme olarak hemen sonra tişörtün arkasında (Kahkahalar) birazcık tehdit edici bir mesaj meydana getirdik (Kahkahalar)
Just before I left New York I decided I could actually renovate my studio. And then just leave it all to them. And I don't have to do anything. So I looked for furniture. And it turned out that all the furniture that I really liked, I couldn't afford. And all the stuff I could afford, I didn't like. So one of the things that we pursued in Bali was pieces of furniture. This one, of course, still works with the wild dogs. It's not quite finished yet. And I think by the time this lamp came about, (Laughter) I had finally made peace with those dogs. (Laughter)
New York'u terk etmeden hemen önce stüdyomu yenilemek istedim ve daha sonra her şeyi orada bıraktım. ve bir şey yapmak zorunda değildim. ben de mobilya için bakındım ve sonra anlaşıldı ki gerçekten sevdiğim mobilyalar için param yetmiyordu ve paramın yettiği modelleri de ben beğenmiyordum Bali'de peşine düştüğümüz şeylerden biri de mobilya parçalarıydı. Tabiki bu hala köpeklerle ilgiliydi daha bitmedi ve o zamana kadar bu lamba fikri ortaya çıktı, (Kahkahalar) Sonunda o köpeklerle bir şey yapabildim. (Kahkahalar)
Then there is a coffee table. I also did a coffee table. It's called Be Here Now. It includes 330 compasses. And we had custom espresso cups made that hide a magnet inside, and make those compasses go crazy, always centering on them. Then this is a fairly talkative, verbose kind of chair. I also started meditating for the first time in my life in Bali. And at the same time, I'm extremely aware how boring it is to hear about other people's happinesses. So I will not really go too far into it.
Sonra bu kahve masası. Bir de kahve masası yaptım. İsmi ''Şimdi burada ol''. İçinde 330 tane pusula var. Ve içerisinde bir mıknatıs gizleyen ve oradaki pusulaları delice döndüren, onların her zaman merkezinde gözüken, esspreso kupaları yaptık Sonra bu da açıkça çok konuşkan, laf kalabalığı yapan türden bir koltuk. Bunun yanında hayatımda ilk defa Bali'de meditasyon yapmaya başladım. Ve de aynı zamanda başka insanların mutluluklarını dinlemenin ne kadar sıkıcı olduğunun oldukça farkındayım bu yüzden çok derine inmeyeceğim.
Many of you will know this TEDster, Danny Gilbert, whose book, actually, I got it through the TED book club. I think it took me four years to finally read it, while on sabbatical. And I was pleased to see that he actually wrote the book while he was on sabbatical. And I'll show you a couple of people that did well by pursuing sabbaticals.
Çoğunuz bu TED'liyi tanıyacaksınız, Danny Gilbert, doğrusu onun kitabını TED kitap kulübünden aldım Ve de bu kitabı okumam dört senenin ardından bu ancak tatilimde mümkün olabildi. Ve onun da kitabı kendi tatilindeyken yazdığını görmekten çok memnun oldum. Ve şimdi de sizlere tatillerinin peşine düşmeyi çok iyi yapan bir kaç insan tanıtacağım.
This is Ferran Adria. Many people think he is right now the best chef in the world with his restaurant north of Barcelona, El Bulli. His restaurant is open seven months every year. He closes it down for five months to experiment with a full kitchen staff. His latest numbers are fairly impressive. He can seat, throughout the year, he can seat 8,000 people. And he has 2.2 million requests for reservations.
Bu Ferran Adria. Çoğu insana göre şu anda dünyadaki en iyi şef ve Barcelona'nın kuzeyinde elBulli adlı bir restoranı var. Restoranı her sene yedi ay açık ve beş aylığına bir mutfak dolusu şey ile deneyler yapmak için kapalı. Son rakamları gerçekten etkileyici Sene boyunca restoranı dolu ve 8,000 kişi ağırlıyor. Ve 2.2 milyon rezervasyon talebi alıyor.
If I look at my cycle, seven years, one year sabbatical, it's 12.5 percent of my time. And if I look at companies that are actually more successful than mine, 3M since the 1930s is giving all their engineers 15 percent to pursue whatever they want. There is some good successes. Scotch tape came out of this program, as well as Art Fry developed sticky notes from during his personal time for 3M. Google, of course, very famously gives 20 percent for their software engineers to pursue their own personal projects.
