Now, people have a lot of misconceptions about science -- about how it works and what it is. A big one is that science is just a big old pile of facts. But that's not true -- that's not even the goal of science. Science is a process. It's a way of thinking. Gathering facts is just a piece of it, but it's not the goal. The ultimate goal of science is to understand objective reality the best way we know how, and that's based on evidence.
Günümüzde insanlar, bilimin nasıl işlediği ve tam olarak ne olduğu konusunda pek çok yanılgıya sahipler. En büyük yanılgılardan biri, bilimin sadece gerçeklerden oluşan bir yığın olduğu. Fakat bu, doğru değil -- bu, bilimin hedeflediği bir şey bile değil. Bilim bir süreçtir. Bir düşünme biçimidir. Gerçekleri toplamak, bunun sadece bir parçasıdır ama amaç bu değil. Bilimin en temel amacı, objektif gerçekliği anlamaktır, yani neyin nasıl gerçekleştiğini bilme şeklimiz ve bu da kanıtlara dayalıdır.
The problem here is that people are flawed. We can be fooled -- we're really good at fooling ourselves. And so baked into this process is a way of minimizing our own bias. So sort of boiled down more than is probably useful, here's how this works. If you want to do some science, what you want to do is you want to observe something ... say, "The sky is blue. Hey, I wonder why?" You question it. The next thing you do is you come up with an idea that may explain it: a hypothesis. Well, you know what? Oceans are blue. Maybe the sky is reflecting the colors from the ocean. Great, but now you have to test it so you predict what that might mean. Your prediction would be, "Well, if the sky is reflecting the ocean color, it will be bluer on the coasts than it will be in the middle of the country." OK, that's fair enough, but you've got to test that prediction so you get on a plane, you leave Denver on a nice gray day, you fly to LA, you look up and the sky is gloriously blue. Hooray, your thesis is proven. But is it really? No. You've made one observation. You need to think about your hypothesis, think about how to test it and do more than just one. Maybe you could go to a different part of the country or a different part of the year and see what the weather's like then. Another good idea is to talk to other people. They have different ideas, different perspectives, and they can help you. This is what we call peer review. And in fact that will probably also save you a lot of money and a lot of time, flying coast-to-coast just to check the weather.
Buradaki sorun, insanların kusurlu olması. Bizi kandırmak mümkün, kendimizi kandırmakta da oldukça iyiyiz. Bu sürecin ayrılmaz parçası da ön yargılarımızı en aza indirgemek. Daha da öze inmek, muhtemelen işe yarayacaktır. Şöyle anlatayım: Bilimle ilgilenmek istiyorsanız yapmak istediğiniz şey aslında bir şeyleri gözlemlemektir... Diyelim ki "Gök mavi. Acaba neden?" Bunu sorguluyorsunuz. Yapacağınız ikinci şey, buna açıklama getirecek bir fikir üretmek, yani bir hipotez. Bakın ne diyeceğim, okyanuslar mavi. Belki de gökyüzü okyanusun rengini yansıtıyordur? Güzel ama şimdi bunu test etmeniz lazım ki bunun ne anlama geldiğini tahmin edebilesiniz. Tahmininiz şu olsun: "Gökyüzü okyanusun rengini yansıtıyorsa ülkenin orta kesimine nazaran kıyı kesimlerde gökyüzünün rengi daha mavi olur." Tamam, buraya kadar mantıklı fakat bu tahmini test etmelisiniz. Bir uçağa atlayıp bulutlu bir günde Denver'den yola çıkıyorsunuz, Los Angeles'e varıyorsunuz, bakıyorsunuz ki gökyüzü muhteşem bir mavi. Yaşasın! Teziniz kanıtlandı. Peki, gerçekten kanıtlandı mı? Hayır. Tek bir gözlemde bulundunuz. Hipotezinize kafa yormalı, bunu nasıl test edeceğinizi düşünmeli ve birden fazla test yapmalısınız. Belki ülkenin farklı bir bölgesine ya da farklı bir iklime gidip oradaki havayı görmelisiniz. Bir başka iyi fikir, insanlarla konuşmak olacaktır. Onların da farklı fikirleri, farklı bakış açıları var; size yardım edebilirler. Buna akran denetimi diyoruz. Aslına bakarsanız bu yöntem size çokça para ve zaman tasarrufu sağlar, sadece havayı görmek için kıyı kıyı gezmek zorunda kalmazsınız.
