Believe me or not, I come offering a solution to a very important part of this larger problem, with the requisite focus on climate. And the solution I offer is to the biggest culprit in this massive mistreatment of the earth by humankind, and the resulting decline of the biosphere. That culprit is business and industry, which happens to be where I have spent the last 52 years since my graduation from Georgia Tech in 1956. As an industrial engineer, cum aspiring and then successful entrepreneur. After founding my company, Interface, from scratch in 1973, 36 years ago, to produce carpet tiles in America for the business and institution markets, and shepherding it through start-up and survival to prosperity and global dominance in its field, I read Paul Hawken's book, "The Ecology of Commerce," the summer of 1994. In his book, Paul charges business and industry as, one, the major culprit in causing the decline of the biosphere, and, two, the only institution that is large enough, and pervasive enough, and powerful enough, to really lead humankind out of this mess. And by the way he convicted me as a plunderer of the earth.
Inanın veya inanmayın, daha büyük bu problemin çok önemli bir parçasına, iklim üzerindeki gerekli dikkat ile bir çözüm önerisi teklif ederek geldim. Ve teklif ettiğim çözüm dünyanın insanlar tarafından bu büyük çaptaki kötü davranılmasında ve sonuç olarak biyosferin azalışındaki en büyük suçluyadır. Bu suçlu, benim 1956'da Georgia Tech'ten mezun olduktan sonra son 52 yılımı geçirdiğim yer olan ticaret ve sanayidir. Önce gelecek vaat eden ve sonra başarılı bir girişimci olarak. Interface firmamı 36 yıl önce 1973'te, Amerika'da, ticari ve kurumsal pazarlara halı döşemesi üretmek için sıfırdan kurduktan sonra ve başlangıcından hayatta kalmasına kadar alanında başarıya ve küresel pazar hakimiyetine önderlik ederken, 1994'ün yazında Paul Hawken'in kitabı Ekoloji ve Ticareti okudum. Paul, bu kitabında, bir, biyosferin, azalışının nedeni olmasından, iki, insanlığı bu karmaşadan çıkarmada gerçekten rehberlik edebilecek büyüklükte, yaygınlıkta ve güçte olan tek kurum olan ticaret ve endüstriyi suçlamaktadır. Bu arada beni yeryüzünün yağmalayıcısı olarak mahküm etti.
And I then challenged the people of Interface, my company, to lead our company and the entire industrial world to sustainability, which we defined as eventually operating our petroleum-intensive company in such a way as to take from the earth only what can be renewed by the earth, naturally and rapidly -- not another fresh drop of oil -- and to do no harm to the biosphere. Take nothing: do no harm. I simply said, "If Hawken is right and business and industry must lead, who will lead business and industry? Unless somebody leads, nobody will." It's axiomatic. Why not us? And thanks to the people of Interface, I have become a recovering plunderer.
Ve ben, firmamın, Interface'in çalışanlarına, firmamızı ve tüm endüstriyel dünyayı, bizim petrol yoğun firmamızı nihayetinde, topraktan, sadece toprak tarafından doğal yollarla ve hızla yenilenebilir olanı alıp –bir damla daha petrol almadan—ve biyosfere hiçbir zarar vermeden çalışan olarak tanımladığımız sürdürülebilirliğe önderlik etmesi için meydan okudum. Hiçbir şey alma: zarar verme. Basitçe dedim ki "Eğer Hawken haklıysa ve iş ve endüstrinin önderlik etmesi gerekiyorsa, iş ve endüstriye kim önderlik edecek? Eğer birisi öncülük etmez ise, kimse etmez." Bu aksiyomatik. Neden biz değiliz? Ve Interface çalışanları sayesinde iyileşen bir yağmacı oldum.
(Laughter)
(kahkahalar)
(Applause)
(Alkış)
I once told a Fortune Magazine writer that someday people like me would go to jail. And that became the headline of a Fortune article. They went on to describe me as America's greenest CEO. From plunderer to recovering plunderer, to America's greenest CEO in five years -- that, frankly, was a pretty sad commentary on American CEOs in 1999. Asked later in the Canadian documentary, "The Corporation," what I meant by the "go to jail" remark, I offered that theft is a crime. And theft of our children's future would someday be a crime. But I realized, for that to be true -- for theft of our children's future to be a crime -- there must be a clear, demonstrable alternative to the take-make-waste industrial system that so dominates our civilization, and is the major culprit, stealing our children's future, by digging up the earth and converting it to products that quickly become waste in a landfill or an incinerator -- in short, digging up the earth and converting it to pollution.
