Chris Anderson: So Robert spent the last few years think about how weird human behavior is, and how inadequate most of our language trying to explain it is. And it's very exciting to hear him explain some of the thinking behind it in public for the first time. Over to you now, Robert Sapolsky.
Chris Anderson: Robert son birkaç yıl boyunca, insan davranışının ne kadar tuhaf ve dilimizin bunu açıklamada ne kadar yetersiz olduğunu anlamaya çalıştı. Topluluk önünde ilk defa çalışmalarının bir kısmını anlatacak olması gerçekten çok heyecan verici. Söz sende, Robert Sapolsky.
(Applause)
(Alkış)
Robert Sapolsky: Thank you. The fantasy always runs something like this. I've overpowered his elite guard, burst into his secret bunker with my machine gun ready. He lunges for his Luger. I knock it out of his hand. He lunges for his cyanide pill. I knock that out of his hand. He snarls, comes at me with otherworldly strength. We grapple, we fight, I manage to pin him down and put on handcuffs. "Adolf Hitler," I say, "I arrest you for crimes against humanity."
Teşekkür ederim. Fantezim her zaman şöyle olmuştur: Seçkin korumasını altüst ediyorum, gizli sığınağına doğru dalıyorum, elimde makineli tüfeğim hazır. Luger silahına doğru hamle yapıyor. Vurup elinden alıyorum. Siyanür hapa doğru hamle yapıyor. Vurup onu da elinden alıyorum. Adeta kükrüyor, dünya dışı bir güçle üzerime yürüyor. Boğuşuyoruz, kavga ediyoruz, onu yere sermeyi başarıyorum ve ellerini kelepçeliyorum. ''Adolf Hitler'' diyorum, ''İnsanlık dışı suçlarından ötürü seni tutukluyorum.''
Here's where the Medal of Honor version of the fantasy ends and the imagery darkens. What would I do if I had Hitler? It's not hard to imagine once I allow myself. Sever his spine at the neck. Take out his eyes with a blunt instrument. Puncture his eardrums. Cut out his tongue. Leave him alive on a respirator, tube-fed, not able to speak or move or see or hear, just to feel, and then inject him with something cancerous that's going to fester and pustulate until every cell in his body is screaming in agony, until every second feels like an eternity in hell. That's what I would do to Hitler.
İşte burada fantezinin Onur Madalyası versiyonu sona eriyor ve hayaller karanlığa bürünüyor. Hitler'i ele geçirsem ne yapardım? Kendime izin verdiğimde bunu hayal etmek hiç de zor değil. Omurgasını boynundan kırardım. Kör bir aletle gözlerini çıkarırdım. Kulak zarlarını patlatır, dilini keserdim. Solunum cihazına bağlı, tüple beslenir, konuşamaz, göremez, duyamaz hâlde ve sadece hissedebilirken, ona kanser gibi birşey enjekte eder, vücudundaki her hücre acı içinde çığlık atana ve her saniye cehennemde sonsuzluk hissi yaratana kadar ilacın onu çürütüp mahvedişini izlerdim. İşte Hitler'e bunu yapardım.
I've had this fantasy since I was a kid, still do sometimes, and when I do, my heart speeds up -- all these plans for the most evil, wicked soul in history. But there's a problem, which is I don't actually believe in souls or evil, and I think wicked belongs in a musical. But there's some people I would like to see killed, but I'm against the death penalty. But I like schlocky violent movies, but I'm for strict gun control. But then there was a time I was at a laser tag place, and I had such a good time hiding in a corner shooting at people. In other words, I'm your basic confused human when it comes to violence.
Çocukluğumdan beri var bu fantezim, hâlâ bazen düşünürüm ve kalbim hızla çarpmaya başlar - tarihteki en şeytani ve aşağılık ruh için tüm bu planlar. Ancak bir sorun var, ne ruhlara ne de şeytana inanıyorum, kötülük bir müzikalin parçası bana göre. Yine de öldürüldüğünü görmek istediğim insanlar var, ama idam cezasına karşıyım. Ucuz şiddet filmlerini seviyorum, ama sıkı silah kontrolünden yanayım. Bir kez lazerli silah oyununa katılmıştım ve bir köşede saklanıp insanlara ateş etmekten çok keyif aldım. Başka bir deyişle, konu şiddet olunca, kafası karışık basit bir insanım.
