I'm going to talk about compassion and the golden rule from a secular perspective and even from a kind of scientific perspective. I'm going to try to give you a little bit of a natural history of compassion and the golden rule. So, I'm going to be sometimes using kind of clinical language, and so it's not going to sound as warm and fuzzy as your average compassion talk. I want to warn you about that.
Merhamet ve karşılıklılık etiği (Altın Kural) hakkında sekular ve hatta bilmsel bakış açısından konuşacağım. Merhamet ve karşılıklılık etiğinin tarihçesi biraz anlatmaya çalışacağım Bunu anlatırken bazen klinik dil kullanacağım ve bir kısmı sizin merhamet ile ilgili konuşmalarınıza yabancı gelebilir. Bu konuda sizi uyarmak isterim.
So, I do want to say, at the outset, that I think compassion's great. The golden rule is great. I'm a big supporter of both. And I think it's great that the leaders of the religions of the world are affirming compassion and the golden rule as fundamental principles that are integral to their faiths.
Öncelikle sölemek isterim ki merhametin çok iyi bir şey. Karşılıklılık etiği de çok iyi bir şey, ikisinin büyük destekcisiyim. ve bence de dünya dinlerinin ve bu dinlerin liderlerinin merhamet ve karşılıklılık etiğini inançlarının temel ilkeleri olarak benimsemelerini çok iyi buluyorum.
At the same time, I think religions don't deserve all the credit. I think nature gave them a helping hand here. I'm going to argue tonight that compassion and the golden rule are, in a certain sense, built into human nature. But I'm also going to argue that once you understand the sense in which they are built into human nature, you realize that just affirming compassion, and affirming the golden rule, is really not enough. There's a lot of work to be done after that.
Ama aynı zamanda da dinlerin bu konuda bütün itibarı hakketmediğini düşünüyorum. Doğanın onlara burada yardım elini uzattığını düşünüyorum. Bu gece, merhamet ve karşılıklılık etiğini insan doğasından kaynaklandığını göstermeye çalışacağım. Ama merhamet ve karşılıklılık etiğinin insan doğasından kaynaklandığını anlayıp daha sonra bu ikisini olumlamak gerçekten yeterli değildir. Bundan sonra yapılacak çok şey var.
OK so, a quick natural history, first of compassion. In the beginning, there was compassion, and I mean not just when human beings first showed up, but actually even before that. I think it's probably the case that, in the human evolutionary lineage, even before there were homo sapiens, feelings like compassion and love and sympathy had earned their way into the gene pool, and biologists have a pretty clear idea of how this first happened.
Şimdi kısa bir tarihçe Başlangıçta merhamet vardı, ve burda demek istediğim sadece insanoğlu ilk gözüktüğünde değil aslında ondan önce de vardı. Muhtemelen, insan evrim sürecinde hatta homo sapiens'lerin ortaya çıkmasından önce merhamet, sevgi ve sempati gibi duygular bir şekilde gen havuzuna aktarılıyordu, ve biyologların bunun ilk nasıl olduğu konusunda gayet net fikirleri var.
It happened through a principle known as kin selection. And the basic idea of kin selection is that, if an animal feels compassion for a close relative, and this compassion leads the animal to help the relative, then, in the end, the compassion actually winds up helping the genes underlying the compassion itself. So, from a biologist's point of view, compassion is actually a gene's way of helping itself. OK.
Bu olay akraba seçilimi olarak bilinen bir prensibe göre gerçekleşiyor. Ve akraba seçilimini temel düşüncesi ise şu: Eğer bir hayvan yakın akrabası için merhamet hissediyorsa, bu his hayvanın yakın akrabasına yardım etmesi ile sonuçlanır. ve sonunda, merhamet aslında genlere yardım ederek kendi temelini oluşturuyor. Bir biyologun bakış açısından, merhamet aslında genin kendine yardım etme yolu.
