Well, good afternoon. How many of you took the ALS Ice Bucket Challenge? (Applause) Woo hoo! Well, I have to tell you, from the bottom of our hearts, thank you so very, very much. Do you know to date the ALS Association has raised 125 million dollars? Woo hoo! (Applause)
Herkese tünaydın. Aranızda kaç kişi ALS buz kovası meydan okumasına katıldı? (alkış) Şunu söylemek istiyorum ki, en içtenlikle çok ama çok teşekkür ediyoruz. ALS Derneğinin bugüne kadar toplam 125 milyon dolar topladığını biliyor musunuz? (alkış)
It takes me back to the summer of 2011. My family, my kids had all grown up. We were officially empty nesters, and we decided, let's go on a family vacation. Jenn, my daughter, and my son-in-law came down from New York. My youngest, Andrew, he came down from his home in Charlestown where he was working in Boston, and my son Pete, who had played at Boston College, baseball, had played baseball professionally in Europe, and had now come home and was selling group insurance, he also joined us. And one night, I found myself having a beer with Pete, and Pete was looking at me and he just said, "You know, Mom, I don't know, selling group insurance is just not my passion." He said, "I just don't feel I'm living up to my potential. I don't feel this is my mission in life." And he said, "You know, oh by the way, Mom, I have to leave early from vacation because my inter-city league team that I play for made the playoffs, and I have to get back to Boston because I can't let my team down. I'm just not as passionate about my job as I am about baseball."
Beni yeniden 2011 yazına götürüyor. Ailem, çocuklarımın hepsi büyümüştü. Resmen yavrusuz kalmış kuşlar gibiydik ve sonra dedik ki ailecek bir tatile çıkalım. Kızım Jenn ve damadım New York'tan kalkıp geldiler. En küçük oğlum Andrew kalkıp Boston'da çalıştığı Charlestown'daki evinden geldi ve Boston Koleji'nde ve Avrupa'da profesyonel beysbol oynamış oğlum Pete şimdi evine dönmüş, grup sigortası satıyordu ve o da bize katıldı. Bir gece oturmuş Pete ile bira içiyordum ve Pete bana bakıyordu ve birden dedi ki "Biliyor musun anne, grup sigortası, bilemiyorum, bu gerçekten de benim tutkum değil." "Tam potansiyelimi kullanmadığımı düşünüyorum, Hayatımın amacı bu değil sanki." dedi. Ve bana "Bu arada anne tatilden erken ayrılmak zorundayım çünkü şehirler arası liginde oynadığım takım eleme maçlarına kalmış ve tekrar Boston'a gitmem gerek çünkü takımı yüzüstü bırakamam. Gel gör ki işim için de beysboldaki gibi tutkulu değilim." dedi.
So off Pete went, and left the family vacation — break a mother's heart — and he went, and we followed four days later to see the next playoff game. We're at the playoff game, Pete's at the plate, and a fastball's coming in, and it hits him on the wrist. Oh, Pete. His wrist went completely limp, like this. So for the next six months, Pete went back to his home in Southie, kept working that unpassionate job, and was going to doctors to see what was wrong with this wrist that never came back.
Sonra da Pete gitti, aile tatilini yarıda kesti - annesinin de kalbini kırdı - ve o gidince biz de dört gün sonra eleme maçını izlemek için peşinden gittik. Eleme maçındayız ve Pete kale işaretinde hızlı bir atış geldi ve bileğine isabet etti. Ah, Pete. Bileği böylece düştü kaldı. Sonraki altı ay boyunca Pete, Güney Boston'daki evine döndü o tutkusuz işine devam etti ve sürekli doktorlara gitti asla düzelmeyen bileğinde ne sorun olduğunu öğrenmek için.
