It was October 13, 2012, a day that I will never forget. I was on my bike, pushing up what seemed like a never-ending barren hill. And it wasn't just any hill: it was a 15-mile climb up to a town called Hawi on the Big Island of Hawaii. And it wasn't just any ride: it was at the Ironman World Championship. I can still feel my muscles burning. I was struggling, tired and dehydrated, as I could feel the heat emanating from the asphalt, measuring almost 98 degrees. I was near the halfway point of the bike portion of one of the most prestigious, longest, single-day endurance race events in the world.
13 Ekim 2012, asla unutamayacağım bir gündü. Bitmeyecekmiş gibi görünen çorak bir tepe boyunca bisiklet sürüyordum. Bu üstelik herhangi bir tepe değildi: Hawaii'nin Büyük Ada'sında Hawi olarak adlandırılan bir kasabaya uzanan 15 millik bir tırmanıştı. Ancak herhangi bir tırmanış değildi: Demir Adam Dünya Şampiyonası'ydı. Hâlâ kaslarımın yandığını hissedebiliyorum. Çabalıyordum, yorgundum ve susuzdum. Asfalttan yaklaşık 98 derecelik bir ısının yayıldığını hissedebiliyordum. Dünyadaki günübirlik dayanıklılık yarışlarının en uzun ve prestijlilerinden biri olan bisiklet bölümünün ortalarına yakındım.
Every year, during my childhood, I watched this very race on TV in our family living room. I sat next to my dad on our 1970s-style orange and brown sofa, and I remember being in utter awe at how these athletes pushed themselves to their limit in this grueling race. And just so you don't get the wrong idea, my family members weren't just spectators. They were incredibly athletic, and I always participated from the sidelines, cheering on my three siblings or handing out water at local races. I remember wanting so badly to be able to compete, but I couldn't.
Çocukluğumda her yıl, evimizin salonundaki televizyonda bu yarışmayı seyrederdim. 1970'lerin modası turuncu ve kahverengi kanepede babamın yanına otururdum. Bu yorucu yarışta, atletler kendi limitlerini zorlarken huşu içinde olduğumu hatırlıyorum. Ancak yanlış anlamayın, ailem yalnızca seyirci değil. Onlar son derece atletiklerdi ve yerel yarışlarda her zaman yan taraftan destek olurlardı, üç kardeşim ise tezahürat yapar ya da su dağıtırdı. Tamamlamayı çok istediğimi hatırlıyorum, ancak yapamadım.
Even though I couldn't play sports, I decided to be active in my community. I volunteered at the local hospital in high school. In college, I interned at the White House, studied abroad in Spain and backpacked through Europe all by myself with my leg braces and crutches. Upon graduating, I moved to New York City for a job in management consulting, earned an MBA, got married and now have a daughter.
Spor yapamayacak olsam da alanımda aktif rol almaya karar verdim. Lisedeki revirde gönüllü olarak çalıştım. Beyaz sarayda staj yaptım, İspanya'da okudum, koltuk değneği ve parantez bacağımla kendi başıma sırt çantamla Avrupa'yı gezdim. Mezun olduktan sonra yönetim danışmanlığında çalışmak için New York'a taşındım, MBA yaptım, evlendim ve şu an iki kızım var.
(Applause)
(Alkışlar)
At age 28, I was introduced to the sport of hand-cycling, and then triathlon, and by luck, I met Jason Fowler, an Ironman World Champion, at a camp for athletes with disabilities. And like me, he competed in a wheelchair. And with his encouragement, at age 34, I decided to go after Kona. The Kona, or Hawaii Ironman is the oldest Iron-distance race in the sport, and if you're not familiar, it's like the Super Bowl of triathlon. And the Ironman, for a wheelchair athlete like me, consists of a 2.4-mile open-water swim in the Pacific Ocean, a 112-mile hand cycle ride in lava fields -- now, that sounds exotic, but it's not as scenic as it sounds, and it's pretty desolate -- and then you top it off with a marathon, or a 26.2-mile run in 90-degree heat using a racing wheelchair. That's right, it's a total distance of 140.6 miles using just your arms in less than 17 hours. No female wheelchair athlete had ever completed the race because of the strict, seemingly impossible cutoff times. And so there I was, putting it all out on the line. And when I finally reached the top of that 15-mile climb, I was discouraged. There was no way I was going to make that swim in my time limit of 10 and a half hours, because I was almost two hours off pace. I had to make the agonizing decision to quit. I removed my timing chip, and I handed it over to a race official. My day was done.
