I want you to reimagine how life is organized on earth. Think of the planet like a human body that we inhabit. The skeleton is the transportation system of roads and railways, bridges and tunnels, air and seaports that enable our mobility across the continents. The vascular system that powers the body are the oil and gas pipelines and electricity grids. that distribute energy. And the nervous system of communications is the Internet cables, satellites, cellular networks and data centers that allow us to share information.
Sizden yaşamın dünya üzerinde nasıl düzenlendiğini hayal etmenizi istiyorum. Gezegeni yaşadığımız bir insan bedeni gibi düşünün. İskelet, kıtalar arasında hareketliliğimizi sağlayan köprüler ve tünellerin, hava ve deniz yollarının kara ve tren yollarının ulaşım sistemidir. Vücuda güç veren damar sistemi enerji dağıtan petrol ve gaz boru hatları ve elektrik şebekesidir. Ve iletişimin sinir sistemi bize bilgi paylaşmamıza izin veren internet kabloları, uydular, hücresel şebekeler ve veri merkezleridir.
This ever-expanding infrastructural matrix already consists of 64 million kilometers of roads, four million kilometers of railways, two million kilometers of pipelines and one million kilometers of Internet cables. What about international borders? We have less than 500,000 kilometers of borders.
Bu sürekli büyüyen altyapısal matris daha şimdiden 64 milyon kilometre kara yolundan, dört milyon kilometre demir yolundan, iki milyon kilometre boru hattından ve bir milyon kilometre internet kablosu ağından oluşmaktadır. Ya uluslararası sınırlar? 500 bin kilometre sınırdan daha azına sahibiz.
Let's build a better map of the world. And we can start by overcoming some ancient mythology. There's a saying with which all students of history are familiar: "Geography is destiny." Sounds so grave, doesn't it? It's such a fatalistic adage. It tells us that landlocked countries are condemned to be poor, that small countries cannot escape their larger neighbors, that vast distances are insurmountable. But every journey I take around the world, I see an even greater force sweeping the planet: connectivity.
Hadi daha iyi bir dünya haritası inşa edelim. Ve bazı eski mitolojilerin üstesinden gelerek başlayabiliriz. Tüm tarih öğrencilerinin aşina olduğu bir söz vardır. "Coğrafya kaderdir." Kulağa çok kasvetli geliyor, değil mi? Çok kaderci bir özdeyiş. Uçsuz bucaksız mesafelerin aşılamaz olduğu, küçük ülkelerin daha büyük komşularından kaçamadığı, karayla çevrilmiş ülkelerin fakir olmaya mahkum edildiğini bize anlatıyor. Ama dünya genelinde yaptığım her bir seyahatte gezegeni süpüren daha da büyük bir güç görebiliyorum: bağlantısallık.
The global connectivity revolution, in all of its forms -- transportation, energy and communications -- has enabled such a quantum leap in the mobility of people, of goods, of resources, of knowledge, such that we can no longer even think of geography as distinct from it. In fact, I view the two forces as fusing together into what I call "connectography."
Küresel bağlantısallık devrimi, tüm biçimleriyle -- ulaşım, enerji ve iletişim -- ürünlerin, kaynakların, bilginin ve insan hareketliliğinde böylesine önemli bir atılıma olanak sağladı. Öyle ki coğrafyayı bile ondan ayrı bir biçimde artık düşünemeyiz. Aslında "coğrafi bağlantısallık" diye adlandırdığım şeyi birlikte oluşan iki ayrı güç olarak inceliyorum.
Connectography represents a quantum leap in the mobility of people, resources and ideas, but it is an evolution, an evolution of the world from political geography, which is how we legally divide the world, to functional geography, which is how we actually use the world, from nations and borders, to infrastructure and supply chains.
Coğrafi bağlantısallık insanların, kaynakların ve fikirlerin hareketliliğinde önemli bir atılımı yansıtır. Fakat bu bir evrimdir, yasal açıdan dünyayı nasıl böldüğümüzü gösteren siyasal coğrafyadan, uluslardan ve sınırlardan altyapıya ve tedarik zincirlerine kadar dünyayı gerçekten nasıl kullandığımızı gösteren işlevsel coğrafyaya bir dünya evrimi.
