So it all came to life in a dark bar in Madrid. I encountered my colleague from McGill, Michael Meaney. And we were drinking a few beers, and like scientists do, he told me about his work. And he told me that he is interested in how mother rats lick their pups after they were born. And I was sitting there and saying, "This is where my tax dollars are wasted --
Her şey Madrid'de karanlık bir barda başladı. McGill’den iş arkadaşım Michael Meaney’e rastladım. Birkaç bira içip laflarken bana bilim insanlarının sıklıkla yaptığı gibi yürüttüğü son çalışmadan bahsetti. Anne farelerin doğum sonrasında yavrularını nasıl tımarladıklarıyla ilgili olduğunu söyledi. Orada oturmuş dinlerken kendime şöyle dedim: “Vergilerimin nereye harcandığı belli olmuştu
(Laughter)
(Kahkahalar)
on this kind of soft science."
bu tür sosyal bilimlere.”
And he started telling me that the rats, like humans, lick their pups in very different ways. Some mothers do a lot of that, some mothers do very little, and most are in between. But what's interesting about it is when he follows these pups when they become adults -- like, years in human life, long after their mother died. They are completely different animals. The animals that were licked and groomed heavily, the high-licking and grooming, are not stressed. They have different sexual behavior. They have a different way of living than those that were not treated as intensively by their mothers.
Sonra anlatmaya başladı. Fareler de insanlar gibi yavrularını farklı şekillerde tımarlıyorlardı. Bazı anneler çok fazla tımarlar bazı anneler oldukça az ve çoğunluğu da bu ikisi arasında. Fakat burada ilginç olan, yavrular büyüdükten sonra arkadaşım onları takip etmeye devam ediyordu, anneleri öldükten çok daha sonra yıllar boyunca takip ediyordu ve tamamen farklı hayvanlara dönüşüyorlardı. Yoğun ilgi gösterilmiş ve tımarlanmış olanlar, fazla tımarlayan ve ilgi gösterenler stresli değillerdi. Farklı cinsel davranışları vardı. Yaşam tarzları annelerinden aynı yoğunlukta ilgi görmemiş olanlardan farklıydı.
So then I was thinking to myself: Is this magic? How does this work? As geneticists would like you to think, perhaps the mother had the "bad mother" gene that caused her pups to be stressful, and then it was passed from generation to generation; it's all determined by genetics. Or is it possible that something else is going on here?
Kendi kendime şu soruyu sordum: Bu sihir miydi? Nasıl oluyordu? Genetikçilerin düşünmenizi istediği gibi, belki de annede yavrularda strese sebep olan "kötü anne" geni vardı ve bu nesilden nesile aktarılmıştı bütün bunlar genlerle belirlenmişti. Ya da burada başka bir şeyler olması mümkün müydü?
In rats, we can ask this question and answer it. So what we did is a cross-fostering experiment. You essentially separate the litter, the babies of this rat, at birth, to two kinds of fostering mothers -- not the real mothers, but mothers that will take care of them: high-licking mothers and low-licking mothers. And you can do the opposite with the low-licking pups. And the remarkable answer was, it wasn't important what gene you got from your mother. It was not the biological mother that defined this property of these rats. It is the mother that took care of the pups. So how can this work?
Farelerde bu soruyu sorup cevaplayabiliriz. Biz de bir çapraz-ebeveyn deneyi yaptık. Farenin yavrularını doğumda ayırıp farklı iki koruyucu anneye - gerçek annelere değil onların bakımını üstlenecek annelere - yavruyu çok tımarlayan ve az tımarlayan annelere verilir. Ve bunun tam tersini az tımarlayan yavrularla da yapabilirsiniz. Elde ettiğimiz çarpıcı sonuç ise anneden alınan genin önemi olmamasıydı. Farelerin bu özelliklerini biyolojik anneleri belirlemiyordu. Onlara bakan ve ilgi gösteren anne belirliyordu. Peki bu nasıl oluyordu?
I am an a epigeneticist. I am interested in how genes are marked by a chemical mark during embryogenesis, during the time we're in the womb of our mothers, and decide which gene will be expressed in what tissue. Different genes are expressed in the brain than in the liver and the eye. And we thought: Is it possible that the mother is somehow reprogramming the gene of her offspring through her behavior? And we spent 10 years, and we found that there is a cascade of biochemical events by which the licking and grooming of the mother, the care of the mother, is translated to biochemical signals that go into the nucleus and into the DNA and program it differently. So now the animal can prepare itself for life: Is life going to be harsh? Is there going to be a lot of food? Are there going to be a lot of cats and snakes around, or will I live in an upper-class neighborhood where all I have to do is behave well and proper, and that will gain me social acceptance? And now one can think about how important that process can be for our lives.