Six months later, in March, he called my husband and me, and he said, "Oh, Mom and Dad, we have a doctor that found a diagnosis for that wrist. Do you want to come with the doctor's appointment with me?" I said, "Sure, we'll come in." That morning, Pete, John and I all got up, got dressed, got in our cars — three separate cars because we were going to go to work after the doctor's appointment to find out what happened to the wrist. We walked into the neurologist's office, sat down, four doctors walk in, and the head neurologist sits down. And he says, "Well, Pete, we've been looking at all the tests, and I have to tell you, it's not a sprained wrist, it's not a broken wrist, it's not nerve damage in the wrist, it's not an infection, it's not Lyme disease." And there was this deliberate elimination going up, and I was thinking to myself, where is he going with this? Then he put his hands on his knees, he looked right at my 27-year-old kid, and said, "I don't know how to tell a 27-year-old this: Pete, you have ALS." ALS? I had had a friend whose 80-year-old father had ALS. I looked at my husband, he looked at me, and then we looked at the doctor, and we said, "ALS? Okay, what treatment? Let's go. What do we do? Let's go." And he looked at us, and he said, "Mr. and Mrs. Frates, I'm sorry to tell you this, but there's no treatment and there's no cure." We were the worst culprits. We didn't even understand that it had been 75 years since Lou Gehrig and nothing had been done in the progress against ALS.
Altı ay sonra, Mart ayında, kocamı ve beni aradı ve dedi ki "Anne, baba, bileğim için teşhis koyacak bir doktor bulduk. Doktor muayenesine, bizimle, benimle gelmek ister misiniz? Ben de "elbette geliriz" dedim. O sabah Pete, John, ben hepimiz kalktık, giyindik arabalarımıza bindik - üç ayrı arabaya çünkü doktora gidip bileğine ne olduğunu öğrendikten sonra işe gidecektik. Nöroloğun odasına girdik, oturduk dört doktor içeri girdi ve baş-nörolog oturdu. Dedi ki, "Pete, bütün testlerini inceledik ve söylemek zorundayım, bileğin incinmemiş kırılmamış da bilek sinirlerinde zedelenme de yok enfeksiyon da kapmamış Lyme hastalığı da değil." Açık bir şekilde tırmanan bir eleme vardı ben de kendi kendime dedim ki bu böyle nereye gidiyor? Sonra ellerini dizlerine koydu 27 yaşındaki çocuğumun gözlerinin içine bakarak "Bunu 27 yaşında birine nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum Pete, sen ALS hastasısın" dedi. ALS mi? 80 yaşında babası ALS hastası olan bir arkadaşım vardı. Kocama baktım, o da bana baktı ve sonra ikimiz de doktora baktık ve "ALS mi? dedik. Tamam, hangi tedavi. Hemen başlayalım. Ne yapalım? Hadi!" Doktor bize baktı ve "Bay ve bayan Frates, çok üzgünüm ama maalesef tedavi yok, çare yok. En kötü mahkumlar bizdik. Lou Gehrig'ten sonra 75 yıl geçtiğini ve ALS ile mücadele için hiç bir şey yapılmadığını anlamamıştık dahi.
So we all went home, and Jenn and Dan flew home from Wall Street, Andrew came home from Charlestown, and Pete went to B.C. to pick up his then-girlfriend Julie and brought her home, and six hours later after diagnosis, we're sitting around having a family dinner, and we're having small chat. I don't even remember cooking dinner that night. But then our leader, Pete, set the vision, and talked to us just like we were his new team. He said, "There will be no wallowing, people." He goes, "We're not looking back, we're looking forward. What an amazing opportunity we have to change the world. I'm going to change the face of this unacceptable situation of ALS. We're going to move the needle, and I'm going to get it in front of philanthropists like Bill Gates." And that was it. We were given our directive.
