The north coast of California has rainforests -- temperate rainforests -- where it can rain more than 100 inches a year. This is the realm of the Coast Redwood tree. Its species name is Sequoia sempervirens. Sequoia sempervirens is the tallest living organism on Earth. The range of the species goes up to as much as 380 feet tall. That's 38 stories tall. These are trees that would stand out in midtown Manhattan. Nobody knows how old the oldest living Coast Redwoods are because nobody has ever drilled into any of them to count their annual growth rings, and, in any case, the centers of the oldest individuals appear to be hollow. But it's believed that the oldest living Redwoods are perhaps 2,500 years old -- roughly the age of the Parthenon -- although it's also suspected that there may be individual trees that are older than that.
Kaliforniya'nın kuzey kıyıları yağmur ormanlarıyla kaplı. Bu ormanlar, yılda 2.5 metreden daha fazla yağış alan ılıman kuşakta yer alıyor. Burası, Sahil Sekoya ağacının diyarıdır. Latinca tür ismi, Sequoia sempervirens'tir. Sequoia sempervirens, Dünya üzerinde yaşayan en uzun canlı organizmadır. Bu türün, 116 metre yüksekliğe ulaşan bireyleri vardır. Neredeyse 38 katlı bir bina yüksekliğinde. Bunlar, Manhattan şehir merkezinde bile göze çarpabilecek ağaçlardır. Yaşayan en yaşlı Sahil Sekoyasının yaşını kimse bilmiyor çünkü bugüne kadar kimse ağaçların içini delip yıllık büyüme halkalarını saymadı. Ancak her halükarda, en yaşlı bireylerin ortaları boş görünüyor. Ancak yaşayan en yaşlı Sekoyanın 2500 yaşında olduğu düşünülüyor; neredeyse Partenon Tapınağı kadar eski. Fakat ondan daha yaşlı ağaçların olduğu da düşünülüyor.
You can see the range of the Coast Redwoods. It's here, in red. The largest individuals of this species, the dreadnoughts of their kind, live just on the north coast of California, where the rain is really intense. In recent historic times, about 96 percent of the Coast Redwood forest was cut down, especially in a series of bursts of intense liquidation logging, clear-cutting that took place in the 1970s through the early 1990s. Even so, about four percent of the primeval Redwood rainforest remains intact, wild and now protected -- entirely protected -- in a chain of small parks strung out like pearls along the north coast of California, including Redwood National Park. But curiously, Redwood rainforests, the fragments that we have left, to this day remain under-explored. Redwood rainforest is incredibly difficult to move through, and even today, individual trees are being discovered that have never been seen before, including, in the summer of 2006, Hyperion, the world's tallest tree.
Sahil Sekoyalarının dağılımını, kırmızıyla işaretli yerde görebilirsiniz. Bu türlerin en iri bireyleri, yani türün en dayanıklıları, Kaliforniya'nın kuzey sahillerinde bulunur. Yağmurun en yoğun olduğu bölgede... Yakın geçmişte, Sahil Sekoyalarının yaklaşık yüzde 96'sı, yoğun tomrukçuluk faaliyetleri nedeniyle kesildi; özellikle de 1970'lerden 1990'ların başına kadar olan tıraşlama sürecinde... Yine de, kadim Sekoya yağmur ormanlarının yüzde 4'ü hala el değmemiş halde duruyor. Yabani ve tamamı koruma altında olan, inci gibi sıralanmış küçük park dizileri şeklinde, Redwood Ulusal Parkı'nı da içine alarak, Kaliforniya'nın kuzey sahillerinde uzanıyor. Ama ilginç bir şekilde, parça parça kalan Sekoya yağmur ormanları, bugüne kadar hala yeterince keşfedilemedi. Sekoya yağmur ormanlarında ilerlemek oldukça güçtür ve bugün bile, daha önce hiç görülmemiş yeni yeni bireyler keşfediliyor. Bunlar arasında, 2006 yazında farkedilen, dünyanın en uzun ağacı Hyperion da var.
I'm going to do a little Gedanken experiment. I'm going to ask you to imagine what a Redwood really is as a living organism. And, Chris, if I could have you up here? I have a tape measure. It's a kind loaner from TED. And Chris, if you could take the end of that tape measure? We're going to show you what the diameter at breast height of a big Redwood is. Unfortunately, this tape isn't long enough -- it's only a 25-foot tape. Chris, could you extend your arm out that way? There we go. OK. And maybe about here, about 30 feet, is the diameter of a big Redwood. Now, let your imagination go upward into space. Think about this tree, rising upward into Redwood space, 325 feet, 32 stories, an individual living organism articulating its forms upward into space over long periods of time.
