Why are transgender people suddenly everywhere?
Nasıl oldu da trans bireyler bir anda bu kadar çoğaldı?
(Laughter)
(Gülüşmeler)
As a trans activist, I get this question a lot. Keep in mind, less than one percent of American adults openly identify as trans. According to a recent GLAAD survey, about 16 percent of non-trans Americans claim to know a trans person in real life. So for the other 84 percent, this may seem like a new topic. But trans people are not new. Gender variance is older than you think, and trans people are part of that legacy.
Bir trans aktivist olarak bu soruyu çokça duyuyorum. Amerikalı yetişkinlerin yalnızca yüzde biri kendilerini açıkça trans olarak kabul ediyor. Son yapılan GLAAD anketine göre, trans olmayan Amerikalıların ortalama %16'sı, bir trans birey tanıdıklarını belirtiyor. Geri kalan %84 için ise bu yeni bir konuymuş gibi görünüyor. Fakat trans bireyler yeni bir olay değil. Cinsiyet değişikliği düşündüğünüzden daha eski ve trans bireyler bu mirasın bir parçası.
From central Africa to South America to the Pacific Islands and beyond, there have been populations who recognize multiple genders, and they go way back. The hijra of India and Pakistan, for example, have been cited as far back as 2,000 years ago in the Kama Sutra. Indigenous American nations each have their own terms, but most share the umbrella term "two-spirit." They saw gender-variant people as shamans and healers in their communities, and it wasn't until the spread of colonialism that they were taught to think otherwise.
Orta Afrika'dan Güney Amerika'ya oradan Pasifik Adaları ve daha ötesinde çoklu cinsiyeti kabul eden toplumlar var ve bu eskilere dayanıyor. Örneğin, Kama Sutra'da Hindistan ve Pakistan'da hijra denilen trans bireylerden bahsedilmesi 2000 yıl önceye dayanıyor. Amerikan yerlisi ulusların her birinin kendi terimleri var fakat çoğunlukla genel bir terim olan "iki-ruh" kullanılır. Değişken cinsiyetli bireyleri kendi toplumlarında şaman ve şifacı olarak görmüş ve kolonicilik yayılıp onlara aksini öğretene kadar da farklı şekilde düşünmemişler.
Now, in researching trans history, we look for both trans people and trans practices. Take, for example, the women who presented as men so they could fight in the US Civil War. After the war, most resumed their lives as women, but some, like Albert Cashier, continued to live as men. Albert was eventually confined to an asylum and forced to wear a dress for the rest of his life.
Trans tarihini araştırırken hem trans bireyleri hem de maruz kaldıkları tutumları inceliyoruz. Örneğin, erkek gibi görünen kadınlar Amerika İç Savaşı sırasında savaşmak üzere orduya alındı. Savaştan sonra çoğu hayatlarına kadın olarak devam etti. Fakat Albert Cashier gibi bazıları erkek olarak yaşamayı tercih etti. Nihayetinde Albert bir akıl hastanesine kapatıldı ve hayatının geri kalanında elbise giymeye zorlandı.
(Sighs)
(İç çekişler)
Around 1895, a group of self-described androgynes formed the Cercle Hermaphroditos. Their mission was to unite for defense against the world's bitter persecution. And in doing that, they became one of the earliest trans support groups. By the '40s and '50s, medical researchers were starting to study trans medicine, but they were aided by their trans patients, like Louise Lawrence, a trans woman who had corresponded extensively with people who had been arrested for public cross-dressing. She introduced sexual researchers like Alfred Kinsey to a massive trans network. Other early figures would follow, like Virginia Prince, Reed Erickson and the famous Christine Jorgensen, who made headlines with her very public transition in 1952.