Now, what happens if your hypothesis does a decent job but not a perfect job? Well, that's OK, because what you can do is you can modify it a little bit and then go through this whole process again -- make predictions, test them -- and as you do that over and over again, you will hone this idea. And if it gets good enough, it may be accepted by the scientific community, at least provisionally, as a good explanation of what's going on, at least until a better idea or some contradictory evidence comes along.
Peki ya hipoteziniz düzgün işliyorsa fakat mükemmel değilse ne olacak? Bu da kabul edilebilir, zira bu noktada hipotezi biraz elden geçirebilirsiniz, sonra da aynı süreci baştan uygularsınız -- tahmin yürütme, test etme -- ve siz bu süreci tekrarlarken fikriniz özüne ulaşarak iyileşir. Yeteri kadar iyileşirse bilim camiası da fikrinizi kabul edebilir; en azından geçici bir süre ne olup bittiğine dair iyi bir açıklama olarak kabul edilebilir, en azından daha iyi bir fikir ya da zıt yönde bir kanıt ortaya çıkana kadar.
Now, part of this process is admitting when you're wrong. And that can be really, really hard. Science has its strengths and weaknesses and they depend on this. One of the strengths of science is that it's done by people, and it's proven itself to do a really good job. We understand the universe pretty well because of science. One of science's weaknesses is that it's done by people, and we bring a lot of baggage along with us when we investigate things. We are egotistical, we are stubborn, we're superstitious, we're tribal, we're humans -- these are all human traits and scientists are humans. And so we have to be aware of that when we're studying science and when we're trying to develop our theses. But part of this whole thing, part of this scientific process, part of the scientific method, is admitting when you're wrong. I know, I've been there.
İşin bu kısmında, yanılınca bunu kabul etmeniz gerekli. Bu da zor, hem de çok zor olabiliyor. Bilimin de güçlü ve zayıf kasları vardır ve bu da kabullenmeye bağlıdır. Bilimin güçlü yanlarından biri, insanlar tarafından yapılması ve kendi kendini kanıtlaması. Bilim sayesinde evreni oldukça iyi biçimde kavrayabiliyoruz. Bilimin zayıf yönlerinden biri ise, yine insanlar tarafından yapılması, bir şeyleri araştırırken işe sırtımızda yüklerle giriyoruz. Egoistiz, inatçıyız ve batıl inançlıyız, kabile halindeyiz, insanız -- bunların hepsi insanın özellikleri ve bilimle uğraşanlar da insan. Dolayısıyla bilimle ilgilenirken ve tezlerimizi geliştirmeye çabalarken bunun farkında olmalıyız. Fakat bütün bunların, bilimsel sürecin, bilimsel yöntemlerin bir parçası da hatalıysanız bunu kabul etmektir. Biliyorum, benim de başıma geldi.
Many years ago I was working on Hubble Space Telescope, and a scientist I worked with came to me with some data, and he said, "I think there may be a picture of a planet orbiting another star in this data." We had not had any pictures taken of planets orbiting other stars yet, so if this were true, then this would be the first one and we would be the ones who found it. That's a big deal. I was very excited, so I just dug right into this data. I spent a long time trying to figure out if this thing were a planet or not. The problem is planets are faint and stars are bright, so trying to get the signal out of this data was like trying to hear a whisper in a heavy metal concert -- it was really hard. I tried everything I could, but after a month of working on this, I came to a realization ... couldn't do it. I had to give up. And I had to tell this other scientist, "The data's too messy. We can't say whether this is a planet or not." And that was hard. Then later on we got follow-up observations with Hubble, and it showed that it wasn't a planet. It was a background star or galaxy, something like that.
