No other organ, perhaps no other object in human life, is as imbued with metaphor and meaning as the human heart. Over the course of history, the heart has been a symbol of our emotional lives. It was considered by many to be the seat of the soul, the repository of the emotions. The very word "emotion" stems in part from the French verb "émouvoir," meaning "to stir up." And perhaps it's only logical that emotions would be linked to an organ characterized by its agitated movement.
Başka hiçbir organ, insan hayatında muhtemelen başka hiçbir nesne mecaz ve anlam açısından insan kalbi kadar ilham verici değil. Tarih boyunca kalp, duygusal hayatlarımızın bir sembolü oldu. Pek çok kişi tarafından ruhun merkezi olarak düşünüldü, duyguların saklandığı yer olarak. Duygu anlamındaki "emotion" kelimesi bile kısmen Fransızca "émouvoir"dan geliyor, anlamı güçlü bir hisse kapılmak. Duyguların, çalkantılı hareketiyle anılan bir organla ilişkilendirilmesi belki de oldukça mantıklı.
But what is this link? Is it real or purely metaphorical? As a heart specialist, I am here today to tell you that this link is very real. Emotions, you will learn, can and do have a direct physical effect on the human heart.
Ama bu bağlantı ne? Gerçek mi yoksa tamamen mecazi mi? Bir kalp uzmanı olarak bu bağlantının tamamen gerçek olduğunu anlatmak için buradayım. Göreceksiniz ki duygular, insan kalbi üzerinde doğrudan fiziksel bir etki yapabilir ve yapıyor da.
But before we get into this, let's talk a bit about the metaphorical heart. The symbolism of the emotional heart endures even today. If we ask people which image they most associate with love, there's no question that the Valentine heart would the top the list. The heart shape, called a cardioid, is common in nature. It's found in the leaves, flowers and seeds of many plants, including silphium, which was used for birth control in the Middle Ages and perhaps is the reason why the heart became associated with sex and romantic love.
Ancak buna geçmeden önce şu mecazi kalp hakkında biraz konuşalım. Duygusal kalbin sembolizmi bugün hâlâ yerini koruyor. İnsanlara sevgiyle en çok hangi görseli ilişkilendirdiklerini sorsak listenin en başında sevgili kalbi olacağına hiç şüphe yok. Kardiyoid denen kalp şekli doğada yaygın. Yapraklarda, çiçeklerde, pek çok bitkinin çekirdeğinde, silfiyum da dahil, ki Orta Çağ'da doğum kontrolü olarak kullanılıyordu ve muhtemelen kalp, bu yüzden seks ve romantizmle anılmaya başladı.
Whatever the reason, hearts began to appear in paintings of lovers in the 13th century. Over time, the pictures came to be colored red, the color of blood, a symbol of passion. In the Roman Catholic Church, the heart shape became known as the Sacred Heart of Jesus. Adorned with thorns and emitting ethereal light, it became an insignia of monastic love. This association between the heart and love has withstood modernity. When Barney Clark, a retired dentist with end-stage heart failure, received the first permanent artificial heart in Utah in 1982, his wife of 39 years reportedly asked the doctors, "Will he still be able to love me?"
Sebebi her neyse kalpler 13. yüzyılda aşıkların resimlerinde görünmeye başladı. Zamanla bu resimler kırmızıya boyanmaya başladı, kan rengine, bir tutku sembolü olarak. Roma Katolik Kilisesi'nde, kalp şekli, İsa'nın Kutsal Kalbi olarak anılmaya başladı. Dikenlerle süslenmiş ve göz alıcı bir ışık yayan kalp adeta kutsal aşkın nişanı hâline geldi. Kalp ve aşk arasındaki bu bağ modern zamanda da ayakta kaldı. Son evresinde kalp hastası emekli diş hekimi Barney Clark 1982'de Utah'da ilk kalıcı yapay kalp transplantını aldığında söylenenlere göre 39 yıllık karısı doktorlara şunu sordu: ''Beni sevmeye devam edecek mi?''
