We often hear these days that the immigration system is broken. I want to make the case today that our immigration conversation is broken and to suggest some ways that, together, we might build a better one. In order to do that, I'm going to propose some new questions about immigration, the United States and the world, questions that might move the borders of the immigration debate.
Bugünlerde insanlar göçmenlik sistemimizin çökmüş olduğunu söylüyorlar. Ben ise bugün göçmen iletişimimizin kopmuş olduğuna değinmek ve daha iyisini inşa edebileceğimiz yöntemler önermek istiyorum. Bunu yapabilmek adına göçmenlik, Amerika Birleşik Devletleri, ve dünya hakkında göçmenlik tartışmasının sınırlarını kaldırabilecek yeni sorular soracağım.
I'm not going to begin with the feverish argument that we're currently having, even as the lives and well-being of immigrants are being put at risk at the US border and far beyond it. Instead, I'm going to begin with me in graduate school in New Jersey in the mid-1990s, earnestly studying US history, which is what I currently teach as a professor at Vanderbilt University in Nashville, Tennessee. And when I wasn't studying, sometimes to avoid writing my dissertation, my friends and I would go into town to hand out neon-colored flyers, protesting legislation that was threatening to take away immigrants' rights.
Bu dakikalarda bile ABD sınırında ve sınırın çok ötesinde göçmenlerin yaşamlarının ve refahlarının riske atıldığı halihazırdaki hararetli tartışmadan bahsetmeyeceğim. Onun yerine, 1990'ların ortalarında New Jersey'de ABD tarihini ciddiyetle çalışan yüksek lisans öğrencisi olmamdan ve şu anda ABD tarihini Nashville Tennessee'deki Vanderblit Üniversitesi'nde ders veriyor olmamdan bahsedeceğim. Çalışmadığım zamanlarda, bazen tezimi yazmaktan uzaklaşmak için arkadaşlarımla beraber göçmen haklarının ihlal edilmesine yol açabilecek yasaları protesto ettiğimiz parlak renkli el ilanlarını dağıtmak için şehre inerdik.
Our flyers were sincere, they were well-meaning, they were factually accurate ... But I realize now, they were also kind of a problem. Here's what they said: "Don't take away immigrant rights to public education, to medical services, to the social safety net. They work hard. They pay taxes. They're law-abiding. They use social services less than Americans do. They're eager to learn English, and their children serve in the US military all over the world." Now, these are, of course, arguments that we hear every day. Immigrants and their advocates use them as they confront those who would deny immigrants their rights or even exclude them from society. And up to a certain point, it makes perfect sense that these would be the kinds of claims that immigrants' defenders would turn to.
İlanlarımız samimiydi, iyi niyetliydi ve gerçeklerle örtüşüyordu. Fakat şimdi fark ediyorum ki aynı zamanda bir çeşit problemdiler. Örnek verecek olursak ''Göçmenlerin eğitim haklarını, sağlık haklarını, sosyal güvenlik haklarını ellerinden almayın. Göçmenler çok fazla çalışıyorlar, vergilerini ödüyorlar, yasalara uyuyorlar. Sosyal hizmetlerden Amerikalılara kıyasla daha az yararlanıyorlar. İngilizce öğrenmeye istekliler. Çocukları tüm dünyada ABD ordusuna hizmet ediyor.'' diyorlardı. Kuşkusuz ki bunlar her gün duyduğumuz argümanlar. Göçmenler ve destekleyicileri, bu argümanları göçmen haklarını inkar eden ya da onları toplumdan ihraç eden insanlara karşı koymak için kullanıyorlar. Bir noktaya kadar bu argümanların, göçmenleri savunanların başvuracağı türde iddialar olduğu çok mantıklı geliyor.
But in the long term, and maybe even in the short term, I think these arguments can be counterproductive. Why? Because it's always an uphill battle to defend yourself on your opponent's terrain. And, unwittingly, the handouts my friends and I were handing out and the versions of these arguments that we hear today were actually playing the anti-immigrants game. We were playing that game in part by envisioning that immigrants were outsiders, rather than, as I'm hoping to suggest in a few minutes, people that are already, in important ways, on the inside. It's those who are hostile to immigrants, the nativists, who have succeeded in framing the immigration debate around three main questions.