Hep beraber eve döndük ve Jenn ve Dan Wall Street'ten uçakla geldiler Andrew Charlestown'dan geldi ve Pete de o zamanki kız arkadaşı Julie'yi alıp eve getirmek için Boston Koleji'ne gitti ve teşhisten altı saat sonra hep beraber oturmuş ailecek yemek yiyorduk ve ondan bundan konuşuyorduk. O akşam yemek pişirdiğimi dahi hatırlamıyorum. Ancak sonunda liderimiz, Pete yapılacakları söyledi ve bizimle sanki yeni takımıymışız gibi konuştu. "Mızmızlanma yok millet." dedi. Ve devam etti "Geriye bakmıyoruz önümüze bakıyoruz. Dünyayı değiştirmek zorunda olmamız ne kadar güzel bir fırsat. ALS'nin bu kabul edilemez durumunu değiştireceğim. Kayda değer bir şeyler yapacağız ve bunu Bill Gates gibi toplum severlerin önüne koyacağım." Ve bitmişti. Emirlerimizi almıştık.
So in the days and months that followed, within a week, we had our brothers and sisters and our family come to us, that they were already creating Team Frate Train. Uncle Dave, he was the webmaster; Uncle Artie, he was the accountant; Auntie Dana, she was the graphic artist; and my youngest son, Andrew, quit his job, left his apartment in Charlestown and says, "I'm going to take care of Pete and be his caregiver." Then all those people, classmates, teammates, coworkers that Pete had inspired throughout his whole life, the circles of Pete all started intersecting with one another, and made Team Frate Train.
Böylece takip eden günlerde ve aylarda, bir hafta içinde, kardeşlerimiz kız kardeşlerimiz ve ailelerimiz bize gelmişti çoktan Frate Treni takımını oluşturuyorlardı. Dave amca, internet tasarımcısıydı, Artie amca, muhasebeciydi, Dana teyze, görsel sanatçımızdı, ve en küçük oğlum Andrew, işini bıraktı, Charlestown'daki evinden ayrıldı ve "Ben Pete'e bakacağım ve onun bakıcısı olacağım" dedi. Ve sonra bütün o insanlar sınıf arkadaşları, takım arkadaşları Pete'in hayatı boyunca teşvik ettiği çalışanları, Pete'in bütün çevresi birbiriyle birleşmeye başladı ve Frate Treni takımını oluşturdu.
Six months after diagnosis, Pete was given an award at a research summit for advocacy. He got up and gave a very eloquent speech, and at the end of the speech, there was a panel, and on the panel were these pharmaceutical executives and biochemists and clinicians and I'm sitting there and I'm listening to them and most of the content went straight over my head. I avoided every science class I ever could. But I was watching these people, and I was listening to them, and they were saying, "I, I do this, I do that," and there was a real unfamiliarity between them. So at the end of their talk, the panel, they had questions and answers, and boom, my hand went right up, and I get the microphone, and I look at them and I say, "Thank you. Thank you so much for working in ALS. It means so very much to us." I said, "But I do have to tell you that I'm watching your body language and I'm listening to what you're saying. It just doesn't seem like there's a whole lot of collaboration going on here. And not only that, where's the flip chart with the action items and the follow-up and the accountability? What are you going to do after you leave this room?"
Teşhisten altı ay sonra Pete bir araştırma zirvesinde aktif destek için ödül aldı. Kalkıp çok dokunaklı bir konuşma yaptı ve konuşma sonunda bir panel düzenlendi panelde eczacılık temsilcileri ve biyo-kimyagerler ve klinisyenler vardı ve ben orada oturmuş onları dinliyordum ve konuşulanların çoğunu aklım almıyordu. Bütün fen derslerinden olabildiğince kaçınmıştım. Ama o insanları izliyordum ve dinliyordum, onlar da "Ben, böyle yapıyorum, şöyle yapıyorum," diyorlardı ve onların arasında gerçek bir yabancılık vardı. Konuşmalarının sonunda, panelde, soru ve cevaplar kısmı vardı ve hemen elimi kaldırdım mikrofonu aldım ve onlara bakıp dedim ki "Teşekkürler, ALS için çalıştığınız için çok teşekkürler. Bizim için bu çok değerli." "Ancak şunu söylemeliyim ki sizin vücut dilinizi inceliyorum ve dediklerinizi dinliyorum. Ancak ikisi arasında pek bir uyum yokmuş gibi geliyor. Ve sadece siz de değil, eylem adımlarını ve takibini gösteren ve sorumlulukları gösteren tahtalar nerede? Bu odadan ayrıldıktan sonra ne yapacaksınız?" dedim.