Now, as a species, we obviously have problems with violence. We use shower heads to deliver poison gas, letters with anthrax, airplanes as weapons, mass rape as a military strategy. We're a miserably violent species. But there's a complication, which is we don't hate violence, we hate the wrong kind. And when it's the right kind, we cheer it on, we hand out medals, we vote for, we mate with our champions of it. When it's the right kind of violence, we love it. And there's another complication, which is, in addition to us being this miserably violent species, we're also this extraordinarily altruistic, compassionate one.
Şu an, bir ırk olarak, şiddetle ilgili sorunlarımız olduğu çok açık. Zehirli gaz salması için duş başlıklarını kullanıyoruz, mektupların içine şarbon, silah olarak uçaklar, askeri strateji olarak toplu tecavüz. Acınacak hâlde şiddet yanlısı bir ırkız. Yalnız bir karmaşa var, şiddetten nefret etmiyoruz, onun yanlış türünden nefret ediyoruz. Doğru türü olduğu zaman, kutluyoruz, madalya takıyoruz, oy veriyoruz, bunun şampiyonlarıyla beraber oluyoruz. Doğru türde şiddet olduğu zaman çok seviyoruz. Başka bir karmaşa daha var: Acınası şiddet yanlısı bir tür olmamızın yanı sıra inanılmaz fedakâr ve anlayışlı bir türüz.
So how do you make sense of the biology of our best behaviors, our worst ones and all of those ambiguously in between?
En iyi ve en kötü davranışlarımızın ve arada kalan tüm o belirsiz kısmın biyolojisini nasıl anlayabiliriz?
Now, for starters, what's totally boring is understanding the motoric aspects of the behavior. Your brain tells your spine, tells your muscles to do something or other, and hooray, you've behaved. What's hard is understanding the meaning of the behavior, because in some settings, pulling a trigger is an appalling act; in others, it's heroically self-sacrificial. In some settings, putting your hand one someone else's is deeply compassionate. In others, it's a deep betrayal. The challenge is to understand the biology of the context of our behaviors, and that's real tough.
Öncelikle, davranışın motorsal yanlarını anlamak tamamen sıkıcıdır. Beyniniz omuriliğinize, o da kaslarınıza bir şey yapmanızı söyler ve yaşasın, eylem gerçekleşir. Zor olan, davranışın manasını anlamaya çalışmaktır, çünkü bazı koşullarda tetiği çekmek dehşet verici iken, bazı durumlarda kahramanlık ve fedakârlıktır. Bazı durumlarda birinin elini tutmak şefkatli bir davranışken, bazı durumlarda tam bir ihanettir. Asıl zor olan, davranışlarımızın konusuna ait biyolojiyi anlamaktır ve gerçekten güçtür bunu yapmak.
One thing that's clear, though, is you're not going to get anywhere if you think there's going to be the brain region or the hormone or the gene or the childhood experience or the evolutionary mechanism that explains everything. Instead, every bit of behavior has multiple levels of causality.
Bildiğim şu ki, bunu açıklamak için beynin bir bölümü veya bir hormon veya bir gen veya bir çocukluk anısı veya evrimsel süreç olduğuna inanarak hiçbir yere varamazsınız. Tam tersine, her bir davranışın birden fazla nedensellik katmanı vardır.
Let's look at an example. You have a gun. There's a crisis going on: rioting, violence, people running around. A stranger is running at you in an agitated state -- you can't quite tell if the expression is frightened, threatening, angry -- holding something that kind of looks like a handgun. You're not sure. The stranger comes running at you and you pull the trigger. And it turns out that thing in this person's hand was a cell phone.