Our global system is evolving from the vertically integrated empires of the 19th century, through the horizontally interdependent nations of the 20th century, into a global network civilization in the 21st century. Connectivity, not sovereignty, has become the organizing principle of the human species.
Küresel sistemimiz 19 yy'ın dikey olarak birleşmiş imparatorluklarından, 20. yy'ın yatay olarak bağımlı ulusları yoluyla, 21. yy'daki küresel bir ağ medeniyetine evrimleşmiştir. Bağlantısallık, egemenlik değil, insan türlerinin örgütlenme ilkesi oldu.
(Applause)
(Alkışlar)
We are becoming this global network civilization because we are literally building it. All of the world's defense budgets and military spending taken together total just under two trillion dollars per year. Meanwhile, our global infrastructure spending is projected to rise to nine trillion dollars per year within the coming decade. And, well, it should. We have been living off an infrastructure stock meant for a world population of three billion, as our population has crossed seven billion to eight billion and eventually nine billion and more. As a rule of thumb, we should spend about one trillion dollars on the basic infrastructure needs of every billion people in the world.
Biz, bu küresel ağ medeniyeti oluyoruz çünkü kelimenin tam manasıyla onu inşa ediyoruz. Tüm dünyanın savunma bütçeleri ve askeri harcamaları birlikte ele alınırsa, tutar yılda sadece iki trilyon dolar altında. Bu esnada, küresel altyapı harcamamız gelecek on yıl içerisinde yılda dokuz trilyon dolara kadar artması planlanıyor. Pekala, öyle olmalı. Nüfusumuz yedi milyardan sekiz milyara ve sonunda dokuz milyon ve daha fazlasına doğru geçtikçe üç milyarlık bir dünya nüfusu için planlanmış olan altyapı stoğuyla geçimimizi sağlıyoruz. Pratik olarak, dünyadaki her bir milyar insanın ihtiyaç duyduğu temel altyapı için yaklaşık bir trilyon dolar harcamamız gerekiyor.
Not surprisingly, Asia is in the lead. In 2015, China announced the creation of the Asian Infrastructure Investment Bank, which together with a network of other organizations aims to construct a network of iron and silk roads, stretching from Shanghai to Lisbon.
Hiç şaşırtıcı değildir ki, Asya başta geliyor. 2015 yılında, Çin Şangay'dan Lizbon'a kadar uzanan bir ipek ve demir yolu oluşturmak amacıyla diğer kuruluşların ağlarıyla birlikte Asya Altyapı Yatırım Bankasının oluşumunu ilan ettiler.
And as all of this topographical engineering unfolds, we will likely spend more on infrastructure in the next 40 years, we will build more infrastructure in the next 40 years, than we have in the past 4,000 years.
Ve tüm bu topografik mühendislik gösteriyor ki, altyapıya muhtemelen gelecek 40 yılda geçmiş 4.000 yıldan daha fazla harcayacak ve daha fazla altyapı oluşturacağız.
Now let's stop and think about it for a minute. Spending so much more on building the foundations of global society rather than on the tools to destroy it can have profound consequences. Connectivity is how we optimize the distribution of people and resources around the world. It is how mankind comes to be more than just the sum of its parts. I believe that is what is happening.
Şimdi bir dakika durup düşünelim. Küresel toplum temellerine zarar verecek araçlar yerine onu inşa etmek için harcama yapmak önemli sonuçlar doğurabilir. Bağlantısallık, insan ve kaynakların dünyadaki dağılımını optimize etmektir. İnsanlık ancak bu şekilde parçaların toplamından fazlası olur. Bence şu an olan da, tam olarak bu.
Connectivity has a twin megatrend in the 21st century: planetary urbanization. Cities are the infrastructures that most define us. By 2030, more than two thirds of the world's population will live in cities. And these are not mere little dots on the map, but they are vast archipelagos stretching hundreds of kilometers.
Bağlantısallığın 21. yy'da bir benzeri var: gezegenin şehirleşmesi. Şehirler bizi tanımlayan altyapılardır. 2030 yılına kadar dünya nüfusunun üçte ikisi şehirde yaşayacak. Bunlar haritadaki küçük noktalar değil, yüzlerce kilometreye uzanan takım adalardır.