28 yaşında, el bisikletiyle tanıştım ve sonra triatlon ve şans eseri, engelli atletler kampında Demir Adam Dünya Şampiyonu Jason Fowler ile tanıştım. O da, benim gibi, tekerlikli sandalyede yarışıyordu. 34 yaşımda, onun cesaretlendirmesi ile ben de Kona'nın peşinden gitmeye karar verdim. Kona ya da Hawai Demir Adam, bu alandaki en eski Demir-mesafe yarışı ve eğer aşina değilseniz, triatlonun Super Bowl'u gibidir. Benim gibi tekerlekli sandalye kullanan bir atlet için Demir Adam, Pasifik Okyanusu'nda 2.4 mil açık suda yüzme ve lav yatağında 112 mil elle araç sürmeyi kapsıyor, şu an ilgi çekici gelebilir, ancak söylendiği kadar doğa manzaralı değil ve biraz tenha, sonra bir maratonla bitiriyorsunuz tekerlikli sandalye kullanarak 32 derece sıcakta 26.2 mil koşmuş oluyorsunuz. Gerçekten, 17 saatten az bir süre kollarınızı kullanarak gittiğiniz toplam mesafe 140.6 mil. Tekerlekli sandalyeli hiçbir kadın atlet zorlu ve görünür şekilde bitmek bilmeyen imkânsız süreler nedeniyle bu zamana kadar yarışı tamamlayamadı ve ben orada her şeyimi ortaya koydum. Sonunda 15 mil tırmanıp tepeye ulaştığımda cesaretim kırılmıştı. On buçuk saat süre limitimin sonunda beni yüzdürmenin hiçbir yolu yoktu, çünkü neredeyse iki saatlik tempom vardı. Bırakmak için o çok acı veren kararı almak zorundaydım. Zamanlama çipimi çıkardım ve yetkililere vermek üzere elimde tuttum. Günüm bitmişti.
My best friend Shannon and my husband Shawn were waiting at the top of Hawi to drive me back to town. And on my way back to town, I began to cry. I had failed. My dream of completing the Ironman World Championship was crushed. I was embarrassed. I felt like I'd messed up. I worried about what my friends, my family and people at work would think of me. What was I going to put on Facebook?
En yakın arkadaşım Shannon ve eşim Shawn, Hawi'nin tepesinde beni almak üzere bekliyorlardı. Dönüş yolunda ağlamaya başladım. Kaybetmiştim. Demir Adam Dünya Şampiyonluğu'nu tamamlama hayalim suya düşmüştü. Utanmıştım. Her şeyi berbat etmiş gibi hissediyordum. Arkadaşlarımın, ailemin ve iş yerindeki insanların hakkımda ne düşünecekleri konusunda endişeliydim. Facebook'a ne koyacaktım?
(Laughter)
(Gülüşmeler)
How was I going to explain to everyone that things didn't go the way I had assumed or planned?
Herkese işlerin sandığım ya da planladığım gibi gitmediğini nasıl açıklayacaktım?
A few weeks later I was talking to Shannon about the Kona "disaster," and she said this to me: "Minda, big dreams and goals can only be realized when you're ready to fail." I knew I had to put that failure behind me in order to move forward, and it wouldn't be the first time that I had faced insurmountable odds.
Birkaç hafta sonra Shannon ile Kona'nın 'felaket' olduğu konusunda konuşuyordum ve o bana ''Minda, büyük hayal ve hedefler sadece kaybetmeye hazır olduğunda gerçekleşir''dedi. İlerlemek için yenilgiyi arkamda bırakmam gerektiğini biliyordum ve bu, yüzleştiğim ilk başa çıkılmaz sorun değildi.
I was born in Bombay, India, and just before my first birthday, I contracted polio, which left me paralyzed from the hips down. Unable to care for me, my birth mother left me at an orphanage. Fortunately, I was adopted by an American family, and I moved to Spokane, Washington just shortly after my third birthday. Over the next few years, I underwent a series of surgeries on my hips, my legs and my back that allowed me to walk with leg braces and crutches.
