It began with one question: If Africa was a bar, what would your country be drinking or doing? I kicked it off with a guess about South Africa, which wasn't exactly according to the rules because South Africa's not my country. But alluding to the country's continual attempts to build a postracial society after being ravaged for decades by apartheid, I tweeted, #ifafricawasabar South Africa would be drinking all kinds of alcohol and begging them to get along in its stomach.
Bu, bir soruyla başladı. Afrika bir bar olsaydı, senin ülken ne içer ya da ne yapardı? Güney Afrika hakkında kurallara tamamen aykırı bir tahmin ile başlattım bunu. çünkü Güney Afrikalı değilim. fakat ırkçılık yüzünden yıllarca perişan olan ülkenin ırkçılığın olmadığı bir düzen kurmak için devamlı girişimlerini gördüğüm için şöyle tweetledim, #afrikabirbarolsaydı Güney Afrika her tür alkolü içerdi ve midelerini bozmaması için yalvarırlardı.
And then I waited. And then I had that funny feeling where I wondered if I crossed the line. So, I sent out a few other tweets about my own country and a few other African countries I'm familiar with. And then I waited again, but this time I read through almost every tweet I had ever tweeted to convince myself, no, to remind myself that I'm really funny and that if nobody gets it, that's fine.
Sonrasında bekledim. Sonra acaba biraz abartım mı diye merak ederek komik bir hisse kapıldım Kendi ülkem hakkında ve bir kaç tanıdığım Afrika ülkesi hakkında bir kaç tweet daha attım. Ve sonra tekrar bekledim. ancak bu kez, attığım nerdeyse her tweet'i kendimi ikna etmek için değil de kendime komik olduğumu hatırlatmak için okudum ve bunları kimse anlamıyorsa, sorun yok.
But luckily, I didn't have to do that for very long. Very soon, people were participating. In fact, by the end of that week in July, the hashtag #ifafricawasabar would have garnered around 60,000 tweets, lit up the continent and made its way to publications all over the world.
Ama iyi ki bunu uzun bir süre yapmak zorunda kalmadım. İnsanlar çok kısa süre içinde katılmaya başladı. Aslında temmuzun sonuyla birlikte #afrikabirbarolsaydı etiketi nerdeyse 60.000 tweet almıştır. bulunduğu bölgeyi tamamen dolaşmış ve sonra da yoluna tüm dünyada yayınlanarak devam etmiş.
People were using the hashtag to do many different things. To poke fun at their stereotypes: [#IfAfricaWasABar Nigeria would be outside explaining that he will pay the entrance fee, all he needs is the bouncer's account details.]
İnsanlar etiketleri(#) kendi klişeleriyle eğlenmek gibi birçok değişik şey yapmak için kullanırlar. [#IfAfricaWasABar(#Afrikabirbarolsaydı) Nijerya dışarıda giriş ücretini ödeyeceğini açıklamakla meşgul olur ve tüm ihtiyacıysa, kapı güvenliğinin hesap numarası.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
To criticize government spending: [#ifafricawasabar South Africa would be ordering bottles it can't pronounce running a tab it won't be able to pay]
Devlet harcamalarını eleştirecek olursak: [#ifafricawasabar(#afrikabirbarolsaydı) Güney Afrika telaffuz edemeyeceği içecekler isterdi ve ödeyemeyeceği masaya otururdu.
To make light of geopolitical tensions: [#IfAfricaWasABar South Sudan would be the new guy with serious anger management issues.]
Jeopolitik gerginlikleri kale almayacak olursak [#ifafricawasabar (#Afrikabirbarolsaydı) Güney Sudan öfke hakimiyeti konusunda ciddi sıkıntıları olan kişi olurdu.]
To remind us that even in Africa there are some countries we don't know exist: [#IfAfricaWasABar Lesotho would be that person who nobody really knows but is always in the pictures.]
Afrika'da dahi varlığından bihaber olduğumuz ülkeler var. [#AfrikaBirBarOlsaydı Lesotho hep fotoğraflarda olan ancak kimsenin bilmediği kişi olurdu.]
And also to make fun of the countries that don't think that they're in Africa: [#IfAfricaWasABar Egypt, Libya, Tunisia, Algeria and Morocco be like "What the hell are we doing here?!!"]