Yıllar yıllar önce, Hubble Uzay Teleskobu'nda çalışıyordum ve birlikte çalıştığım bir bilim insanı elinde veriyle geldi ve dedi ki "Sanırım burada bir başka yıldız etrafında dönen bir gezegenin görüntüsü olabilir." Henüz elimizde başka yıldızların etrafında dönen gezegenlerin görüntüsü yoktu. Bu yüzden eğer doğruysa bu ilk görüntü olacaktı ve bunu yakalayanlar biz olacaktık. Yani mevzu çok büyüktü. Çok heyecanlandım, hemen veri yığınına gömüldüm. Bu şeyin bir gezegen olup olmadığını anlamak için çok zaman harcadım. Sorun şu ki gezegenler soluk olur ve yıldızlar da parlak, dolayısıyla bu veriden bir şey çıkarmak heavy metal konserinde bir fısıltıyı duymaya çalışmak gibiydi, gerçekten çok zordu. Elimden gelen her yolu denedim fakat verinin üzerinde bir ay çalıştıktan sonra şunu anladım: Olmuyor. Peşini bırakmam lazım. Diğer bilim insanına şunu demem gerekti: "Veriler çok dağınık. Bunun bir gezegen olup olmadığını söyleyemeyiz." Bunu yapmak da zordu. Sonra Hubble ile bu süreci takip eden gözlemler yaptık ve gördük ki o şey bir gezegen değilmiş. Arka plandaki bir yıldız ya da galaksi gibi bir şeymiş.
Well, not to get too technical, but that sucked.
Çok teknik detaya girmek istemiyorum ama kısacası çuvalladık.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
I was really unhappy about this. But that's part of it. You have to say, "Look, you know, we can't do this with the data we have." And then I had to face up to the fact that even the follow-up data showed we were wrong. Emotionally I was pretty unhappy. But if a scientist is doing their job correctly, being wrong is not so bad because that means there's still more stuff out there -- more things to figure out.
Bu, beni epey mutsuz etmişti. Ama işin içinde bu da var. Şunu da demeniz lazım: "Bu işi elimizdeki verilerle yapamayız." Daha sonra takip eden verilerin bile yanılgımızı gösterdiği gerçeğiyle yüzleştim. Duygusal olarak çok mutsuzdum. Fakat bir bilim insanı işini gerektiği gibi yapıyorsa yanılmak o kadar da kötü değil çünkü bu yapacak daha çok iş olduğunu gösterir, anlaşılmamış çok şey var demektir.
Scientists don't love being wrong but we love puzzles, and the universe is the biggest puzzle of them all. Now having said that, if you have a piece and it doesn't fit no matter how you move it, jamming it in harder isn't going to help. There's going to be a time when you have to let go of your idea if you want to understand the bigger picture. The price of doing science is admitting when you're wrong, but the payoff is the best there is: knowledge and understanding. And I can give you a thousand examples of this in science, but there's one I really like. It has to do with astronomy, and it was a question that had been plaguing astronomers literally for centuries.
Bilim insanları haksız olmayı sevmezler ama yapboz oynamaya bayılırlar ve evren de onlar için en büyük yapboz. Unutmamak gerekir ki elinizdeki parça uymuyorsa ne kadar çabalarsanız çabalayın, tıkıştırmak işe yaramayacak. Eğer büyük resmi görmek istiyorsanız fikrinizden vazgeçmeniz gereken bir an gelecek. Bilimle uğraşmanın bedeli, yanıldığınızda bunu kabul etmektir fakat bunun mükafatı da şu: bilgi ve kavrayış. Bilimde buna dair size binlerce örnek verebilirim fakat aralarında birini çok seviyorum. Astronomiyle alakalı, gök bilimcileri uğraştıran bir soruydu, hem de yüzyıllardır.
When you look at the Sun, it seems special. It is the brightest object in the sky, but having studied astronomy, physics, chemistry, thermodynamics for centuries, we learned something very important about it. It's not that special. It's a star just like millions of other stars. But that raises an interesting question. If the Sun is a star and the Sun has planets, do these other stars have planets? Well, like I said with my own failure in the "planet" I was looking for, finding them is super hard, but scientists tend to be pretty clever people and they used a lot of different techniques and started observing stars. And over the decades they started finding some things that were pretty interesting, right on the thin, hairy edge of what they were able to detect. But time and again, it was shown to be wrong.