Şimdi ufak bir Gedanken deneyi yapacağım. Sekoyayı, yaşayan canlı bir organizma olarak nasıl hayat ettiğinizi öğrenmek istiyorum. Chris, yardım eder misin? Mezurayla bir ölçüm yapalım. Mezurayı, oldukça düşünceli davranan TED ekibinden ödünç aldım. Chris, ucundan tutabilir misin? Şimdi size, göğüs hizasındayken bir Sekoyanın çapının ne kadar büyük olduğunu göstereceğiz. Maalesef bu mezura yalnızca 7.62 metre; yeteri kadar uzun değil. Chris, o yöne doğru kolunu uzatır mısın? Tamam, şimdi oldu. Belki biraz da bu tarafa doğru gidersek, büyük bir Sekoya'nın yarıçapının yaklaşık 9 metre olduğunu gösterebiliriz. Şimdi hayalgücünüzü serbest bırakmanızı istiyorum. 99 metre uzunluğuyla Sekoya evrenine uzayıp giden bu ağacı düşünün. 32 katlı bir bina yüksekliğindeki kendine özgü bu canlı organizma, yüzyıllardır gökyüzüne doğru yol alıyor.
The Redwood species seems to exist in another kind of time: not human time, but what we might call Redwood time. Redwood time moves at a more stately pace than human time. To us, when we look at a Redwood tree, it seems to be motionless and still, and yet Redwoods are constantly in motion, moving upward into space, articulating themselves and filling Redwood space over Redwood time, over thousands of years. Plant this small seed, wait 2,000 years, and you get this: the Lost Monarch. It dwells in the Grove of Titans on the north coast, and was discovered in 1998. And yet, when you look at the base of a Redwood tree, you're not seeing the organism. You're like a mouse looking at the foot of an elephant, and most of the organism is overhead, unseen.
Sekoya türleri bambaşka bir zaman diliminde yaşıyor gibidir: Bizim algıladığımız insan zamanında değil, kendilerine özgü bir Sekoya zamanında... Sekoya zamanı, bildiğimiz insan zamanından çok daha heybetli bir hızda işliyor. Bir Sekoyaya baktığımızda, onun hareketsiz ve sabit olduğunu düşünürüz ama aslında Sekoyalar sürekli hareket halindedir; gökyüzüne doğru ilerler ve binlerce yıllık Sekoya zamanı süresince Sekoya evrenini bir bir doldururlar. Bu ufak tohumu ekip 2000 yıl beklerseniz, sonunda bir "Lost Monarch"ınız olur. 1998 yılında keşfedilen bu "Kayıp Hükümdar", kuzey sahilinde yer alan Titan Koruluğu'nda (Grove of Titans) yaşıyor. Bir Sekoyanın tabanına baktığınızda bu canlının tamamına hakim olamazsınız. Daha çok kendinizi, bir filin ayağına bakan fare gibi hissedersiniz çünkü bu canlının görülemeyen çok daha büyük bir bölümü tepenizdedir.
I became very interested, and I wrote about a couple. Steve Sillett and Marie Antoine are the principal explorers of the Redwood forest canopy. They're world-class athletes, and they also are world-class forest ecology scientists. Steve Sillett, when he was a 19-year-old college student at Reed College, had heard that the Redwood forest canopy is considered to be a so-called Redwood desert. That is to say, at that time it was believed that there was nothing up there except the branches of Redwood trees. And with a friend of his, he took it upon himself to free-climb a Redwood without ropes or any equipment to see what was up there. He climbed up a small tree next to this giant Redwood, and then he leaped through space and grabbed a branch with his hands, and ended up hanging, like catching a bar of a trapeze. And then, from there, he climbed directly up the bark until he got to the top of the tree.
Yakın zamanda ilgimi çeken bir çift hakkında bir yazı yazdım. Steve Sillett ve Marie Antoine, Sekoya ormanlarının zirvelerini keşfeden en önemli kişilerdir. Yalnızca dünya standartlarında atletler değil, aynı zamanda birinci sınıf orman ekologlarıdır. Steve Sillett, 19 yaşında Reed Üniversitesi'nde okurken, Sekoya tepelerinin "Sekoya çölü" olarak anıldığını öğrenmiş. Yani, o zamanlarda Sekoya dalları dışında bu bölgede başka hiçbir şeyin olmadığı sanılırmış. Bir gün, bir arkadaşını da yanına alarak, yukarıda ne olduğunu görmek için hiç halat ve alet kullanmadan bir Sekoya'nın tepesine tırmanmaya karar vermiş. Önce, dev Sekoya'nın yanında dikilen ufak bir ağaca tırmanmış ve kendini boşluğa bırakarak yandaki bir dala tutunmuş ve trapez çubuğuna tutunur gibi, öylece havada asılı kalmış. Oradan da ağacın gövdesine geçiş yaparak sonunda en tepeye ulaşmış.