Here we are in Vancouver, at the head of the Cascadia Corridor that stretches south across the US border to Seattle. The technology powerhouse of Silicon Valley begins north of San Francisco down to San Jose and across the bay to Oakland. The sprawl of Los Angeles now passes San Diego across the Mexican border to Tijuana. San Diego and Tijuana now share an airport terminal where you can exit into either country. Eventually, a high-speed rail network may connect the entire Pacific spine. America's northeastern megalopolis begins in Boston through New York and Philadelphia to Washington. It contains more than 50 million people and also has plans for a high-speed rail network.
Burada Vancouver'dayız. Amerika sınırı boyunca uzanan Cascadia Geçidinin üstünde. Silikon Vadisi teknoloji güç merkezi, Kuzeyde San Francisco'dan başlar ve San Jose'ye ve Oakland'a doğru uzanır. Los Angeles'ın genişlemesi şimdi San Diego'yu geçip Meksika sınırındaki Tijuana'ya ulaşıyor. San Diego ve Tijuana artık her iki ülkeye de gidebileceğiniz hava yolu terminalini paylaşıyor. Zamanla, hızlı tren ağı tüm Pasifik sırtını bağlayabilir. Kuzeydoğudaki metropol topluluğu, Boston'dan New York'a ve Philadelphia'dan Washington'a uzanır. 50 milyondan fazla insanı kapsar ve hızlı tren ağı ile ilgili planlar vardır.
But Asia is where we really see the megacities coming together. This continuous strip of light from Tokyo through Nagoya to Osaka contains more than 80 million people and most of Japan's economy. It is the world's largest megacity. For now.
Fakat Asya'da metropollerin gerçekten bir araya geldiğini görürüz. Bu ışıklar Tokyo'danNagoya boyunca Osaka'ya uzanır ve 80 milyon insanı ve Japon ekonomisinin büyük bir kısmını kapsar. Bu dünyanın en büyük metropol topluluğudur. Şimdilik.
But in China, megacity clusters are coming together with populations reaching 100 million people. The Bohai Rim around Beijing, The Yangtze River Delta around Shanghai and the Pearl River Delta, stretching from Hong Kong north to Guangzhou. And in the middle, the Chongqing-Chengdu megacity cluster, whose geographic footprint is almost the same size as the country of Austria.
Fakat Çin'de metropol toplulukları 100 milyonu aşan nüfusla bir araya gelir. Pekin yakınlarındaki Bohai Rim, Şangay çevresindeki Yangtze Nehri Deltası ve Pearl Nehri Deltası Hong Kong'tan kuzeydeki Guangzhou'ya uzanır. Ve ortada, Avusturya kadar yer kaplayan Chongqing-Chengdu metropol topluluğu yer alır.
And any number of these megacity clusters has a GDP approaching two trillion dollars -- that's almost the same as all of India today. So imagine if our global diplomatic institutions, such as the G20, were to base their membership on economic size rather than national representation. Some Chinese megacities may be in and have a seat at the table, while entire countries, like Argentina or Indonesia would be out.
Ve bu metropol topluluklarının hepsi iki trilyon dolara varan gayrisafi yurt içi hasılaya sahiptir ki günümüzde bu rakam Hindistan'ınkine eştir. G20 gibi diplomatik kuruluşların üyeliği ulusal temsil yerine ekonomik büyüklüğe dayandırdığını düşünün. Çin'deki bazı metropoller masada yerini alırken Arjantin ve Endonezya gibi ülkeler alamayacaktır.
Moving to India, whose population will soon exceed that of China, it too has a number of megacity clusters, such as the Delhi Capital Region and Mumbai. In the Middle East, Greater Tehran is absorbing one third of Iran's population. Most of Egypt's 80 million people live in the corridor between Cairo and Alexandria. And in the gulf, a necklace of city-states is forming, from Bahrain and Qatar, through the United Arab Emirates to Muscat in Oman.
Nüfusu yakında Çin'i geçecek olan Hindistan da Delhi bölgesi ve Mumbai gibi metropol topluluklarına sahiptir. Orta Doğu'da Tahran İran nüfusunun üçte birini barındırır. Mısır'da 80 milyonluk nüfusun çoğu Kahire ve İskenderiye arasındaki geçitte yaşar. Körfez'de bir sıra şehir devletler oluşmaktadır. Bahreyn ve Katar'dan Birleşik Arap Emirlikleri boyunca Umman'daki Muskat'a uzanır.