Today, we know that the heart is not the source of love or the other emotions, per se; the ancients were mistaken. And yet, more and more, we have come to understand that the connection between the heart and the emotions is a highly intimate one. The heart may not originate our feelings, but it is highly responsive to them. In a sense, a record of our emotional life is written on our hearts. Fear and grief, for example, can cause profound cardiac injury. The nerves that control unconscious processes such as the heartbeat can sense distress and trigger a maladaptive fight-or-flight response that triggers blood vessels to constrict, the heart to gallop and blood pressure to rise, resulting in damage. In other words, it is increasingly clear that our hearts are extraordinarily sensitive to our emotional system, to the metaphorical heart, if you will.
Bugün kalp yalnızca aşkın kaynağı değil diğer duyguların da kaynağı; atalarımız yanılıyorlardı. Ve hâlâ günden güne anlıyoruz ki kalp ve duygular arasındaki bu bağlantı oldukça derin. Kalp, hislerimizi yaratmıyor olabilir ama hislere çok fazla tepki veriyor. Bir bakıma, duygusal hayatlarımızın bir kaydı kalplerimizde yazılı. Örneğin korku ve yas, ciddi kardiyak yaralanmaya yol açabilir. Kalp atışı gibi bilinçaltı süreçleri kontrol eden sinirler stresi hissedebilirler ve kötü huylu bir savaş veya kaç tepkimesini tetikleyebilir; bu da kan damarlarının büzüşmesini, kalbin çok güçlü atmasını ve ardından tansiyonun yükselmesini tetikler, bu da hasar demektir. Diğer bir deyişle şu giderek netleşiyor ki kalplerimiz, duygusal sistemimize sıra dışı bir şekilde duyarlı, mecazi kalbe yani.
There is a heart disorder first recognized about two decades ago called "takotsubo cardiomyopathy," or "the broken heart syndrome," in which the heart acutely weakens in response to intense stress or grief, such as after a romantic breakup or the death of a loved one. As these pictures show, the grieving heart in the middle looks very different than the normal heart on the left. It appears stunned and frequently balloons into the distinctive shape of a takotsubo, shown on the right, a Japanese pot with a wide base and a narrow neck. We don't know exactly why this happens, and the syndrome usually resolves within a few weeks. However, in the acute period, it can cause heart failure, life-threatening arrhythmias, even death.
İlk olarak yirmi yıl kadar önce teşhis edilen bir kalp hastalığı var, adı ''takotsubo kardiyomiyopati'' veya ''kırık kalp sendromu,'' öyle ki kalp stres ve üzüntüye tepki olarak akut bir şekilde zayıflıyor, mesela sevgilinizden ayrıldığınızda veya sevdiğinizi kaybettiğinizde. Bu resimlerde görünen, ortada yas tutan bir kalp var ve soldaki normal kalpten oldukça farklı görünüyor. Donmuş gibi dörünüyor ve sık sık bir takotsubonun şekline bürünüyor, sağda gördüğünüz gibi, alt kısmı geniş, üst kısmı dar bir Japon kabı. Bunun neden olduğunu tam olarak bilmiyoruz ve bu sendrom genellikle birkaç hafta içinde düzeliyor. Ancak o akut dönem içinde, kalp yetmezliğine neden olabilir, hayatı tehdit eden aritmiyaya ve hatta ölüme bile.
For example, the husband of an elderly patient of mine had died recently. She was sad, of course, but accepting. Maybe even a bit relieved. It had been a very long illness; he'd had dementia. But a week after the funeral, she looked at his picture and became tearful. And then she developed chest pain, and with it, came shortness of breath, distended neck veins, a sweaty brow, a noticeable panting as she was sitting up in a chair -- all signs of heart failure. She was admitted to the hospital, where an ultrasound confirmed what we already suspected: her heart had weakened to less than half its normal capacity and had ballooned into the distinctive shape of a takotsubo. But no other tests were amiss, no sign of clogged arteries anywhere. Two weeks later, her emotional state had returned to normal and so, an ultrasound confirmed, had her heart.