His friend, a guy named Marwood Harris, was following behind. Neither one of them had noticed that there was a Yellow Jacket wasp's nest the size of a bowling ball hanging from the branch that Steve had jumped into. And when Marwood made the jump, he was covered with wasps stinging him in the face and eyes. He nearly let go. He would have fallen to his death, being 75 feet above the ground. But they made it to the top, and what they found was not a Redwood desert, but a lost world -- a kind of three-dimensional labyrinth in the air, filled with unknown life. Now, I had been working on other topics: the emergence of infectious diseases, which come out of the natural ecosystems of the Earth, make a trans-species jump, and get into humans.
Arkadaşı Marwood Harris de arkadan onu takip ediyormuş. Her ikisi de, Steve'in atladığı dalda duran ve bowling topu büyüklüğündeki sarı yaban arılarının yuvasını farketmemiş. Marwood o büyük atlayışı yaptığında, arılar dört bir yanını sarmış ve onu, yüzünden, gözlerinden sokmuşlar. Marwood neredeyse kendini bırakıyormuş. Yerden 22 metre yükseklikten düşmek, tam da ölümüne düşmek olurdu. Ancak bir şekilde yukarı ulaşmışlar ve gördükleri şey Sekoya çölü değil, kayıp bir dünyaymış. Gökyüzünde üç boyutlu bir labirent gibi asılı duran ve içinde türlü yaşamlar barındıran bir dünya... Yakın zamanda başka konulara da odaklandım: Bunlardan biri, Dünya'nın doğal ekosistemlerinin yarattığı bulaşıcı hastalıkların ortaya çıkışı ve türler arası bir sıçrama yaparak insanlara geçişiydi.
After three books on this, it got to be a bit much, in a way. My wife and I adore our children. And I began climbing trees with my kids as just something to do with them, using the so-called arborist climbing technique, with ropes. You use ropes to get yourself up into the crown of a tree. Children are incredibly adept at climbing trees. That's my son, Oliver. They don't seem to suffer from the same fear of heights that humans do.
Bu konuda üç kitap yazdıktan sonra şimdilik yeterli olduğunu düşündüm. Eşim ve ben çocuklarımıza tapıyoruz. Son zamanlarda, çocuklarımla vakit geçirmenin bir yolu olarak onlarla ağaca tırmanmaya başladım ve "ağaç uzmanı tekniği" denilen yöntemle, halat kullanarak ağaç tepelerine kadar çıktık. Çocuklar ağaca tırmanma konusunda çok yeteneklidir. Fotoğraftaki, oğlum Oliver. Anlaşılan, büyüklerin yaşadığı yükseklik korkusu onların yanından bile geçmiyor.
(Laughter)
(Kahkaha)
If ontogeny recapitulates phylogeny, then children are somewhat closer to our roots as primates in the arboreal forest. Humans appear to be the only primates that I know of that are afraid of heights. All other primates, when they're scared, they run up a tree, where they feel safe. We camped overnight in the trees, in tree boats. This is my daughter Laura, then 15, looking out of a tree boat. She's, by the way, tied in with a rope so she can't fall. Looking out of a tree boat in the morning and hearing birdsong coming in three dimensions around us. We had been visited in the night by flying squirrels, who don't seem to recognize humans for what they are because they've never seen them in the canopy before. And we practiced advanced techniques like sky-walking, where you can move from tree to tree through space, rather like Spiderman. It became a writing project.
Birey oluş soyoluşu tekrar ediyorsa, çocukların da, bu açıdan ağaçlarda yaşayan primat atalarımıza çok daha yakın olduğunu söyleyebiliriz. Yükseklik korkusu olan tek primat türü, bildiğim kadarıyla insan. Diğer primatlar korktuklarında, kendilerine güvende hissetmek için ağaçların tepesine kaçarlar. Biz de çocuklarla ağaçların tepelerinde, ağaç botlarının içinde kamp yaptık. Bu fotoğrafta, ağaç botundan çevreyi izleyen kişi, kızım Laura. O zaman 15 yaşındaydı. Ağaca halatla bağlı olduğu için düşme ihtimali yok bu arada. Böyle zamanlarda tek yaptığımız, ağaç botunun içinden etrafı izlemek ve üç boyutlu şekilde çevremizi saran kuş seslerini dinlemekti. Geceleri, daha önce hiç ağaç tepesinde insan türü görmedikleri için bizi "insan" olarak algılamayan uçan sincapların ziyaretlerine şahit olduk. Bazen de gökyüzünde yürüme denemeleri yaptık, ileri düzey teknikler geliştirdik; daha çok Spiderman gibi, ağaçtan ağaca atlayarak boşlukta süzüldük durduk. Daha sonra tüm bunları bir yazıda toparladım.