And then I turned around and there was about 200 pairs of eyes just staring at me. And it was that point that I realized that I had talked about the elephant in the room. Thus my mission had begun. So over the next couple of years, Pete — we've had our highs and our lows. Pete was put on a compassionate use drug. It was hope in a bottle for the whole ALS community. It was in a phase III trial. Then six months later, the data comes back: no efficacy. We were supposed to have therapies overseas, and the rug was pulled out from under us. So for the next two years, we just watched my son be taken away from me, little by little every day. Two and a half years ago, Pete was hitting home runs at baseball fields. Today, Pete's completely paralyzed. He can't hold his head up any longer. He's confined to a motorized wheelchair. He can no longer swallow or eat. He has a feeding tube. He can't speak. He talks with eye gaze technology and a speech generating device, and we're watching his lungs, because his diaphragm eventually is going to give out and then the decision will be made to put him on a ventilator or not. ALS robs the human of all their physical parts, but the brain stays intact.
Sonra etrafıma baktım ve üzerime kilitlemiş 200 kadar göz beni izliyordu. Ve tam da o anda anladım ki dile getirilmeyen bariz gerçeği dile getirmiştim. Böylece görevim başlamıştı. Sonrasında gelen bir kaç yıl boyunca, Pete ve bizim iyi - kötü anlarımız oldu. Pete ilaca erken erişim programına katıldı. Bütün ALS toplumu için şişelenmiş umuttu. Denemelerin üçüncü seviyesindeydi. Altı ay sonra sonuçlar geldi: etkinliği yoktu. Denizaşırı ülkelerde tedavi olması gerekiyordu ve birden bütün dünyamız yerinden oynadı. Böylece sonraki iki yıl boyunca oğlumun gün be gün gözümüzün önünde eriyip gitmesini izledik. İki buçuk yıl önce, Pete beysbol sahalarında sayı vuruşu yapıyordu. Bugün ise Pete tamamen felçli. Artık kafasını dik tutamıyor. Motorlu bir tekerlekli sandalyeye mahkum. Artık yutkunamıyor, yiyemiyor. Beslenme tüpü ile besleniyor. Konuşamıyor. Göz takip teknolojisi ve konuşma aracı ile konuşuyor ve biz akciğerlerine bakıyoruz çünkü zamanla diyaframı da tükenecek ve o zaman yapay solunum cihazına bağlayıp bağlamamak kararı verilecek. ALS insanı bütün fiziksel yetisinden mahrum bırakıyor
So July 4th, 2014, 75th year of Lou Gehrig's inspirational speech comes, and Pete is asked by MLB.com to write an article in the Bleacher Report. And it was very significant, because he wrote it using his eye gaze technology.
ama beyin sağlam kalıyor. 4 Temmuz 2014'te Lou Gehrig'in ilham verici konuşmasının 75. yılında MLB.com Pete'den Bleacher Report'ta bir makale yazmasını istedi.
Twenty days later, the ice started to fall. On July 27th, Pete's roommate in New York City, wearing a Quinn For The Win shirt, signifying Pat Quinn, another ALS patient known in New York, and B.C. shorts said, "I'm taking the ALS Ice Bucket Challenge," picked up the ice, put it over his head. "And I'm nominating ..." And he sent it up to Boston. And that was on July 27th. Over the next couple of days, our news feed was full of family and friends. If you haven't gone back, the nice thing about Facebook is that you have the dates, you can go back. You've got to see Uncle Artie's human Bloody Mary. I'm telling you, it's one of the best ones, and that was probably in day two. By about day four, Uncle Dave, the webmaster, he isn't on Facebook, and I get a text from him, and it says, "Nancy, what the hell is going on?" Uncle Dave gets a hit every time Pete's website is gone onto, and his phone was blowing up. So we all sat down and we realized, money is coming in — how amazing.