I warned you this was not going to be very warm and fuzzy. I'll get there -- I hope to get a little fuzzier. This doesn't bother me so much, that the underlying Darwinian rationale of compassion is kind of self-serving at the genetic level. Actually, I think the bad news about kin selection is just that it means that this kind of compassion is naturally deployed only within the family. That's the bad news. The good news is compassion is natural. The bad news is that this kin selected compassion is naturally confined to the family.
Bunun size yakın gelmeyeceği konusunda sizi uyarmıştım. O noktaya geleceğim. Biraz belirsizleşecek. Bana göre belirsiz değil, beni de rahatsız etmeyecek ki merhametin Darwinci açıklamasının altında yatan neden genler düzeyinde bir çeşit kendine yardım etme şekli. Aslında, akraba seçilimi ile ilgili kötü haber akraba seçilimi içindeki merhametin sadece aile içinde geçerli olması. Bu kötü haber. İyi haber ise merhamet doğal bir durum. Kötü haber akraba seçen merhamet anlayışı doğal olarak sadece aile içinde sınırlı.
Now, there's more good news that came along later in evolution, a second kind of evolutionary logic. Biologists call that "reciprocal altruism." OK. And there, the basic idea is that compassion leads you to do good things for people who then will return the favor. Again, I know this is not as inspiring a notion of compassion as you may have heard in the past, but from a biologist's point of view, this reciprocal altruism kind of compassion is ultimately self-serving too. It's not that people think that, when they feel the compassion. It's not consciously self-serving, but to a biologist, that's the logic. And so, you wind up most easily extending compassion to friends and allies.
Şimdi, evrim sonrasında gelen birçok iyi haber var, evrimsel mantığın ikinci bir çeşidi. Biyologlar buna karşılıklı altruizm diyorlar. Ve temel düşünce ise, merhamet sizi daha sonra size iyilikle dönecek insanlara, iyi şeyler yapmaya yönlendiriyor. Ve yine, geçmişte duyduğunuz gibi bu, ilham veren bir merhamet kavramı değil, ama bir biyologun bakış açısından, bu merhametin karşılıklı altruizm çeşidi sonuç olarak yine kendi kendine yardım etmektir. İnsanların merhameti hissederken düşündükleri şey bu değil. Bilinçli olarak bir kendi kendine yardım değil; ama bir biyologa göre, mantık budur. Ve merhameti en kolay şekilde dostlarımıza ve arkadaşlarımıza genişletebiliriz.
I'm sure a lot of you, if a close friend has something really terrible happen to them, you feel really bad. But if you read in the newspaper that something really horrible happened to somebody you've never heard of, you can probably live with that. That's just human nature. So, it's another good news/bad news story. It's good that compassion was extended beyond the family by this kind of evolutionary logic. The bad news is this doesn't bring us universal compassion by itself. So, there's still work to be done.
Eminim ki pek çoğunuz yakın bir arkadaşınızın başına kötü bir şey geldiğinde siz kendinizi kötü hissedersiniz. Ama gazetede okuduğunuz ve adını hiç duymadığınız birinin başına kötü bir şey geldiğinde bunun için aynı üzüntüyü duymazsınız. Bu tamamıyla insan doğasıdır. Sırada başka iyi ve kötü haberler. Merhametin aile ötesine genişlemesi bu tür bir evrimsel mantıkla açıkladığımızda olumludur. Kötü haber ise bizi evrensel merhametin açıklamasına getirmiyor. Hala yapılacak işler var.
Now, there's one other result of this dynamic called reciprocal altruism, which I think is kind of good news, which is that the way that this is played out in the human species, it has given people an intuitive appreciation of the golden rule. I don't quite mean that the golden rule itself is written in our genes, but you can go to a hunter gatherer society that has had no exposure to any of the great religious traditions, no exposure to ethical philosophy, and you'll find, if you spend time with these people, that, basically, they believe that one good turn deserves another, and that bad deeds should be punished. And evolutionary psychologists think that these intuitions have a basis in the genes. So, they do understand that if you want to be treated well, you treat other people well. And it's good to treat other people well. That's close to being a kind of built-in intuition.