Bir örnekten yola çıkalım. Silahınız var. Bir arbede yaşanıyor: Ayaklanma, şiddet, koşturan insanlar. Bir yabancı telaşlı bir şekilde size doğru koşuyor, ifadesinden korkmuş mu, saldırgan mı, yoksa kızgın mı anlayamıyorsunuz; silaha benzeyen bir şey tuttuğunu görüyorsunuz. Emin değilsiniz. Yabancı size doğru koşuyor ve siz tetiği çekiyorsunuz. Görünen o ki elinde tuttuğu şey cep telefonuymuş.
So we asked this biological question: what was going on that caused this behavior? What caused this behavior? And this is a multitude of questions.
Şu biyolojik soruyu sorduk: Bu davranışa sebep olan olaylar nelerdi? Bu davranışa ne sebep oldu? Bu bir soru yığını.
We start. What was going on in your brain one second before you pulled that trigger? And this brings us into the realm of a brain region called the amygdala. The amygdala, which is central to violence, central to fear, initiates volleys of cascades that produce pulling of a trigger. What was the level of activity in your amygdala one second before?
Başlıyoruz. Tetiği çekmeden bir saniye önce beyninde ne olup bitiyordu? Bu da bizi amigdala dediğimiz beynin bir bölümüne getiriyor. Şiddetin, korkunun merkezi olan amigdala çağlayan gibi bir salınım yapar ve tetiği çektirir. Bir saniye önce amigdalanızda olan aktivitenin düzeyi neydi?
But to understand that, we have to step back a little bit. What was going on in the environment seconds to minutes before that impacted the amygdala? Now, obviously, the sights, the sounds of the rioting, that was pertinent. But in addition, you're more likely to mistake a cell phone for a handgun if that stranger was male and large and of a different race. Furthermore, if you're in pain, if you're hungry, if you're exhausted, your frontal cortex is not going to work as well, part of the brain whose job it is to get to the amygdala in time saying, "Are you really sure that's a gun there?"
Ancak bunu anlayabilmek için, bir adım geri gitmemiz lazım. Saniyeler, dakikalar önce çevrenizde amigdalanızı etkileyecek neler yaşanıyordu? Belli ki o görüntü, ayaklanmanın sesleri geçerli unsurlardı. Ancak buna ek olarak, Bir cep telefonunu silahla karıştırma olasılığınız yabancı erkek, iri ve değişik bir ırktan olduğu zaman çok daha fazla. Dahası, acı çekiyorsanız, açsanız veya çok yorgunsanız, ön korteksiniz de çalışmayacak, bu kısmın görevi amigdalayı zamanında uyarmak ve ''onun bir silah olduğuna emin misin?'' dedirtmek.
But we need to step further back. Now we have to look at hours to days before, and with this, we have entered the realm of hormones. For example, testosterone, where regardless of your sex, if you have elevated testosterone levels in your blood, you're more likely to think a face with a neutral expression is instead looking threatening. Elevated testosterone levels, elevated levels of stress hormones, and your amygdala is going to be more active and your frontal cortex will be more sluggish.
Daha da geri gitmemiz gerekiyor. Şimdi saatler, günler öncesine bakalım: Hormonların tahtına giriş yaptık. Örneğin, testesteron, cinsiyetiniz ne olursa olsun, kanınızdaki testesteron seviyesini yükselttiyseniz, ifadesiz bir yüzü tehditkâr bir yüz olarak düşünmeniz çok daha olası. Yükselen testesteron seviyeleri, yükselen stres hormonları seviyeleri ve amigdalanız çok daha aktif, ön korteksiniz çok daha uyuşmış olacaktır.
Pushing back further, weeks to months before, where's the relevance there? This is the realm of neural plasticity, the fact that your brain can change in response to experience, and if your previous months have been filled with stress and trauma, your amygdala will have enlarged. The neurons will have become more excitable, your frontal cortex would have atrophied, all relevant to what happens in that one second.