Ben bir epigenetikçiyim. Anne karnında olduğumuz dönemde, embriyogenez sırasında, genlerin kimyasal bir işaretle nasıl işaretlendiği ve hangi genin hangi dokuda ortaya çıkacağı konusuyla ilgileniyorum. Beyin, karaciğer ve gözlerde farklı genler bulunur. Kendimize şunu sorduk: Acaba annenin, yavruların genlerini davranışlar yoluyla bir şekilde yeniden programlaması mümkün müdür? 10 yıl süren çalışmaların ardından bulduğumuz şey, annenin yalama, bakım ve ilgisinin biyokimyasal sinyallere çevrildiği, bu sinyallerin çekirdek ve DNA’ya ulaşarak onu farklı şekilde programladığı, ardışık bir biyokimyasal olaylar dizisi olduğuydu. Hayvan artık kendini hayata hazırlayabilir. Hayat zorlu ve çetin mi olacak? Bol bol yiyecek olacak mı? Çevrede çok fazla kedi ve yılan olacak mı? Ya da mesela ben üst sınıf bir semtte mi yaşayacağım? Toplumsal olarak kabul görmek için tek yapmam gereken doğru düzgün davranmak mı olacak? Şimdi bu sürecin hayatımız için ne kadar önemli olduğunu anlayabilirsiniz.
We inherit our DNA from our ancestors. The DNA is old. It evolved during evolution. But it doesn't tell us if you are going to be born in Stockholm, where the days are long in the summer and short in the winter, or in Ecuador, where there's an equal number of hours for day and night all year round. And that has such an enormous [effect] on our physiology. So what we suggest is, perhaps what happens early in life, those signals that come through the mother, tell the child what kind of social world you're going to be living in. It will be harsh, and you'd better be anxious and be stressful, or it's going to be an easy world, and you have to be different. Is it going to be a world with a lot of light or little light? Is it going to be a world with a lot of food or little food? If there's no food around, you'd better develop your brain to binge whenever you see a meal, or store every piece of food that you have as fat.
DNA'mızı atalarımızdan miras alırız. DNA çok eskidir. Evrim sırasında, o da evrilmiştir. Ama günlerin yazın uzun kışın kısa olduğu Stockholm'de mi yoksa yıl boyunca gece ve gündüzün eşit olduğu Ekvador’da mı dünyaya geleceğinizi DNA bize söylemez. Ve bu bizim fizyolojimiz üzerinde o kadar muazzam bir etkiye sahip ki. Yani burada önerdiğimiz şey, belki de hayatımızın ilk yıllarında olanlar, anne vasıtasıyla gelen bu sinyaller, çocuğa ne tür bir sosyal dünyada yaşayacağını söylemektedir. Acımasız olacak, kaygılı ve stresli olmalısın ya da kolay bir hayat olacak, rahat olmalısın. Aydınlık mı yoksa karanlık mı olacak? Bolluk mu kıtlık mı olacak? Eğer yiyecek yoksa beynin, her yemek gördüğünde bol bol yiyecek ya da her yemeği yağ olarak depolayacak şekilde gelişmesi daha iyi olur.
So this is good. Evolution has selected this to allow our fixed, old DNA to function in a dynamic way in new environments. But sometimes things can go wrong; for example, if you're born to a poor family and the signals are, "You better binge, you better eat every piece of food you're going to encounter." But now we humans and our brain have evolved, have changed evolution even faster. Now you can buy McDonald's for one dollar. And therefore, the preparation that we had by our mothers is turning out to be maladaptive. The same preparation that was supposed to protect us from hunger and famine is going to cause obesity, cardiovascular problems and metabolic disease. So this concept that genes could be marked by our experience, and especially the early life experience, can provide us a unifying explanation of both health and disease.