Ve bu çok önemliydi çünkü makalesini göz takip teknolojisiyle yazdı. Yirmi gün sonra buz yağmuru başladı. 27 Temmuz'da, Pete'in New York City'den oda arkadaşı New York'lu başka bir ALS hastası Pat Quinn'i işaret eden "Desteğim Quinn'le" gömleği ve Boston Koleji şortuyla "ALS Buz Kovası Meydan Okumasını kabul ediyorum" dedi buzları aldı ve başından aşağı döktü. "Ve aday olarak..." Ve Boston'a gönderdi. Bu 27 Temmuz'daydı. Sonraki bir kaç gün içinde haber kaynağımız aile ve dostlarla dolmuştu. Eğer geçmişe bakmadıysanız, Facebook'taki güzel şey tarihler var, geçmişe bakabilirsiniz. Artie amcanın Kanlı Mary insanını görmelisiniz. Diyorum size, en güzellerinden bir tanesi, ve bu herhalde ikinci gündeydi. Dördüncü günde, internet tasarımcımız Dave amca Facebook'ta yoktu ve ondan bir mesaj geldi, mesajda "Nancy burada neler oluyor?" yazıyordu. Pete'in sayfası her ziyaret edildiğinde Dave amcaya mesaj geliyordu ve telefonu çıldırmış durumdaydı. Hepimiz oturduk ve fark ettik ki
So we knew awareness would lead to funding, we just didn't know it would only take a couple of days. So we got together, put our best 501(c)(3)s on Pete's website, and off we went. So week one, Boston media. Week two, national media. It was during week two that our neighbor next door opened up our door and threw a pizza across the kitchen floor, saying, "I think you people might need food in there." (Laughter) Week three, celebrities — Entertainment Tonight, Access Hollywood. Week four, global — BBC, Irish Radio. Did anyone see "Lost In Translation"? My husband did Japanese television. It was interesting. (Laughter) And those videos, the popular ones. Paul Bissonnette's glacier video, incredible. How about the redemption nuns of Dublin? Who's seen that one? It's absolutely fantastic. J.T., Justin Timberlake. That's when we knew, that was a real A-list celebrity. I go back on my texts, and I can see "JT! JT!" My sister texting me. Angela Merkel, the chancellor of Germany. Incredible. And the ALS patients, you know what their favorite ones are, and their families'? All of them. Because this misunderstood and underfunded "rare" disease, they just sat and watched people saying it over and over: "ALS, ALS." It was unbelievable.
para geliyordu - ne kadar mükemmel! Elbette farkındalığın bağış getireceğini biliyorduk sadece bir kaç gün içinde olacağını bilmiyorduk. Böylece toplandık ve en iyi 501(c)(3)lerimizi Pete'in sitesine koyduk ve yola koyulduk. İlk hafta, Boston basını. İkinci hafta, ulusal basın. Yan komşumuzun kapıya gelip mutfak zeminine pizza atması ve "Sizin orada yemeğe ihtiyacınız var sanırım." demesi ikinci haftaydı. (Kahkahalar) Üçüncü hafta, ünlüler — Entertainment Tonight, Access Hollywood. Dördüncü hafta, küresel basın — BBC, İrlanda Radyosu. "Bir Konuşabilse" filmini izleyen var mı? Kocam Japon televizyonundaydı. İlginçti. (Kahkahalar) Ve o videolar, popüler olanlar. Paul Bissonnette'in buzul videosu, inanılmaz. Peki Dublin'in Arınma Rahibeleri? Kimler izledi onu? Kesinlikle harika. J.T., Justin Timberlake. İşte o zaman onun A sınıfı bir ünlü olduğunu anladık. Şimdi mesajlarıma bakıyorum ve kardeşimin "JT!JT!" mesajlarını görüyorum. Angela Merkel, Almanya şansölyesi. İnanılmaz! Ve ALS hastaları onların ve ailelerinin en sevdikleri hangisi biliyor musunuz? Hepsi! Çünkü bu yanlış tanınmış ve finanse edilmeyen "nadir" hastalık sadece oturup insanların sürekli "ALS, ALS" demesini izlediler.
