Today, I want to tell you about a pressing social issue. Now, it's not nuclear arms, it's not immigration, and it's not malaria. I'm here to talk about movies.
Bugün sizinle ciddi bir sosyal mesele hakkında konuşmak istiyorum. Nükleer silahlar, göç ya da sıtma değil. Filmler hakkında konuşmak için buradayım.
Now, in all seriousness, movies are actually really important. In film, we can be wildly entertained, and we can also be transported through storytelling. Storytelling is so important. Stories tell us what societies value, they offer us lessons, and they share and preserve our history. Stories are amazing.
Şimdi, bütün ciddiyetiyle, filmler aslında oldukça önemli. Filmler ile çılgınca eğlenebilir, aynı zamanda, hikayenin içine ışınlanabilirz. Hikayecilik önemlidir. Hikayeler bize toplumların neye değer verdiğini söyler, ders verir, tarihimizi korur ve paylaşır. Hikayeler muhteşemdir.
But stories don't give everyone the same opportunity to appear within them, particularly not stories compartmentalized in the form of American movies. In film, interestingly enough, females are still erased and marginalized in a lot of our stories. And I learned this for the first time about 10 years ago when I did my first study on gender role in G-rated films. Since then, we've conducted more than 30 investigations. My team is tired. And I've committed my life as researcher and activist to fighting the inclusion crisis in Hollywood.
Fakat, hikayeler herkese içlerinde yer almak için aynı fırsatı vermez, özellikle, Amerikan filmi kategorisinde yer alan hikayeler. Filmlerde, ilginçtir ki, kadınlar hikayelerimizin birçoğunda hâlâ siliniyor ve ötekileştiriliyor. Bunu yaklaşık 10 yıl önce genel izleyici filmlerinde cinsiyet rolleri üzerine ilk çalışmamı yaptığımda öğrendim. O zamandan beri 30'dan fazla araştırma yürüttük. Ekibim yoruldu. Ayrıca hayatımı bir araştırmacı ve aktivist olarak Hollywood'daki kapsam kriziyle savaşmaya adadım.
So today, what I'd like to do is tell you about that crisis. I want to talk about gender inequality in film. I want to tell you how it is perpetuated, and then I'm going to tell you how we're going to fix it.
Bugün yapmak istediğim şey size o krizi anlatmak. Filmlerdeki cinsiyet eşitsizliğinden konuşmak, bunun nasıl süregeldiğinden bahsetmek istiyorum ve sonra bunu nasıl çözebileceğimizi anlatacağım.
However, one caveat before I begin: my data are really depressing. So I want to apologize in advance, because I'm going to put you all in a really bad mood. But I'm going to bring it up at the end, and I'm going to present a silver lining to fix this mess that we've been in for a very, very long time.
Ancak başlamadan önce bir uyarı, vereceğim bilgiler gerçekten iç karartıcı. Sizi kötü bir ruh haline sokacağım için şimdiden özür dilerim. Ancak konuşmamın sonunda bunu düzeltecegim ve uzun süredir içinde bulunduğumuz bu yanlışı düzeltmek için size bir umut ışığı vereceğim.
So, let's start with the gravity of the situation. Each year, my research team examines the top 100 grossing films in the United States. What we do is we look at every speaking or named character on-screen. Now, to count in one of my investigations, all a character has to do is say one word. This is a very low bar.
Olayın ciddiyetiyle başlayalım. Araştırma ekibim her yıl, Amerika'daki en başarılı 100 filmde konuşan ve adı geçen her karakteri inceliyor. Araştırmamın parçası olmak için bir karakterin yapması gereken tek şey bir kelime söylemek. Beklentimiz fazlasıyla düşük.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Thus far, we've looked at 800 movies, from 2007 to 2015, cataloguing every speaking character on-screen for gender, race, ethnicity, LGBT and characters with a disability.
2007 ve 2015 arasında 800 filmi inceledik ve konuşan her karakteri cinsiyet, ırk, köken, LGBT veya engelli olup olmama bazında gruplara ayırdık.