Hindistan, Bombay'da doğdum ve bir yaşımdan kısa bir süre önce beni kalçamdan kötürüm bırakan çocuk felci geçirdim. Annem bana bakamayarak beni bir yetimhaneye bıraktı. Neyse ki, Amerikan bir aile tarafından evlat edinildim ve üç yaşımdan çok kısa bir süre sonra Washington, Spokane'e taşındım. Birkaç yıl sonrasında, kalçamdan, bacaklarımdan ve sırtımdan koltuk değnekleri ve bacak askılarıyla yürümemi sağlayan bir sürü ameliyat geçirdim.
As a child, I struggled with my disability. I felt like I didn't fit in. People stared at me all the time, and I was embarrassed about wearing a back brace and leg braces, and I always hid my chicken legs under my pants. As a young girl, I thought thick, heavy braces on my legs did not look pretty or feminine. Among my generation, I am one of the very few individuals in the US who are living with paralysis by polio today. Many people who contract polio in developing countries do not have access to the same medical care, education, or opportunities like I have had in America. Many do not even live to reach adulthood. I have the humbling knowledge that, had I not been adopted, I most certainly wouldn't be in front of you today. I may not even be alive.
Bir çocuk olarak engelimle mücadele ettim. Başarılı olmadığımı hissettim. İnsanlar sürekli gözlerini dikmiş bakıyorlardı, ben de sırt ve bacak askılarımı giymekten utanıyordum ve her zaman tavuk bacaklarımı pantolonumla saklıyordum. Genç bir kız olarak , bacaklarımdaki ağır ve kalın değnekler yüzünden kendimi hoş ve kadınsı bulmuyordum. ABD'de günümüzde, kendi kuşağım içinde çocuk felciyle felç kalan birkaç kişiden biriyim. Gelişmekte olan ülkelerde ise pek çok insan benim Amerika'da sahip olduğum tıbbi bakıma, eğitime ya da fırsatlara aynı düzeyde sahip değil. Çoğu erişkinlik dönemine kadar yaşamıyor bile. Eğer evlat edinilmemiş olsaydım kesinlikle bugün önünüzde olamazdım. Hatta yaşamıyor olabilirdim.
All of us, in our own lives, may face seemingly insurmountable goals. I want to share with you what I learned when I tried again.
Hepimiz, hayatımızda, görünürde çok güç hedeflerle karşı karşıya gelebiliriz. Sizlerle tekrar denediğimde öğrendiğim şeyi paylaşmak istiyorum.
One year after my first attempt, on a sunny Saturday morning, my husband Shawn dumped me into the ocean at the Kona Pier and, with 2,500 of my closest friends and competitors, we started swimming as that cannon went off promptly at 7am. I focused on one stroke at a time, staying in between bodies, counting my strokes -- one, two, three, four -- and lifting my head to sight every so often just so I wouldn't get too off track. And when I finally reached the shoreline, Shawn picked me up, and he carried me out of the water. I was so stunned and thrilled when Shawn had told me I had managed a one-hour-and-43-minute swim time.
İlk girişimimden bir yıl sonra, güneşli bir Cumartesi günü, eşim Shawn beni Kona İskelesi'nden okyanusa attı en yakın arkadaşlarım ve yarışmacıların bulunduğu 2500 kişi birlikte, sabah 7'de topun patlamasıyla hızlıca yüzmeye başladık. Birden, bedenler arasında kalıp 1, 2, 3, 4... diye sayarak felcim üzerine odaklandım ve yolu izlemekten uzak kalmamak için sık sık başımı yukarı kaldırdım. Sonunda kıyı şeridine vardığımda, Shawn beni karşıladı ve suyun dışına çıkardı. Shawn, 1 saat 43 dakika yüzmeyi başardığımı söylediğinde oldukça afallamış ve heyecanlanmıştım.