Bu iyi bir şeydir. Evrim, programlanmış eski DNA’mızın yeni ortamlarda dinamik bir şekilde işlev göstermesini sağlamak için bu yolu seçmiştir. Ancak bazen işler ters gidebilir; örneğin yoksul bir ailede dünyaya gelmişseniz sinyaller şöyledir, ''Bol bol yemelisin, her fırsatta karşına çıkan her bir yiyeceği tüketmelisin.'' Fakat şimdi biz insanlar ve beynimiz evrildik ve evrimi daha da hızlı hâle getirdik. Şimdi bir dolara McDonald's'tan bir şeyler alabilirsiniz. Bu nedenle annelerimiz tarafından bize verilen hazırlık uyum sağlamamıza yetmiyor. Bizi açlıktan ve kıtlıktan koruması gereken hazırlık obeziteye, kardiyovasküler problemlere ve metabolik rahatsızlıklara neden oluyor. Bu nedenle genlerin deneyimlerimizle, özellikle de hayatımızın ilk yıllarındaki deneyimlerimizle belirlenmiş olması ihtimali bize hem sağlık hem de hastalığa dair bir açıklama sağlayabilir.
But is true only for rats? The problem is, we cannot test this in humans, because ethically, we cannot administer child adversity in a random way. So if a poor child develops a certain property, we don't know whether this is caused by poverty or whether poor people have bad genes. So geneticists will try to tell you that poor people are poor because their genes make them poor. Epigeneticists will tell you poor people are in a bad environment or an impoverished environment that creates that phenotype, that property.
Ancak bu sadece fareler için mi geçerli? Sorun şu ki bunu insanlarda test edemiyoruz çünkü etik olarak çocuğu rastgele kötü koşullar altında yaşatamayız. Bu yüzden eğer yoksul bir çocuk belirli bir özelliğe sahipse bunun yoksulluktan mı yoksulların kötü genleri olmasından mı kaynaklandığını bilmiyoruz. Dolayısıyla genetikçiler insanların yoksul olmasının nedenini genlerine bağlayacaktır. Epigenetikçiler ise yoksul insanların kötü ya da ortamlarda olmasının bu fenotipi, yani bu özelliği oluşturduğunu söyleyecektir.
So we moved to look into our cousins, the monkeys. My colleague, Stephen Suomi, has been rearing monkeys in two different ways: randomly separated the monkey from the mother and reared her with a nurse and surrogate motherhood conditions. So these monkeys didn't have a mother; they had a nurse. And other monkeys were reared with their normal, natural mothers. And when they were old, they were completely different animals. The monkeys that had a mother did not care about alcohol, they were not sexually aggressive. The monkeys that didn't have a mother were aggressive, were stressed and were alcoholics. So we looked at their DNA early after birth, to see: Is it possible that the mother is marking? Is there a signature of the mother in the DNA of the offspring?
Bu nedenle kuzenlerimiz maymunlarla bir araştırma yaptık. Meslektaşım Stephen Suomi, maymunları iki farklı şekilde yetiştiriyor: Maymunu anneden rastgele ayırıp bir bakıcıyla yetiştiriyor, bu bakıcı anne yerine geçiyor. Yani bu maymunların anneleri yoktu, bakıcıları vardı. Diğer maymunlar ise normal, doğal anneleri tarafından yetiştiriliyor. Yaşlandıklarında tamamen farklı hayvanlar oluyorlar. Anneleri olan maymunların alkol umurlarında değildi, cinsel saldırganlıkları yoktu. Anneleri olmayan maymunlar ise agresif ve stresliydiler ve alkolik. Bu nedenle doğumdan hemen sonra DNA'ya baktık ve şu soruya yanıt aradık: Annenin bu değişikliğe neden olması mümkün mü? Yavrunun DNA'sında annenin imzası var mı?
These are Day-14 monkeys, and what you see here is the modern way by which we study epigenetics. We can now map those chemical marks, which we call methylation marks, on DNA at a single nucleotide resolution. We can map the entire genome. We can now compare the monkey that had a mother or not. And here's a visual presentation of this. What you see is the genes that got more methylated are red. The genes that got less methylated are green. You can see many genes are changing, because not having a mother is not just one thing -- it affects the whole way; it sends signals about the whole way your world is going to look when you become an adult. And you can see the two groups of monkeys extremely well-separated from each other. How early does this develop? These monkeys already didn't see their mothers, so they had a social experience. Do we sense our social status, even at the moment of birth?