Fakat uzun vadede, hatta belki kısa vadede bile bu argümanların ters etki yaratabileceğini düşünüyorum. Peki neden? Çünkü bu, kendini muhaliflerin arasında savunamayacağın her zamanki çetin savaş. Farkında olmayarak arkadaşlarımla dağıttığımız bildiriler ve bugünlerde duyduğumuz argümanların uyarlamaları aslında göçmenlik karşıtı bir amaca hizmet ediyorlardı. Bizler de göçmenlerin, az sonra açıklamayı umduğum halihazırda bizlerden biri olduklarının öneminden ziyade, onların öteki olduğunu düşünerek kısmen bu amaca hizmet ediyoruz. Üç soru etrafında göçmenlik tartışmasını körüklemeyi başaranlar, göçmenlerin muhalifi olan nativistlerdir.
First, there's the question of whether immigrants can be useful tools. How can we use immigrants? Will they make us richer and stronger? The nativist answer to this question is no, immigrants have little or nothing to offer.
Öncelikle göçmenlerin faydalı bir araç olup olamayacağı sorusu sorulur. Göçmenlerden nasıl yararlanabiliriz? Bizi daha zengin ve güçlü yapabilirler mi? Nativistler bu soruyu ''Hayır, göçmenler bize çok az şey ya da koca bir hiçlik sunarlar.'' diye yanıtlarlar.
The second question is whether immigrants are others. Can immigrants become more like us? Are they capable of becoming more like us? Are they capable of assimilating? Are they willing to assimilate? Here, again, the nativist answer is no, immigrants are permanently different from us and inferior to us.
İkinci soru ise göçmenlerin öteki olup olmadığıyla ilgili. Göçmenler bize benzeyebilirler mi? Bize benzeyecek yeterlilikteler mi? Asimile edilebilirler mi? Asimile edilmeye istekliler mi? Yine nativistler bu soruyu ''Hayır, göçmenler temelli olarak bizden farkı ve geridedirler.'' diye yanıtlarlar.
And the third question is whether immigrants are parasites. Are they dangerous to us? And will they drain our resources? Here, the nativist answer is yes and yes, immigrants pose a threat and they sap our wealth. I would suggest that these three questions and the nativist animus behind them have succeeded in framing the larger contours of the immigration debate. These questions are anti-immigrant and nativist at their core, built around a kind of hierarchical division of insiders and outsiders, us and them, in which only we matter, and they don't. And what gives these questions traction and power beyond the circle of committed nativists is the way they tap into an everyday, seemingly harmless sense of national belonging and activate it, heighten it and inflame it.
Üçüncü soru göçmenlerin birer parazit olup olmadığı. Bize zararları dokunur mu? Kaynaklarımızı kuruturlar mı? İşte şimdi nativistler bu soruyu ''Evet, evet göçmenler tehlike saçarlar ve bizim varlıklarımızı tüketirler.'' diye yanıtlarlar. Bu üç sorunun ve arkasındaki nativist maksadın göçmen tartışması sınırlarını daha da genişletmekte başarılı olduğunu söyleyebilirim. İçeridekiler ve ötekiler arasında, yani biz ve onlar arasında, sadece bizim önemli olduğumuz, göçmenlerin ise önemli olmadığını söyleyip bir çeşit hiyerarşik sınır çizen bu sorular özünde göçmenlik karşıtı ve nativist. Bu soruların ardındaki, kendini davasına adayan nativist camia dışındaki itici kuvvet ise her gün faydalandıkları, görünürde zararsız olan bir ulusa ait olma algısı faaliyete geçirme ve bu algıyı derinleştirme ve kızıştırma yöntemleridir.
Nativists commit themselves to making stark distinctions between insiders and outsiders. But the distinction itself is at the heart of the way nations define themselves. The fissures between inside and outside, which often run deepest along lines of race and religion, are always there to be deepened and exploited. And that potentially gives nativist approaches resonance far beyond those who consider themselves anti-immigrant, and remarkably, even among some who consider themselves pro-immigrant. So, for example, when Immigrants Act allies answer these questions the nativists are posing, they take them seriously. They legitimate those questions and, to some extent, the anti-immigrant assumptions that are behind them. When we take these questions seriously without even knowing it, we're reinforcing the closed, exclusionary borders of the immigration conversation.