Bir seferinde bir Fortune Magazini yazarına bir gün benim gibi insanların hapishaneye gideceğini söyledim. Ve bu bir Fortune makalesinin başlığı oldu. Beni Amerika'nın en yeşil CEO'su olarak tanımlamaya devam ettiler. Yağmacıdan iyileşen yağmacıya, 5 yılda Amerika'nın en yeşil CEO'suna -- bu samimi olarak, 1999'da Amerikan CEO'ları üzerine oldukça acıklı bir röpörtajdı. Daha sonra Kanada yapımı belgesel, "Şirket" te hapse girmek söylemi ile ne demek istediğim soruldu, ben hırsızlığın bir suç olduğunu arz ettim. Ve çocuklarımızın geleceğini çalmak bir gün suç olacaktır. Ancak bunun gerçekleşmesi için, -- çocuklarımızın geleceğinin çalınmasının suç olması için-- al-yap-israf et endüstri sitemine, ki o bizim uygarlığımızı domine eden ve çocuklarımızın geleceğiniz çalan asıl suçlu, yeryüzünü kazarak, ve onu bir çöp sahası veya çöp fırınında çabucak atık haline gelen ürünlere dönüştüren -- kısacası yeryüzünü kazıp kirliliğe dönüştürene, açık, kanıtlanabilir bir alternatifin bulunması gerektiğinin farkına vardım.
According to Paul and Anne Ehrlich and a well-known environmental impact equation, impact -- a bad thing -- is the product of population, affluence and technology. That is, impact is generated by people, what they consume in their affluence, and how it is produced. And though the equation is largely subjective, you can perhaps quantify people, and perhaps quantify affluence, but technology is abusive in too many ways to quantify. So the equation is conceptual. Still it works to help us understand the problem.
Paul ve Anne Ehrlich'e ve iyi bilinen bir çevresel etki denklemine göre, etki -- kötü bir şey -- nüfusun, refahın ve teknolojinin bir ürünüdür. Yani etki, insanlar tarafından, onlar refah içinde iken tükettiğinden ve nasıl üretildiğinden oluşuyor. Ve denklemin genellikle öznel olmasına rağmen belki insanların ve de refahın miktarını belirleyebilirsiniz ancak teknoloji, miktarını belirtmek için bir çok yönden bozuktur. Böylece denklem kavramsaldır. Ancak problemi anlamamıza yardımcı olur.
So we set out at Interface, in 1994, to create an example: to transform the way we made carpet, a petroleum-intensive product for materials as well as energy, and to transform our technologies so they diminished environmental impact, rather than multiplied it. Paul and Anne Ehrlich's environmental impact equation: I is equal to P times A times T: population, affluence and technology. I wanted Interface to rewrite that equation so that it read I equals P times A divided by T. Now, the mathematically-minded will see immediately that T in the numerator increases impact -- a bad thing -- but T in the denominator decreases impact. So I ask, "What would move T, technology, from the numerator -- call it T1 -- where it increases impact, to the denominator -- call it T2 -- where it reduces impact?
Böylece 1994 yılında Interface'de bir örnek yaratmak için yola çıktık: enerji ve materyaller için petrol yoğun bir ürün, halı yapma biçimimizi ve teknolojimizi dönüştürmek için, böylelikle çevresel etkiyi arttırmak yerine azalttı. Paul ve Anne Ehrich'in çevresel etki denklemi: E (etki) eşittir N çarpı R çarpı T: Nüfus, refah ve teknoloji. Ben Interface'in bu denklemi yeniden yazmasını istedim böylelikle E (etki) eşittir N (nüfus) çarpı R (refah) bölü T (teknoloji). Şimdi matematiğe yatkın olanlar paydaki T'nin etkiyi arttırdığını -- kötü birşey -- hemen görecektir ancak paydadaki T etkiyi azaltır. Böylece soruyorum, " T'yi, etkiyi arttırdığı yerden, paydan -- buna T1 diyelim -- etkiyi azalttığı yere, paydaya --buna da T2 diyelim-- ne hareket ettirirdi ?