Daha da geriye gidelim, haftalar, aylar öncesine; bunun ne alakası var? İşte bu nöro plastisite, beyninizin tecrübeye yanıt olarak değişebileceği gerçeği. Önceki aylar süresince stres ve travma yaşadıysanız, amigdalanız genişlemiştir. Nöronlar daha duyarlı hâle gelmiş, ön korteksiniz körelmiştir; hepsi o bir saniyede olanlarla alakalı.
But we push back even more, back years, back, for example, to your adolescence. Now, the central fact of the adolescent brain is all of it is going full blast except the frontal cortex, which is still half-baked. It doesn't fully mature until you're around 25. And thus, adolescence and early adulthood are the years where environment and experience sculpt your frontal cortex into the version you're going to have as an adult in that critical moment.
Daha da geriye, yıllar öncesine gideceğiz, ergenlik döneminize mesela. Ergenlik çağındaki beyninizle ilgili temel gerçek, her şeyin son hızda çalıştığıdır, tam gelişmemiş olan ön korteks hariç. 25 yaş dolaylarına kadar tamemen olgunlaşmıyor. Bu yüzden de ergenlik ve yetişkinliğin ilk dönemi, çevre ve tecrübe ön korteksi etkileyerek yetişkin olunca böyle kritik bir durumda sahip olacağınız versiyonu oluşturuyor.
But pushing back even further, even further back to childhood and fetal life and all the different versions that that could come in. Now, obviously, that's the time that your brain is being constructed, and that's important, but in addition, experience during those times produce what are called epigenetic changes, permanent, in some cases, permanently activating certain genes, turning off others. And as an example of this, if as a fetus you were exposed to a lot of stress hormones through your mother, epigenetics is going to produce your amygdala in adulthood as a more excitable form, and you're going to have elevated stress hormone levels.
Daha da geriye gideceğiz, çocukluğunuza ve cenin hâlinize ve daha farklı versiyonlar olacak. Gayet açık ki bu dönemde beyniniz gelişmekte ve bu önemli, ama bununla birlikte o dönemde edindiğiniz tecrübeler epigenetik değişiklik dediğimiz durumları meydana getirir. Bazı durumlarda kalıcıdır. Kalıcı olarak bazı genleri aktive ederken, bazılarını kapatır. Buna bir örnek olarak, fetüs iken annenizin stres hormonlarına çok fazla maruz kaldıysanız, epigenetik, yetişkinliğinizde amigdalanızı çok daha duyarlı bir hâle getirecektir ve stres hormon seviyeleriniz yüksek seyredecek.
But pushing even further back, back to when you were just a fetus, back to when all you were was a collection of genes. Now, genes are really important to all of this, but critically, genes don't determine anything, because genes work differently in different environments. Key example here: there's a variant of a gene called MAO-A, and if you have that variant, you are far more likely to commit antisocial violence if, and only if, you were abused as a child. Genes and environment interact, and what's happening in that one second before you pull that trigger reflects your lifetime of those gene-environment interactions.
Daha da geriye gidelim, yalnızca bir fetüs olduğunuz, sadece bir gen yığını olduğunuz zamana. Genler bu konu için gerçekten önemli, ama kritik olarak genler hiçbir şeye karar vermiyor, çünkü genler farklı ortamlarda farklı işliyorlar. Buna kilit bir örnek: MAO-A denilen bir gen varyasyonu var; bu varyasyona sahipseniz, antisosyal şiddet sergilemeniz, sadece ama sadece çocukken tacize uğradıysanız çok daha olası. Genler ve çevre etkileşim içindedir ve tetiği çekmeden önceki o bir saniyede olanlar sizin hayat boyu gen-çevre etkileşimlerinizi yansıtır.
Now, remarkably enough, we've got to push even further back now, back centuries. What were your ancestors up to. And if, for example, they were nomadic pastoralists, they were pastoralists, people living in deserts or grasslands with their herds of camels, cows, goats, odds are they would have invented what's called a culture of honor filled with warrior classes, retributive violence, clan vendettas, and amazingly, centuries later, that would still be influencing the values with which you were raised.