Ve elbette Afrikada olmadığını sanan ülkeler için espri yapmak için: [#AfrikaBirBarOlsaydı Mısır, Libya Tunus, Cezayir ve Fas "biz burda ne halt yiyoruz ?!!" derlerdi.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
And to note the countries that had made a big turnaround: [#ifAfricawasabar Rwanda would be that girl that comes with no money and no transport but leaves drunk, happy and rich]
Ve büyük devrim yapan ülkeleri belirtmek için: [#Afrikabirbarolsaydı Rwanda mekana parasız ve vasıtasız gelen ancak sarhoş ve zengin ayrılan kız olurdu.]
But most importantly, people were using the hashtag to connect. People were connecting over their Africanness. So for one week in July, Twitter became a real African bar. And I was really thrilled, mainly because I realized that Pan-Africanism could work, that we had before us, between us, at our fingertips a platform that just needed a small spark to light in us a hunger for each other.
Fakat en önemlisi, insanlar etiketleri iletişim kurmak için kullanıyordu. İnsanlar diğer Afrikalı akranlarıyla iletişim kuruyordu. Yani temmuzda bir haftalığına Twitter gerçekten bir Afrika barı olmuştu. Ve gerçekten korkmuştum. Özellikle şu sebepten ötürü; Pan-Afrikanizm hayat bulabilirdi, bunu biz daha önce, kendi aramızda parmak uçlarımızda birbirimizin değerini anlamak için bir ışık tutacak sadece ufak bir kıvılcıma ihtiyacı olan bir şeydi.
My name is Siyanda Mohutsiwa, I'm 22 years old and I am Pan-Africanist by birth. Now, I say I'm Pan-Africanist by birth because my parents are from two different African countries. My father's from a country called Botswana in southern Africa. It's only slightly bigger than Germany. This year we celebrate our 50th year of stable democracy. And it has some very progressive social policies. My mother's country is the Kingdom of Swaziland. It's a very, very small country, also in southern Africa. It is Africa's last complete monarchy. So it's been ruled by a king and a royal family in line with their tradition, for a very long time.
Benim adım Siyanda Mohutsiwa, 22 yaşındayım. Ve doğuştan Pan-Afrikanistim. Yani, doğuştan Pan-Afrikanistim diyorum çünkü ebeveynlerim iki farklı Afrika ülkesinde doğdu. Babam, Güney Afrikada bulunan Botswana'lı biri. Almanya'dan sadece birazcık büyük. Bu yıl, demokrasimizin 50. yılını kutluyoruz. Ve çok gelişme kaydeden bir politikası var. Annemin ait olduğu ülke ise, Svaziland Krallığı. Çok ama çok küçük bir ülke Güney Afrikada. Afrika'nın son monarşik sisteme sahip ülkesi. Yani çok uzun bir süredir bir kral ve asil bir aile tarafından geleneklerine bağlı kalınarak yönetiliyor.
On paper, these countries seem very different. And when I was a kid, I could see the difference. It rained a lot in one country, it didn't rain quite as much in the other. But outside of that, I didn't really realize why it mattered that my parents were from two different places. But it would go on to have a very peculiar effect on me. You see, I was born in one country and raised in the other.
Kağıt üzerinde, bu ülkeler çok daha farklı görünüyor. Çocukken bu farkı görebiliyordum. Bir ülkede çok yağmur yağarken, diğerinde o kadar da değildi. Ancak bunun da ötesinde, farkedemediğim şey ise, ailemin iki farklı ülkeye ait olmasının neden bu kadar mühim olduğu. Fakat bu bende oldukça garip bir etki bırakırdı. Görüyorsunuz, bir ülkede doğdum ve diğerinde büyütüldüm.
When we moved to Botswana, I was a toddler who spoke fluent SiSwati and nothing else. So I was being introduced to my new home, my new cultural identity, as a complete outsider, incapable of comprehending anything that was being said to me by the family and country whose traditions I was meant to move forward. But very soon, I would shed SiSwati. And when I would go back to Swaziland, I would be constantly confronted by how very non-Swazi I was becoming.