I thought about the characteristics of first industrial revolution, T1, as we practiced it at Interface, and it had the following characteristics. Extractive: taking raw materials from the earth. Linear: take, make, waste. Powered by fossil fuel-derived energy. Wasteful: abusive and focused on labor productivity. More carpet per man-hour. Thinking it through, I realized that all those attributes must be changed to move T to the denominator. In the new industrial revolution extractive must be replaced by renewable; linear by cyclical; fossil fuel energy by renewable energy, sunlight; wasteful by waste-free; and abusive by benign; and labor productivity by resource productivity. And I reasoned that if we could make those transformative changes, and get rid of T1 altogether, we could reduce our impact to zero, including our impact on the climate. And that became the Interface plan in 1995, and has been the plan ever since.
İlk endüstri devriminin özelliklerini düşündüm, T1'in, Interface'de uyguladığımız gibi, ve belirtilen şu özellikleri vardı. Çıkarılabilir: yeryüzünden hammadeleri alan. Doğrusal: al, yap, israf et. Fosil yakıtlardan elde edilen enerjiden güç alan. Müsrif: bozuk ve iş verimliliği üzerine odaklanmış. İş saati başına daha fazla halı. İyice düşünüp taşındıktan sonra, bütün bu niteliklerin, T'yi paydaya götürmek için değiştirilmesi gerektiğini farkettim. Yeni endüstri devriminde çıkarılabilirin, yenilenebilir ile; doğrusalın döngüsel ile, fosil yakıt enerjisinin yenilenebilir enerji, güneş ile; müsrifin, atıksız ile; ve bozuğun tehlikesiz olan ile; ve iş verimliliğinin kaynak verimliliği ile yeri değiştirilmelidir. Ve bu dönüştürücü değişiklikleri yapabilirsek ve T1'den tamamen kurtulursak, iklime olan etki dahil, çevreye olan etkiyi sıfıra düşürebileceğimiz sonucuna vardım. Ve bu 1995'te Interface'in planı oldu, ve o zaman beridir planı bu olmaktadır.
We have measured our progress very rigorously. So I can tell you how far we have come in the ensuing 12 years. Net greenhouse gas emissions down 82 percent in absolute tonnage. (Applause) Over the same span of time sales have increased by two-thirds and profits have doubled. So an 82 percent absolute reduction translates into a 90 percent reduction in greenhouse gas intensity relative to sales. This is the magnitude of the reduction the entire global technosphere must realize by 2050 to avoid catastrophic climate disruption -- so the scientists are telling us. Fossil fuel usage is down 60 percent per unit of production, due to efficiencies in renewables. The cheapest, most secure barrel of oil there is is the one not used through efficiencies. Water usage is down 75 percent in our worldwide carpet tile business. Down 40 percent in our broadloom carpet business, which we acquired in 1993 right here in California, City of Industry, where water is so precious. Renewable or recyclable materials are 25 percent of the total, and growing rapidly. Renewable energy is 27 percent of our total, going for 100 percent. We have diverted 148 million pounds -- that's 74,000 tons -- of used carpet from landfills, closing the loop on material flows through reverse logistics and post-consumer recycling technologies that did not exist when we started 14 years ago.
Gelişimimizi çok dikkatli bir şekilde ölçtük. Böylelikle sonraki 12 yılda ne kadar mesafe aldığımızı söyleyebilirim. Mutlak tonajda net sera gazı yayımı %82 düştü. (Alkışlar) Aynı zaman diliminde satışlar 2/3 oranında arttı ve kâr ikiye katladı. Böylelikle, yüzde 82 mutlak azalış sera gazı yoğunluğunun satışa bağlı olarak yüzde 90 azaldığı demek oluyor. Bu tüm küresel teknoloji çalışmalarının feci iklim bozulmasına engel olmak için --bilim adamlarının bahsettiği-- 2050 yılı itibarı ile gerçekleştirmesi gereken düşüşün büyüklüğüdür. Yenilenebilir enerjilerin verimliliği sayesinde fosil yakıt kullanımı bir birim üretim başına %60 düşmektedir. En ucuz, en güvenli bir varil petrol, işgüzarlık yolu ile kullanılmayandır. Dünya çapındaki halı döşemesi işimizde su kullanımı yüzde 75 düştü. 1993'te tam burada, suyun çok değerli olduğu, endüstri şehri Kaliforniya'da, elde ettiğimiz, geniş tezgahta dokunmuş halı işimizde yüzde 40 düştü. Yenilenebilir veya geri dönüştürülebilir materyallar toplamın %25'i ve hızla büyüyor. Yenilenebilir enerji toplam enerjimizin yüzde 27'si, yüzde 100'e doğru gidiyor. 148 milyon libre --74,000 tondur -- kullanılmış halıyı, materyal akışındaki boşlukları tersine lojistik ve 14 yıl önce bulunmayan tüketici öncesi geri dönüşüm teknolojileri yoluyla kapatarak çöp sahasından çevirdik.