Let's take a look at really some problematic trends. First, females are still noticeably absent on-screen in film. Across 800 movies and 35,205 speaking characters, less than a third of all roles go to girls and women. Less than a third! There's been no change from 2007 to 2015, and if you compare our results to a small sample of films from 1946 to 1955, there's been no change in over a half of a century. Over half of a century! But we're half of the population.
Ullaştığımız gerçekten sorunlu eğilimlere bakalım. Öncelikle, kadınlar filmlerde hala bariz bir şekilde az yer alıyor. 800 filmde, 35.205 tane konuşan karakterin, üçte birinden azı kızlar veya kadınlar tarafından oynanıyor. Üçte birinden az! 2007'den 2015'e kadar hiçbir değişim yok. Ayrıca elde ettiğimiz verileri 1946 ve 1955 arasında var olan tek tük filmlerle karşılaştırırsanız yarım yüzyılı aşkın sürede de hiçbir değişim olmadığını göreceksiniz. Yarım yüzyılı aşkın! Oysa insan nüfusunun yarısını biz oluşturuyoruz.
Now, if we look at this data intersectionally, which has been a focus of today, the picture becomes even more problematic. Across the top 100 films of just last year, 48 films didn't feature one black or African-American speaking character, not one. 70 films were devoid of Asian or Asian-American speaking characters that were girls or women. None. Eighty-four films didn't feature one female character that had a disability. And 93 were devoid of lesbian, bisexual or transgender female speaking characters. This is not underrepresentation. This is erasure, and I call this the epidemic of invisibility.
Şimdi, bu veriye, bugünlerde odak noktası olan kesişimsel bakış açısıyla yaklaşırsak bu tablo daha da sorunlu bir hal alıyor. Sadece geçtiğimiz yılın en iyi 100 filminden 48 tanesi, repliği olan siyahi karakter içermiyor, bir tane bile. 70 tanesinde Asyalı olan kız veya kadın karakter yoktu. Hem de hiç. 84 filmde engelli kadın karakter yoktu. 93'ünde ise repliği olan lezbiyen, biseksüel veya trans kadın karakter yoktu. Bu yeterince temsil etmemek değil. Bu artık yok etme ve ben bunu görünmezlik salgını olarak adlandırıyorum.
Now, when we move from prevalence to protagonist, the story is still problematic. Out of a hundred films last year, only 32 featured a female lead or colead driving the action. Only three out of a hundred films featured an underrepresented female driving the story, and only one diverse woman that was 45 years of age or older at the time of theatrical release.
Genelden ana karaktere döndüğümüzde sorun hala devam ediyor. Geçen seneki 100 filmden sadece 32 tanesi kadın başrol veya yardımcı başrole sahipti. 100 filmden sadece üç tanesinde yeterince temsil edilmeyen bir kadın karakter ana karakterdi ve sadece bir farklı kadın film vizyona girdiğinde 45 yaş ve üstü grubuna giriyordu.
Now let's look at portrayal. In addition to the numbers you just saw, females are far more likely to be sexualized in film than their male counterparts. Matter of fact, they're about three times as likely to be shown in sexually revealing clothing, partially naked, and they're far more likely to be thin. Now, sometimes, in animation, females are so thin that their waist size approximates the circumference of their upper arm.
Şimdi tabloya bir bakalım. Az önce gördüğünüz sayılara ek olarak: film sektöründe kadınların cinsellikle öne çıkarılması erkeklere oranla çok daha yüksek. Hatta erkeklere oranla açık kıyafetlerle gösterilmeleri, yarı çıplak veya zayıf olmaları üç kat daha olası. Bazen animasyonlarda kadınlar o kadar zayıf gösteriliyor ki belleri üst kolları aynı ölçüde.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
We like to say that these gals have no room for a womb or any other internal organ.
Bu kadınların rahim veya herhangi bir iç organ için yerleri olmadığını söyleyebiliriz.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Now, all joking aside, theories suggest, research confirms, exposure to thin ideals and objectifying content can lead to body dissatisfaction, internalization of the thin ideal and self-objectification among some female viewers. Obviously, what we see on-screen and what we see in the world, they do not match. They do not match! Matter of fact, if we lived in the screen world, we would have a population crisis on our hands.