Şimdi, inanılmaz bir şekilde, daha da geriye gitmemiz lazım, yüzyıllar öncesine. Atalarımızın yaptıklarına. Örneğin onlar göçebe çobanlardı, çobandılar, çöllerde veya çayırlarda deve, inek, keçi sürüleriyle yaşarlardı; onur kültürünü onların yaratmış olması çok muhtemel, savaşçı sınıflarıyla, kinci şiddet, kan davaları ile birlikte. İnanılmaz bir şekilde, asırlar sonra, bu, hâlâ birlikte yetiştirildiğiniz değerleri etkileyecektir.
But we've got to push even further back, back millions of years, because if we're talking about genes, implicitly we're now talking about the evolution of genes. And what you see is, for example, patterns across different primate species. Some of them have evolved for extremely low levels of aggression, others have evolved in the opposite direction, and floating there in between by every measure are humans, once again this confused, barely defined species that has all these potentials to go one way or the other.
Daha da geriye gitmemiz gerekiyor, milyonlarca yıl öncesine, çünkü eğer genleri tartışıyorsak, dolaylı yoldan genlerin evrimini tartışıyoruz demektir. Gördüğünüz şey, örneğin, farklı primat türlerinin modelleri. Bazıları inanılmaz düşük seviyede saldırganlığa doğru, bazıları ise tam tersi yolda evrildi ve her açıdan ortada insanlar oldu; bu kafası karışık, çok az açıklanabilmiş tür, bu iki yoldan birine gitmek için her tür potansiyele sahipler.
So what has this gotten us to? Basically, what we're seeing here is, if you want to understand a behavior, whether it's an appalling one, a wondrous one, or confusedly in between, if you want to understand that, you've got take into account what happened a second before to a million years before, everything in between.
Peki bu bizi nereye getirdi? Temelde burada gördüğümüz şey, bir davranışı anlamak istiyorsanız, ister dehşet verici, ister harika bir davranış veya arada karmaşık olsun, bunu anlamak istiyorsanız, bir saniye önce ne olduğundan milyonlarca yıl öncesine kadar ve arada olan her şeyi hesaba katmanız gerekir.
So what can we conclude at this point? Officially, it's complicated. Wow, that's really helpful. It's complicated, and you'd better be real careful, real cautious before you conclude you know what causes a behavior, especially if it's a behavior you're judging harshly.
Bu noktada nasıl bir çıkarım yapabiliriz? Resmi olarak bu, karışık bir konu. Vay be, gerçekten yardımı oldu. Bu karışık bir konu ve bir davranışa neyin sebep olduğu sonucuna varmadan önce çok dikkatli, çok tedbirli olmanız lazım; özellikle sert biçimde yargıladığınız bir davranış ise.
Now, to me, the single most important point about all of this is one having to do with change. Every bit of biology I have mentioned here can change in different circumstances. For example, ecosystems change. Thousands of years ago, the Sahara was a lush grassland. Cultures change. In the 17th century, the most terrifying people in Europe were the Swedes, rampaging all over the place. This is what the Swedish military does now. They haven't had a war in 200 years. Most importantly, brains change. Neurons grow new processes. Circuits disconnect. Everything in the brain changes, and out of this come extraordinary examples of human change.
Bana göre, tüm bunların tek önemli noktası değişimle alakalı. Burada bahsettiğim her biyolojik husus farklı koşullarda değişebilir. Ekosistemlerin değişmesi gibi. Binlerce yıl önce Sahara yemyeşil bir çayırdı. Kültürler değişir. 17. yüzyılda Avrupa'da en korkulan halk İsveçlilerdi, her yere saldırırlardı. Şu an İsveç askerinin yaptığı şey de bu. 200 yıl boyunca hiç savaşmadılar. Daha da önemlisi, beyinler değişir. Nöronlar yeni süreçler üretir. Devrelerin bağlantısı kopar. Beyindeki her şey değişir ve bu olağanüstü örneklerden insan değişimi ortaya çıkar.