And then there's Lagos, Africa's largest city and Nigeria's commercial hub. It has plans for a rail network that will make it the anchor of a vast Atlantic coastal corridor, stretching across Benin, Togo and Ghana, to Abidjan, the capital of the Ivory Coast.
Bir de Afrika'nın en büyük şehri ve Nijerya'nın ticari merkezi Lagos var. Şehrin geniş bir Atlantik kıyı koridorunun bağlantı noktası olacak bir demiryolu ağı planı var, demiryolu Benin, Togo ve Gana boyunca uzayarak Fildişi Sahili'nin başkenti Abidjan'a gidecek.
But these countries are suburbs of Lagos. In a megacity world, countries can be suburbs of cities. By 2030, we will have as many as 50 such megacity clusters in the world. So which map tells you more? Our traditional map of 200 discrete nations that hang on most of our walls, or this map of the 50 megacity clusters?
Fakat bu ülkeler Lagos'un banliyöleri. Metropolleşmiş bir dünyada, ülkeler şehirlerin banliyösü olabilir. 2030'a kadar dünyada 50 kadar metropol topluluğu olacak. Peki hangi harita daha çok şey anlatır? Hepimizin duvarındaki 200 uluslu geleneksel haritalar mı, yoksa 50 metropol topluluklu bu harita mı?
And yet, even this is incomplete because you cannot understand any individual megacity without understanding its connections to the others. People move to cities to be connected, and connectivity is why these cities thrive. Any number of them, such as Sao Paulo or Istanbul or Moscow, has a GDP approaching or exceeding one third of one half of their entire national GDP.
Fakat bu bile eksiktir çünkü tek bir metropolü diğerleriyle olan bağlantısını anlamadan anlayamazsınız. İnsanlar şehirlere bağlantı kurmak için taşınır ve bağlantısallık bu şehirlerin gelişme nedenidir. Sao Paulo, İstanbul ve Moskova gibi birçoğu tüm ulusun gayrisafi yurtiçi hasılasının yarısının üçte biri oranında gayrisafi yurtiçi hasılaya sahiptir.
But equally importantly, you cannot calculate any of their individual value without understanding the role of the flows of people, of finance, of technology that enable them to thrive. Take the Gauteng province of South Africa, which contains Johannesburg and the capital Pretoria. It too represents just over a third of South Africa's GDP. But equally importantly, it is home to the offices of almost every single multinational corporation that invests directly into South Africa and indeed, into the entire African continent.
Yine önemli olarak hiçbirinin tek başına önemini gelişmesine katkı sunan insan akımlarının, ekonominin, teknolojinin önemini anlamadan anlayamazsınız. Güney Afrika'daki Gauteng bölgesini ele alın, Johannesburg'u ve Pretoria'yı kapsar. O da Güney Afrika'nın GSYİH'nin üçte birini temsil eder. Yine önemli olarak, Güney Afrika'ya hatta Afrika kıtasına doğrudan yatırım yapan her bir uluslararası kuruluşun ofisine ev sahipliği yapar.
Cities want to be part of global value chains. They want to be part of this global division of labor. That is how cities think. I've never met a mayor who said to me, "I want my city to be cut off." They know that their cities belong as much to the global network civilization as to their home countries.
Şehirler küresel değer zincirine katılmak ister. Bu küresel iş bölümünün parçası olmak ister. Bu şehirlerin düşünme biçimidir. "Şehrimin dışarıda kalmasını istiyorum." diyen bir valiyle hiç karşılaşmadım. Şehirlerinin küresel ağ medeniyetine ülkeleri kadar ait olduklarını biliyorlar.
Now, for many people, urbanization causes great dismay. They think cities are wrecking the planet. But right now, there are more than 200 intercity learning networks thriving. That is as many as the number of intergovernmental organizations that we have. And all of these intercity networks are devoted to one purpose, mankind's number one priority in the 21st century: sustainable urbanization.
Birçok insan için şehirleşme büyük bir dehşet Şehirlerin gezegene zarar verdiğini düşünüyorlar. Fakat şu anda gelişmekte olan 200'den fazla şehirlerarası öğrenme ağı var Bu devletler arası organizasyonların sayısına eşittir. Ve şehirler arası ağların tümü tek bir amaç taşır, insanlığın 21. yy'daki bir numaralı önceliği: sürdürülebilir şehirleşme.