Botswana'ya taşındığımızda, SiSwati'yi akıcı konuşan bir acemiydim. Ve hepsi bu. Yani bana yeni evim, yeni kültürel kimliğim tamamen yabancıymışım gibi öğretiiliyordu. Kendimi geliştirmek amacıyla aile ve ülke tarafından geleneklere göre bana söylenen hiçbir şeyi anlama yetisinde değildim. Fakat çok tez vakitte, SiSwati'yi çözerdim. Ve sonra Svaziland'a geri gider, Devamlı Svazili olmaktan ne kadar uzaklaştığımla karşı karşıya kalırdım.
Add to that my entry into Africa's private school system, whose entire purpose is to beat the Africanness out of you, and I would have a very peculiar adolescence. But I think that my interest in ideas of identity was born here, in the strange intersection of belonging to two places at once but not really belonging to either one very well and belonging to this vast space in between and around simultaneously. I became obsessed with the idea of a shared African identity.
Afrika'nın özel okul sistemi için dediklerime ek olarak şunu diyebilirim, onların tüm amacı içindeki Afrikalıyı yok etmek ve ben oldukça garip bir büyüme çağı geçirdim. Fakat benim kimliğime dair fikirlerim burada iki yerin garip bir ortak noktasından doğdu. Ancak ikisine de tam olarak bağlı değil. Ve bu aralıkta, çevrede bulunan büyük alana aynı anda bağlıydı. Bu bölünmüş Afrika'lı kimliğimle takıntılı bir hale gelmiştim.
Since then, I have continued to read about politics and geography and identity and what all those things mean. I've also held on to a deep curiosity about African philosophies. When I began to read, I gravitated towards the works of black intellectuals like Steve Biko and Frantz Fanon, who tackled complex ideas like decolonization and black consciousness. And when I thought, at 14, that I had digested these grand ideas, I moved on to the speeches of iconic African statesmen like Burkina Faso's Thomas Sankara and Congo's Patrice Lumumba. I read every piece of African fiction that I could get my hands on.
Ondan beri, politika hakkında yazılar okumaya devam ettim ve coğrafya, kimlik ve bu tür her şeyin ne anlama geldiğine baktım. Aynı zamanda Afrikalı filizoflara karşı derin bir merak besledim. Okumaya başladığımda, Steve Biko ve Franz Fanon gibi siyahi kişilerin çalışmalarına ilgi duymaya başladım. ve onlar sömürgeden çekilme, siyahi bilinci gibi karmaşık görüşlerle uğraşıyordu. Ve 14 yaşında bu büyük fikirleri idrak ettiğimi düşündüğüm zaman, Burkina Faso'nun Thomas Sankara ve Congo'nun Patrice Lumumba gibi markalaşmış konuşmaları ile vakit geçirmeye başladım. Elimin ulaşabildiği her çeşit Afrika romanını okudum.
So when Twitter came, I hopped on with the enthusiasm of a teenage girl whose friends are super, super bored of hearing about all this random stuff.
Ve Twittter geldiğinde, hevesli bir genç kız haline geldim. Ve arkadaşlarım bu tür şeyleri duymaktan çok ama çok sıkılıyordu.
The year was 2011 and all over southern Africa and the whole continent, affordable data packages for smartphones and Internet surfing became much easier to get. So my generation, we were sending messages to each other on this platform that just needed 140 characters and a little bit of creativity. On long commutes to work, in lectures that some of us should have been paying attention to, on our lunch breaks, we would communicate as much as we could about the everyday realities of being young and African.
Yıl 2011'di. Ve tüm Afrika ve tüm kıtada İnternette gezinmek ve akıllı telefonlar için makul veri paketlerine ulaşmak çok kolay bir hal aldı. Yani bizim nesilde, biz bu platform üzerinden birbirimize 140 karakteri aşmayacak ve birazcık yaratıcı olan mesajlar yolluyorduk. İşe giderken uzun seyahatlarımızda, ya da bazılarımızın önem vermiş olmamız gereken derslerimizde ya da öğle yemek aralarında, biz, Afrikalı olmanın ve genç olmanın klişesi hakkında mümkün olduğunca muhabbet ederdik.