Karşılıklı altruizmin dinamiğinin bir diğer sonucu ki bence bu iyi bir haber insan türünün oynadığı bu oyun insanların karşılıklılık etiğini sezgisel olarak kazanmasını sağlıyor. Karşılıklılık etiğinin genlerimizde yazılı olduğunu söylemiyorum, ama büyük dini geleneklerinden herhangi birine ve ahlak felsefesine maruz kalmayan avcı toplayıcı topluluklara gidebilirsiniz, ve eğer bu insanlarla vakit geçirirseniz bulacağınız şey temel olarak, bu topluluklar iyilik yapanın iyilik bulduğuna ve kötülük edenlerin cezalandırılması gerektiğine inanırlar. Ve evrimsel psikologlar bu sezgilerin genlere dayandığına düşünüyorlar. Böylece, bu insanlar eğer kendine iyi davranılmasını istiyorsan, diğer insanlara iyi davranmanın gerektiğini anlıyorlar. Ve diğer insanlara iyi davranmanın iyi bir şey olduğunu. Bu sezginin içinde oluşturulmasına yakın bir şey.
So, that's good news. Now, if you've been paying attention, you're probably anticipating that there's bad news here; we still aren't to universal love, and it's true because, although an appreciation of the golden rule is natural, it's also natural to carve out exceptions to the golden rule.
Bunlar iyi haberlerdi. Şimdi muhtemelen, kötü haberleri de bekliyorsunuz, şudur ki biz hala evrensel sevgiye doğru yönelmiyoruz. ve bu gerçek, çünkü karşılıklılık etiğinin öneminin doğal bir şey olmasına rağmen karşılıklılık etiğine aykırı durumların oluşmuş olması da doğal bir şey.
I mean, for example, none of us, probably, want to go to prison, but we all think that there are some people who should go to prison. Right? So, we think we should treat them differently than we would want to be treated. Now, we have a rationale for that. We say they did these bad things that make it just that they should go to prison.
Yani, örneğin, hiçbirimiz muhtemelen hapise girmek istemez, ama hepimiz düşünüyoruz ki bazı insanlar hapise girmeli. Değil mi? Böylece, kendimize davranıldığından daha farklı muhamele edilmesinin gerektiğini düşünüyoruz.. Şimdi, bunun için bir gerekçemiz var. Bu insanların kötü şeyler yaptığı için hapse gitmeleri gerektiğini söylüyoruz.
None of us really extends the golden rule in truly diffuse and universal fashion. We have the capacity to carve out exceptions, put people in a special category. And the problem is that -- although in the case of sending people to prison, you have this impartial judiciary determining who gets excluded from the golden rule -- that in everyday life, the way we all make these decisions about who we're not going to extend the golden rule to, is we use a much rougher and readier formula. Basically it's just like, if you're my enemy, if you're my rival -- if you're not my friend, if you're not in my family -- I'm much less inclined to apply the golden rule to you.
Hiçbirimiz karşılıklılık etiğini evrensel biçimde düzenli dağıtarak gerçekten genişleterek kullanmıyor. insanları özel kategorilere ayırarak, istisnalar oluşturma kapasitesine sahibiz. Ve problem şudur ki, insanları hapse gönderme durumuna rağmen günlük yaşantımızda kimin karşılıklılık etiğinden dışlanacağı kararını alırken daha sert ve hazır bir formul kulanıp belirleyerek onları tarafsız yargılama hakkına sahipsiniz, ve esas olarak bu kurallar eğer benim düşmanımsan, rakibimsen arkadaşım değilsen, ailemde değilsen şeklinde gibidir. Karşılıklılık etiğini uygulama konusunda sizi daha az yönlendirme eğilimindeyim.
We all do that, and you see it all over the world. You see it in the Middle East: people who, from Gaza, are firing missiles at Israel. They wouldn't want to have missiles fired at them, but they say, "Well, but the Israelis, or some of them have done things that put them in a special category." The Israelis would not want to have an economic blockade imposed on them, but they impose one on Gaza, and they say, "Well, the Palestinians, or some of them, have brought this on themselves."