Örneğin yaşça olgun bir hastamın kocası geçenlerde vefat etti. Hastam üzgündü tabii ama kabullendi de. Hatta biraz rahatlamış gibiydi. Uzun zamandır çekiyordu, demans hastasıydı. Ancak cenazeden bir hafta sonra bu resme baktı ve gözleri doldu. Sonra göğsünde ağrı oldu, ardından nefes daralması yaşadı, boyun damarları şişti, alnı terledi, bir sandalyede oturuyordu ama nefes nefeseydi -- kalp yetmezliğinin tüm işaretleri. Hastaneye yatış yapıldı, ultrason şüphelendiğimiz her şeyi doğruladı: kalp, normal kapasitesinin yarıdan azına zayıflamıştı ve bir takotsubonun şekline bürünmüştü. Diğer tahlillerde bir sorun yoktu, hiçbir yerde tıkalı damar görülmedi. İki hafta sonra duygusal durumu normale döndü ve ultrason da doğruladı ki kalbi yeniden fonksiyoneldi.
Takotsubo cardiomyopathy has been linked to many stressful situations, including public speaking --
Takotsubo kardiyomiyopati pek çok stresli durumla ilişkili, topluluk önünde konuşmak dahil.
(Laughter)
(Kahkahalar)
(Applause)
(Alkışlar)
domestic disputes, gambling losses, even a surprise birthday party.
Aile içi anlaşmazlıklar, kumar kayıpları hatta sürpriz doğum günü.
(Laughter)
(Kahkahalar)
It's even been associated with widespread social upheaval, such as after a natural disaster. For example, in 2004, a massive earthquake devastated a district on the largest island in Japan. More than 60 people were killed, and thousands were injured. On the heels of this catastrophe, researchers found that the incidents of takotsubo cardiomyopathy increased twenty-four-fold in the district one month after the earthquake, compared to a similar period the year before. The residences of these cases closely correlated with the intensity of the tremor. In almost every case, patients lived near the epicenter.
Geniş çaplı toplu kargaşa bile bu konuya dahil, bir doğal afet sonrası gibi. Örneğin 2004'te devasa bir deprem, Japonya'nın en büyük adasında bir bölgeyi mahvetti. En az 60 kişi hayatını kaybetti ve binlerce yaralı vardı. Bu korkunç olayın yaşandığı sırada araştırmacılar, takotsubo kardiyomiyopati vakalarının deprem sonrasında o bölgede 24 kat arttığını gözlemledi, kıyaslanan benzer dönem sadece bir yıl öncesiydi. Bu vakaların sakinleri sarsıntının şiddetiyle yakından ilişkilendirildiler. Vakaların neredeyse tümünde hastalar depremin merkezinde yaşıyordu.
Interestingly, takotsubo cardiomyopathy has been seen after a happy event, too, but the heart appears to react differently, ballooning in the midportion, for example, and not at the apex. Why different emotional precipitants would result in different cardiac changes remains a mystery. But today, perhaps as an ode to our ancient philosophers, we can say that even if emotions are not contained inside our hearts, the emotional heart overlaps its biological counterpart, in surprising and mysterious ways.
İlginç olan, takotsubo kardiyomiyopatinin mutlu bir olay sonrasında da görülmesi, ancak kalp, farklı bir şekilde görünüyor; üst kısımda değil orta kısımda şişme gözlemleniyor. Farklı duygusal durumların nasıl farklı kalp değişikliğine yol açtığı şu an için gizemini korumakta. Ancak bugün, belki de eski filozoflarımıza bir övgü olarak şunu söyleyebiliriz ki eğer duygular kalplerimizde saklı değilse bile duygusal kalp biyolojik kalbin önüne geçiyor, hem de şaşırtıcı ve gizemli şekillerde.
Heart syndromes, including sudden death, have long been reported in individuals experiencing intense emotional disturbance or turmoil in their metaphorical hearts. In 1942, the Harvard physiologist Walter Cannon published a paper called "'Voodoo' Death," in which he described cases of death from fright in people who believed they had been cursed, such as by a witch doctor or as a consequence of eating taboo fruit. In many cases, the victim, all hope lost, dropped dead on the spot. What these cases had in common was the victim's absolute belief that there was an external force that could cause their demise, and against which they were powerless to fight. This perceived lack of control, Cannon postulated, resulted in an unmitigated physiological response, in which blood vessels constricted to such a degree that blood volume acutely dropped, blood pressure plummeted, the heart acutely weakened, and massive organ damage resulted from a lack of transported oxygen.