Şaka bir yana teorileri, araştırmalar doğruluyor: bazı kadın izleyicilerin ideal zayıflık fikrine ve nesnelleştiren içeriğe maruz kalması vücudundan tatmin olmamaya, ideal zayıflığı içselleştirmesine ve kendini nesneleştirmesine yola açabilir. Açıkça görülüyor ki ekranda ve gerçekte gördüğümüz şeyler aynı değil. Kesinlikle değil! Gerçek şu ki eğer beyaz perdede yaşıyor olsaydık nüfusumuz bir krizle karşı karşıya gelirdi.
So, as soon as I recognized these patterns, I wanted to find out why, and it turns out that there are two drivers to inequality on-screen: content creator gender and misperceptions of the audience. Let's unpack them really quick.
Ben de bu düzeni fark ettiğimden beri nedenini öğrenmek istedim. Bulduklarıma göre ekranlardaki bu eşitsizliğin iki nedeni var: İçerik oluşturucuların cinsiyeti ve izleyicinin yanlış anlaşılması. Hızlıca bunları çözümleyelim.
If you want to change any of the patterns I just talked about, all you have to do is hire female directors. Turns out, the female directors are associated with, in terms of short films and indie films, more girls and women on-screen, more stories with women in the center, more stories with women 40 years of age or older on-screen, which I think is good news for this crowd. More underrepresented --
Eğer az önce bahsettiğim bu düzeni değiştirmek istiyorsanız yapmanız gereken tek şey kadın yönetmenler tutmak. Görünen o ki kadın yönetmenler kısa veya bağımsız filmlerle bağdaştırılıyor, daha çok kız ve kadının sahnede, daha çok hikayede kadın merkezde, daha çok hikayede 40 yaşında veya daha büyük kadının yer alıyor. Sanırım bu, sizin için iyi bir haber. Daha çok az temsil edilen,
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Sorry.
Üzgünüm.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Sorry but not sorry. More underrepresented characters in terms of race and ethnicity, and most importantly, more women working behind the camera in key production roles. Easy answer to the problems that we just talked about. Or is it? It's actually not. 800 films, 2007-2015, 886 directors. Only 4.1 percent are women. Only three are African-American or black, and only one woman was Asian.
Üzgünüm ama öyle. Irk ve etnik açısından az temsil edilen karakterler daha çok yer alıyor ve en önemlisi kamera arkasındaki önemli rollerde daha çok kadın yer alıyor. Az önce konuştuğumuz problemlere kolay çözüm. Ya da gerçekten öyle mi? Aslında değil. 2007'den 2015'e 800 film. 886 yönetmen. Bunlardan sadece yüzde 4,1'i kadın. Sadece 3'ü Afro-Amerikalı ya da siyah ve sadece biri Asyalı.
So why is it so difficult to have female directors if they're part of the solution? Well, to answer this question, we conducted a study. We interviewed dozens of industry insiders and asked them about directors. Turns out, both male and female executives, when they think director, they think male. They perceive the traits of leadership to be masculine in nature. So when they're going to hire a director to command a crew, lead a ship, be a visionary or be General Patton, all the things that we've heard -- their thoughts and ideations pull male. The perception of director or a leader is inconsistent with the perception of a woman. The roles are incongruous, which is consistent with a lot of research in the psychological arena.
Peki o zaman neden çözümün bir parçası oldukları halde kadın yönetmenleri işe almak bu kadar zor? Bu soruyu cevaplamak için bir araştırma yürüttük. Bu sanayinin içindeki onlarca kişiyle röportaj yaptık ve onlara yönetmenler hakkında soru sorduk. Sonuçların gösterdiğine göre hem kadın hem de erkek yöneticiler bir yönetmen düşündüklerinde bu kişi erkek oluyor. Liderlik özelliklerini erkeksi olarak algılıyorlar. Bu yüzden set ekibine hakim olup gemiye yol gösterecek ileri görüşlü, General Patton gibi olacak ve duyduğumuz bütün o şeyleri yapabilecek bir yönetmen işe alacaklarında gözlerinin önünde hemen bir erkek geliyor. Yönetmen ya da lider algısı, kadın algısı ile uyuşmuyor. Bu iki rol bağdaşmıyor ve bu psikolojik alanda yapılan çalışmalarla da uyumluluk gösteriyor.