Eğer kendi 'yedi yıl çalış bir sene tatil yap' döngüme bakarsam bu benim zamanımın yüzde 12.5'luk kısmını oluşturuyor. Ve eğer benden daha başarılı şirketlere bakarsam, 3M, 1930lardan bu yana mühendislerine zamanlarının yüzde 15ini ne isterlerse onu yapmaları için veriyor. Bu uygulamanın sonucunda çok başarılı ürünler çıktı. Scotch tape bu program sayesinde ortaya çıktı, tıpkı Arthur Fry'ın kendi tatilinde geliştirdiği yapışkan notlar gibi. Tabi ki çok ünlü bir firma olan Google'da yazılım mühendislerine zamanlarının yüzde 20'sini kendi projelerinin peşine düşsünler diye veriyor.
Anybody in here has actually ever conducted a sabbatical? That's about five percent of everybody. So I'm not sure if you saw your neighbor putting their hand up. Talk to them about if it was successful or not. I've found that finding out about what I'm going to like in the future, my very best way is to talk to people who have actually done it much better than myself envisioning it.
Buradakilerden gerçekten uzun süreli bir tatil yapan oldu mu? Buradakilerin yaklaşık yüzde beşlik kısmı. Eğer etrafınızda elini kaldıran olduysa, tatillerinin başarılı olup olmadığını sorun. Farkına vardım ki gelecekte ne yapmayı seveceğimi bulmanın yolu, o işi gerçekten yapmış ve planlamasını benden daha iyi yapabilen insanlarla konuşmak için iyi bir yol.
When I had the idea of doing one, the process was I made the decision and I put it into my daily planner book. And then I told as many, many people as I possibly could about it so that there was no way that I could chicken out later on. (Laughter)
Tatili yapma fikrine sahip olduğumda, kararımı verdim ve yapacaklarımı günlük bir çizelgeye koydum. sonra da bunları söyleyebildiğim kadar çok insana söyledim ki daha sonra kaçıp geri dönmek olmasın. (Kahkahalar)
In the beginning, on the first sabbatical, it was rather disastrous. I had thought that I should do this without any plan, that this vacuum of time somehow would be wonderful and enticing for idea generation. It was not. I just, without a plan, I just reacted to little requests, not work requests, those I all said no to, but other little requests. Sending mail to Japanese design magazines and things like that. So I became my own intern. (Laughter)
Başlangıçta, ilk tatilimde bu olay oldukça fenaydı. Bu işi bir plana bağlı kalmadan yapmalıyım diye düşündüm, fikrin ilk çıktığı zaman bu zamana bağlı olmama işi bir şekilde çok iyi ve cazip geldi.Ama değildi. Bir planım olmadan sadece küçük isteklere tepki verebildim, iş ile ilgili olanlara değil, çoğuna hayır dediğim işlerin, ve diğer küçük isteklerin. Japon tasarım dergilerine ve onun gibi şeylere mail göndermek gibi. Yani kendimin stajyeri oldum. (Kahkahalar)
And I very quickly made a list of the things I was interested in, put them in a hierarchy, divided them into chunks of time and then made a plan, very much like in grade school. What does it say here? Monday, 8 to 9: story writing; 9 to 10: future thinking. Was not very successful. And so on and so forth. And that actually, specifically as a starting point of the first sabbatical, worked really well for me. What came out of it? I really got close to design again. I had fun. Financially, seen over the long term, it was actually successful. Because of the improved quality, we could ask for higher prices.
ve çabucak ilgilendiğim şeylerin bir listesini oluşturdum, onları bir sıraya koyup, geniş bir zaman aralığına böldüm ve daha sonra da ilkokuldakine benzer bir plan yaptım. O listede ne vardı? Pazartesi sekizden dokuza: hikaye yazma. dokuzdan ona: gelecek üzerine düşünme. Çok başarılı değildi. Ve aslında benim ilk işe yarayan tatilimin başlangıç noktasıydı. Sonunda ne mi elde ettim? Tasarım işine yeniden yakınlaştım. Eğlendim. Finansal olarak, uzun vadede, gayet başarılıydı. Çünkü artan kalite sonucunda, daha yüksek fiyat isteyebildik.