But of course, this luxury was not available to everybody. So this meant that if you were a teenage girl in Botswana and you wanted to have fun on the Internet, one, you had to tweet in English. Two, you had to follow more than just the three other people you knew online. You had to follow South Africans, Zimbabweans, Ghanaians, Nigerians. And suddenly, your whole world opened up. And my whole world did open up.
Ancak tabi ki, bu lüks herkese tanınmıyor. Bu da demek oluyor ki eğer Botswana'da genç bir kızsan ve İnternette eğlenmek istiyorsan, ilk olarak, İngilizce tweet atmalısın. İkincisi, online olduğunu bildiğin üç kişiden daha fazlasını takip etmelisin. Güney Afrikalıları, Zimbabve'lileri, Ganalıları, Nijeryalıları takip etmelisin. Ve bir anda bakıyorsun ki, tüm dünyaya açılmışsın. Ve ben, tüm dünyaya açıldım.
I followed vibrant Africans who were travelling around the continent, taking pictures of themselves and posting them under the hashtag #myafrica. Because at that time, if you were to search Africa on Twitter or on Google or any kind of social media, you would think that the entire continent was just pictures of animals and white guys drinking cocktails in hotel resorts.
Ben, kıtayı dolaşan enerjik Afrikalıları takip ettim. Fotoğraflarını çekiyorlar ve onları #myafrica. (#benimafrikam) etiketi ile gönderiyorlardı. Çünkü o zamanlar, eğer Twitter ya da Google ya da herhangi bir sosyal medyadan Afrika'yı aratacak olsaydınız, tüm kıtayı sadece hayvan fotoğraflarıyla ve beyaz insanların otellerinde kokteyllerini yudumladıkları bir yer sanardınız.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
But Africans were using this platform to take some kind of ownership of the tourism sectors. It was Africans taking selfies on the beaches of Nigeria. It was Africans in cocktail bars in Nairobi.
Ancak Afrikalıları bu platformu turizm sektörüne ilgi çekmek için kullanıyordu. Nijerya sahillerinde özçekim yapan kişiler Afrikalılardı. Naironi'nin kokteyl barlarında olanlar Afrikalılardı.
And these were the same Africans that I began to meet in my own travels around the continent. We would discuss African literature, politics, economic policy. But almost invariably, every single time, we would end up discussing Twitter. And that's when I realized what this was. We were standing in the middle of something amazing, because for the first time ever young Africans could discuss the future of our continent in real time, without the restriction of borders, finances and watchful governments.
Ve onlar, kendi gezilerimde kıtayı dolaşırken tanışmaya başladığım Afrikalılarla aynı kişilerdi. Afrika edebiyatını, siyasetini, ekonomi politikasını tartışırdık. Ama nerdeyse hiç ama hiç şaşmayan şey ise, kendimizi Twitter'da tartışarak bulmamızdı. Ve o zaman bunun ne olduğunu farkettim. Biz, muhteşem bir şeyin merkezindeydik. Çünkü ilk ama ilk kez genç Afrikalılar sınırlar ötesinde, finansal ve tetikte olan hükümet kısıtlaması olmadan, ülkemiz hakkında anlık olarak tartışma yapabiliyorduk.
Because the little known truth is many Africans know a lot less about other African countries than some Westerners might know about Africa as a whole. This is by accident, but sometimes, it's by design. For example, in apartheid South Africa, black South Africans were constantly being bombarded with this message that any country ruled by black people was destined for failure. And this was done to convince them that they were much better off under crushing white rule than they were living in a black and free nation. Add to that Africa's colonial, archaic education system, which has been unthinkingly carried over from the 1920s -- and at the age of 15, I could name all the various causes of the wars that had happened in Europe in the past 200 years, but I couldn't name the president of my neighboring country. And to me, this doesn't make any sense because whether we like it or not, the fates of African people are deeply intertwined.