Is it working? Let's take climate change. We know that summit after summit in New York and Paris is not going to reduce greenhouse gas emissions. But what we can see is that transferring technology and knowledge and policies between cities is how we've actually begun to reduce the carbon intensity of our economies.
Peki iş yarıyor mu? İklim değişikliğini ele alalım. Biliyoruz ki New York ve Paris'te yapılan onca zirve sera gazı salınımını azaltmamakta. Fakat şunu görüyoruz ki, asıl şehirler arasında teknoloji, bilgi ve ilkeleri aktarma yoluyla ekonomimizdeki karbon yoğunluğunu azaltabiliriz.
Cities are learning from each other. How to install zero-emissions buildings, how to deploy electric car-sharing systems. In major Chinese cities, they're imposing quotas on the number of cars on the streets. In many Western cities, young people don't even want to drive anymore. Cities have been part of the problem, now they are part of the solution.
Şehirler birbirinden öğrenir. Sıfır salınımlı inşaatlar yapmayı, elektrik araç paylaşma sistemlerini nasıl uygulanacağını. Çin'de büyük şehirlerde sokaktaki araç sayısına kısıtlama vardır. Batı'daki bir çok şehirde gençler artık araç kullanmak dahi istemiyor. Şehirler önceleri sorunun bir parçasıyken şimdi çözümün bir parçası.
Inequality is the other great challenge to achieving sustainable urbanization. When I travel through megacities from end to end -- it takes hours and days -- I experience the tragedy of extreme disparity within the same geography. And yet, our global stock of financial assets has never been larger, approaching 300 trillion dollars. That's almost four times the actual GDP of the world.
Eşitsizlik ise sürdürülebilir şehirleşme önündeki bir başka büyük sorundur. Metropolleri uçtan uca gezdiğimde - ki bu saatler ve günler alıyor - aynı coğrafya içinde inanılmaz eşitsizlikler olduğuna tanık oluyorum. Fakat küresel mali varlık stoğumuz her zamankinden fazla olarak 300 trilyon dolara yaklaşmakta. Bu dünyanın reel gayrisafi yurtiçi hasılasının neredeyse 4 katı
We have taken on such enormous debts since the financial crisis, but have we invested them in inclusive growth? No, not yet. Only when we build sufficient, affordable public housing, when we invest in robust transportation networks to allow people to connect to each other both physically and digitally, that's when our divided cities and societies will come to feel whole again.
Ekonomik krizden beri çok büyük borç altına girdik fakat kapsamlı büyümeye yatırım yaptık mı? Hayır, henüz değil. Ancak yeterli ve uygun fiyatlı kamu konutu inşa ettiğimizde insanların hem fiziksel hem dijital olarak bağlantıya geçeceği ulaşım ağlarına güçlü yatırım yaptığımızda bölünmüş şehir ve toplumlarımız tekrar bir bütün haline gelecektir.
(Applause)
(Alkışlar)
And that is why infrastructure has just been included in the United Nations Sustainable Development Goals, because it enables all the others. Our political and economic leaders are learning that connectivity is not charity, it's opportunity. And that's why our financial community needs to understand that connectivity is the most important asset class of the 21st century.
İşte bu yüzden Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Gelişme Hedeflerine altyapı çalışmaları eklendi. Çünkü tüm diğerlerini mümkün kılıyor. Siyasi ve ekonomik liderlerimiz bağlantısallığın hayırseverlik değil fırsat olduğunu öğreniyorlar. Bu yüzden finans dünyamızın bağlantısallığın 21. yy'da kazanç olduğunu anlaması gerekiyor.
Now, cities can make the world more sustainable, they can make the world more equitable, I also believe that connectivity between cities can make the world more peaceful. If we look at regions of the world with dense relations across borders, we see more trade, more investment and more stability. We all know the story of Europe after World War II, where industrial integration kicked off a process that gave rise to today's peaceful European Union. And you can see that Russia, by the way, is the least connected of major powers in the international system. And that goes a long way towards explaining the tensions today. Countries that have less stake in the system also have less to lose in disturbing it. In North America, the lines that matter most on the map are not the US-Canada border or the US-Mexico border, but the dense network of roads and railways and pipelines and electricity grids and even water canals that are forming an integrated North American union. North America does not need more walls, it needs more connections.