And those naysayers, let's just talk a couple of stats, shall we? Okay, so the ALS Association, they think by year end, it'll be 160 million dollars. ALS TDI in Cambridge, they raised three million dollars. Well, guess what? They had a clinical trial for a drug that they've been developing. It was on a three-year track for funding. Two months. It's coming out starting in two months. (Applause) And YouTube has reported that over 150 countries have posted Ice Bucket Challenges for ALS. And Facebook, 2.5 million videos, and I had the awesome adventure visiting the Facebook campus last week, and I said to them, "I know what it was like in my house. I can't imagine what it was like around here." All she said was, "Jaw-dropping."
Akıl almaz bir şeydi. Ve bütün bu karşı çıkanlar sadece biraz istatistiklere bakalım olur mu? Tamam, ALS Derneği yıl sonunda rakamın 160 milyon doları bulacağını düşünüyor. Cambridge'deki ALS TGM (Tedavi Geliştirme Merkezi) üç milyon dolar topladı. Tahmin edin ne oldu? Geliştirdikleri ilaç için klinik bir deneme yaptılar. Üç yıldır finansman bekliyordu. İki ay. İki ay içinde piyasaya çıkıyor. (Alkış) Ve YouTube 150den fazla ülkenin ALS için Buz Kovası Meydan Okuması gönderdiğini söylüyor. Ve Facebook tam 2,5 milyon video ve geçen hafta Facebook kampüsünü ziyaret ederken mükemmel bir macera yaşadım ve onlara "Evimin ne durumda olduğunu biliyorum. Buranın nasıl olduğunu hayal bile edemiyorum." dedim. Tek söylediği "Ddudak uçuklatan." oldu.
And my family's favorite video? Bill Gates. Because the night Pete was diagnosed, he told us that he was going to get ALS in front of philanthropists like Bill Gates, and he did it. Goal number one, check. Now on to the treatment and cure. (Applause)
Benim ailemin en sevdiği video mu? Bill Gates. Çünkü teşhis konulduğu gece, Pete ALS'yi Bill Gates gibi toplum severlerin önüne götüreceğini söylemişti ve bunu başardı. İlk hedef, ulaşıldı! Şimdi tedavi ve çareye. Alkış)
So okay, after all of this ice, we know that it was much more than just pouring buckets of ice water over your head, and I really would like to leave you with a couple of things that I'd like you to remember. The first thing is, every morning when you wake up, you can choose to live your day in positivity. Would any of you blame me if I just was in the fetal position and pulled the covers over my head every day? No, I don't think anybody would blame me, but Pete has inspired us to wake up every morning and be positive and proactive. I actually had to ditch support groups because everybody was in there saying that spraying their lawns with chemicals, that's why they got ALS, and I was like, "I don't think so," but I had to get away from the negativity.
Pekala, bütün buzdan sonra sadece kafanızdan aşağı buz dökmekten fazlası olduğunu biliyoruz ve sizi hatırlatmak istediğim bir kaç şeyle göndermek istiyorum. İlk olarak, her sabah uyandığınızda gününüzü olumlu yaşamayı seçebilirsiniz. Her gün fetus pozisyonuna girip başımın üstüne yorganı çeksem aranızdan kimse beni suçlar mı? Hayır, kimsenin beni suçlayacağını sanmıyorum ama Pete her sabah uyanmaya ve olumlu olmaya, önetkin olmaya teşvik etti. Aslında destek gruplarından ayrılmak zorunda kaldım çünkü oradaki herkes bahçeye kimyasal dökerken ALS'ye yakalandıklarını söylüyordu ve ben de "Hiç sanmıyorum." dedim ama olumsuzluktan uzaklaşmalıydım.