Nativistler, kendilerini içeridekiler ve ötekiler arasında keskin bir uçurum yaratmaya adamışlardır. Fakat uçurum, ulusların kendilerini nasıl tanımladıklarının temelindedir. Sık sık ırk ve din bağlamında derinleşen içerisi ve dışarısı arasındaki çatlaklar derinleştirilmek ve sömürülmek için her zaman o temeldedir. Bu muhtemelen nativist yaklaşıma kendilerini göçmen karşıtı olarak tanımlayanların çok ötesinde, kendilerini aşırı derecede göçmen taraftarı olarak tanımlayanlar arasında da yankılanma imkanı veriyor. Böylece Göç Yasası müttefikleri nativistlerin dayattıkları bu soruları cevaplarken onları çok ciddiye alıyorlar. Bu soruları ve bir ölçüde soruların ardındaki göçmen karşıtı tavrı meşrulaştırıyorlar. Bu soruları, doğru düzgün bilmeden bile ciddiyetle ele aldığımızda göçmen iletişiminin kapalı, dışlayıcı sınırlarını güçlendiriyoruz.
So how did we get here? How did these become the leading ways that we talk about immigration? Here, we need some backstory, which is where my history training comes in. During the first century of the US's status as an independent nation, it did very little to restrict immigration at the national level. In fact, many policymakers and employers worked hard to recruit immigrants to build up industry and to serve as settlers, to seize the continent. But after the Civil War, nativist voices rose in volume and in power. The Asian, Latin American, Caribbean and European immigrants who dug Americans' canals, cooked their dinners, fought their wars and put their children to bed at night were met with a new and intense xenophobia, which cast immigrants as permanent outsiders who should never be allowed to become insiders.
Peki bu noktaya nasıl geldik? Bunlar göçmen tartışmamıza nasıl yön verdiler? İşte şimdi tarih profesörlüğümün devreye gireceği bazı tarihsel hikayelere ihtiyacımız var. ABD zümresi, bağımsız bir ulus olduğu ilk yüzyılında göçmenliğe ulusal düzeyde çok sınırlı kısıtlamalar getirmişti. Aslında birçok politikacı ve işveren sanayiyi geliştirmek ve bölgelerini gasp edebilmek için onları yerleşimci olarak servis edebilmek amacıyla göçmenleri iyileştirmek adına çok uğraş verdiler. Fakat Amerikan İç Savaşı'ndan sonra nativistlerin sesi daha güçlü, daha gür çıkmaya başladı. Amerikan tünellerini kazan, onların yemeklerini pişiren, savaşlarında savaşan, geceleri çocuklarını yatağa yatıran Asyalılar, Latin Amerikalılar, Karayipler ve Avrupalı mülteciler, onları daimi ötekiler olarak atayan, içeri girmelerine müsade etmeyen yeni ve yoğun bir yabancı düşmanlığıyla karşılaştılar.
By the mid-1920s, the nativists had won, erecting racist laws that closed out untold numbers of vulnerable immigrants and refugees. Immigrants and their allies did their best to fight back, but they found themselves on the defensive, caught in some ways in the nativists' frames. When nativists said that immigrants weren't useful, their allies said yes, they are. When nativists accused immigrants of being others, their allies promised that they would assimilate. When nativists charged that immigrants were dangerous parasites, their allies emphasized their loyalty, their obedience, their hard work and their thrift. Even as advocates welcomed immigrants, many still regarded immigrants as outsiders to be pitied, to be rescued, to be uplifted and to be tolerated, but never fully brought inside as equals in rights and respect.
1920'lerin ortalarına kadar nativistler belirsiz sayıdaki savunmasız göçmenleri ve mültecileri ötekileştiren ırkçı yasalar koyarak kazandılar. Göçmenler ve müttefikleri tüm bunlara karşı koymak için ellerinden gelenin en iyisini yaptılar. Fakat kendilerini nativist komplosunun içinde savunma halinde buldular. Nativistler göçmenlerin faydalı olmadığını söylediğinde göçmen yandaşları faydalı olduklarını söylüyordu. Nativistler onları öteki olmayla itham ettiğinde göçmen yandaşları onların kültüre ayak uyduracaklarını temin ediyordu. Nativistler, göçmenlerin tehlikeli parazitler olduğu fikriyle dolmuşken göçmen yandaşları, göçmenlerin sadakatini, itaatkarlığını, çalışkanlıklarını ve tutumluluğunu vurguluyorlardı. Yandaşlar göçmenlere kucak açtığında bile çoğu nativist, göçmenlere hala acınası, kurtarılmaya muhtaç islah edilmesi ve tolere edilmesi gereken fakat hiçbir zaman hak ve saygı açısından tamamıyla içeridekilerle eşit olmayan ''ötekiler'' gözüyle bakıyordu.