Şehirler dünyayı daha sürdürülebilir, daha adaletli hale getirebilir. Ayrıca inanıyorum ki şehirler arasındaki bağlantısallık dünyayı daha barışçıl yapabilir. Dünyanın, sınırların ötesinde yoğun ilişkilere sahip bölgelerine bakarsak, daha çok ticaret, daha çok yatırım ve daha çok istikrar görürüz. 2. Dünya savaşından sonra, sanayi entegrasyonunun bugünkü barışsever Avrupa Birliğini meydana getiren süreci başlattığı Avrupa'nın hikayesini hepimiz biliyoruz. Bu arada, Rusya'nın uluslararası sistemde büyük güçlere en az bağlantılı ülke olduğunu görebilirsiniz. Ve bugünkü gerginlikleri açıklamaya yardımcı olacak. Sistemde en az tehlikede olan ülkelerin onu ihlal etmede de kaybedecek az şeyleri var. Kuzey Amerika'da, haritada en önemli olan çizgiler ABD-Kanada sınırı ya da ABD-Meksika sınırı değildir, ancak yoğun yol ağları ve demiryolları ve boruhatları ile elektrik ağları ve hatta su kanallarıdır ki bunlar bütünleşmiş bir Kuzey Amerika birliğini şekillendirir. Kuzey Amerika daha fazla duvara değil, daha fazla bağlantıya ihtiyacı var.
(Applause)
(Alkışlar)
But the real promise of connectivity is in the postcolonial world. All of those regions where borders have historically been the most arbitrary and where generations of leaders have had hostile relations with each other. But now a new group of leaders has come into power and is burying the hatchet.
Ancak bağlantısallığın asıl vaadi sömürgecilik sonrası dünyadadır. Sınırların tarihsel açıdan en keyfi olduğu ve lider nesillerin birbirleriyle düşmanca ilişkiler içinde olduğu tüm bu bölgeler. Ancak şu an yeni bir lider grubu yönetime geldi ve savaş baltasını gömüyorlar.
Let's take Southeast Asia, where high-speed rail networks are planned to connect Bangkok to Singapore and trade corridors from Vietnam to Myanmar. Now this region of 600 million people coordinates its agricultural resources and its industrial output. It is evolving into what I call a Pax Asiana, a peace among Southeast Asian nations.
Yüksek hızlı demir yolu ağının Bangkok'u Singapur'a ve Vietnam'dan Myanmar'a ticaret koridorlarını bağlaması planlanan Güneydoğu Asya'yı ele alalım. Şimdi 600 milyon insanın bu bölgesi zirai kaynakları ve endüstriyel ürünleri koordine ediyor. Benim Asya birliği dediğim, Güneydoğu Asya ulusları arasında bir barışa doğru evriliyor.
A similar phenomenon is underway in East Africa, where a half dozen countries are investing in railways and multimodal corridors so that landlocked countries can get their goods to market. Now these countries coordinate their utilities and their investment policies. They, too, are evolving into a Pax Africana.
Benzer bir olgu, yarım düzine ülkenin demiryollarına ve multimodel koridorlara yatırım yaptığı Doğu Afrika'da başlıyor ki böylece kara ile sınırlı ülkeler ürünlerini piyasaya sürebilsinler. Şimdi bu ülkeler kendi kamu hizmetlerini ve yatırım politikalarını koordine ediyorlar. Onlar da, bir Afrika Birliğine doğru evriliyorlar.
One region we know could especially use this kind of thinking is the Middle East. As Arab states tragically collapse, what is left behind but the ancient cities, such as Cairo, Beirut and Baghdad? In fact, the nearly 400 million people of the Arab world are almost entirely urbanized. As societies, as cities, they are either water rich or water poor, energy rich or energy poor. And the only way to correct these mismatches is not through more wars and more borders, but through more connectivity of pipelines and water canals. Sadly, this is not yet the map of the Middle East. But it should be, a connected Pax Arabia, internally integrated and productively connected to its neighbors: Europe, Asia and Africa.