Bunlar 14 günlük maymunlar ve burada gördüğünüz epigenetik alanında modern çalışma yöntemimiz. Metilasyon işaretleri olarak adlandırdığımız bu kimyasal işaretleri tek bir nükleotid çözünürlükte DNA üzerinde haritalayabiliyoruz. Bütün genomu haritalayabiliriz. Annesi olan maymun ile annesi olmayan maymunu kıyaslayabiliriz. İşte bunun görsel sunumu. Metilasyona daha çok uğrayan genlerin kırmızı olduğunu göreceksiniz. Daha az metilasyona uğrayan genler ise yeşil. Birçok genin değişmekte olduğunu görebilirsiniz çünkü anneye sahip olmamak basit bir şey değil - her şeyi etkiliyor; yetişkinliğe eriştiğinizde dünyanızın nasıl olacağına dair sinyaller gönderiyor. İki maymun grubunun birbirinden son derece iyi ayrıldığını görebilirsiniz. Bu, ne kadar erken gelişir? Bu maymunlar zaten annelerini görmüyordu, bu yüzden sosyal bir deneyime sahiptiler. Sosyal statümüzü doğum sırasında bile hissedebiliyor muyuz?
So in this experiment, we took placentas of monkeys that had different social status. What's interesting about social rank is that across all living beings, they will structure themselves by hierarchy. Monkey number one is the boss; monkey number four is the peon. You put four monkeys in a cage, there will always be a boss and always be a peon. And what's interesting is that the monkey number one is much healthier than monkey number four. And if you put them in a cage, monkey number one will not eat as much. Monkey number four will eat [a lot]. And what you see here in this methylation mapping, a dramatic separation at birth of the animals that had a high social status versus the animals that did not have a high status.
Bu deneyde, farklı sosyal statülere sahip maymunların plasentalarını aldık. Sosyal sıralamayla ilgili olarak ilginç olan şey, tüm canlı varlıkların kendi aralarında hiyerarşi yapacak olmaları. Birinci maymun patron, dördüncü maymun emir eri. Dört maymunu bir kafese koyduğunuzda her zaman bir patron ve bir emir eri olacaktır. İşin ilginç tarafı ise bir numaralı maymunun dört numaralı maymundan çok daha sağlıklı olması. Onları bir kafese koyduğunuzda birinci maymun pek fazla yemeyecektir. Dördüncü maymun çok fazla yiyecektir. Burada metilasyon haritasında gördüğünüz şey, yüksek sosyal statüsü olan hayvanlarla olmayanların birbirinden doğumda belirgin bir şekilde ayrılması.
So we are born already knowing the social information, and that social information is not bad or good, it just prepares us for life, because we have to program our biology differently if we are in the high or the low social status.
Zaten sosyal bilgilere sahip olarak doğarız ve bu sosyal bilgi iyi veya kötü değildir, sadece bizi hayata hazırlar çünkü yüksek veya düşük sosyal statüde olmamıza göre biyolojimizi farklı bir şekilde programlamamız gerekir.
But how can you study this in humans? We can't do experiments, we can't administer adversity to humans. But God does experiments with humans, and it's called natural disasters.
Ancak bunu insanlarda nasıl araştırabiliriz? Deneyler yapamayız, insanları bu şekilde sıkıntı ve zorluklarla sınayamayız. Ancak, Tanrı insanlarla deneyler yapar bunlara doğal afet denir.
One of the hardest natural disasters in Canadian history happened in my province of Quebec. It's the ice storm of 1998. We lost our entire electrical grid because of an ice storm when the temperatures were, in the dead of winter in Quebec, minus 20 to minus 30. And there were pregnant mothers during that time. And my colleague Suzanne King followed the children of these mothers for 15 years.
Kanada tarihinin en büyük doğal afetlerinden biri, benim eyaletim olan Quebec'te oldu. 1998'deki buz fırtınası. Quebec'te kara kış zamanlarında, hava -20 ile -30 derece arasındayken oluşan bir buz fırtınası yüzünden tüm elektrik sistemimizi kaybettik. O dönemde hamile olan kadınlar vardı. Meslektaşım Suzanne King, bu annelerin çocuklarını 15 yıl boyunca takip etti.
And what happened was, that as the stress increased -- and here we had objective measures of stress: How long were you without power? Where did you spend your time? Was it in your mother-in-law's apartment or in some posh country home? So all of these added up to a social stress scale, and you can ask the question: How did the children look? And it appears that as stress increases, the children develop more autism, they develop more metabolic diseases and they develop more autoimmune diseases. We would map the methylation state, and again, you see the green genes becoming red as stress increases, the red genes becoming green as stress increases, an entire rearrangement of the genome in response to stress.