And probably most importantly, basically everything we've done in the seven years following the first sabbatical came out of thinking of that one single year. And I'll show you a couple of projects that came out of the seven years following that sabbatical. One of the strands of thinking I was involved in was that sameness is so incredibly overrated. This whole idea that everything needs to be exactly the same works for a very very few strand of companies, and not for everybody else.
Ve de büyük ihtimalle en önemlisi, basitçe ilk tatilden sonraki yedi sene içerisinde yaptığımız her şey o ilk seneki tatilde bulduğumuz fikirlerin sonucuydu. Ve şimdi sizlere ilk tatilin sonucundaki yedi senede ortaya çıkan bir kaç projeyi göstereceğim. İçinde bulunduğum düşüncelerden birisi her şeyin aynı olmasını istemenin aşırı derecede abartılmış olmasıydı. Her şeyin tamamen aynı olması fikri sadece çok çok az sayıdaki firma için doğrudur, ve geri kalanı için doğru değildir.
We were asked to design an identity for Casa da Musica, the Rem Koolhaas-built music center in Porto, in Portugal. And even though I desired to do an identity that doesn't use the architecture, I failed at that. And mostly also because I realized out of a Rem Koolhaas presentation to the city of Porto, where he talked about a conglomeration of various layers of meaning. Which I understood after I translated it from architecture speech in to regular English, basically as logo making. And I understood that the building itself was a logo.
Rem Koolhaas tarafından yapılmış bir müzik merkezi olan ve Porto'da bulunan Casa de Musica için bir kimlik tasarlamamız istendi. Ve mimari yaklaşımı kullanmayan bir kimlik oluşturmak istesem de bunda başarılı olamadım. Ve aynı zamanda Rem Koolhaas'un Porto'da anlam tabakalarının kümeleşmesi hakkında yaptığı sunumda farkına vardım. Mimari terimler içeren konuşmayı konuşma ingilizcesine çevirdikten sonra tıpkı bir logo yapmak kadar basit. Ve anladım ki binanın kendisi zaten bir logoydu.
So then it became quite easy. We put a mask on it, looked at it deep down in the ground, checked it out from all sides, west, north, south, east, top and bottom. Colored them in a very particular way by having a friend of mine write a piece of software, the Casa da Musica Logo Generator. That's connected to a scanner. You put any image in there, like that Beethoven image. And the software, in a second, will give you the Casa da Musica Beethoven logo. Which, when you actually have to design a Beethoven poster, comes in handy, because the visual information of the logo and the actual poster is exactly the same.
Ondan sonra artık her şey çok kolaydı. Binanın üzerine bir katman koyduk, yer seviyesinden aşağıdaki haline baktık, bütün yüzeylerinin görünüşünü taradık, batı, kuzey, güney, doğu, üst ve alt. Bir arkadaşımın yazdığı Casa de Musica logo oluşturucusu adlı bir program sayesinde binayı kendine özgü bir yolla renklendirdik. Bu sistem bir tarayıcıya bağlıdı. Oraya tıpkı bu Beethoven görüntüsü gibi istediğiniz görüntüyü koyuyorsunuz Ve de programda size bir saniye içerisinde Casa de Musica Beethoven Logosunu veriyor. Gerçekten bir Beethoven posteri tasarlamak zorunda olduğunuzda çok kullanışlı, çünkü logonun görsel bilgisi ve gerçek poster tıpatıp aynı.
So it will always fit together, conceptually, of course. If Zappa's music is performed, it gets its own logo. Or Philip Glass or Lou Reed or the Chemical Brothers, who all performed there, get their own Casa da Musica logo. It works the same internally with the president or the musical director, whose Casa da Musica portraits wind up on their business cards. There is a full-blown orchestra living inside the building. It has a more transparent identity. The truck they go on tour with. Or there's a smaller contemporary orchestra, 12 people that remixes its own title.