Those new cyclical technologies have contributed mightily to the fact that we have produced and sold 85 million square yards of climate-neutral carpet since 2004, meaning no net contribution to global climate disruption in producing the carpet throughout the supply chain, from mine and well head clear to end-of-life reclamation -- independent third-party certified. We call it Cool Carpet. And it has been a powerful marketplace differentiator, increasing sales and profits. Three years ago we launched carpet tile for the home, under the brand Flor, misspelled F-L-O-R. You can point and click today at Flor.com and have Cool Carpet delivered to your front door in five days. It is practical, and pretty too.
Bu yeni döngüsel teknolojiler 2004 yılından beri 85 milyon metrekare iklime bir etkisi olmayan halı üretip sattığımız gerçeğine çok büyük katkıda bulundular, halıyı, madenden ömrünün sonunda geri alınmasına kadarki yolda -- bağımsız 3. kişi sertifikalı olarak üretirken küresel iklim bozukluğuna hiç katkı yapmamak anlamına geliyor. Biz buna "Cool" halı diyoruz. Ve satışları ve kârı arttırarak çok güçlü bir pazar ayrıştırıcısı oldu. 3 sene önce Flor markası ile, F-L-O-R şeklinde yanlış hecelenen, ev için halı döşemesini başlattık. Bugün Flor.com'a tıklayabilir ve 5 gün içerisinde kapınıza kadar Cool halıyı evinize teslim ettirebilirsiniz. Çok pratik ve aynı zamanda hoş.
(Laughter)
(kahkahalar)
(Applause)
(Alkışlar)
We reckon that we are a bit over halfway to our goal: zero impact, zero footprint. We've set 2020 as our target year for zero, for reaching the top, the summit of Mount Sustainability. We call this Mission Zero. And this is perhaps the most important facet: we have found Mission Zero to be incredibly good for business. A better business model, a better way to bigger profits. Here is the business case for sustainability. From real life experience, costs are down, not up, reflecting some 400 million dollars of avoided costs in pursuit of zero waste -- the first face of Mount Sustainability. This has paid all the costs for the transformation of Interface.
Sıfır etki, sıfır karbon ayak izi hedefimiz için yarı yolu biraz geçtiğimizi tahmin ediyoruz. En tepeye, sürdürülebilirlik girişiminin zirvesine, ulaşmak için, 2020'yi hedef yılımız olarak tespit ettik. Biz buna görev sıfır diyoruz. Ve bu belkide en önemli bölümü: Görev sıfırı iş için inanılmaz iyi bulduk. Daha iyi bir iş modeli, daha yüksek kârlar için daha iyi bir yol. İşte sürdürülebilirlik için olurluk incelemesi. Gerçek yaşam deneyimlerinden; maliyetler yükselmedi, düştüler, sıfır atığın peşinden giderken önlenen 400 milyon dolarlık maliyeti yansıtmaktadır -- sürdürülebilirlik girişiminin ilk bölümü. Bu Interface'in dönüşümündeki tüm maliyetleri ödedi.
And this dispels a myth too, this false choice between the environment and the economy. Our products are the best they've ever been, inspired by design for sustainability, an unexpected wellspring of innovation. Our people are galvanized around this shared higher purpose. You cannot beat it for attracting the best people and bringing them together. And the goodwill of the marketplace is astonishing. No amount of advertising, no clever marketing campaign, at any price, could have produced or created this much goodwill. Costs, products, people, marketplaces -- what else is there? It is a better business model.
Ve bu bir söylentiyi de gidermektedir, ekonomi ve çevre arasındaki yanlış seçimi. Ürünlerimiz yeniliğin beklenmeyen kaynağından, sürdürülebilirlik için tasarımdan esinlenerek, şu ana kadar olduklarının en iyisidirler. İnsanlarımız paylaşılan bu daha yüksek amaç çevresinde birleştiler. İyi insanları çekme ve onları bir araya getirme konusunda daha iyisini bulamazsınız. Ve piyasanın iyi niyeti hayret verici düzeyde. Hangi fiyattan olursa olsun, hiç bir reklam, zekice hazırlanmış pazarlama kampanyası bu kadar fazla iyi niyet yaratamaz veya üretemezdi. Maliyetler, ürünler, insanlar, pazarlar -- orada daha başka ne var? O daha iyi bir iş modeli.