Ortaya çıkan şuydu; stres arttıkça - ve burada objektif stres ölçülerimiz vardı: Ne kadar süre elektriksiz kalmıştınız? Zamanınızı nerede geçirmiştiniz? Kayın validenizin dairesinde miydiniz yoksa lüks bir kır evinde mi? Tüm bunlar bir araya getirilerek bir sosyal stres ölçeği oluşturuldu şu soruyu sorabilirsiniz: Çocuklar ne durumdaydı? Stres arttıkça çocuklarda otizm, metabolik ve otoimmün hastalıkların daha fazla ortaya çıktığı görüldü. Metilasyon durumunu haritalandırdığımızda stres arttığında yeşil genlerin kırmızıya dönüştüğünü ve kırmızı genlerin yeşile dönüştüğünü görürsünüz. Strese tepki olarak genomun tamamı yeniden düzenleniyor.
So if we can program genes, if we are not just the slaves of the history of our genes, that they could be programmed, can we deprogram them? Because epigenetic causes can cause diseases like cancer, metabolic disease and mental health diseases.
Eğer genlerimizi programlayabiliyorsak yani genetik tarihimizin kölesi değilsek bu programlamayı geri çevirebilir miyiz? Çünkü epigenetik sebepler kanser, metabolik hastalıklar ve akıl hastalıklarına yol açabilir.
Let's talk about cocaine addiction. Cocaine addiction is a terrible situation that can lead to death and to loss of human life. We asked the question: Can we reprogram the addicted brain to make that animal not addicted anymore? We used a cocaine addiction model that recapitulates what happens in humans. In humans, you're in high school, some friends suggest you use some cocaine, you take cocaine, nothing happens. Months pass by, something reminds you of what happened the first time, a pusher pushes cocaine, and you become addicted and your life has changed.
Kokain bağımlılığını ele alalım. Kokain bağımlılığı korkunç bir durum, insan hayatının mahvolmasına ve ölüme yol açabilir. Şu soruyu sorduk: Bağımlı beyni tekrar programlayarak bağımlı hayvanın bağımlılıktan kurtulmasını sağlayabilir miyiz? İnsanın deneyimlediklerini tekrarlayan bir kokain bağımlılığı modeli kullandık. İnsanlarda, lisedeyken bazı arkadaşlarınız size kokain kullanmanızı önerir, kokain alırsınız, bir şey olmaz. Aylar geçer, bir şeyler size ilk denemenizde neler olduğunu hatırlatır, bir şey sizi kokaine iter ve bağımlı olursunuz, sonra hayatınız değişir.
In rats, we do the same thing. My colleague, Gal Yadid, he trains the animals to get used to cocaine, then for one month, no cocaine. Then he reminds them of the party when they saw the cocaine the first time by cue, the colors of the cage when they saw cocaine. And they go crazy. They will press the lever to get cocaine until they die. We first determined that the difference between these animals is that during that time when nothing happens, there's no cocaine around, their epigenome is rearranged. Their genes are re-marked in a different way, and when the cue comes, their genome is ready to develop this addictive phenotype.
Farelerde de aynı şeyi yapıyoruz. Meslektaşım Gal Yadid, hayvanları kokaine alışacak şekilde eğitiyor ve sonra bir ay boyunca kokaini kesiyor. Sonra kokaini ilk defa aldıkları zamanı bir ipucuyla hatırlatmak için kafesin renklerini o zamanki renklere çeviriyor. Ve çıldırıyorlar. Kokaini almak için ölene kadar kaldıraca basıyorlar. İlk olarak bu hayvanlar arasındaki farkın hiçbir şey olmadığı zaman, ortamda kokain olmadığı zaman, epigenomlarının yeniden düzenlenmesi olduğunu tespit ettik. Genleri farklı bir şekilde yeniden işaretleniyordu ve işaret geldiği zaman genomları bağımlılığa neden olan fenotipi geliştirmeye hazırdı.