When Steve Sillett gets up into a big Redwood, he fires an arrow, which trails a fishing line, which gets over a branch in the tree, and then you ascend up a rope which has been dragged into the tree by the line. You ascend 30 stories. There are two people climbing this tree, Gaya, which is thought to be one of the oldest Redwoods. There they are. They are only one-seventh of the way up that tree. You do feel a sense of exposure. There is a small person right down there on the ground. You feel like you're climbing a wall of wood. But then you enter the Redwood canopy, and it's like coming through a layer of clouds. And all of a sudden, you lose sight of the ground, and you also lose sight of the sky, and you're in a three-dimensional labyrinth in the air filled with hanging gardens of ferns growing out of soil, which is populated with all kinds of small organisms.
Steve Sillett, Sekoyanın tepesine çıktığında, bir ok fırlatır ve oka bağlı misina da bir ağacın dalına takılarak rotayı çizer. Ardından, rotayı takip edecek şekilde, halatı gövde boyunca yukarı çeker. Böylece 30 kat çıkmış kadar olursunuz. Gaya adı verilen ve en yaşlı Sekoyalardan biri olduğu bilinen bu ağaca tırmanabilen iki kişi var. Fotoğrafta gördüğünüz gibi... Bulundukları nokta, o ağacın yalnızca 1/7'si. Oradayken ifşa olmuş gibi hissediyorsunuz. Yerde de, ağacın dibinde ufacık görünen biri var. Aynı zamanda tahtadan bir duvara tırmanıyormuş gibi hissediyorsunuz. Ama hemen sonra, tepelerde bir yerde, Sekoyanın örtüsünün içine dalıyorsunuz; tıpkı bulut katmanlarının arasından çıkmış gibi... Bir anda artık tabanı göremediğinizi farkediyorsunuz. Aynı şekilde gökyüzünü de... Havada asılı üç boyutlu bir labirentin içindeymiş gibi, topraktan doğan ve gökyüzünde asılı bir eğreltiotu bahçesine, her türlü ufak canlının arasına giriyorsunuz.
There are epiphytes, plants that grow on trees. These are huckleberry bushes. Many species of mosses, and then all sorts of lichens just plastering the tree. When you get near the top of the tree, you feel like you can't fall -- in fact, it's difficult to move. You're worming your way through branches which are crowded with living things that don't occur near the ground. It's like scuba diving into a coral reef, except you're going upward instead of downward. And then the trees tend to flare out into platform-like areas at the top. Maria's sitting on one of them. These limbs could be five to six hundred years old. Redwoods grow very slowly in their tops. They also have a feature: thickets of huckleberry bushes that grow out of the tops of Redwood trees that are technically known as huckleberry afros, and you can sit there and snack on the berries while you're resting.
Burada, ağaç tepelerinde yeşeren "epifit"ler var. Bunlar da yaban mersini çalılıkları. Burada, ağaçları saran bir sürü yosun türüne ve her türlü likene de rastlayabilirsiniz. Ağacın en tepesine yaklaştığınızda artık düşemeyeceğinizi hissediyorsunuz; hareket etmek oldukça zorlaşıyor. Dalların arasından bir solucan gibi kendinize yol açmaya çalışıyorsunuz ve karada görmediğiniz canlıların arasında geziniyorsunuz. Bu, mercan resifine dalmak gibi birşey. Tek farkı, aşağı değil, yukarı doğru ilerlemeniz. Çok geçmeden, ağaçların bir düzlük üzerinde gittikçe genişleyerek uzandığını görüyorsunuz. Maria da fotoğrafta bu ağaçların birinde oturuyor. Bu dalların, 500-600 yaşında olduğu düşünülüyor. Sekoyalar üstten çok yavaş büyürler. Bir özellikleri daha vardır: tepelerinde yetişen yaban mersini çalılıklarına da ev sahipliği yaparlar. Bunlara "yaban mersini 'afro'su" da denir. Üzerlerine rahatlıkla oturabilir ve dinlenirken bir miktar yaban mersini atıştırabilirsiniz.
Redwoods have an enormous surface area that extends upward into space because they have a propensity to do something called reiteration. A Redwood is a fractal. And as they put out limbs, the limbs burst into small trees, copies of the Redwood. Now, here we see a reiteration in Chronos, one of the older Redwoods. This reiteration is a huge flying buttress that comes out the tree itself. This buttress is less than halfway up the tree. And then it bursts into a forest of Redwoods. This particular extra trunk is a meter across at the base and extends upward for 150 feet. It's as big as any of the biggest trees east of the Mississippi River, and yet it's only a minor feature on Chronos.