After World War II, and especially from the mid-1960s until really recently, immigrants and their allies turned the tide, overthrowing mid-20th century restriction and winning instead a new system that prioritized family reunification, the admission of refugees and the admission of those with special skills. But even then, they didn't succeed in fundamentally changing the terms of the debate, and so that framework endured, ready to be taken up again in our own convulsive moment. That conversation is broken. The old questions are harmful and divisive.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra özellikle 1960'ların ortalarından günümüze kadar mülteciler ve yandaşları 20. yy ortalarındaki kısıtlamaları yıkarak mültecilere ve özel yeteneklilere ülkeye giriş kabulü veren ve aile birleşim hakkına öncelik veren yeni bir sistem kazanarak olayların gidişatını bütünüyle değiştirdiler. Fakat ondan sonra, esas olarak göçmen tartışmasının temellerini değiştirmekte başarılı olamadılar. Bu yüzden tartışmanın temelleri şuanki sarsıcı tartışmamızı sürdürmeye hazır şekilde hala ayakta. İşte bu iletişim çöktü. Eski sorular zararlı ve bölücüydü.
So how do we get from that conversation to one that's more likely to get us closer to a world that is fairer, that is more just, that's more secure? I want to suggest that what we have to do is one of the hardest things that any society can do: to redraw the boundaries of who counts, of whose life, whose rights and whose thriving matters. We need to redraw the boundaries. We need to redraw the borders of us. In order to do that, we need to first take on a worldview that's widely held but also seriously flawed. According to that worldview, there's the inside of the national boundaries, inside the nation, which is where we live, work and mind our own business. And then there's the outside; there's everywhere else. According to this worldview, when immigrants cross into the nation, they're moving from the outside to the inside, but they remain outsiders. Any power or resources they receive are gifts from us rather than rights.
Peki biz bu eski iletişimden bizi daha adil, daha insaflı ve daha güven veren bir dünyaya yakınlaştıracak yeni bir iletişimi nasıl kurabiliriz? Yapmak zorunda olduğumuz şeyin bir toplumun yapabileceği en zor şeylerden biri olduğunu söylemek istiyorum: Kimin hayatının, kimin haklarının ve kimin emeğinin kayda değer olduğunun sınırlarını tekrar çizmemiz gerekiyor. Sınırları tekrar çizmemiz gerekiyor, kendi sınırlarımızı tekrar çizmemiz gerekiyor. Bunu yapabilmek için öncelikle olabildiğine geniş fakat ciddi ölçüde kusurlu bir dünya görüşünü ele almamız lazım. Bu dünya görüşüne göre yaşadığımız, çalıştığımız kendi işimizi umursadığımız topraklarımızın, ulusal sınırlarımızın içerisi var. Bir de diğer her yerin olduğu dışarısı var. Bu dünya görüşüne göre mülteciler topraklarımıza girdiğinde dışarıdan içeriye geçmiş oluyorlar fakat ''dışarıdakiler'' olarak kalıyorlar. Elde ettikleri herhangi bir yetki veya olanak göçmenlerin hakları olmaktan ziyade bizden onlara bir hediye oluyor.
Now, it's not hard to see why this is such a commonly held worldview. It's reinforced in everyday ways that we talk and act and behave, down to the bordered maps that we hang up in our schoolrooms. The problem with this worldview is that it just doesn't correspond to the way the world actually works, and the way it has worked in the past. Of course, American workers have built up wealth in society. But so have immigrants, particularly in parts of the American economy that are indispensable and where few Americans work, like agriculture. Since the nation's founding, Americans have been inside the American workforce. Of course, Americans have built up institutions in society that guarantee rights. But so have immigrants. They've been there during every major social movement, like civil rights and organized labor, that have fought to expand rights in society for everyone. So immigrants are already inside the struggle for rights, democracy and freedom.
Bu görüşün neden bu kadar yaygın olduğunu anlamak zor değil. Bu görüş, konuşmamıza, hareket etmemize, sınıflarımıza astığımız sınırları çizilmiş haritalara kadar hayatımızın her anında pekiştiriliyor. Bu dünya görüşünün sorunu şu ki dünyada işlerin nasıl yürüdüğüyle ve geçmişte nasıl yürümüş olduğuyla uyuşmaması. Tabii ki de Amerikalı işçiler toplumu kalkındırdılar. Fakat göçmenler de bilhassa önemli ama çok az Amerikalının çalıştığı tarım gibi sektörlerde çalıştılar. Ulus inşa edildiğinden beri Amerikalılar, Amerikan iş gücünün bir parçası. Tabii ki de Amerikalılar toplumda haklarını güvenceye alan bir gelenek inşa ettiler. Fakat göçmenler de inşa ettiler. Vatandaşlık hakları ve sendikalaşmış işgücü gibi toplumdaki herkese hakkını ulaştırmak için mücadele ettikleri tüm büyük sosyal hareketlerde göçmenler de oradaydı. Böylece göçmenler çoktandır hak, demokrasi ve özgürlük mücadelesi veriyorlar.