And here is our 14-year record of sales and profits. There is a dip there, from 2001 to 2003: a dip when our sales, over a three-year period, were down 17 percent. But the marketplace was down 36 percent. We literally gained market share. We might not have survived that recession but for the advantages of sustainability. If every business were pursuing Interface plans, would that solve all our problems? I don't think so. I remain troubled by the revised Ehrlich equation, I equals P times A divided by T2. That A is a capital A, suggesting that affluence is an end in itself. But what if we reframed Ehrlich further? And what if we made A a lowercase 'a,' suggesting that it is a means to an end, and that end is happiness -- more happiness with less stuff.
Ve burada bizim 14 yıllık satış ve kâr kaydımız. 2001'den 2003'e kadar burada bir dip bölge var: Satışlarımızın 3 sene boyunca %17 düştüğü bir dip. Ancak piyasa %36 düştü. Biz asıl itibari ile pazar payı kazandık. Sürdürülebilirliğin avantajı olmasaydı bu resesyonda ayakta kalamazdık. Eğer bütün işletmeler Interface planlarını izleselerdi bu bizim problemlerimizi çözebilir miydi? Sanmıyorum. Yeniden düzenlenen Ehrlich denkleminden rahatsızlığım sürüyor, E(etki) eşittir N(nüfus) çarpı R(refah) bölü T2 (Teknoloji2). R burada büyük harfle yazılmıştır. refahın başlı başına bir amaç olduğunu belirmektedir. Ancak, eğer Ehrlich'e daha farklı bir açıdan baksaydık ne olurdu? Ve büyük A'yı (refah) küçük a ile yazsaydık, sona gitmenin bir aracı olduğunu belirterek, ve bu son da mutluluktur -- daha az nesne ile daha çok mutluluk.
You know that would reframe civilization itself -- (Applause) -- and our whole system of economics, if not for our species, then perhaps for the one that succeeds us: the sustainable species, living on a finite earth, ethically, happily and ecologically in balance with nature and all her natural systems for a thousand generations, or 10,000 generations -- that is to say, into the indefinite future. But does the earth have to wait for our extinction as a species? Well maybe so. But I don't think so.
Biliyorsunuz ki bu tek başına uygarlığı yeni bir çerçeveye oturtacaktır. (Alkışlar) ve tüm ekonomik sistemimizi, kendi türümüz için olmasa da, belki bizden sonrakiler için: sonlu bir dünyada ahlaklı, mutlu, ve doğa ile ekolojik olarak dengede yaşayan sürdürülebilir türler, ve binlerce -- veya 10,000 nesil için yeryüzünün tüm doğal sistemleri, sınırsız bir geleceğe doğru. Ancak dünya tür olarak bizim tükenişimizi beklemek zorunda mı? Pekala, belki öyle. Ancak ben öyle sanmıyorum.
At Interface we really intend to bring this prototypical sustainable, zero-footprint industrial company fully into existence by 2020. We can see our way now, clear to the top of that mountain. And now the challenge is in execution. And as my good friend and adviser Amory Lovins says, "If something exists, it must be possible." (Laughter) If we can actually do it, it must be possible. If we, a petro-intensive company can do it, anybody can. And if anybody can, it follows that everybody can.
Interface'de biz bu sürdürülebilir sıfır karbonayak izli prototip firmayı 2020 itibari ile tamamen meydana çıkarmayı planlıyoruz. Şu an da bu dağın zirvesine kadar ki yolumuzu açıkca görebiliyoruz. Ve şimdi zorlu iş yerine getirmekte. Ve benim iyi arkadaşım ve danışmanım Amory Lovins'in söylediği gibi: Eğer bir şey varsa, bu mümkün olmalıdır" (Kahkahalar) Eğer biz gerçekten yapabiliyorsak, mümkündür. Eğer biz, petrol yoğun bir firma yapabiliyorsa, herkes yapabilir. Ve eğer herhangi bir kişi yapabiliyorsa, herkes yapabilir.