Ani ölüm de dahil kalp sendromları mecazi kalplerinde şiddetli duygusal rahatsızlık ve sarsıntı yaşayan bireylerde uzun zamandır bildiriliyor. 1942'de Harvard fizyoloğu Waltor Cannon "Lanetli Ölüm" adlı bir çalışma yayımladı ve çalışmada lanetlendiklerine inanan insanların korkudan ölme vakalarını anlattı, mesela cadı bir doktor veya tabu bir meyve yemenin sonucu olarak. Pek çok vakada mağdur, tüm umudunu kaybetmiş ve olay yerinde vefat etmiş. Bu vakaların ortak yanı, kurbanların sonlarını getirecek dış bir güç olduğuna mutlak surette inanmalarıydı ve de savaşmak için güçsüz olduklarına. Cannon'ın açıklamasına göre bu algısal kontrol eksikliği, tamamen kötü bir fizyolojik tepkimeye yol açıyordu, buna göre kan damarları öylesine daralıyordu ki kan hacmi akut bir şekilde düşüyor, tansiyon birden alırı düşüyor, kalp akut şekilde zayıflıyor ve taşınan oksijen yetersizliği sonucu ciddi organ hasarı meydana geliyor.
Cannon believed that voodoo deaths were limited to indigenous or "primitive" people. But over the years, these types of deaths have been shown to occur in all manner of modern people, too. Today, death by grief has been seen in spouses and in siblings. Broken hearts are literally and figuratively deadly.
Cannon'a göre lanetli ölümler endüjen veya "ilkel" insanlarla kısıtlıydı. Ancak yıllar geçtikçe bu ölüm türleri her tür modern insanda da görülmeye başladı. Bugün yas sonucu ölüm eşlerde ve kardeşlerde gözlemleniyor. Kırık kalpler mecazi olarak da kelimenin tam anlamıyla da ölümcül.
These associations hold true even for animals. In a fascinating study in 1980 published in the journal "Science," researchers fed caged rabbits a high-cholesterol diet to study its effect on cardiovascular disease. Surprisingly, they found that some rabbits developed a lot more disease than others, but they couldn't explain why. The rabbits had very similar diet, environment and genetic makeup. They thought it might have something to do with how frequently the technician interacted with the rabbits. So they repeated the study, dividing the rabbits into two groups. Both groups were fed a high-cholesterol diet. But in one group, the rabbits were removed from their cages, held, petted, talked to, played with, and in the other group, the rabbits remained in their cages and were left alone. At one year, on autopsy, the researchers found that the rabbits in the first group, that received human interaction, had 60 percent less aortic disease than rabbits in the other group, despite having similar cholesterol levels, blood pressure and heart rate.
Bu ilişkilendirilmeler hayvanlar için bile geçerli. "Science" dergisinin 1980 yılında yayımladığı inanılmaz çalışmada araştırmacılar kafesteki tavşanları yüksek kolesterollü gıdalarla besledi, amaçları bunun katdiyovasküler etkilerini izlemekti. Şaşırtıcı şekilde bazı tavşanlar diğerlerine göre daha çok hasta oldu, ancak sebebini bulamadılar. Tavşanların beslenmesi, çevreleri ve genetik alt yapıları benzerdi. Bu durumun sebebinin teknisyenin tavşanlarla olan etkileşim sıklığı olabileceğini düşündüler. O yüzden çalışmayı tekrarladılar, tavşanları iki gruba ayırdılar. İki grup da yüksek kolesterollü beslendi. Ancak bir grupta, tavşanlar kafeslerinden çıkarıldı, kucaklandı, okşandı, onlarla konuşuldu ve birlikte oynandı. Diğer grupta ise tavşanlar kafeslerinde tutuldu ve tek başlarına bırakıldı. Bir yılda, otopside, araştırmacıların bulgularına göre insan etkileşimi yaşayan birinci grup tavşanlar diğer gruba göre yüzde 60 daha az aortic hastalık geliştirdi, üstelik aynı kolesterol düzeyi, tansiyon ve kalp oranı olmasına karşın.