Yani her zaman bir biri ile tam bir uyum içindeler konsept olarak tabi. Eğer Zappa müzik yapacaksa, kendi logosuna sahip oluyor. ya da Philip Glass veya Lou reed ya da Chemical Brothers hepsi de orada sahneye çıktı ve kendi Casa de Musica logolarının sahibi oldular. Başkan veya muzikal direktör içinde bu sistem işe yaradı, kendi kartvizitlerinin üzerinde kendi Casa de Musica logoları oldu. Orada binanın içinde görev alan gelişmiş bir orkestra var. Orkestranın daha şeffaf bir kimliği var. Turneye gittikleri kamyonet. Ya da daha modern tarzda, kendi remikslerinin kendi başlığı ile tanıtıldığı 12 kişi.
And one of the handy things that came about was that you could take the logo type and create advertising out of it. Like this Donna Toney poster, or Chopin, or Mozart, or La Monte Young. You can take the shape and make typography out of it. You can grow it underneath the skin. You can have a poster for a family event in front of the house, or a rave underneath the house or a weekly program, as well as educational services.
Ve en kullanışlı şeylerden biri de logoyu alıp reklamlar yaratmakta kullanabilmekti Tıpkı bu Donna Toney posteri gibi, ya da Chopin, ya da Mozart, ya da La Monte Young. Şekli alıp onu bir tipografi haline getirebilirsiniz. Onu derinin altında büyütebilirsiniz. Evin önündeki bir aile toplantısı için bir poster oluşturabilirsiniz, ya da evin altında bir parti için, ya da haftalık bir program için eğitim servislerinde de kullanabilirsiniz.
Second insight. So far, until that point I had been mostly involved or used the language of design for promotional purposes, which was fine with me. On one hand I have nothing against selling. My parents are both salespeople. But I did feel that I spent so much time learning this language, why do I only promote with it? There must be something else. And the whole series of work came out of it. Some of you might have seen it. I showed some of it at earlier TEDs before, under the title "Things I've Learned in My Life So Far." I'll just show two now.
İkinci kavram. Şu ana kadar tasarım dilini genelde promosyon için kullandım ve bu benim için idare eder bir durumdu. bir tarafta satışa karşı bir tavrım yok. Annem ve babam satış yapan insanlar ama hissettim ki bu dili öğrenmek için çok vakit harcıyorum, neden sadece tanıtımını yapıyorum? başka şeylerde olmalı. Ve sonuçta bir çok iş ortaya çıktı. Bazılarınız görmüş olabilir. Bazılarını daha önceki TED'lerde gösterdim, ''Hayatımda öğrendiklerim'' başlığı altında. Şimdi sadece iki tanesini göstereceğim.
This is a whole wall of bananas at different ripenesses on the opening day in this gallery in New York. It says, "Self-confidence produces fine results." This is after a week. After two weeks, three weeks, four weeks, five weeks. And you see the self confidence almost comes back, but not quite. These are some pictures visitors sent to me. (Laughter)
Bu New York'taki bir galerinin açılış gününde olan ve farklı olgunluklara sahip muzlardan oluşan bir bütün duvar. Orada ''Özgüven güzel sonuçlar verir'' diyor. Bir hafta sonra. İki hafta sonra. üç hafta, dört hafta, beş hafta. Ve özgüven neredeyse geri geliyor ama tam değil. Ziyaretçilerin gönderdiği fotoğraflardan biri. (Kahkahalar)
And then the city of Amsterdam gave us a plaza and asked us to do something. We used the stone plates as a grid for our little piece. We got 250,000 coins from the central bank, at different darknesses. So we got brand new ones, shiny ones, medium ones, and very old, dark ones. And with the help of 100 volunteers, over a week, created this fairly floral typography that spelled, "Obsessions make my life worse and my work better."
Ve sonrasında Amsterdam şehri bize bir meydan verdi ve bizden bir şeyler yapmamızı istedi. Küçük parçamız için taş blokları kılavuz çizgisi olarak kullandık. Merkez bankası tarafından bize verilmiş değişik parlaklıkta 250 bin tane bozuk paramız vardı. Yani yenilerden, parlak olanlardan, orta boydakilerden, ve çok eski kararmış olanlardan. Ve bir hafta içerisinde 100 tane gönüllünün yardımı ile, bu çiçeksi tipografiyi yarattık. ''Takıntılar hayatımı daha kötü ve işimi daha iyi yapar.''