Tüm dünya da görüyorsunuz hepimiz bunu yapma eğilimindeyiz. Orta Doğuda bunu görebilirsiniz. Gazzeliler İsraile roket atıyorlar. Kendileri de roket atmak istemezlerdi, "Ama Israilliler veya onların bazıları, onları bu kategorileri koycak şeyler yaptılar." diyor Gazzeliler. İsrailliler onların üzerine ekonomik abluka dayatmak istemezlerdi, ama Gazzeye bunu uyguladılar ve dediler ki, "Filistinliler veya onlardan birkaçı bunu kendilerine uygulamayı zorlattılar."
So, it's these exclusions to the golden rule that amount to a lot of the world's trouble. And it's natural to do that. So, the fact that the golden rule is in some sense built in to us is not, by itself, going to bring us universal love. It's not going to save the world.
Böylece, bu şekilde karşılıklılık etiğinin haricinde tutulanlar dünyada sorunları çoğuna neden oldu. Ve bunu yapmak doğal bir şey. Gerçek şu ki bizim içimizdeki karşılıklılık etiği, tek başına, bize evrensel sevgiyi getiremeyecektir. Dünyayı kurtaramayacaktır.
Now, there's one piece of good news I have that may save the world. Okay. Are you on the edges of your seats here? Good, because before I tell you about that good news, I'm going to have to take a little excursion through some academic terrain. So, I hope I've got your attention with this promise of good news that may save the world.
Şimdi, dünyayı kurtaracak iyi bi haber vereceğim. Burda oturduğun koltukların uç kısımlarında mısınız? Bu iyi, çünkü iyi haberi anlatmadan önce, akademik alanda sizi biraz gezintiye çıkarmak zorundayım. Umarım dünyayı kurtarabilecek bu iyi haber vaadiyle dikkatinizi çekebilmişimdir.
It's this non-zero-sumness stuff you just heard a little bit about. It's just a quick introduction to game theory. This won't hurt. Okay. It's about zero-sum and non-zero-sum games. If you ask what kind of a situation is conducive to people becoming friends and allies, the technical answer is a non-zero-sum situation. And if you ask what kind of situation is conducive to people defining people as enemies, it's a zero-sum situation.
Bu biraz hakkında duyduğunuz sıfır toplamsızlar hakkında. Oyun teorisine hızlı bir giriş İncitmiyecek sizi. Sıfır toplamlı ve sıfır toplamsız oyunlar hakkında İnsanlar arkadaş ve müttefiği olmayı olanak sağlayabilecek bir durumun ne olabileceğini sorarsanız, teknik cevap bir sıfırsız toplam durumudur. Ve insanlara düşman olmalarına neden olabilecek bir durum nedir diye sorarsanız, bu bir çeşit sıfır toplam durumudur.
So, what do those terms mean? Basically, a zero-sum game is the kind you're used to in sports, where there's a winner and a loser. So, their fortunes add up to zero. So, in tennis, every point is either good for you and bad for the other person, or good for them, bad for you. Either way, your fortunes add up to zero. That's a zero-sum game.
Peki, bu terimler neyi ifade etmektedirler. Basitçe, sıfır toplam oyunu, spor karşılaşmalarında da kullanıldığı gibi kazananın ve kaybedenin olduğu durumdur. Böylece toplam sanşlarını, varlıklarının sıfırdır. Örneğin teniste, her puan sizin için iyi diğer taraflar için kötüdür veya diğerleri için iyi, sizin için kötüdür. İki şekilde de, şanslarınızın toplamı sıfırdır. bu bir sıfır toplam oyunudur.
Now, if you're playing doubles, then the person on your side of the net is in a non-zero-sum relationship with you, because every point is either good for both of you -- positive, win-win -- or bad for both of you, it's lose-lose. That's a non-zero-sum game. And in real life, there are lots of non-zero-sum games. In the realm of economics, say, if you buy something: that means you'd rather have the merchandise than the money, but the merchant would rather have the money than the merchandise. You both feel you've won. In a war, two allies are playing a non-zero-sum game. It's going to either be win-win or lose-lose for them.