Second factor contributing to inequality on-screen is misperceptions of the audience. I don't need to tell this crowd: 50 percent of the people that go to the box office and buy tickets are girls and women in this country. Right? But we're not perceived to be a viable or financially lucrative target audience. Further, there's some misperceptions about whether females can open a film. Open a film means that if you place a female at the center, it doesn't have the return on investment that if you place a male at the center of a story does.
Ekranlardaki eşitsizliğe neden olan ikinci faktörse izleyicinin yanlış algılanması. Size bu ülkede bilet alıp sinemaya gidenlerin yüzde 50'sinin kız ve kadın olduğunu söylememe gerek yok. Değil mi? Ama biz geçerli ya da kazanç sağlayan bir hedef kitle olarak algılanmıyoruz. Hatta kadınların filmi açıp açamayacağı konusunda yanlış algılar var. Filmi açmak, hikayenin merkezine kadın koyulduğunda erkek koyulduğunda olan yatırım getirisinin olmadığı anlamına geliyor.
This misperception is actually costly. Right? Especially in the wake of franchise successes like "The Hunger Games," "Pitch Perfect" or that small little indie film, "Star Wars: The Force Awakens." Our own economic analyses show that gender of the lead character doesn't play a role in economic success in the United States. But what does? Production costs alone or in conjunction with how widely a film is distributed in this country. It's not the gender of the lead character.
Bu yanlışlık aslında pahalıya mal oluyor. Değil mi? Özellikle Açlık Oyunları, Mükemmel Uyum gibi yapımların başarısı sonucunda ya da şu küçük bağımsız film gibi Yıldız Savaşları: Güç Uyanıyor. Ekonomik analizlerimizin gösterdiğine göre Amerika'da ana karakterin cinsiyeti ekonomik başarıda bir rol oynamıyor. Peki ya ne etkiliyor? Yapım maliyeti tek başına veya filmin ülkede ne kadar geniş çapta dağıtıldığıyla bağlantılı olarak etkiliyor. Karakterin cinsiyeti değil.
So at this point, we should all be sufficiently depressed. No change in 50 years, few female directors working behind the camera and the entertainment industry does not trust us as an audience. Well, I told you there would be a silver lining, and there is. There are actually simple and tangible solutions to fixing this problem that involve content creators, executives and consumers like the individuals in this room. Let's talk about a few of them.
Artık hepimizin yeteri kadar kederli olduğunu düşünüyorum 50 yılda hiçbir değişiklik yok, kamera arkasında çalışan birkaç kadın yönetmen ve eğlence endüstrisi bize izleyici olarak güvenmiyor. Ama size bir umut ışığının varlığından söz ettim ve evet bu doğru. Aslında bu problemi düzeltmek için kolay ve somut çözümler var. Bunlar, içerik oluşturucularını, yöneticileri ve bu odadaki kişiler gibi tüketicileri kapsıyor. Hadi bunlardan birkaçını konuşalım.
The first is what I call "just add five." Did you know if we looked at the top 100 films next year and simply added five female speaking characters on-screen to each of those films, it would create a new norm. If we were to do this for three contiguous years, we would be at gender parity for the first time in over a half of a century. Now, this approach is advantageous for a variety of reasons. One? It doesn't take away jobs for male actors. Heaven forbid.
İlki "sadece 5 ekle" adını verdiğim yöntem. Eğer gelecek yıl ilk 100 filme bakıp her filme repliği olan sadece 5 kadın karakter eklersek bunun yeni bir norm yaratacağını biliyor muydunuz? Bunu 3 yıl üst üste yaparsak 50 yıldan uzun bir süre sonra ilk defa cinsiyet eşitliğini sağlayabiliriz. Bu yaklaşım birçok nedenden dolayı avantajlı. Bir, erkek aktörlerin işlerini ellerinden almıyor. Allah'a şükürler olsun ki!
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Two, it's actually cost-effective. It doesn't cost that much. Three, it builds a pipeline for talent. And four, it humanizes the production process. Why? Because it makes sure that there's women on set.