Güneş'e baktığınızda özel görünür. Gökyüzündeki en parlak yıldızdır ama astronomi, fizik, kimya, termodinamik alanlarında yüzyıllardır çalışan bizler, Güneş hakkında çok önemli bir şey öğrendik. O kadar da özel değil. Diğer milyonlarca yıldızdan sadece bir tanesi. Fakat bu durum da ilginç bir soruya yol açar. Eğer Güneş bir yıldızsa ve Güneş'in de gezegenleri varsa diğer yıldızların da gezegenleri var mı? Sözde gezegeni araştırdığım hikayeyi anlatırken belirttiğim gibi onları bulmak aşırı zor fakat bilim insanları genelde çok zeki insanlardır, onlar da bu süreçte birçok teknik deniyor ve yıldızları gözlemlemeye başlıyorlar. Yıllar geçiyor ve tespit edebildikleri ince ve belirsiz şeyin üzerinde son derece ilginç şeyler bulmaya başlıyorlar. Fakat geçen zaman onlara yanıldıklarını gösteriyor.
That all changed in 1991. A couple of astronomers -- Alexander Lyne -- Andrew Lyne, pardon me -- and Matthew Bailes, had a huge announcement. They had found a planet orbiting another star. And not just any star, but a pulsar, and this is the remnant of a star that has previously exploded. It's blasting out radiation. This is the last place in the universe you would expect to find a planet, but they had very methodically looked at this pulsar, and they detected the gravitational tug of this planet as it orbited the pulsar. It looked really good. The first planet orbiting another star had been found ... except not so much.
Bu durum 1991 yılında değişti. Bir grup gök bilimci, Alexander Lyne -- pardon, Andrew Lyne -- ve Matthew Bailes'in verecekleri büyük bir haber vardı. Bir başka yıldızın etrafında dönen bir gezegen bulmuşlardı. Üstelik sıradan bir yıldız değildi, bu bir pulsardı ve bu yıldız kalıntısı geçmişte patlamıştı. Radyasyon yayıyordu. Burası, evrende bir gezegen bulmayı umut edeceğiniz son yerdi fakat bu pulsar üzerinde düzenli bir çalışma yürüttüler ve pulsarın etrafında dönerken bu gezegenin yer çekimsel kuvvetini tespit ettiler. Eldeki bilgi sağlam görünüyordu. Bir başka yıldızın etrafında dönen ilk gezegen bulunmuştu... yani kısmen.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
After they made the announcement, a bunch of other astronomers commented on it, and so they went back and looked at their data and realized they had made a very embarrassing mistake. They had not accounted for some very subtle characteristics of the Earth's motion around the Sun, which affected how they measured this planet going around the pulsar. And it turns out that when they did account for it correctly, poof -- their planet disappeared. It wasn't real.
Açıklamayı yapıldıktan sonra birtakım gök bilimci yorumlarda bulundu, keşfedenler de verileri tekrar incelediler ve fark ettiler ki son derece utanç verici bir hata yapmışlar. Dünya'nın Güneş etrafındaki hareketinin bazı incelikli özelliklerini hesaba katmamışlardı, bu da pulsarın etrafında dönen gezegene dair ölçümlerini etkiledi. Sonrasında hesaplamayı doğru yaptıklarında gördüler ki... Puf! Gezegenleri gitmiş. Gerçek değilmiş.
So Andrew Lyne had a very formidable task. He had to admit this. So in 1992 at the American Astronomical Society meeting, which is one of the largest gatherings of astronomers on the planet, he stood up and announced that he had made a mistake and that the planet did not exist. And what happened next -- oh, I love this -- what happened next was wonderful. He got an ovation. The astronomers weren't angry at him; they didn't want to chastise him. They praised him for his honesty and his integrity. I love that! Scientists are people.
Andrew Lyne'in görevi oldukça zordu. Bu gerçeği kabul etmek zorundaydı. Gezegenimizdeki en kapsamlı gök bilim buluşmalarından biri olan Amerikan Astronomi Topluluğu'nun 1992'deki toplantısında ayağa kalktı ve bir yanlış yaptığını, o gezegenin aslında var olmadığını duyurdu. Peki, sonra ne oldu? Ah, bu kısmı çok seviyorum, sonra olan şey muazzamdı. Onu alkış yağmuruna tuttular. Gök bilimciler ona kızmamışlardı, onu yerden yere vurma niyetleri yoktu. Dürüstlüğü ve doğruluğu için onu takdir ettiler. Bayıldım! Bilimle uğraşanlar da insan sonuçta.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
And it gets better!
Sonrası daha da iyi!