Ve iki misli oynuyorsanız, o zaman netin sizin tarafınızdaki kişisi sizinle sıfır toplamsız bir ilişkidedir, çünkü her puan ikiniz içinde iyidir, Olumlu olarak, kazanç kazanç, ya da ikiniz içinde kötüdür ve kaybetme kaybetme durumudur. Bu bir sıfırsız toplam oyunu. Ve gerçek hayatta, bir çok sıfırsız toplam oyunu vardır Örneğin ekonomi alanında, eğer bir şey alırsanız, bunun anlamı parayı ticaret eşyasına çevirmiş olursunuz, ama tüccar da para kazanmış olur böylece. İkiniz de iyi hissedersiniz. Savaşta, iki müttefik de sıfırsız toplam oyunu oynar. Kazanç-kazanç veya kaybetme-kaybetme olcaktır ikisi içinde.
So, there are lots of non-zero-sum games in real life. And you could basically reformulate what I said earlier, about how compassion is deployed and the golden rule is deployed, by just saying, well, compassion most naturally flows along non-zero-sum channels where people perceive themselves as being in a potentially win-win situation with some of their friends or allies. The deployment of the golden rule most naturally happens along these non-zero-sum channels. So, kind of webs of non-zero-sumness are where you would expect compassion and the golden rule to kind of work their magic. With zero-sum channels you would expect something else.
Böylece gerçek hayatta bi sürü sıfırsız toplam oyunları vardır. ve şimdi, önceden, merhametin ve karşılıklılık etiğinin mevzilendiği hakkında söylediğimi yeniden biçimlendirebilirsiniz, şöyle ki, insanların olanak dahilinde kendilerini arkadaş veya müttefikleriyle kazanç kazanç durumunda algıladıları merhamet, doğal olarak sıfırsız toplam kanallarıyla işliyor. Karşılıklılık etiğinin mevzilendirilmesi de, çoğunlukla doğal olarak bu sıfırsız toplam kanalarıyla işliyor. Böylece, sıfırsız toplam ağları merhamet ve karşılıklılık etiğinin sihirini umabileceğiniz durumlardır. Sıfır toplam kanallarıyla başka bir şeyler umarsınız.
Okay. So, now you're ready for the good news that I said might save the world. And now I can admit that it might not too, now that I've held your attention for three minutes of technical stuff. But it may. And the good news is that history has naturally expanded these webs of non-zero-sumness, these webs that can be these channels for compassion. You can go back all the way to the stone age: technological evolution -- roads, the wheel, writing, a lot of transportation and communication technologies -- has just inexorably made it so that more people can be in more non-zero-sum relationships with more and more people at greater and greater distances. That's the story of civilization. It's why social organization has grown from the hunter-gatherer village to the ancient state, the empire, and now here we are in a globalized world. And the story of globalization is largely a story of non-zero-sumness.
Şimdi , dünyayı kurtaracağını söylediğim haber için hazırsınız. Ve şimdi şunu kabul edebilirim ki, aynı zamanda öyle de olmayabilir, 3 dakikalığına sizi teknik şeylerle dikkattinizi aldım. Ama öyle olabilir. İyi haber şudur tarih, bu toplamsız sıfır ağlarını doğal olarak genişletti. Bu kanallar, merhabet için varolan kanallar olabilir. Taş devrine geri dönebilirsiniz, değiştirilemez bir şekilde yapılmış olan teknolojik devrimden, yollar, tekerlelek, yazı ve bi sürü ulaşım ve iletişim teknolojisi sayesinde Kişiler, daha uzak ve büyük uzaklıklarla ve daha fazla kişiyle olan sıfırsız toplam ilişkiler içinde olmaya başladı. Bu bir tür uygarlık hikayesi. Bu bir neden sosyal organizasyonların avcı toplayacı köylerden ilkçağ devletlerine, imparatorluklara kadar oluştuğuna dair ve şimdi küreselleşmiş dünya içinde oldumuza dair. Ve küreselleşmenin hikayesi büyük çoğunlukla sıfırsız toplamlar hikayesidir.