Sekoyaların, yukarı doğru genişleyen kocaman yüzey alanları vardır. Çünkü her seferinde kendilerini yinelerler. Sekoyanın fraktal bir yapısı vardır ve çıkan her dal ufak ağaçlara dönüşür, Sekoya'nın kopyaları olurlar. Burada, eski Sekoyalardan biri olan Chronos'taki yinelenmeyi görüyoruz. Fotoğraftaki yineleme, ağacın gövdesinden çıkan bir tür dev uçan payanda. Bu payanda, ağacın ortasına yakın bir yerde oluşup sonrasında başlı başına bir Sekoya ormanına dönüşüyor. Gördüğünüz ek gövdenin taban genişliği bir metre ve yukarı doğru 45 metre kadar genişliyor. Mississippi Nehri'nin doğusundaki en büyük ağaçlar kadar büyük neredeyse. Ama Chronos'un yalnızca ufak bir parçası.
This three-dimensional map of the crown structure of a Redwood named Iluvatar, made by Steve Sillett, Marie Antoine and their colleagues, gives you an idea. What you're seeing here is a hierarchical schematic development of the trunks of this tree as it has elaborated itself over time into six layers of fractal, of trunks springing from trunks springing from trunks. I asked Steve to put a human being in this to give a sense of scale. There's the person, right there. The person is waving to us. I've wanted to ask Craig Venter if it would be possible to insert a synthetic chromosome into a human so that we could reiterate ourselves if we wanted to. And if we were able to reiterate, then the fingers of our hand would be people who looked like us, and they would have people on their hands and so on. And if we had Redwood-like biology, we would have six layers of people on our hands, as it were. And it would be a lovely thing to be able to wave to someone and have all our reiterations wave at the same time.
Bu gördüğünüz ise, Iluvatar adındaki Sekoyanın tepe yapısını gösteren üç boyutlu bir harita. Haritayı Steve Sillett, Marie Antoine ve çalışma arkadaşları hazırladı. Haritada, ağacın gövdeleri arasında hiyerarşik ve sistematik bir gelişim görüyoruz. Çünkü ağaç, zaman içinde kendini, altı katmanlı fraktal bir yapıya dönüştürmüş. Yani gövdenin gövdesinden yine, yeni yeni yinelenen gövdeler türemiş. Ölçek hakkında fikir verebilmesi için Steve'den haritaya bir insan yerleştirmesini rica ettim. Tam da sağ tarafta bize el sallayan bir kişi var. Craig Venter'a hep sormak istemişimdir: Bir insanın vücuduna sentetik bir kromozom yerleştirip istediğimiz zaman kendimizi yinelememiz mümkün olur mu diye. Eğer kendimizi yineleyebilseydik, elimizdeki parmaklar bize benzeyen insanlar olurdu. Onların ellerinde de, yine onlara benzeyen insanlar olur, bu böyle devam edip giderdi. Biyolojimiz Sekoyalarınkine benzeseydi, ellerimizde altı katmanlı insanlar olurdu. O haldeyken birine el sallamak harika olurdu ve tüm kopyalarımızın da aynı anda el sallaması...
(Laughter)
(Kahkaha)
To reiterate the point, let's go closer into Iluvatar. We're looking at that yellow box. And this hallucinatory drawing shows you -- everything you see in this drawing is Iluvatar. These are millennial structures -- portions of the tree that are believed to be more than 1,000 years old. There are four humans in this shot -- one, two, three, four. And there's also something that I want to show you. This is a flying buttress. Redwoods grow back into themselves as they expand into space, and this flying buttress is a limb shot out of that small trunk, going back into the main trunk and fusing with it. Flying buttresses, just as in a cathedral, help strengthen the crown of the tree and help the tree exist longer through time. The scientists are doing all kinds of experiments in these trees. They've wired them like patients in an ICU.
Konuyu pekiştirmek için Iluvatar'a biraz daha yaklaşalım. Şimdi sarı kutunun olduğu yeri inceleyeceğiz. Bu halüsinatif çizimde gördüğünüz her şey Iluvatar'ın ta kendisi. Bunlar bin yıllık yapılar; yani bin yıldan daha yaşlı olduğunu düşündüğümüz ağaç parçaları. Bu karede dört tane insan var: bir, iki, üç ve dört. Size göstermek istediğim başka birşey daha var. Bu bir uçan payanda. Sekoyalar gökyüzüne doğru genişledikçe kendilerine doğru tekrar büyürler. Bu uçan payanda da, o küçük gövdeden çıkıp ana gövdeye doğru büyüyen ve yine onunla birleşen bir dal haline gelmiş. Uçan payandalar, tıpkı katedrallerdeki gibi, ağacın tepesini güçlendirmeye yarar. ve o bireyin daha uzun yaşamasını sağlarlar. Bilim insanları bu ağaçlarda türlü deneyler yapıyorlar. Yoğun bakımdaki hastalar gibi onları tellerle çevreliyorlar.