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Lyne steps off the podium. The next guy to come up is a man named Aleksander Wolszczan He takes the microphone and says, "Yeah, so Lyne's team didn't find a pulsar planet, but my team found not just one but two planets orbiting a different pulsar. We knew about the problem that Lyne had, we checked for it, and yeah, ours are real." And it turns out he was right. And in fact, a few months later, they found a third planet orbiting this pulsar and it was the first exoplanet system ever found -- what we call alien worlds -- exoplanets. That to me is just wonderful.
Sonra Lyne podyuma çıkıyor. Ondan sonra Aleksander Wolszczan adında bir kişi sahneye çıkıyor. Mikrofonu eline alıyor ve şunu diyor: "Evet, Lyne'ın ekibi bir pulsar gezegeni bulamadı ama benim ekibim farklı bir pulsar yörüngesinde dönen bir değil, iki tane gezegen buldu. Lyne'in baş ettiği sorunu biliyorduk, ona göre kontroller yaptık ve evet, bizim gezegenler gerçek." Ardından haklı olduğu ortaya çıktı. Aslında, sadece birkaç ay sonra bu pulsarın etrafında dönen üçüncü bir gezegen daha buldular ve bu, bizim dışımızda keşfedilen ilk sistemdi, yani güneş sistemi dışındaki ilk gezegenler. Bence bu muhteşem bir şey.
At that point the floodgates were opened. In 1995 a planet was found around a star more like the Sun, and then we found another and another. This is an image of an actual planet orbiting an actual star. We kept getting better at it. We started finding them by the bucketload. We started finding thousands of them. We built observatories specifically designed to look for them. And now we know of thousands of them. We even know of planetary systems.
Sonrası çorap söküğü gibi geldi. 1995 yılında Güneş'e benzer bir yıldız etrafında dönen bir gezegen daha bulundu, sonra bir tane daha, başka bir tane daha. Bu, gerçek bir yıldız etrafında dönen gerçek bir gezegenin görüntüsü. Bu işte daha da iyiye gittik. Böyle tonlarca gezegen bulmaya başladık. Binlercesini bulduk. Özellikle böyle sistemleri aramak üzere tasarlanmış gözlemevleri kurduk. Bugün ise binlercesinden haberdarız. Gezegen sistemlerden bile haberdarız.
That is actual data, animated, showing four planets orbiting another star. This is incredible. Think about that. For all of human history, you could count all the known planets in the universe on two hands -- nine -- eight? Nine? Eight -- eight.
Bu gerçek ve hareketli veri bir yıldızın etrafında dönen dört gezegeni gösteriyor. Bu, inanılmaz. Bir düşünün. İnsanlık tarihi boyunca, evrende bilinen gezegenleri iki elinizle sayabilirdiniz. Dokuz, yok sekiz? Dokuz mu? Hayır, hayır sekiz.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Eh.
Yani...
(Laughter)
(Gülüşmeler)
But now we know they're everywhere. Every star -- for every star you see in the sky there could be three, five, ten planets. The sky is filled with them. We think that planets may outnumber stars in the galaxy. This is a profound statement, and it was made because of science. And it wasn't made just because of science and the observatories and the data; it was made because of the scientists who built the observatories, who took the data, who made the mistakes and admitted them and then let other scientists build on their mistakes so that they could do what they do and figure out where our place is in the universe. That is how you find the truth. Science is at its best when it dares to be human.
Ama sonuçta biliyoruz ki her yerdeler. Her bir yıldız -- gökyüzünde görülen her bir yıldızın etrafında üç, beş, on gezegen olabilir. Gökyüzü bunlarla dolu. Galaksideki gezegen sayısının yıldızlardan fazla olduğunu düşünüyoruz. Bu, çok büyük ve derin bir ifade ve bilim sayesinde böyle konuşabiliyoruz. Sadece bilim sayesinde de değil, gözlem evleri ve veriler sayesinde de, aynı zamanda o gözlem evlerini inşa eden, veri toplayan, hata yapan ve hatalarını kabul eden ve bu hatalarla doğrunun bulunmasını sağlayan bilim insanları sayesinde, böylece ellerinden geleni yaparak evrendeki yerimizi anlamamızı sağlıyorlar. İşte, gerçeği böyle bulursunuz. Bilimin ideali, insanlığa meydan okuyan halidir.
Thank you.
Teşekkürler.
(Applause and cheers)
(Alkış ve tebrikler)