1895'lerde kendilerini çiftcinsiyetli olarak tanımlayan bir grup Cercle Hermaphroditos'u kurdu. Misyonları dünyanın acı zulmüne karşı savunma amacıyla birlik olmaktı. Ve bunu sağlarken en eski trans destek gruplarından biri hâline geldiler. 40'larda ve 50’lerde araştırmacılar trans ilaçları üzerinde çalışmaya başlamışlardı fakat bu çalışmalar kadın kıyafeti giymekten dolayı tutuklu olan kişilerle geniş kapsamlı yazışmalar yapmış olan trans kadın Louse Lawrence gibi trans hastalar tarafından finanse edildi. Lawrence, Alfred Kinsey gibi araştırmacıları muazzam bir trans ağı ile tanıştırdı. Virgina Prince, Reed Erickson ve dönüşümünü oldukça halka açık başlıklarla süsleyen ünlü Christine Jorgensen gibi öncüler takip etti.
But while white trans suburbanites were forming their own support networks, many trans people of color had to carve their own path. Some, like Miss Major Griffin-Gracy, walked in drag balls. Others were the so-called "street queens," who were often targeted by police for their gender expression and found themselves on the forefront of seminal events in the LGBT rights movement.
Fakat kenar mahallelerde oturan beyaz trans bireyler kendi destek ağlarını oluştururken diğer trans bireyler kendi yollarını çizmek zorunda kaldı. Bayan Griffin-Gracy gibi bazıları Drag Balls'da sahneye çıktı. Diğerleri cinsel kimliklerinden dolayı polis tarafından sürekli hedef alınan ve kendilerini büyük öneme sahip LGBT hakları hareketlerinde en ön sırada bulan "sokak kraliçeleri" olarak adlandırılan gruptu.
This brings us to the riots at Cooper Do-nuts in 1959, Compton's Cafeteria in 1966 and the famous Stonewall Inn in 1969. In 1970, Sylvia Rivera and Marsha P. Johnson, two veterans of Stonewall, established STAR: Street Transvestite Action Revolutionaries. Trans people continued to fight for equal treatment under the law, even as they faced higher rates of discrimination, unemployment, arrests, and the looming AIDS epidemic.
Bu bizi 1959'da Cooper Do-nuts'da, 1966'da Compton's Caeteria'da ve 1969'da ünlü Stonewall Inn'de isyana götürdü. 1970'de Stonewall'un gazileri Sylvia Rivera ve Marsha P. Johnson STAR: Street Transvestite Action Revolutionaries'i kurdular. Trans bireyler artan ayrımcılığa, işsizliğe, göz altına alınmaya ve yüksek miktarda AIDS salgınıyla karşı karşıya olmalarına rağmen yasalar kapsamında eşitlik için savaşmaya devam ettiler.
For as long as we've been around, those in power have sought to disenfranchise trans people for daring to live lives that are ours. This motion picture still, taken in Berlin in 1933, is sometimes used in history textbooks to illustrate how the Nazis burned works they considered un-German. But what's rarely mentioned is that included in this massive pile are works from the Institute for Sexual Research. See, I just recapped the trans movement in America, but Magnus Hirschfeld and his peers in Germany had us beat by a few decades. Magnus Hirschfeld was an early advocate for LGBT people. He wrote the first book-length account of trans individuals. He helped them obtain medical services and IDs. He worked with the Berlin Police Department to end discrimination of LGBT people, and he hired them at the Institute. So when the Nazi Party burned his library, it had devastating implications for trans research around the world. This was a deliberate attempt to erase trans people, and it was neither the first nor the last.
Etrafta bulunduğumuz süre boyunca iktidardaki insanlar bizim olan hayatları yaşamaya cesaret eden trans insanları hayatlarından mahrum etmeye çalıştılar. 1933'de Berlin'de çekilen bu sinema filmi hâlâ tarih ders kitaplarında Nazilerin Alman olmadıklarını varsaydıkları eserleri nasıl yaktıklarını örneklemek için zaman zaman kullanılıyor. Ancak nadiren bahsedilen, bu dev yığına dahil edilenlerin arasında Cinsel Araştırma Enstitüsü'nün eserlerinin olmasıdır. Bakınız, daha az önce Amerika'daki trans hareketinden bahsettim fakat Magnus Hirschfeld ve Almanya'daki arkadaşları onlarca yıl bizim kazanmamızı sağladı. Magnus Hirschfels LGBT toplumunun ilk avukatıydı. Trans bireyler için bir kitap uzunluğunda olan ilk savunmayı yazdı. Sağlık hizmeti ve kimlik almaları hususunda yardımcı oldu. LGBT bireylerine karşı ayrımcılığı sonlandırmak için Berlin Emniyeti ile çalışmalar yaptı ve LGBT bireyleri enstitüde işe aldı. Nazi Partisi, kütüphanesini yaktığında, dünya genelinde trans bireylere yönelik araştırma sonuçlarını yok etti. Bu, trans bireyleri ortadan kaldırmak için yapılan kasti bir hareketti ve ne ilk ne de sondu.