The second thing I want to leave you with is the person at the middle of the challenge has to be willing to have the mental toughness to put themselves out there. Pete still goes to baseball games and he still sits with his teammates in the dugout, and he hangs his gravity feed bag right on the cages. You'll see the kids, they're up there hanging it up. "Pete, is that okay?" "Yup." And then they put it right into his stomach. Because he wants them to see what the reality of this is, and how he's never, ever going to give up.
Size bırakmak istediğim ikinci şey bu mücadelenin ortasındaki insanın kendisini ortaya koyacak zihni dirayete sahip olmaya istekli olmak zorunda olması. Pete hâlâ beysbol maçlarına gidiyor ve hâlâ yedek kulübesinde arkadaşlarıyla birlikte oturuyor, serumlarını da hala kalenin tam üstüne asıyor. Çocukların onu asmalarını görüyorsunuz. "Pete, böyle iyi mi?" "Evet." Ve sonra da kucağının ortasına koyuyorlar. Çünkü onların bunun gerçekliğini görmesini istiyor ve asla ama asla vazgeçmeyeceğini.
And the third thing I want to leave you with: If you ever come across a situation that you see as so unacceptable, I want you to dig down as deep as you can and find your best mother bear and go after it. (Applause) Thank you. (Applause)
Ve size bırakmak istediğim üçüncü şey: eğer kabul edilemez olarak gördüğünüz bir durumla karşılarşanız olabildiğince derine inmenizi ve en iyi anne güdünüzü bulmanızı onu takip etmenizi istiyorum. (Alkış) Teşekkürler. (Alkış)
I know that I'm running over, but I've got to leave you with this: the gifts that my son has given me. I have had 29 years of having the honor of being the mother of Pete Frates. Pete Frates has been inspiring and leading his whole life. He's thrown out kindness, and all that kindness has come back to him. He walks the face of the Earth right now and knows why he's here. What a gift.
Süreyi aştığımı biliyorum ama bunu size vermem gerekiyor: oğlumun bana verdiği hediyeler. 29 yıl boyunca Pete Frates'in annesi olma gururunu yaşadım. Pete Frates hayatı boyunca ilham verdi ve liderlik etti. İyilikler yaptı ve bütün o iyilikler geri ona döndü. Dünya üstünde şimdi yaşıyor ve neden burada olduğunu biliyor. Ne güzel bir hediye.
The second thing that my son has given me is he's given me my mission in life. Now I know why I'm here. I'm going to save my son, and if it doesn't happen in time for him, I'm going to work so that no other mother has to go through what I'm going through.
Oğlumun bana verdiği ikinci şey bana hayatta bir amaç verdi. Neden burada olduğumu artık biliyorum. Oğlumu kurtaracağım ve onun için zamanında başaramazsam öylesine sıkı çalışacağım ki bir daha hiç bir anne yaşadıklarımı çekmeyecek.
And the third thing, and last but not least gift that my son has given me, as an exclamation point to the miraculous month of August 2014: That girlfriend that he went to get on the night of diagnosis is now his wife, and Pete and Julie have given me my granddaughter, Lucy Fitzgerald Frates. Lucy Fitzgerald Frates came two weeks early as the exclamation point on August 31st, 2014.
Ve son olmasa da bir üçüncü şey de oğlumun bana verdiği hediye 2014 yılının mucizevi Ağustos ayına ünlem işareti: Teşhis gecesi almaya gittiği o kız arkadaşı artık onun eşi ve Pete ve Julie bana torunumu Lucy Fitzgerald Frates'i verdi. Lucy Fitzgerald Frates 31 Ağustos 2014'te ünlem işareti olarak iki hafta erken doğdu .
And so — (Applause) — And so let me leave you with Pete's words of inspiration that he would use to classmates, coworkers and teammates. Be passionate. Be genuine. Be hardworking. And don't forget to be great.
Böylece - (Alkış) Pete'in sınıf arkadaşları çalışanları ve takım arkadaşlarına söylediği ilham verici sözlerle sizleri baş başa bırakıyorum: Tutkulu olun. İçten olun. Çalışkan olun. Ve mükemmel olmayı unutmayın.
Thank you. (Applause)
Teşekkürler. (Alkış)