Bu tarz bir düşünceyi özellikle kullanabileceğini bildiğimiz bir bölge Orta Doğu'dur. Arap ülkeleri feci şekilde çökerken, arkada kalan sadece Kahire, Beyrut ve Bağdat gibi antik şehirler mi? Aslında, Arap dünyasının yaklaşık 400 milyon insanı neredeyse tümüyle şehirleşti. Topluluklar olarak, şehirler olarak, ister su zengini ya da fakiri olsunlar, ister enerji zengini yahut fakiri olsunlar. Bu uyumsuzlukları düzeltmenin tek yolu daha fazla savaştan ve daha fazla sınırdan geçmiyor, ama daha fazla boru hattı ve su kanalından geçiyor. Ne yazık ki, bu henüz Orta Doğu'nun haritası değil. Ancak, içerden bütünlemiş ve komşuları Avrupa, Asya ve Afrika'ya verimli bir şekilde bağlanmış birleşik bir Arap Birliği olmalı.
Now, it may not seem like connectivity is what we want right now towards the world's most turbulent region. But we know from history that more connectivity is the only way to bring about stability in the long run. Because we know that in region after region, connectivity is the new reality. Cities and countries are learning to aggregate into more peaceful and prosperous wholes.
Şu an, bağlantısallık, dünyanın en çalkantılı bölgesine doğru istediğimiz şey değilmiş gibi görünebilir. Ancak tarihten biliyoruz ki, daha fazla bağlantısallık uzun vadede istikrarı getirmenin tek yoludur. Çünkü biz biliyoruz ki, bölgeden sonra bölgede bağlantısallık yeni gerçekliktir. Şehirler ve ülkeler daha huzurlu ve müreffeh bütünlere doğru kümeleşmeyi öğreniyorlar.
But the real test is going to be Asia. Can connectivity overcome the patterns of rivalry among the great powers of the Far East? After all, this is where World War III is supposed to break out. Since the end of the Cold War, a quarter century ago, at least six major wars have been predicted for this region. But none have broken out.
Ancak gerçek sınav, Asya olacak. Bağlantısallık, Uzak Doğu'nun büyük güçleri arasındaki rekabet modellerinin üstesinden gelebilecek mi? Ne de olsa, burası 3. Dünya savaşının çıkacağı düşünülen yer. Soğuk savaşın bitişinden beri, çeyrek bir yüzyıl önce, bu bölge için en az altı büyük savaş tahmin edildi. Fakat hiç biri başlamadı.
Take China and Taiwan. In the 1990s, this was everyone's leading World War III scenario. But since that time, the trade and investment volumes across the straits have become so intense that last November, leaders from both sides held a historic summit to discuss eventual peaceful reunification. And even the election of a nationalist party in Taiwan that's pro-independence earlier this year does not undermine this fundamental dynamic.
Çin ve Tayvan'ı ele alalım. 1990'larda, bu herkesin önde gelen 3.Dünya savaşı senaryosuydu. Ancak o zamandan beri, boğazlardaki ticaret ve yatırım hacimleri o kadar hararetliydi ki geçen Kasım ayında, her iki tarafın liderleri, olası barışçıl bir uzlaşmayı tartışmak için tarihi bir zirve düzenlediler. Hatta Tayvan'da bu yılın başlarında bağımsızlık yanlısı bir ulusal partinin seçimi bile, bu temel dinamiği baltalamıyor.
China and Japan have an even longer history of rivalry and have been deploying their air forces and navies to show their strength in island disputes. But in recent years, Japan has been making its largest foreign investments in China. Japanese cars are selling in record numbers there. And guess where the largest number of foreigners residing in Japan today comes from? You guessed it: China.
Çin ve Japonya'nın bile daha uzun bir rekabet tarihi var ve ada tartışmalarında güçlerini göstermek için, kendi hava kuvvetlerini ve donanmalarını konuşlandırıyorlar. Ancak, son yıllarda, Japonya en büyük yabancı yatırımlarını Çin'e yapıyor. Japan arabaları orada rekor sayıda satıyor. Ve bugün Japonya'da yaşayan yabancıların en çoğu nereden geliyor dersiniz? Doğru tahmin ettiniz: Çin.
China and India have fought a major war and have three outstanding border disputes, but today India is the second largest shareholder in the Asian Infrastructure Investment Bank. They're building a trade corridor stretching from Northeast India through Myanmar and Bangladesh to Southern China. Their trade volume has grown from 20 billion dollars a decade ago to 80 billion dollars today.