İki, ucuz. Düşündüğünüz kadar masraflı değil. Üç, yeteneklerin keşfi için bir yol. Ve dört, yapım sürecini insancıllaştırıyor. Neden? Çünkü sette kadınların da olduğundan emin oluyor.
Second solution is for A-list talent. A-listers, as we all know, can make demands in their contracts, particularly the ones that work on the biggest Hollywood films. What if those A-listers simply added an equity clause or an inclusion rider into their contract? Now, what does that mean? Well, you probably don't know but the typical feature film has about 40 to 45 speaking characters in it. I would argue that only 8 to 10 of those characters are actually relevant to the story. Except maybe "Avengers." Right? A few more in "Avengers." The remaining 30 or so roles, there's no reason why those minor roles can't match or reflect the demography of where the story is taking place. An equity rider by an A-lister in their contract can stipulate that those roles reflect the world in which we actually live. Now, there's no reason why a network, a studio or a production company cannot adopt the same contractual language in their negotiation processes.
İkinci çözümse tanınmış yetenekler için. Biliyoruz ki tanınmış kişiler kontratlarında taleplerde bulunabilir. Özellikle de Hollywood'un en büyük filmlerinde çalışanlar Eğer bu tanınmışlar kontratlarına sadece eşitlik şartı ya da dahil etme maddesi ekleselerdi ne olurdu? Peki, bu ne anlama geliyor? Büyük ihtimalle bilmiyorsunuz, ama tipik bir uzun metrajlı film replikli 40-45 karakterden oluşur. Ve genellikle bu karakterlerden sadece 8'i ya da 10'u konuyla alakalıdır. "Yenilmezler"i saymazsak, tabii. "Yenilmezler"de biraz daha fazla. Geriye kalan yaklaşık 30 küçük rolün hikayenin geçtiği yerin nüfusunu yansıtmaması ya da onunla eşleşmemesi için hiçbir nedeni yok. Tanınmış bir oyuncunun kontratındaki eşitlik şartı bu rolleri içinde yaşadıkları dünyayı yansıtmaları için koşula bağlayabilir. Hiçbir ağ, stüdyo ya da yapım şirketinin uzlaşma süreçlerinde aynı kontrat dilini kullanmamaları için bir nedeni yok.
Third solution: this would be for the entertainment industry, Hollywood in particular, to adopt the Rooney Rule when it comes to hiring practices around directors. Now, in the NFL, the Rooney Rule stipulates that if a team wants to hire a coach from outside the organization, what they have to do is interview an underrepresented candidate. The exact same principle can apply to Hollywood films. How? Well, on these top films, executives and agents can make sure that women and people of color are not only on the consideration list, but they're actually interviewed for the job. Now, one might say, why is this important? Because it exposes or introduces executives to female directors who otherwise fall prey to exclusionary hiring practices.
Üçüncü çözümse eğlence endüstrisi, özellikle Hollywood için, konu yönetmenlerin yanında uygulamalar benimsemeye gelince Rooney kuralını benimsemek. Amerikan futbol liginde Rooney kuralı der ki bir takım organizasyonun dışından bir koçu işe almak istediğinde yeteri kadar temsil edilmeyen bir adayla mülakat yapmaları gerekir. Aynı ilke Hollywood filmlerinde de uygulanabilir. Nasıl? Bu büyük filmlerde yöneticiler ve ajanslar kadınların ve beyaz olmayanların sadece düşünülenler listesinde yer aldıklarından değil ayrıca iş için mülakata alındıklarından da emin olabilir. Neden bunun bu kadar önemli olduğunu sorabilirsiniz? Çünkü bu, aksi taktirde ayrımcı işe alma metotlarına yenik düşecek olan kadın yönetmenlerle yöneticilerin tanışmasını sağlıyor.
The fourth solution is for consumers like me and you. If we want to see more films by, for and about women, we have to support them. It may mean going to the independent theater chain instead of the multiplex. Or it might mean scrolling down a little further online to find a film by a female director. Or it may be writing a check and funding a film, particularly by a female director from an underrepresented background. Right? We need to write, call and email companies that are making and distributing films, and we need to post on our social media accounts when we want to see inclusive representation, women on-screen, and most importantly, women behind the camera. We need to make our voices heard and our dollars count.