You've probably heard the term "interdependence" applied to the modern world. Well, that's just another term for non-zero-sum. If your fortunes are interdependent with somebody, then you live in a non-zero-sum relationship with them. And you see this all the time in the modern world. You saw it with the recent economic crash, where bad things happen in the economy -- bad for everybody, for much of the world. Good things happen, and it's good for much of the world.
Muhtemelen modern dünyaya uygulanmış 'dayanışma' terimini duymuşssunuzdur. Aslında, dayanışma sıfırsız toplamlar için başka bir terimdir. Eğer talihiniz şansınız başka biri ile karşılıklı bağlılık (dayanışma) içindeyse onlarla sıfırsız toplam ilişkisi içindesinizdir. Bunlar her zaman modern dünyada gördüklerinizdir. Bunu son ekonomideki de kötü şeyler olduğunda görebilirdiniz. herkes için dünyanın çoğu için kötüydü. Eğer dünyanın çoğu için iyi şeyler olursa, iyi şeyler olabilir
And, you know, I'm happy to say, I think there's really evidence that this non-zero-sum kind of connection can expand the moral compass. I mean, if you look at the American attitudes toward Japanese during World War II -- look at the depictions of Japanese in the American media as just about subhuman, and look at the fact that we dropped atomic bombs, really without giving it much of a thought -- and you compare that to the attitude now, I think part of that is due to a kind of economic interdependence.
Ve , şunu söylediğim için mutluyum, bu sıfırsız toplamların bağlantıları, ahlaksal sahayı genişletebileceğine dair destekleyici şeyler var. Yani, ikinci dünya savaşı sırasında Amerikanların Japonlara karşı tavırlarına bakarsanız, American medyasının insanlık düzeyinde olmayan Japon tasvirlemelerinde görebilirsiniz ve gerçeğe bakın ki fazla düşünmeden bombaları da atan bizdik. Ve şimdi tavırları karşılaştırdığınızda Bunun bir kısmının ekonomik dayanışmaya bağlı olduğunu düşünüyorum.
Any form of interdependence, or non-zero-sum relationship forces you to acknowledge the humanity of people. So, I think that's good. And the world is full of non-zero-sum dynamics. Environmental problems, in many ways, put us all in the same boat. And there are non-zero-sum relationships that maybe people aren't aware of.
Dayanışmanın sıfırsız toplam ilişkilerinin her türü, insanların insaniyetini onaylamaya zorluyor sizi. Bunun iyi bir şey olduğunu düşünüyorum. Ve dünya sıfırsız toplam dinamikleriyle dolu. Çevresel sorunlar, pek çok zaman, bizi aynı botun içine koyuyor. Ve insanların farkında olmadığı daha birçok sıfırsız toplam ilişkileri var.
For example, probably a lot of American Christians don't think of themselves as being in a non-zero-sum relationship with Muslims halfway around the world, but they really are, because if these Muslims become happier and happier with their place in the world and feel that they have a place in it, that's good for Americans, because there will be fewer terrorists to threaten American security. If they get less and less happy, that will be bad for Americans.
Örneğin muhtemelen bir çok Amerikan Hristiyan dünyadaki yarı yolda kendilerini müslümanlarla sıfırsız toplam ilişkisinde olmayı düşünemezler, ama gerçekte öyledirler çünkü eğer bu Müslümanlar dünyadaki kendi yerlerinde çok mutlu olurlarsa ve orda yerleri olduğunu düşünürlerse, Bu Amerikalılar için iyi bir şey olur çünkü daha az terörist Amerika güvenliğini tehdit eder. Eğer gittikçe mutsuz olurlarsa, bu Amerikanlar için kötü bir şey olucaktır.
So, there's plenty of non-zero-sumness. And so, the question is: If there's so much non-zero-sumness, why has the world not yet been suffused in love, peace, and understanding? The answer's complicated. It's the occasion for a whole other talk. Certainly, a couple of things are that, first of all, there are a lot of zero-sum situations in the world. And also, sometimes people don't recognize the non-zero-sum dynamics in the world. In both of these areas, I think politicians can play a role.