Hawken fulfilled business and industry, leading humankind away from the abyss because, with continued unchecked decline of the biosphere, a very dear person is at risk here -- frankly, an unacceptable risk. Who is that person? Not you. Not I. But let me introduce you to the one who is most at risk here. And I myself met this person in the early days of this mountain climb. On a Tuesday morning in March of 1996, I was talking to people, as I did at every opportunity back then, bringing them along and often not knowing whether I was connecting. But about five days later back in Atlanta, I received an email from Glenn Thomas, one of my people in the California meeting. He was sending me an original poem that he had composed after our Tuesday morning together. And when I read it it was one of the most uplifting moments of my life. Because it told me, by God, one person got it. Here is what Glenn wrote. And here is that person, most at risk. Please meet "Tomorrow's Child."
Hawken insanoğlunu uçurumdan çıkartarak iş ve endüstriyi kurtardı çünkü, biosferin kontrolsüz azalışı ile birlikte, burada çok değerli bir kişi risk altında -- açıkçası, kabul edilemez bir risk. Kim bu kişi? Siz değil. Ben değil. Ancak burada en fazla risk altında olan kişiyi sizinle tanıştırmama izin verin. Ve ben bu kişi ile, bu dağ tırmanışının ilk günlerinde tanıştım. 1996'nın Mart ayında bir salı sabahı, O zamanlar her fırsatta yaptığım gibi, birleştirdiğimi bilmeden beraberimde getirerek, insanlarla konuşuyordum Ancak 5 gün sonra Atlanta'da, Kaliforniya toplantılarımdaki insanların birisi Glenn Thomas'tan bir e-mail aldım. Birlikte geçirdiğimiz salı sabahından sonra yazdığı orijinal şiiri gönderiyordu. Ve okuduğumda hayatımın en mutluluk verici anlarından biriydi. Çünkü bana, vay canına, bir kişinin anladığını söylüyordu. İşte bu Glenn'in yazdığı. Ve bu da en fazla risk altındaki kimse Lütfen "Yarının Çocuğu" ile tanışın.
"Without a name, an unseen face, and knowing not your time or place,
"İsimsiz, görülmemiş bir yüz, ve senin zamanını veya mekanını bilmeden
Tomorrow's child, though yet unborn, I met you first last Tuesday morn.
Yarının çocuğu, doğmamış olmana rağmen seninle ilk kez geçen salı sabahı tanıştım.
A wise friend introduced us two. And through his sobering point of view
Bilge bir arkadaş bizi tanıştırdı. Ve onun ayıltıcı bakış açısı yoluyla
I saw a day that you would see, a day for you but not for me.
senin göreceğin, senin için olan fakat benim için olmayan bir gün gördüm.
Knowing you has changed my thinking. For I never had an inkling
Benim düşüncemi değiştirdiğini bilerek. Çünkü yaptığım
that perhaps the things I do might someday, somehow threaten you.
şeylerin bir gün belki seni bir şekilde tehdit edebileceğini bilemedim.
Tomorrow's child, my daughter, son,
Yarının çocuğu, benim kızım, oğlum,
I'm afraid I've just begun to think of you and of your good,
Korkarım ki seni ve senin iyiliğini henüz düşünmeye
though always having known I should.
başladım, her zaman düşünmem gerektiğini bilerek.
Begin, I will.
Başlayacağım.
The way the cost of what I squander, what is lost,
İsraf ettiğimin maliyeti gibi, kaybolan,
if ever I forget that you will someday come and live here too."
eğer olur da bir zaman, seninde bir gün buraya gelip yaşayacağını unutursam."
Well, every day of my life since, "Tomorrow's Child" has spoken to me with one simple but profound message, which I presume to share with you. We are, each and every one, a part of the web of life. The continuum of humanity, sure, but in a larger sense, the web of life itself. And we have a choice to make during our brief, brief visit to this beautiful blue and green living planet: to hurt it or to help it. For you, it's your call.
O zamandan beri hayatımın her günü, "yarının çocuğu" sizinle paylaştığımı tahmin ettiğim tek bir basit ancak derin mesaj ile bana konuştu. Biz, her birimiz, yaşam ağının bir parçasıyız. İnsanlığın sürekliliği, kesinlikle, ancak daha büyük anlamda, hayat ağının kendisinin. Ve yaşayan bu mavi ve yeşil güzel gezegene yaptığımız çok kısa bu ziyarette, bizim yapmamız gereken bir seçim bulunuyor. onu incitmek veya yardım etmek. Sizin için, kararı siz verin.
Thank you.
Teşekkürler.
(Applause)
(Alkışlar)