Çin ve Hindistan büyük bir savaşta çarpıştılar ve üç önemli sınır çatışamları var, ancak bugün Hindistan Asya Altyapı Yatırım Bankasında ikinci en büyük hissedardır. Kuzeydoğu Asya'dan Myanmar ve Bangladeş'ten Güney Çin'e uzayan bir ticaret koridoru inşa ediyorlar. Ticaret hacimleri 10 yıl önce 20 milyon dolardan bugün 80 milyon dolara ulaştı.
Nuclear-armed India and Pakistan have fought three wars and continue to dispute Kashmir, but they're also negotiating a most-favored-nation trade agreement and want to complete a pipeline stretching from Iran through Pakistan to India.
Nükleer silahlara sahip Hindistan ve Pakistan üç yıl savaştılar ve Keşmir anlaşmazlığına devam ediyorlar, ancak en avantajlı ulusal ticaret anlaşmasını da imzalıyorlar ve İran'dan geçip Pakistan'dan doğru Hindistan'a uzayan bir boru hattını tamamlamak istiyorlar.
And let's talk about Iran. Wasn't it just two years ago that war with Iran seemed inevitable? Then why is every single major power rushing to do business there today?
İran'ı konuşalım. Sadece iki yıl önce İran ile savaş kaçınılmaz değil miydi? O zaman bugün neden her bir büyük güç orada iş yapmaya koşuyor?
Ladies and gentlemen, I cannot guarantee that World War III will not break out. But we can definitely see why it hasn't happened yet. Even though Asia is home to the world's fastest growing militaries, these same countries are also investing billions of dollars in each other's infrastructure and supply chains. They are more interested in each other's functional geography than in their political geography. And that is why their leaders think twice, step back from the brink, and decide to focus on economic ties over territorial tensions.
Bayanlar ve baylar, 3. Dünya Savaşının çıkmayacağını garantileyemem. Ancak kesinlikle henüz neden olmadığını görebiliyoruz. Asya'nın dünyanın en hızlı büyüyen ordularına ev olmasına rağmen aynı ülkeler aynı zamanda, birbirlerinin altyapılarına ve tedarik zincirlerine milyarlarca dolar yatırım yapıyorlar. Onlar birbirlerinin siyasi coğrafyalarından daha çok, işlevsel coğrafyalarıyla ilgileniyorlar. Ve bu yüzden liderleri iki kez düşünür, uçurumun kenarından döner ve bölgesel gerginlikler üzerindeki ekonomik bağlara odaklanmaya karar verirler.
So often it seems like the world is falling apart, but building more connectivity is how we put Humpty Dumpty back together again, much better than before. And by wrapping the world in such seamless physical and digital connectivity, we evolve towards a world in which people can rise above their geographic constraints. We are the cells and vessels pulsing through these global connectivity networks.
Bu yüzden sıklıkla dünya parçalanıyor gibi görünüyor, ancak daha çok bağlantısallık inşa ediyor, her şeyi tekrar ve eskisinden daha iyi bir şekilde bir araya getiriyoruz. Ve dünyayı kusursuz fiziksel ve dijital bağlantısallıkta sarmalayarak biz kendi coğrafi sınırlarını aşabilen insanların olduğu bir dünyaya doğru evriliyoruz. Bizler bu küresel bağlantısallık ağlarından gürül gürül akan hücreler ve damarlarız.
Everyday, hundreds of millions of people go online and work with people they've never met. More than one billion people cross borders every year, and that's expected to rise to three billion in the coming decade.
Her gün, yüz milyonlarca insan çevrimiçi oluyor ve asla tanışmadıkları insanlarla çalışıyor. Bir milyardan fazla insan her yıl sınırları geçiyor ve gelecek 10 yılda üç milyara yükselmesi bekleniyor.
We don't just build connectivity, we embody it. We are the global network civilization, and this is our map. A map of the world in which geography is no longer destiny. Instead, the future has a new and more hopeful motto: connectivity is destiny.
Biz sadece bağlantısallığı bina etmiyoruz, somutlaştırıyoruz. Biz küresel ağ medeniyetiyiz ve bu bizim haritamız. Coğrafyanın artık kader olmadığı bir dünya haritası. Bunun yerine, geleceğin umut dolu bir sloganı var: bağlantısallık kaderdir.
Thank you.
Teşekkür ederim.
(Applause)
(Alkışlar)