Böylece bir sürü sıfırsız toplamlar var. Ve mesele şudur ki: Bu kadar çok sıfırsız toplamlar olduğu halde neden dünya sevgi, barış ve anlayış ile kaplı değil. Bunun cevabı karışıktır. Başka bi konuşmanın konusu olabilir. ama tabiki bi kaç şey vardır, öncelikle, dünyada sıfır toplamlı bir çok durum vardır. Ve bilirsiniz, bazen insanlar dünyadaki sıfırsız toplam dinamiklerini kabul etmezler. Ve bence, bu iki alan içinde de Siyasetçiler bir rol oynayabilir.
This isn't only about religion. I think politicians can help foster non-zero-sum relationships, Economic engagement is generally better than blockades and so on, in this regard. And politicians can be aware, and should be aware that, when people around the world are looking at them, are looking at their nation and picking up their cues for whether they are in a zero-sum or a non-zero-sum relationship with a nation -- like, say, America, or any other nation -- human psychology is such that they use cues like: Do we feel we're being respected? Because, you know, historically, if you're not being respected, you're probably not going to wind up in a non-zero-sum, mutually profitable relationship with people. So, we need to be aware of what kind of signals we're sending out. And some of this, again, is in the realm of political work.
Bu sadece dinle ilgili bir durum değil. Bence politikacılar sıfırsız toplam ilişkilerini teşvik edilmesine yardımcı olabilirler, bilirsiniz, ekonomik sözleşmeler, ablukalardan genellikle daha iyidir, vs. Bence bu bakımdan ve dünyadaki insanlar politikacılara baktıklarında aslında onların uluslarına baktıklarının farkında olabilirler, olmalıdırlar da. ve Amerika ya da başka bir ulus gibi bir ulusla sıfır toplam veya sıfırsız toplam ilişkisi ile ilgili ipuçları toplayabilirler. insan psikolojisi şu şekilde ipuçlarını kullanabilir: Saygı duyulduğumuzu hissedebilir miyiz? Çünkü, tarihte, saygı duyulmadıysan karşılıklı olarak kazançlı bulunduğun insanlarla muhtemelen sıfırsız toplam içinde olamayacaksındır. Ne şekilde bir işaret gönderdiğimizin farkında olmalıyız. Ve tekrar, bunların bir kısmı, politik işler içindedir.
If there's one thing I can encourage everyone to do, politicians, religious leaders, and us, it would be what I call "expanding the moral imagination" -- that is to say, your ability to put yourself in the shoes of people in very different circumstances. This is not the same as compassion, but it's conducive to compassion. It opens the channels for compassion. And I'm afraid we have another good news/bad news story, which is that the moral imagination is part of human nature. That's good, but again we tend to deploy it selectively.
Eğer bunu yapmak için herkesi cesaretlendirebilecek tek bir şey varsa, politikacıları, dini liderleri ve bizi, Ahlaksal hayal gücünü geliştirmek diye adlandırdığım şey olabilir. Başka bir deyişle, sizin çok farklı durumlarda, kendinizi başkalarının yerine koyma yeteneğiniz ile ilgilidir. Bu merhametle aynı şey değil fakat, merhamete yardımcı olan bir şey. Merhamet için gerekli kanalları açar. Ve korkarım ki, burada yine bir iyi haber kötü haber hikayesi durumundayız ahlaksal hayal gücü insan doğasının bir parçası olması ile ilgili. Bu iyi ama yine bunu seçerek konuşlandırma eğilimindeyizdir.
Once we define somebody as an enemy, we have trouble putting ourselves in their shoes, just naturally. So, if you want to take a particularly hard case for an American: somebody in Iran who is burning an American flag, and you see them on TV. Well, the average American is going to resist the moral exercise of putting themselves in that person's head and is going to resist the idea that they have much in common with that person. And if you tell them, "Well, they think America disrespects them and even wants to dominate them, and they hate America. Has there ever been somebody who disrespected you so much that you kind of hated them briefly"? You know, they'll resist that comparison and that's natural, that's human.