And the idea of course was to make the type so precious that as an audience you would be in between, "Should I really take as much money as I can? Or should I leave the piece intact as it is right now?" While we built all this up during that week, with the 100 volunteers, a good number of the neighbors surrounding the plaza got very close to it and quite loved it. So when it was finally done, and in the first night a guy came with big plastic bags and scooped up as many coins as he could possibly carry, one of the neighbors called the police.
Ana fikir yazıyı kayda değer hale getirmekti, izleyiciler gelip baktığında ''alabildiğim kadar parayı alıp götürsem mi? yoksa yazıyı el değmemiş halde bıraksam mı?'' ikilemine düşmelilerdi. O hafta boyunca biz bu işi yüz kadar gönüllü ile birlikte yaparken, plazanın etrafındaki bir çok insan yazıya yakınlık hissetti ve sevdi. Tamamen bittiğinde, ilk gecede bir eleman büyük plastik poşetlerle geldi. ve taşıması mümkün olan en yüksek miktardaki parayı temizledi, komşulardan birisi polisi aradı.
And the Amsterdam police in all their wisdom, came, saw, and they wanted to protect the artwork. And they swept it all up and put it into custody at police headquarters. (Laughter) I think you see, you see them sweeping. You see them sweeping right here. That's the police, getting rid of it all. So after eight hours that's pretty much all that was left of the whole thing. (Laughter)
Ve de Amsterdam polisi gelip olayı gördü ve bütün bilgeliği ile projeyi korumak istedi. Ve de hepsini süpürüp emniyet merkezinde gözetim altına aldı. (Kahkahalar) Onları süpürürken görebilirsiniz. Bunlar polis, hepsinden kurtuluyorlar. Sekiz saat sonra yazının tamamından geriye kalan her şey bu kadardı. (Kahkahalar)
We are also working on the start of a bigger project in Bali. It's a movie about happiness. And here we asked some nearby pigs to do the titles for us. They weren't quite slick enough. So we asked the goose to do it again, and hoped she would do somehow, a more elegant or pretty job. And I think she overdid it. Just a bit too ornamental. And my studio is very close to the monkey forest. And the monkeys in that monkey forest looked, actually, fairly happy. So we asked those guys to do it again. They did a fine job, but had a couple of readability problems. So of course whatever you don't really do yourself doesn't really get done properly.
Aynı zamanda Bali'de daha büyük bir projenin başlangıcı için çalışıyoruz. Mutluluk hakkında bir film. Ve burada yakınlardaki domuzlardan başlıkları yapmaları için yardım istedik. Tam olarak üstesinden gelemediler. Biz de aynı şeyi kazdan istedik, ve bir şekilde daha güzel ve temiz bir iş çıkaracağını umduk. ve galiba o da bunu yaptı. Birazcık süslü bir şekilde. Stüdyom maymunların bulunduğu ormana çok yakın. Ve maymun ormanındaki maymunlar gerçekten çok mutlu gözüküyorlardı. Bizde bu elemanlardan başlıkları tekrar yapmalarını istedik. Onlar da güzel bir iş çıkardı bir kaç okunabilirlik probleminin dışında. Kendinizin yapmadığı iş ne olursa olsun gerçekten istediğiniz gibi olmuyor.
That film we'll be working on for the next two years. So it's going to be a while. And of course you might think that doing a film on happiness might not really be worthwhile. Then you can of course always go and see this guy.
Film üzerinde önümüzdeki iki sene boyunca çalışacağız. Yani biraz sürecek. Ve de tabi ki mutluluk hakkında bir film yapmak değmez diye düşünebilirsiniz, sonra da tabi ki gidip bu adamı görebilirsiniz.
Video: (Laughter) And I'm happy I'm alive. I'm happy I'm alive. I'm happy I'm alive.
Video:(Kahkahalar) Ve mutluyum hayattayım. Mutluyum hayattayım. Mutluyum hayattayım.
Stefan Sagmeister: Thank you. (Applause)
Stefan Sagmeister: Teşekkürler. (Alkışlar)