Today, the care of the heart has become less the province of philosophers, who dwell upon the heart's metaphorical meanings, and more the domain of doctors like me, wielding technologies that even a century ago, because of the heart's exalted status in human culture, were considered taboo. In the process, the heart has been transformed from an almost supernatural object imbued with metaphor and meaning into a machine that can be manipulated and controlled. But this is the key point: these manipulations, we now understand, must be complemented by attention to the emotional life that the heart, for thousands of years, was believed to contain.
Bugün kalp bakımı filozofların başlıca konusu değil, onlar kalbin mecazi anlamlarıyla ilgileniyorlar ve bu benim gibi doktorların konusu hâline geliyor, silah teknolojileri bile yüzyıl öncesinde insan kültüründe kalbin onurlu statüsünden ötürü tabu kabul ediliyordu. Bu süreçte kalp, mecaz ve anlam yüklü neredeyse doğaüstü bir nesneden manipüle ve kontrol edilen bir makineye dönüştü. Ama kilit nokta şu: şimdi anladığımız bu manipülasyonlar kalbin binlerce yıl boyunca barındırdığı inanılan duygusal hayata gösterilen dikkatle tamamlanmalı.
Consider, for example, the Lifestyle Heart Trial, published in the British journal "The Lancet" in 1990. Forty-eight patients with moderate or severe coronary disease were randomly assigned to usual care or an intensive lifestyle that included a low-fat vegetarian diet, moderate aerobic exercise, group psychosocial support and stress management advice. The researchers found that the lifestyle patients had a nearly five percent reduction in coronary plaque. Control patients, on the other hand, had five percent more coronary plaque at one year and 28 percent more at five years. They also had nearly double the rate of cardiac events, like heart attacks, coronary bypass surgery and cardiac-related deaths.
Lifestyle Heart Trial'ı düşünün örneğin, 1990 yılında İngiliz dergisi ''The Lancet''te yayımlandı. Orta veya şiddetli koroner hastalığı olan 48 hastaya rastgele sıradan bakıma verildi veya yoğun bir yaşam tarzı, bu da az yağlı vejetaryen diyet, orta düzeyde aerobik egzersiz, grup psiko sosyal destek ve stres yönetimi tavsiyesi içeriyordu. Araştırmacıların bulgularına göre bu yaşam tarzı hastalarında koroner plak rahatsızlığı yaklaşık yüzde beş azalma gösterdi. Diğer yandan kontrol grubu hastaları bir yılda yüzde beş daha fazla koroner plak rahatsızlığı yaşadılar ve beş yılda bu oran yüzde 28'e çıktı. Ayrıca kardiyak vaka oranı neredeyse iki katına çıktı, kalp krizi, koroner bypass ameliyatı ve kalple ilgili ölümler gibi.
Now, here's an interesting fact: some patients in the control group adopted diet and exercise plans that were nearly as intense as those in the intensive lifestyle group. Their heart disease still progressed. Diet and exercise alone were not enough to facilitate coronary disease regression. At both one- and five-year follow-ups, stress management was more strongly correlated with reversal of coronary disease than exercise was.
İlginç bir bilgi daha: Kontrol grubundaki bazı hastalar yoğun yaşam şekli hastalarıyla neredeyse aynı yoğunlukta beslenme ve egzersiz planı benimsediler. Kalp hastalıkları yine de ilerledi. Beslenme ve egzersiz tek başına koroner hastalığı geriletmede yeterli değildi. Hem bir yıllık hem de beş yıllık takiplerde, stres yönetimi koroner hastalığın iyileşmesinde egzersizden çok daha ilgiliydi.
No doubt, this and similar studies are small, and, of course, correlation does not prove causation. It's certainly possible that stress leads to unhealthy habits, and that's the real reason for the increased cardiovascular risk. But as with the association of smoking and lung cancer, when so many studies show the same thing, and when there are mechanisms to explain a causal relationship, it seems capricious to deny that one probably exists. What many doctors have concluded is what I, too, have learned in my nearly two decades as a heart specialist: the emotional heart intersects with its biological counterpart in surprising and mysterious ways.