Çünkü az bilinen şöyle bir gerçek vardır, birçok Afrikalının diğer Afrika ülkeleri hakkında çok daha az bilgisi vardır, öte yandan bazı batılılarsa Afrika hakkında daha bilgilidir. Aslında bu tesadüfendir, ancak bazen de bilerektir. Mesela, ırkçılığın olduğu Güney Afrikada siyahi Güney Afrikalılar sürekli bomba altındalar. Onlara şu mesaj verilir, siyahilerin yönettiği her ülke başarısızlığa mahkumdur. Ve bu, onları siyahi ve özgür bir vatanda yaşamaktansa ezici bir beyaz yönetimi ile yaşamaya ikna etmek için yapıldı. Buna ek olarak Afrikanın sömürgeci, eski tip eğitim sistemi 1920'lerde plansız bir şekilde uygulandı. Ve 15 yaşında, Avrupa'da geçmiş 200 yıl içinde yaşanmış tüm savaşların çeşitli sebeplerine bir anlam yükleyebiliyordum. Ancak komşu ülkemin başkanının ismini bilmiyordum. Ve bence bunun bir anlamı yok. Çünkü sevsek de sevmesek de Afrika insanının kaderi bariz birbiriyle aynıdır.
When disaster hits, when turmoil hits, we share the consequences. When Burundians flee political turmoil, they go to us, to other African countries. Africa has six of the world's largest refugee centers. What was once a Burundian problem becomes an African problem. So to me, there are no Sudanese problems or South African problems or Kenyan problems, only African problems because eventually, we share the turmoil.
Bir felaket olduğunda, telaş başladığında sonuçlarını biz paylaşırız. Burundililer siyasi kargaşadan kaçtıklarında bize, diğer Afrika ülkelerine giderler. Afrika dünyanın en büyük altı mülteci merkezine sahip. Bir zamanlar Burundi sorunu olan şey bir Afrikalının sorunu haline geliyor. Bana göre, ne Sudanlı sorunu ne Güney Afrikalı sorunu ne Kenyalı sorunu var. Sadece Afrikalı sorunu var, çünkü eninde sonunda, bu telaşı biz paylaşıyoruz.
So if we share the problems, why aren't we doing a better job of sharing the successes? How can we do that? Well, in the long term, we can shoot towards increasing inter-African trade, removing borders and putting pressure on leaders to fulfill regional agreements they've already signed. But I think that the biggest way for Africa to share its successes is to foster something I like to call social Pan-Africanism.
Yani eğer sorunları paylaşırsak, başarıları da paylaşırken neden daha iyi bir iş çıkartmayalım? Bunu nasıl yapabiliriz? Uzun süre içinde ; Afrika içi ticareti canlandırmayı, sınırları kaldırmayı ve üzerinde zaten imzaları olan anlaşmaları yerine getirmeleri için liderlere baskı kurmayı hedefleyebiliriz. Ama bence Afrika'nın başarısını paylaşması için en iyi yol onları sosyal Pan-Afrikanizm dediğim şey ile teşvik etmek olurdu.
Now, political Pan-Africanism already exists, so I'm not inventing anything totally new here. But political Pan-Africanism is usually the African unity of the political elite. And who does that benefit? Well, African leaders, almost exclusively. No, what I'm talking about is the Pan-Africanism of the ordinary African. Young Africans like me, we are bursting with creative energy, with innovative ideas. But with bad governance and shaky institutions, all of this potential could go to waste. On a continent where more than a handful of leaders have been in power longer than the majority of the populations has been alive, we are in desperate need of something new, something that works. And I think that thing is social Pan-Africanism.
Şu an, politik Pan-Afrikanizm diye bir şey zaten var. Yani tamamen yeni bir buluş yapmıyorum burada. Ancak politik Pan-Afrikanizm genelde siyasi elit tabakanın oluşturduğu bir topluluk. Ve kime faydası var? Yani, en fazla sadece Afrikalı liderlere. Hayır, demek istediğim sıradan bir Afrikalının düşüdüğü bir Pan-Afrikanizm. Benim gibi genç Afrikalıların. Yenilikçi fikirlerle, enerjimizle yanıp tutuşuyoruz. Fakat kötü bir yönetim ve sallantıda olan kurumlarla bu potansiyel tamamen ziyan olabilir. Yaşayan insanların çoğundan daha fazla koltukta kalan bir elin parmaklarını zor geçen liderlerin oluşturduğu bir kıtadayız. İşe yarayabilecek yeni bir şeyin ihtiyacını hissediyoruz çaresizce. Ve bu şeyin, sosyal Pan-Afrikanizm olduğunu düşüyorum.