Dördüncü çözüm sizin ve benim gibi tüketiciler için. Eğer kadınlar için ve onlarla alakalı daha çok film izlemek isterseniz onları desteklemek zorundayız. Bu ünlü sinema salonlarına gitmek yerine bağımsız salonlara gitmek, ya da sitelerde biraz daha fazla gezinip kadın yönetmenlerin filmlerini bulmak veya bir çek yazıp özellikle temsil edilmeyen bir kadın yönetmenin filmine sponsor olmak anlamına gelebilir. Değil mi? Film yapan ve dağıtan şirketlere yazmalı, mail atmalı ve onları aramalıyız, sosyal medya hesaplarımızda, ekranlarda ayrımcı olmayan, kamera önünde ve arkasında kadınlar olan filmler görmeyi istediğimizi yazmalıyız. Sesimizi duyurmalı ve paramızın onlar için değerli olduğunu göstermeliyiz.
Now, we actually have the ability to change the world on this one. The US and its content, films in particular, have captured the imaginations of audiences worldwide. Worldwide. So that means that the film industry has unprecedented access to be able to distribute stories about equality all around the world. Imagine what would happen if the film industry aligned its values with what it shows on-screen. It could foster inclusion and acceptance for girls and women, people of color, the LGBT community, individuals with disabilities, and so many more around the world. The only thing that the film industry has to do is unleash its secret weapon, and that's storytelling.
Bu sefer, gerçekten elimizde bir şeyleri değiştirmek için imkan var. Amerika ve onun özellikle filmlerinin içeriği dünyanın her yerinden izleyicilerin hayal dünyasını zapt ediyor. Bütün Dünya'da. Bu demek oluyor ki film endüstrisinin elinde eşitlikle alakalı hikayeleri bütün dünyaya yaymak için inanılmaz bir güç var. Eğer film endüstrisi değerlerini ekranda gösterdikleriyle eş tutsaydı ne olurdu, bir hayal edin. Kapsayıcılığı ve benimsemeyi kızlar ve kadınlar için, farklı renten olanlar, LGBT, engelliler ve dünyanın heryerinde daha birçoğu için teşvik edebilir. Film endüstrisinin yapması gereken tek şey gizli silahını harekete geçirmek ki bu da hikayecilik.
Now, at the beginning of this talk, I said that films -- that they can actually transport us, but I would like to argue that films, they can transform us. None of us in this room have grown up or experienced a storytelling landscape with fully realized female characters, none of us, because the numbers haven't changed. What would happen if the next generation of audiences grew up with a whole different screen reality? What would happen? Well I'm here to tell you today that it's not only possible to change what we see on-screen but I am impatient for it to get here.
Şimdi, bu görevin başında filmlerin bizi başka bir dünyaya ışınlayabileceğini söyledim. Ama filmlerin bizi değiştirebileceğini de eklemek istiyorum. Bu odadaki hiç kimse kadınların fark edildiği bir hikayecilik ile büyümedi ya da deneyimlemedi, hiçbirimiz çünkü rakamlar hala aynı. Peki ya bizden sonraki izleyici nesil tamamen farklı bir sinema gerçekliği ile büyüyebilseydi? O zaman ne olurdu? İşte ben bugün size ekranda ne gördüğümüzü değiştirmenin mümkün olduğunu söylemek için burdayım ve oraya ulaşmamız için sabırsızlanıyorum.
So let's agree to take action today to eradicate the epidemic of invisibility. And let's agree to take action today to agree that US audiences and global viewers demand and deserve more. And let's agree today that the next generation of viewers and audiences, that they deserve to see the stories we were never able to see.
Bugün görünmezlik salgınını ortadan kaldırmak için harekete geçmekte anlaşalım Amerikalı ve global izleyicilerin daha iyisini talep ettikleri ve hak ettikleri için harekete geçmekte anlaşalım. Bir sonraki neslin izleyicilerinin bizim göremediğimiz hikayeleri görmeyi hak ettiklerinde anlaşalım.
Thank you.
Teşekkür ederim.
(Applause)
(Alkışlar)