They're finding out that Redwoods can move moisture out of the air and down into their trunks, possibly all the way into their root systems. They also have the ability to put roots anywhere in the tree itself. If a portion of a Redwood is rotting, the Redwood will send roots into its own form and draw nutrients out of itself as it falls apart. If we had Redwood-like biology, if we got a touch of gangrene in our arm then we could just, you know, extract the nutrients extract the nutrients and the moisture out of it until it fell off. Canopy soil can occur up to a meter deep, hundreds of feet above the ground, and there are organisms in this soil that have, as yet, no names.
Sekoyaların, havadaki nem oranını içlerine çekip gövdelerine aktardıklarını keşfediyorlar; muhtemelen ta köklerine inecek kadar... Aynı zamanda bu ağaçların, gövdesinin herhangi bir yerinde kök bırakma özelliği de var. Sekoyanın bir parçası çürümeye yüz tuttuğunda, Sekoya, kendi gövdesine kökler yollar ve dağılma aşamasındayken, besleyici maddeleri kendine çekerek yaymaya başlar. Sekoya gibi bir biyolojimiz olsaydı ve kolumuzda bir kangren başlangıcı olsaydı, besin maddelerini ve nemi emer, sonunda o bölgenin düşmesine izin verirdik. Gövdenin yükseldiği toprağın derinliği bir metreye ulaşabilir; yerin onlarca metre üstünde... Aynı toprağın içinde, bugüne kadar isimlendirilmemiş çeşitli organizmalar da vardır.
This is an unnamed species of copepod. A copepod is a crustacean. These copepods are a major constituent of the oceans, and they are a major part of the diet of grazing baleen whales. What they're doing in the Redwood forest canopy soil hundreds of feet above the ocean, or how they got there, is completely unknown. There are some interesting theories that, if I had time, I would tell you about. But as you go and you look closer at a tree, what you see is, you see increasing complexity. We're looking at the very top of Gaya, which is thought to be the oldest Redwood. Gaya may be 3,000 to 5,000 years old, no one really knows, but its top has broken off and it's been rotting back now.
Bu, isimlendirilmemiş bir "copepod". Copepod, kabuklu bir hayvandır ve okyanusların önemli bir parçasıdır. Özellikle de çubuklu balinaların en önemli besin maddelerinden biridir. Sekoya ormanlarınının içinde, okyanustan yüzlerce metre yüksekte ne aradıkları, buraya nasıl geldikleri bizim için hala tam bir muamma. Bununla ilgili çok ilginç teoriler var. Zamanım olsaydı size bunları anlatmak isterdim. Ancak biraz daha yaklaşıp ağaca yakından baktığınızda, gördüğünüz en önemli şey, gittikçe karmaşıklaşan bir yapı. Şu anda en yaşlı Sekoyalardan biri olan Gaya'nın en tepesini görüyoruz. Gaya'nın 3 bin ila 5 bin yaşlarında olduğunu düşünüyoruz. Tam olarak söyleyemiyoruz ama tepesi gövdeden kopmuş ve çürümeye yüz tutmuş durumda.
This little Japanese garden-like creation probably took 700 years to form in its complexity that we see right now. As you look at a tree, it takes a magnifying glass to see a giant tree. I have to show you something unfortunately very sad at the conclusion of this talk. The Eastern Hemlock tree has often been described as the Redwood of the East. And we're moving in a full circle now. In the 1950s, a small organism appeared in Richmond, Virginia, called the Hemlock woolly adelgid. It made a trans-species jump out of some other organism in Asia, where it was living on Hemlock trees in Asia. When it moved into its new host, the Eastern Hemlock tree, it escaped its predators, and the new tree had no resistance to it. The Eastern Hemlock forest is being considered in some ways the last fragments of primeval rainforest east of the Mississippi River.