First one: this is a man named John Newton, a British theologian who played a central role in the abolition of slavery from the British Empire in the early 1800s. And amazingly, this man spent decades as a younger man as the captain of a slave ship, and then as an investor in slavery, growing rich from this. And then something changed. Something changed in him, something that Newton himself celebrated in the thing that he's most famous for, a hymn that he wrote: "Amazing Grace."
İlk olarak: Bu John Newton isminde bir adam, İngiliz din bilimci, 1800'lerin başında İngiliz İmparatorluğu'ndan köleliği kaldırmada büyük rol oynadı. İnanılmaz bir şekilde, bu adam gençliğinde bir köle gemisinin kaptanı olarak onlarca yıl geçirmişti, sonrasında kölelikte yatırımcı olarak zengin olmuştu. Sonra bir şey değişti. Onda bir şey değişti, öyle bir şey ki kendisi bile çok ünlü olduğu şeyde bunu kutladı, yazdığı bir ilahi: ''Amazing Grace" (Şaşırtıcı Merhamet)
This is a man named Zenji Abe on the morning of December 6, 1941, about to lead a squadron of Japanese bombers to attack Pearl Harbor. And this is the same man 50 years later to the day hugging a man who survived the attack on the ground. And as an old man, Zenji Abe came to a collection of Pearl Harbor survivors at a ceremony there and in halting English apologized for what he had done as a young man.
6 Aralık 1941 sabahında Zenji Abe adında bir adam, Pearl Harbor'a saldıracak Japon bombacı birliği yönetmek üzere. Aynı adam 50 yıl sonra o saldırıda hayatta kalan bir adama sarılıyor. Yaşça olgun biri olarak, Zenji Abe, Pearl Harbor'da sağ kalan bir grup insanla bir törene katıldı ve gençken yaptığı şey için kırık İngilizce'siyle özür diledi.
Now, it doesn't always require decades. Sometimes, extraordinary change could happen in just hours. Consider the World War I Christmas truce of 1914. The powers that be had negotiated a brief truce so that soldiers could go out, collect bodies from no-man's-land in between the trench lines. And soon British and German soldiers were doing that, and then helping each other carry bodies, and then helping each other dig graves in the frozen ground, and then praying together, and then having Christmas together and exchanging gifts, and by the next day, they were playing soccer together and exchanging addresses so they could meet after the war. That truce kept going until the officers had to arrive and said, "We will shoot you unless you go back to trying to kill each other." And all it took here was hours for these men to develop a completely new category of "us," all of us in the trenches here on both sides, dying for no damn reason, and who is a "them," those faceless powers behind the lines who were using them as pawns.
Her zaman on yıllar geçmesi gerekmiyor. Bazen olağanüstü değişiklik saatler içinde olabiliyor. 1914 Birinci Dünya Savaşı Noel Ateşkesini düşünün. Taraflar kısa bir ateşkes anlaşması yapmışlardı, böylelikle askerler dışarı çıkıp siper alanları arasındaki sahipsiz bölgeden şehitleri toplayabilecekti. Sonra İngiliz ve Alman askerleri de aynısını yapmaya başladı, sonra onları taşımada birbirlerine yardım ettiler, donmuş toprakta mezar kazarken birbirlerine yardım ettiler, birlikte dua ettiler, hediye alışverişiyle birlikte Noel geçirdiler, ertesi gün birlikte futbol oynuyorlardı, savaş sonrası görüşmek için birbirlerinin adreslerini alıyorlardı. Bu ateşkes yetkililerin gelip ''Birbirinizi vurmazsanız, biz sizi vururuz.'' demesine kadar devam etti. Ve saatler içinde bu insanlar tamamen yeni bir ''biz'' sınıflandırması geliştirmeyi başardı, siper alanındaki her birimiz iki tarafta da sebepsiz yere ölürken, ''onlar'' dediğimiz grup sınırların ardında yüzleri olmayan güçler, onları piyon olarak kullanıyordu.