So we treated these animals with drugs that either increase DNA methylation, which was the epigenetic marker to look at, or decrease epigenetic markings. And we found that if we increased methylation, these animals go even crazier. They become more craving for cocaine. But if we reduce the DNA methylation, the animals are not addicted anymore. We have reprogrammed them. And a fundamental difference between an epigenetic drug and any other drug is that with epigenetic drugs, we essentially remove the signs of experience, and once they're gone, they will not come back unless you have the same experience. The animal now is reprogrammed. So when we visited the animals 30 days, 60 days later, which is in human terms many years of life, they were still not addicted -- by a single epigenetic treatment.
Böylece bu hayvanları, incelenecek epigenetik işaretleyici olan DNA metilasyonunu arttıran ya da epigenetik işaretleri azaltan ilaçlarla tedavi ettik. Eğer metilasyon miktarını arttırırsak bu hayvanların daha da fazla çılgına döndüğünü gördük. Kokain için daha çok kıvranıyorlar. Fakat DNA metilasyonunu azaltırsak hayvanlar artık bağımlılıktan kurtuluyor. Onları yeniden programladık. Epigenetik bir ilaç ile diğer ilaçlar arasındaki temel fark epigenetik ilaçlarla deneyimin izlerini ortadan kaldırdığımızda ve bu izler bir kez yok olduğunda aynı deneyimi yaşamadığınız sürece geri gelmeyecek olmalarıdır. Hayvan yeniden programlandı. Ardından 30 gün veya 60 gün sonra tekrar ziyaret ettiğimizde-- ki bu insanlara göre uzun yıllar sayılır hayvanlar hâlâ bağımlı değillerdi - tek bir epigenetik tedavi ile.
So what did we learn about DNA? DNA is not just a sequence of letters; it's not just a script. DNA is a dynamic movie. Our experiences are being written into this movie, which is interactive. You're, like, watching a movie of your life, with the DNA, with your remote control. You can remove an actor and add an actor. And so you have, in spite of the deterministic nature of genetics, you have control of the way your genes look, and this has a tremendous optimistic message for the ability to now encounter some of the deadly diseases like cancer, mental health, with a new approach, looking at them as maladaptation. And if we can epigenetically intervene, [we can] reverse the movie by removing an actor and setting up a new narrative.
Peki DNA hakkında ne öğrendik? DNA sadece bir harfler dizisi değildir; sadece bir kod değildir. DNA dinamik bir filmdir. Deneyimlerimiz bu interaktif filme yazılmaktadır. Hayatınızın bir filmini izliyormuşsunuz gibi düşünün, DNA sizin uzaktan kumandanız. Bir oyuncuyu çıkarabilir ya da ekleyebilirsiniz. Genetiğin belirleyici doğasına rağmen genlerinizin görünüşü üzerinde kontrol sahibisiniz ve bu kanser gibi ölümcül hastalıklar ya da akıl sağlığımız açısından muazzam derecede olumlu bir mesaj veriyor çünkü artık onlara farklı bir yaklaşımla maladaptasyon olarak bakarız. Ve epigenetik olarak müdahale edebilirsek bir aktör çıkarıp yeni bir anlatı hazırlayarak filmi tersine çevirebiliriz.
So what I told you today is, our DNA is really combined of two components, two layers of information. One layer of information is old, evolved from millions of years of evolution. It is fixed and very hard to change. The other layer of information is the epigenetic layer, which is open and dynamic and sets up a narrative that is interactive, that allows us to control, to a large extent, our destiny, to help the destiny of our children and to hopefully conquer disease and serious health challenges that have plagued humankind for a long time.
Bugün size bahsettiğim şey DNA’mızın aslında iki bileşenden, iki bilgi katmanından oluştuğu. Bunlardan biri eski, evrimin milyonlaca yıllık tarihi boyunca evrildi. Sabit ve değiştirilmesi çok zor. Diğer bilgi katmanı ise açık ve dinamik olmakla birlikte interaktif bir anlatı oluşturuyor kaderimizi büyük ölçüde kontrol edebilmemizi çocuklarımızın kaderine etki edebilmemizi umut ediyoruz ki uzun bir süredir insanlığın başına bela olan hastalıkları ve sağlık sorunlarını alt etmemizi mümkün kılıyor.
So even though we are determined by our genes, we have a degree of freedom that can set up our life to a life of responsibility.
Genlerimiz tarafından belirlenmiş olmamıza rağmen hayatımızı eylem, karar ve seçimlerimizin tam sorumluluğunu üstlenerek kontrolü elimize alarak yaşayabiliriz.
Thank you.
Teşekkürler.
(Applause)
(Alkışlar)