Şüphesiz bu ve benzer çalışmalar küçük ve tabii ilişkilendirmeler nedene kanıt teşkil etmiyor. Stresin sağlıksız alışkanlıklara yol açması kesinlikle mümkün ve artan kardiyovasküler riskin asıl sebebi de bu. Ancak sigara ve akciğer kanseri de aynı ilişkilendirmeye konu, pek çok çalışma aynı şeyi gösteriyor. Nedensel bir ilişki açıklamak için gerekli koşullar sağlandığında da bir nedenin varlığını reddetmek konusunda gelgit yaşıyoruz. Çok sayıda doktorun ortak çıkarımı ve benim de kalp uzmanı olarak geçirdiğim yaklaşık 20 seneden öğrendiğim, duygusal kalbin yolu, şaşırtıcı ve gizemli şekillerde biyolojik eşinin yoluyla kesişiyor.
And yet, medicine today continues to conceptualize the heart as a machine. This conceptualization has had great benefits. Cardiology, my field, is undoubtedly one of the greatest scientific success stories of the past 100 years. Stents, pacemakers, defibrillators, coronary bypass surgery, heart transplants -- all these things were developed or invented after World War II.
Ama bugün tıp, kalbi bir makine olarak kavramsallaştırmaya devam ediyor. Bu kavramsallaştırmanın harika faydaları var. Alanım kardiyoloji şüphesiz son 100 yılın en büyük başarı öykülerinden birine sahip. Stentler, kalp pilleri, defibrilatörler, koroner bypass ameliyatı, kalp nakilleri -- bunların hepsi II. Dünya Savaşı sonrasında geliştirildi.
However, it's possible that we are approaching the limits of what scientific medicine can do to combat heart disease. Indeed, the rate of decline of cardiovascular mortality has slowed significantly in the past decade. We will need to shift to a new paradigm to continue to make the kind of progress to which we have become accustomed. In this paradigm, psychosocial factors will need to be front and center in how we think about heart problems.
Ancak şu ihtimali düşünelim ki bilimsel tıbbın kalp hastalığını yenmek için mevcut sınırlarına yaklaşıyoruz. Gerçekten de kardiyovasküler ölümlerdeki azalma oranı son on yılda ciddi anlamda yavaşladı. Yeni bir bakış açısı edinmemiz lazım, alıştığımız ilerlemeyi devam ettirebileceğimiz bir bakış açısı. Bu bakış açısında, psikolojik ve sosyal faktörler kalp rahatsızlıklarını anlamada bizim için birincil olacak.
This is going to be an uphill battle, and it remains a domain that is largely unexplored. The American Heart Association still does not list emotional stress as a key modifiable risk factor for heart disease, perhaps in part because blood cholesterol is so much easier to lower than emotional and social disruption.
Bu zor bir savaş olacak ama henüz keşfedilmemiş bir alan. Amerikan Kalp Derneği hâlâ duygusal stresi kalp hastalığı için düzeltilebilir, önemli bir risk faktörü olarak listelemiyor, kısmen sebebi belki de kan kolesterolünü düşürmenin duygusal ve sosyal rahatsızlığı azaltmaktan çok daha kolay olması.
There is a better way, perhaps, if we recognize that when we say "a broken heart," we are indeed sometimes talking about a real broken heart. We must, must pay more attention to the power and importance of the emotions in taking care of our hearts.
Ama belki de ''kalbi kırık'' dediğimiz zaman gerçekten de kırık ve hasarlı bir kalpten bahsediyor olabileceğimizi kabul edersek tüm bunlara daha iyi bir yol bulabiliriz. Kalp sağlığımızı düşünürken duygularımızın gücü ve önemini kesinlikle göz önüne almak zorundayız.
Emotional stress, I have learned, is often a matter of life and death.
Şunu öğrendim ki duygusal stres çoğu zaman hayatla ölüm arasındaki fark.
Thank you.
Teşekkürler.
(Applause)
(Alkışlar)