And sometimes, change can occur in seconds. Probably the most horrifying event in the Vietnam War was the My Lai Massacre. A brigade of American soldiers went into an undefended village full of civilians and killed between 350 and 500 of them, mass-raped women and children, mutilated bodies. It was appalling. It was appalling because it occurred, because the government denied it, because the US government eventually did nothing more than a slap on the wrist, and appalling because it almost certainly was not a singular event. This man, Hugh Thompson, this is the man who stopped the My Lai Massacre. He was piloting a helicopter gunship, landed there, got out and saw American soldiers shooting babies, shooting old women, figured out what was going on, and he then took his helicopter and did something that undid his lifetime of conditioning as to who is an "us" and who is a "them." He landed his helicopter in between some surviving villagers and American soldiers and he trained his machine guns on his fellow Americans, and said, "If you don't stop the killing, I will mow you down."
Bazen değişim saniyeler içinde olur. Vietnam Savaşı'ndaki en korkunç olay muhtemelen My Lai Katliamı'ydı. Bir Amerikan asker tugayı sivillerle dolu korumasız bir kasabaya girdi ve 350-500 kişiyi öldürdü, kadın ve çocuklara toplu tecavüz edildi, cesetler parçalandı. Dehşet vericiydi. Dehşet vericiydi, çünkü bu yaşandı, çünkü hükûmet bunu inkâr etti, çünkü ABD hükümeti çok hafif bir ceza dışında hiçbir şey yapmadı, dehşet vericiydi, çünkü neredeyse tamamen tekil bir olay değildi. Hugh Tompson, bu adam My Lai katliamını durduran kişi. Bir savaş helikopteri kullanıyordu, oraya iniş yaptı, dışarı çıktı ve Amerikan askerlerinin bebekleri, yaşlı kadınları vurduğunu gördü, neler olduğunu anladı, sonra helikopterine atladı ve hayatı boyunca şartlandığı şeye karşı bir şey yaptı, ''biz'' ve ''onlar'' arasındaki ayırıma. Helikopteriyle hayatta kalan insanlar ve Amerikan askerleri arasına iniş yaptı ve makineli tüfeğini Amerikalı arkadaşlarına doğrulttu, ''Öldürmeye son vermezseniz, sizi yere sereceğim.'' dedi.
Now, these people are no more special than any of us. Same neurons, same neurochemicals, same biology. What we're left with here is this inevitable cliche: "Those who don't study history are destined to repeat it." What we have here is the opposite of it. Those who don't study the history of extraordinary human change, those who don't study the biology of what can transform us from our worst to our best behaviors, those who don't do this are destined not to be able to repeat these incandescent, magnificent moments.
Bu insanlar bizden daha özel değiller. Aynı nöronlar, aynı nörokimyasallar, aynı biyoloji. Bize bırakılan şey kaçınılmaz bir klişe: ''Tarihi okumayanlar onu tekrarlamaya mahkûmdurlar.'' Sahip olduğumuz şey bunun tam tersi. İnsan değişiminin olağanüstü tarihini okumayanlar, en kötüden en iyi davranışımıza kadar bizi neyin değiştirdiğinin biyolojisini okumayanlar, bunları yapmayanlar, o göz kamaştırıcı muhteşem anları tekrarlayamamaya mahkûmdurlar.
So thank you.
Teşekkür ederim.
(Applause)
(Alkış)
CA: Talks that really give you a new mental model about something, those are some of my favorite TED Talks, and we just got one. Robert, thank you so much for that. Good luck with the book. That was amazing, and we're going to try and get you to come here in person one year. Thank you so much.
CA: Size bir konu hakkında yeni bir bakış açısı kazandıran konuşmalar, bunlar benim en sevdiğim TED konuşmaları ve tam da bir tane dinledik. Robert, bunun için çok teşekkür ederim. Kitabında başarılar. Bu harikaydı. Bir gün seni buraya bizzat getirmenin yolunu bulacağız. Çok teşekkür ederim.
RS: Thank you. Thank you all.
RS: Ben teşekkür ederim. Herkese teşekkürler.