My dream is that young Africans stop allowing borders and circumstance to suffocate our innovation. My dream is that when a young African comes up with something brilliant, they don't say, "Well, this wouldn't work in my country," and then give up. My dream is that young Africans begin to realize that the entire continent is our canvas, is our home. Using the Internet, we can begin to think collaboratively, we can begin to innovate together. In Africa, we say, "If you want to go fast, you go alone, but if you want to go far, you go together." And I believe that social Pan-Africanism is how we can go far together.
Hayalim şudur ki, genç Afrikalılar yenilikçiliğimizi öldürmemek için aramıza sınırlar koymaya izin vermeyecek. Hayalim şudur ki, bir Afrikalı parlak bir fikirle çıkageldiğinde ona "Tamam da, bu bizim ülkede işe yaramaz." demeyecek ve pes etmeyecekler. Hayalim şudur ki, genç Afrikalılar bu tüm kıtanın bizim yuvamız, bizim evimiz olduğunu anlayacaklar. İnterneti kullanarak, birlikte düşünmeye başlayabiliriz. Birlikte yenilik yapmaya başlayabiliriz. Afrika'da şöyle deriz, "Hızlı gitmek istersen, tek gidersin ancak uzaklara gitmek istersen birlikte gidersin." Ve inanıyorum ki bu sosyal Pan-Afrikanizm ile uzaklara birlikte gideceğiz.
And this is already happening. Access to these online networks has given young Africans something we've always had to violently take: a voice. We now have a platform. Before now, if you wanted to hear from the youth in Africa, you waited for the 65-year-old minister of youth --
Ve bu zaten şu an olmakta. Bu tür aktif ağlara erişmek genç Afrikalılara her zaman çok ihtiyaç duydukları bir şey verdi : bir ses. Şimdi böyle bir platforma sahibiz. Eskiden Afrika gençliği hakkında bir şey öğrenmek isteseydiniz 65 yaşında bir gençlik bakanını bekler --
(Laughter)
(Gülüşmeler)
to wake up in the morning, take his heartburn medication and then tell you the plans he has for your generation in 20 years time. Before now, if you wanted to be heard by your possibly tyrannical government, you were pushed to protest, suffer the consequences and have your fingers crossed that some Western paper somewhere might make someone care. But now we have opportunities to back each other up in ways we never could before.
sabah uyanır ve mide ekşiten ilaçlarını alır ve size 20 yıllık süre içerisinde sizin nesil için olan planlarını anlatırdı. Eskiden, malum gaddar yönetiminize bir şey iletmek isteseydiniz, protesto yapmak zorunda kalır, sonuçlarına katlanır, parmağınızla şans işareti yapardınız olur da belki bir Batılı gazete birine bu olayı umursatır diye. Ancak şu an birbirimizi kollamak için fırsatlarımız var hem de önceden hiç yapamadığımız yollarla.
We support South African students who are marching against ridiculously high tertiary fees. We support Zimbabwean women who are marching to parliament. We support Angolan journalists who are being illegally detained. For the first time ever, African pain and African aspiration has the ability to be witnessed by those who can empathize with it the most: other Africans.
Biz, gülünç derecede fazla olan öğretim ücretlerine karşı yürüyen Güney Afrikalı öğrencileri destekliyoruz. Biz, parlamentoya doğru yürüyen Zimbabveli kadınları destekliyoruz. Biz, illegal yollarla gözaltına alınan Angolalı gazetecileri destekliyoruz İlk ama ilk kez, Afrikalıların acıları ve özlemi onla ilgili çok rahat empati kuracak kişiler tarafından hissedilmeye müsait. Onlar da, diğer Afrikalılar.
I believe that with a social Pan-Africanist thinking and using the Internet as a tool, we can begin to rescue each other, and ultimately, to rescue ourselves.
İnanıyorum ki bu sosyal Pan-Afrikanist düşünceyle ve interneti bir aracı olarak kullanarak biz, her birimizi ve en sonunda bizleri kurtarmaya başlayabiliriz.
Thank you.
Teşekkürler
(Applause)
(Alkışlar)