And finally, Americans and other citizens of the Global North haven't minded their own business, and they haven't stayed within their own borders. They haven't respected other nations' borders. They've gone out into the world with their armies, they've taken over territories and resources, and they've extracted enormous profits from many of the countries that immigrants are from. In this sense, many immigrants are actually already inside American power. With this different map of inside and outside in mind, the question isn't whether receiving countries are going to let immigrants in. They're already in. The question is whether the United States and other countries are going to give immigrants access to the rights and resources that their work, their activism and their home countries have already played a fundamental role in creating. With this new map in mind, we can turn to a set of tough, new, urgently needed questions, radically different from the ones we've asked before -- questions that might change the borders of the immigration debate. Our three questions are about workers' rights, about responsibility and about equality.
Sonuç olarak Amerikalılar ve tüm Batı dünyası sadece kendi işlerine bakıp kendi sınırları içinde kalmadılar. Diğer ulusların sınırlarına saygı göstermediler, ordularıyla dünyaya açıldılar, bölgeleri ve kaynakları ele geçirdiler ve çoğu mülteci vatanından muazzam kar elde ettiler. Bu anlamda çoğu mülteci aslında çoktan Amerikan gücünün ''içerisinde''. İçerinin ve dışarının zihindeki değişik haritası beraberindeki asıl soru ülkelerin mültecileri içeriye dahil edip etmeyeceği değil. Aslında çoktan dahiller, içerideler. Asıl soru, ABD'nin veya diğer ülkelerin mültecilere oluşumunda emeklerinin, müdahalelerinin ve vatanlarının temel rol oynadığı haklara ve olanaklara ulaşma imkanı verip vermeyeceği. Zihindeki bu yeni haritayla tamamıyla önceden sorduğumuz sorulardan farklı, göçmen tartışmasının sınırlarını değiştirebilecek, çetin, yeni ve acilen ihtiyaç duyduğumuz üç yeni soruyu sorabiliriz. Sorularımız, işçi hakları, sorumluluk ve eşitlik hakkında.
First, we need to be asking about workers' rights. How do existing policies make it harder for immigrants to defend themselves and easier for them to be exploited, driving down wages, rights and protections for everyone? When immigrants are threatened with roundups, detention and deportations, their employers know that they can be abused, that they can be told that if they fight back, they'll be turned over to ICE. When employers know that they can terrorize an immigrant with his lack of papers, it makes that worker hyper-exploitable, and that has impacts not only for immigrant workers but for all workers.
İlk olarak işçi hakları hakkında soru sormaya ihtiyacımız var. Var olan politikalar göçmenlerin kendini savunmasını nasıl zorlaştırıyor, maaşlarını aşağı çekerek haklarını ve korunmalarını sömürülmeye müsait bir duruma nasıl sürüklüyor? Mülteciler yakalanma, gözaltına alınma ve sınır dışı edilmekle tehdit edildiğinde iş verenleri onları suistimal edebileceklerini, azarlayabileceklerini, eğer karşı koyarlarsa Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza'ya teslim edebileceklerini biliyorlar. İş verenlerin göçmenleri eksik evraklarıyla korkutması işçileri aşırı sömürülebilir bir duruma sokuyor. Bu durumdan sadece göçmen işçiler değil tüm işçiler etkileniyor.
Second, we need to ask questions about responsibility. What role have rich, powerful countries like the United States played in making it hard or impossible for immigrants to stay in their home countries? Picking up and moving from your country is difficult and dangerous, but many immigrants simply do not have the option of staying home if they want to survive. Wars, trade agreements and consumer habits rooted in the Global North play a major and devastating role here. What responsibilities do the United States, the European Union and China -- the world's leading carbon emitters -- have to the millions of people already uprooted by global warming?