So whenever people ask me why trans people are suddenly everywhere, I just want to tell them that we've been here. These stories have to be told, along with the countless others that have been buried by time. Not only were our lives not celebrated, but our struggles have been forgotten and, yeah, to some people, that makes trans issues seem new. Today, I meet a lot of people who think that our movement is just a phase that will pass, but I also hear well-intentioned allies telling us all to be patient, because our movement is "still new." Imagine how the conversation would shift if we acknowledge just how long trans people have been demanding equality.
Bu yüzden ne zaman biri bana trans bireylerin nasıl bir anda bu kadar çoğaldığını sorsa ona hep burada olduğumuzu söylemek istiyorum. Bu hikâyeler zamana gömülen sayısız diğerleriyle birlikte anlatılmak zorunda. Hayatlarımız hatırlanmadığı gibi çabalarımız da unutuldu ve evet bazı insanlar için bu, trans meselesini yeni gibi gösteriyor. Bugün, direnişimizin gelip geçici bir hareket olduğunu düşünen insanlar görüyorum fakat aynı zamanda hepimizin sabırlı olması gerektiğini söyleyen iyi niyetli insanlar da var çünkü direnişimiz henüz "çok yeni". Hayal edin eğer trans bireylerin ne kadar uzun zamandır eşitlik için savaştıklarını anlatsak sohbet nasıl da değişirdi.
Are we still overreacting? Should we continue to wait? Or should we, for example, do something about the trans women of color who are murdered and whose killers never see justice? Do our circumstances seem dire to you yet? (Sighs)
Hâlâ aşırı tepki mi gösteriyoruz? Beklemeye devam mı etmeliyiz? Ya da örneğin katledilen trans kadınlar ve adaletle hiç yüzleşmeyen katilleri için bir şeyler mi yapmalıyız? Durumumuz size hâlâ vahim görünmüyor mu? (İç çekme)
Finally, I want other trans people to realize they're not alone. I grew up thinking my identity was an anomaly that would die with me. People drilled this idea of otherness into my mind, and I bought it because I didn't know anyone else like me. Maybe if I had known my ancestors sooner, it wouldn't have taken me so long to find a source of pride in my identity and in my community. Because I belong to an amazing, vibrant community of people that uplift each other even when others won't, that take care of each other even when we are struggling, that somehow, despite it all, still find cause to celebrate each other, to love each other, to look one another in the eyes and say, "You are not alone. You have us. And we're not going anywhere."
Nihayet, diğer trans bireylerin yalnız olmadıklarını fark etmelerini istiyorum. Kişiliğimin benimle ölecek bir aykırılık olduğunu düşünerek büyüdüm. İnsanlar ötekileştirme fikrini aklıma işlediler ve ben bu fikri kabullendim çünkü kendim gibi birini tanımıyordum. Eğer kendi atalarımı daha önce tanısaydım kişiliğimde ve yaşadığım toplumda bir gurur kaynağı bulmam bu kadar uzun sürmezdi belki de. Çünkü ben diğerleri yapmasa dahi birbirlerinin moralini düzelten, çabalarken dahi birbirine göz kulak olan, her nasılsa bütün olanlara rağmen birbirlerini kutlamak için bir yol bulabilen, birbirlerini sevmek için, birbirlerinin gözüne bakıp şunu söylemek için, "Yalnız değilsin. Biz varız. Ve hiçbir yere gitmiyoruz." diyen kocaman capcanlı bir topluluğa aitim.
Thank you.
Teşekkür ederim.
(Applause)
(Alkış)