Bi kere birini düşman olarak tanımladığımızda doğal olarak kendimizi onların yerine koymakta zorluk çekeriz. Örneğin zor bir durumu ele almak isterseniz, bir Amerikan ve Amerikan bayrağı yakan bir iranlı için diyelim ve onları tv de gördünüz. Ortalama bir Amerikan kendini onları yerine koyma ahlaksal alıştırmasına karşı koyacaktır ve onlarla birçok ortak yönü olduğu fikrine de karşı koyacaktır. Ve eğer İranlılara anlatırsanız, İranlılar Amerikanın kendilerin saygısız olduğunu ve hatta onlara hakim olmak istediğini düşünücekler ve Amerikadan nefret ediceklerdir. Size saygı göstermeyen birinden nefret ettiğiniz oldu mu? Onlar bu karşılaştırmaya da dayanamayacaklar ve bu doğal insansı bir şey.
And, similarly, the person in Iran: when you try to humanize somebody in America who said that Islam is evil, they'll have trouble with that. So, it's a very difficult thing to get people to expand the moral imagination to a place it doesn't naturally go. I think it's worth the trouble because, again, it just helps us to understand. If you want to reduce the number of people who are burning flags, it helps to understand what makes them do it. And I think it's good moral exercise.
Ve aynı şekilde İrandaki bir insana karşı İslam kötüdür diyen Amerikadaki birini insanileştirmeye çalışırsanız sorun yaşayacaksınızdır. Bu insanları ahlaksal hayal etmeleri artırmak için bir yerlere getirmek zor bir şeydir, doğal olarak ilerlemez. Bence bu soruna değerdir, çünkü tekrar, bu bizim anlamamıza yardımcı olur, eğer bayrakları yakan insan sayısını düşürmek istersek, bu, onların neyi bunu yapmaya zorladığını anlamaya yardımcı olur. Ve bence bu ahlaksal egzersiz için iyi bir şeydir.
I would say here is where religious leaders come in, because religious leaders are good at reframing issues for people, at harnessing the emotional centers of the brain to get people to alter their awareness and reframe the way they think. I mean, religious leaders are kind of in the inspiration business. It's their great calling right now, to get people all around the world better at expanding their moral imaginations, appreciating that in so many ways they're in the same boat.
Burada tekrar söylüyorum, din liderlerinin bu işin içinde bulunmasını, çünkü dini liderler bu sorunları daha farklı bir şekilde anlatabilirler, biliyorsunuz. beynin duygu merkezlerini kullanarak insanlarını farkındalığını değiştirmek and düşündükleri şekilleri yeniden ifade etmek. Yani dini liderler, esinlenme vazifesi içindeler. Din adamlarının, Tüm dünyadaki insanları ahlaksal hayal güçlerini arttırması konusunda, onların aynı botun içinde olduğunu farklı şekillerde anlatıp, daha iyi bir yere getirmek için şu anda çağrı yapmaları çok mükemmel bir şey.
I would just sum up the way things look, at least from this secular perspective, as far as compassion and the golden rule go, by saying that it's good news that compassion and the golden rule are in some sense built into human nature. It's unfortunate that they tend to be selectively deployed. And it's going to take real work to change that. But, nobody ever said that doing God's work was going to be easy. Thanks. (Applause)
Merhametin ve karşılıklılık etiğinin bir şekilde insan doğası içinde kurulu olduğunun iyi bir haber olduğunu söyleyerek, merhametin ve karşılıklılık etiğinin olabildiğince gidebileceğini, en azında bir seküler bir bakış açısından toparlamak istedim. Ne yazık ki, bir şekilde seçilerek yayılmış durumdalar. Ve bunu değiştirmek samimi işler gerektirecek. Ama hiç kimse Tanrının işini yapmanın kolay bir şey olacağanı söylemedi. Teşekkürler. (Alkışlamalar)