Japon bahçelerinden çıkmış gibi görünen bu ufak canlının oluşması ve bugün gördüğümüz formu alması, yaklaşık 700 yıl almış olmalı. Bir ağaca baktığınızda, onu dev bir bütün olarak görebilmek için bir büyüteç lazım. Konuşmamın sonuna yaklaşırken, size oldukça üzücü olan başka birşey daha göstermeliyim. Kuzeydoğu Amerika ladini, çoğu zaman doğunun Sekoyası olarak tanımlanır. Şimdi neredeyse tam bir daire çiziyoruz. 1950'lerde Richmond, Virginia'da ufak bir organizma ortaya çıkarıldı ve buna "Hemlock wooly adelgid" adı verildi. Asya'daki başka bir organizmadan türler arası bir sıçrama yaparak, Asya'daki ladin ağaçlarında yaşamaya başladı. Kuzeydoğu Amerika ladinini yeni evi olarak seçtiğinde, doğal düşmanlarından uzaklaşmış oldu ve yeni ağaç da ona daha fazla direnemedi. Kuzeydoğu Amerika ladinlerinin, bir anlamda, Mississippi Nehri'nin doğusunda kalan kadim yağmur ormanlarının son parçaları olduğu düşünülüyor.
I hadn't even known that there were rainforests in the east, but in Great Smoky Mountains National Park it can rain up to 100 inches of rain a year. And in the last two to three summers, these invasive organisms, this kind of Ebola of the trees, as it were, has swept through the primeval Hemlock forest of the east, and has absolutely wiped it out. I climbed there this past summer. This is Great Smoky Mountains National Park, and the Hemlocks are dead as far as the eye can see. And what we're seeing is not just the potential death of the Eastern Hemlock species -- that is to say, its extinction from nature due to this invading parasite -- but we're also seeing the death of an incredibly complex ecosystem for which these trees are merely the substrate for the aerial labyrinth of the sky that exists in their crowns.
Daha önce doğuda yağmur ormanları olduğunu bile bilmiyordum. Ancak Great Smoky Dağları Ulusal Parkı yılda 2.5 metre yağmur alan bir bölge. Son iki-üç yazdır bu istilacı organizmalar, ağaçlardaki bir tür Ebola virüsü gibi, doğunun ladin ormanlarına hızla yayıldı ve bu ormanları tamamen ortadan kaldırdı. Geçtiğimiz yaz orada bir tırmanış yapmıştım. İşte burası, Great Smoky Dağları Ulusal Parkı ve gördüğümüz ladinler de ölmüş durumda. Bu, yalnızca Kuzeydoğu Amerikan ladin türlerinin potansiyel ölümü değil; yani, bu istilacı parazit yüzünden bu ormanların yeryüzünden silinmesi değil, aynı zamanda çok karmaşık bir ekosistemin de ölümü demek. Oysa bu türler, havada asılı duran gökyüzü labirentinin alt tabakasını oluşturan en önemli yapı taşları.
It's absolutely heartbreaking to see. One of the things that is just -- I almost can't conceive it -- is the idea that the national news media hasn't picked this up at all, and this is the devastation of one of the most important ecosystems in North America. What can the Redwoods tell us about ourselves? Well, I think they can tell us something about human time. The flickering, transitory quality of human time and the brevity of human life -- the necessity to love. But we're different from trees, and they can also teach us something about ourselves in the differences that we have. We are human, and we have the capacity to love, we have the capacity to wonder, and we have a sort of boundless curiosity, a restless inquisitiveness that so suits us as primates, I think.
Yok olduklarına şahit olmak gerçekten çok üzücü. Bir türlü anlayamadığım şeylerden biri de, ulusal haber kanallarının bu konuda hiçbir yayın yapmıyor olması. Çünkü Kuzey Amerika'nın en önemli ekosistemlerinden biri çökmek üzere. Peki, Sekoyalar bize kendimizle ilgili ne anlatabilir? Sanıyorum bize, yaşadığımız insan zamanı hakkında birşeyler söyleyebilirler. Bana, yeniden insan zamanının eğretiliğini, faniliğini, insan yaşamının kısalığını ve sevmenin gerekliliğini hatırlattılar. Ama biz ağaçlardan çok farklıyız ve bu nedenle kendi türümüz arasındaki farklara dair daha fazla bilgi sunabilirler. Biz insanız ve sevme, şaşırma kapasitemiz ve bir çeşit sınırsız merakımız ve uslanmaz bir sorgulama özelliğimiz var. Primatlar olarak bize en uygun özellikler bunlar bence.
And at least for me, personally, the trees have taught me an entirely new way of loving my children. Exploring with them the forest canopy has been one of the most lovely things of my existence on Earth. And I think that one of the happiest things is the sense that with my children I've been able to introduce them into the very small circle of humans who are lucky enough, or possibly stupid enough, to still climb trees. Thank you very much.
Ağaçlar, şahsen bana, çocuklarımı çok daha farklı bir şekilde sevmeyi öğretti. Onlarla birlikte ağaç tepelerini keşfe çıkmak, yeryüzündeki varoluşumun en keyifli anlarını yaşattı. Aynı zamanda beni en mutlu eden şey de, bu ağaçlara tırmanacak kadar şanslı, ya da enayi olan az sayıda insanla çocuklarımı tanıştırabilmiş olmak. Çok teşekkür ederim.