İkinci olarak sorumluluklar hakkında soru sormaya ihtiyacımız var. ABD gibi zengin ve güçlü ülkelerin göçmenler için kendi vatanlarında barınmanın zorlaştırılmasındaki ya da imkansız hale getirilmesindeki rolü nedir? Göçünü toparlayıp ülkeni terk etmek zor ve tehlikeli fakat çoğu göçmenin eğer hayatta kalmak istiyorlarsa evde kalmak gibi bir seçeneği yok. Batı dünyasında köklü bir yeri olan savaşlar, ticaret anlaşmaları ve tüketim alışkanlıkları burada büyük ve yıkıcı bir rol oynuyor. ABD, Avrupa Birliği ve Çin gibi -dünyanın karbon yayılım liderlerinin- küresel ısınma yüzünden çoktan vatanlarından sürgün edilmiş milyonlarca insana karşı sorumlulukları neler?
And third, we need to ask questions about equality. Global inequality is a wrenching, intensifying problem. Income and wealth gaps are widening around the world. Increasingly, what determines whether you're rich or poor, more than anything else, is what country you're born in, which might seem great if you're from a prosperous country. But it actually means a profoundly unjust distribution of the chances for a long, healthy, fulfilling life. When immigrants send money or goods home to their family, it plays a significant role in narrowing these gaps, if a very incomplete one. It does more than all of the foreign aid programs in the world combined.
Üçüncü olarak eşitlik hakkında soru sormalıyız. Evrensel eşitsizlik, gitgide şiddetlenen, yürek burkan bir problem. Gelir ve refah dengesi arasındaki uçurum tüm dünyada giderek artıyor ve gitgide zengin veya fakir olduğunuzu diğer her şeyden daha çok belirleyen faktör hangi ülkede doğduğunuz oluyor ki zengin bir ülkede doğmuş olmanız sizin için mükemmel oluyor. Fakat aslında bu, sağlıklı ve tatmin edici bir yaşam şansının son derece adaletsiz bir dağılımı demek. Göçmenlerin ailelerine para veya eşya göndermesi, eğer uçurum çok açılmadıysa aradaki farkın daralmasında çok önemli bir rol oynuyor. Bu, dünyadaki tüm yabancılara yardım kuruluşlarının toplamından daha büyük bir rol oynuyor.
We began with the nativist questions, about immigrants as tools, as others and as parasites. Where might these new questions about worker rights, about responsibility and about equality take us? These questions reject pity, and they embrace justice. These questions reject the nativist and nationalist division of us versus them. They're going to help prepare us for problems that are coming and problems like global warming that are already upon us.
Göçmenleri bir araç olarak, ötekiler olarak ve parazitler olarak değerlendiren nativist sorularla başlamıştık. Peki işçi hakları, sorumluluklar ve eşitlik hakkındaki yeni sorularımız bizi nereye götürecek? Bu sorular aşağılanmayı reddediyor ve adaleti sarıp sarmalıyor. Bu sorular biz ve ''ötekiler'' arasındaki nativist ve milliyetçi bölünmüşlüğü reddediyor. Bu sorular karşılaşabileceğimiz problemlere ve küresel ısınma gibi halihazırda mücadele ettiğimiz problemlere karşı gardımızı almamıza yardım edecek.
It's not going to be easy to turn away from the questions that we've been asking towards this new set of questions. It's no small challenge to take on and broaden the borders of us. It will take wit, inventiveness and courage. The old questions have been with us for a long time, and they're not going to give way on their own, and they're not going to give way overnight. And even if we manage to change the questions, the answers are going to be complicated, and they're going to require sacrifices and tradeoffs. And in an unequal world, we're always going to have to pay attention to the question of who has the power to join the conversation and who doesn't. But the borders of the immigration debate can be moved. It's up to all of us to move them.
Yeni sorularımızı eski sorularımızla yer değiştirmek kolay olmayacak. Sınırlarımızla mücadele edip onları genişletebilmek sanıldığı kadar küçük bir ihtimal değil. İnce zekaya, yaratıcılığa ve cesarete ihtiyacımız var. Eski sorular çok uzun zamandır bizimleler ve kendi kendilerine gitmeyecekler, bir gecede kaybolmayacaklar. Eğer soruları değiştimeyi başarırsak cevaplar çetrefilleşecek, adanmışlık ve feragat etmeyi gerektirecekler. Eşitsizliğin hüküm sürdüğü dünyada kimin göçmen iletişimine katılma yetkisine sahip olduğu ve kimin olmadığı sorusuna odaklanmak zorunda kalacağız. Fakat göçmen tartışmasının sınırları kaldırılabilir. Sınırları kaldırmak hepimize bağlı.
Thank you.
Teşekkür ederim.
(Applause)
(Alkış)