(Applause)
(Alkış)
Chris Anderson: I think at a previous TED, I think it was Nathan Myhrvold who told me that it was thought that because these trees are like, 2,000 years and older, on many of them there are ecosystems where there are species that are not found anywhere on the Earth except on that one tree. Is that correct?
Chris Anderson: Daha önceki bir TED konuşmasında, sanıyorum Nathan Myhrvold bana şöyle demişti: Bu ağaçlar 2 bin yaşından daha fazla oldukları için, birçoğunun üzerinde öylesine farklı ekosistemler var ki, yeryüzünde görülmeyen birçok değişik türü barındırıyorlar. O tek ağaç dışında... Bu doğru mu?
Richard Preston: Yes, that is correct. I mentioned Hyperion, the world's tallest tree. And I was a member of a climbing team that made the first climb of it, in 2006. And while we were climbing Hyperion, Marie Antoine spotted an unknown species of golden-brown ant about halfway up the trunk. Ants are not known to occur in Redwood trees, curiously enough, and we wondered whether this ant, this species of ant, was only endemic to that one tree, or possibly to that grove. And in subsequent climbs they could never find that ant again, and so no specimens have ever been collected. We don't know what it is -- we just know it's there.
Richard Preston: Evet, doğru. Dünyanın en uzun ağacı olan Hyperion'dan bahsettim. 2006 yılında bu ağaca ilk kez tırmanan ekibin içinde yer almıştım. Hyperion'a tırmanırken, ağacı yarıladığımızda, Marie Antoine, daha önce hiç bilinmeyen kızıl kahverengi bir karınca türü gördü. Şaşırtıcı bir biçimde Sekoyaların üzerinde karıncaların yaşamadığı bilinir. Bu nedenle biz de, bu karınca türünün yalnızca o tek ağaca ya da koruluğa özgü endemik bir tür olup olmadığını düşündük. Sonrasında yaptığımız tırmanışlarda o karıncayı bir daha göremedik; örnek bile toplayamadık. Hala ne olduğunu bilmiyoruz ama oralarda bir yerde olduğunu biliyoruz.
CA: So, you have to wonder when, you know, if some other species than us was recording the stories that mattered on Earth, you know, our stories are about Iraq and war and politics and celebrity gossip. You've just told us a different story of this tragic arms race that's happening, and maybe whole ecosystems gone forever. It's an amazing sense of wonder you've given me, and a sense of just how fragile this whole thing is.
CA: Bu durumda şunu merak etmeden de yapamıyoruz: Bizden başka türler, Dünya için önem taşıyan öyküleri kayda geçirseydi, öykülerimiz, Irak'tan, savaştan, politikadan ve magazinden ibaret olurdu. Sen bize, bu trajik silahlanma yarışında bambaşka bir öykü anlattın. Belki de tüm ekosistemin ortadan kalkacağı gerçeğini aktardın. Bu konuda bende çok büyük bir merak uyandırdın ve tüm bu düzenin aslında ne kadar da hassas olduğunu hatırlattın.
RP: It is fragile, and you know, I think about emerging human diseases -- parasites that move into the human species. But that's just a very small facet of a much greater problem of invasions of species worldwide, all through the ecosystems, and you know, the Earth itself --
RP: Gerçekten de hassas. Hele ki, insanlarda ortaya çıkan yeni hastalıkları ve insana geçen parazitleri de düşünürsek... Ama bu, çok daha büyük bir sorun olan istilacı türlerin dünya çapında yayılışının, tüm ekosistemleri ve Dünya'yı etkileyişinin yalnızca çok ufak bir kesiti.
CA: Partly caused by us, inadvertently.
CA: Bir ölçüde, farkında olmasak da bunun sorumlusu bizleriz.
RP: Caused by humans. Caused by the movement of humans. You can think of the Earth's biosphere as a palace, and the continents are rooms in the palace, and the islands are small rooms. But lately, the doors of the palace have been flung open, and the walls are coming down.
RP: Asıl sorumlu insan ve insanın faaliyetleri. Biyosferi, dünyanın sarayı olarak düşünebiliriz. Kıtalar da bu sarayın içindeki odalar. Adalar ise, küçük odacıklar. Ancak son zamanlarda sarayın kapıları sonuna kadar açıldı ve duvarlar da tek tek çökmeye başladı.
CA: Richard Preston, thank you very much, I think.
CA: Richard Preston, çok teşekkür ederiz.
RP: Thank you.
RP: Ben teşekkür ederim.