On to the bike segment. I had eight hours and 45 minutes to complete the 112-mile bike course. I broke up the course in seven- to 10-mile segments in my mind just to reduce the enormity of the race. The first 40 miles, they clipped by as we benefited from a little tail wind. By 4pm, I had made it to mile 94, and I did the math and I realized I was in serious time jeopardy because I had 18 miles to go and less than 90 minutes, and that included a few sizable hill climbs. I was stressed out, and I was scared that I wasn't going to make that time cutoff again. At this point, I pushed my internal voice aside that said, "This hurts. Quit." And I told myself, "Minda, you better focus. Focus on what you can control, and that is your attitude and your effort." I resolved to be OK being uncomfortable, and I told myself, "Push harder, forget about the pain, and keep that laser focus."
Bisiklet etabıyla devam ettik. 112 mil süren bisiklet etabını tamamlamak için 8 saat 45 dakikam vardı. Yarışmanın büyüklüğünü azaltmak için kafamda etabı 7 ila 10 millik parçalara böldüm. İlk 40 mili küçük bir kuyruk rüzgarından yararlanalım diye kısalttılar. 16.00'a kadar, 94 mil yaptım, hesapladım ve ciddi zaman sıkıntım olduğunu fark ettim, çünkü gidecek 18 milim vardı ve 90 dakikadan az bir süre kalmıştı ve büyükçe birkaç tepe tırmanışlarını içeriyordu. Stresliydim ve yine zaman yetmeyip yapamayacağımdan korkmuştum. Bu noktada, "Canın yanacak. Bırak." diyen iç sesimi bir kenara ittim. Kendime, "Minda, daha iyi odaklan. Kontrol edebileceğin şeye odaklan ve bu senin tutum ve çaban" dedim. Rahatsız olsam da İYİ olmaya kararlıydım ve kendime, "Daha güçlü saldır, acıyı unut ve lazer odağına devam et" dedim.
For the next 90 minutes, I cranked as though my life depended on it. And when I rolled into town, I heard on the loudspeaker, "Minda Dentler is one of the last competitors to make the bike cutoff." I did it!
Sonraki 90 dakika, hayatım ona bağlıymış gibi hareket ettim ve şehre vardığımda hoparlörde, "Minda Dentler bisiklet parkurunu tamamlayan son yarışmacılardan biri" diye duydum. Başardım!
(Applause)
(Alkışlar)
By only three minutes.
Sadece üç dakikayla.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
It was 5:27pm, and I had been racing for 10-and-a-half hours. The first 10 miles of the run went pretty quickly, as I was so excited to finally pass people with my three wheels to their two feet. The sun quickly went down, and I found myself pulling up to the bottom of Palani hill, looking straight into a half-mile hill that looked like Mt. Everest at mile 124 of the race. My friends and family were ready at their stations to talk me up that hill. I was struggling, tired, desperately gripping those rims just so I wouldn't tip backwards. When I finally reached the top of that hill, I turned left onto a very lonely 15-mile stretch onto the Queen K Highway, totally exhausted. I pressed on, focusing on one push at a time. By 9:30pm, I made that final right-hand turn onto Ali'i Drive. I heard the crowd's roar, and I was overcome with emotion.
Saat 17.27 idi ve on buçuk saattir yarışıyordum. Yarışın ilk 10 mili oldukça çabuk geçmişti, insanların iki ayağına karşı benim üç tekerleğimle sonunda onları geçtiğim için çok heyecanlıydım. Güneş hızla battı ve ben kendimi yarışın 124 milinde Everest Dağı gibi gözüken Palani tepesinin dibinden yarım mil yukarı bakıp çekerken buldum. Arkadaşlarım ve ailem benimle konuşmak için tepedeki yerlerinde hazırdılar. Çabalıyordum, yorgundum, umutsuzca jantları tutuyordum, bu yüzden geriye yaslanamıyordum. Sonunda yokuşun tepesine vardığımda yalnız başıma Queen K. kara yolunu 15 mil çekme yaparak sola döndüm, oldukça yorulmuştum. Bir kerede tek itme yapmaya odaklanmaya çalıştım. 21.30'a kadar Ali'i Drive Caddesi yönünde son sağa dönüşü yaptım. Kalabalığın uğultusunu duydum ve heyecanla üstesinden geldim.
I crossed that finish line.
Bitiş çizgisini geçtim.
(Applause)
(Alkışlar)
(Applause ends)
(Alkışların sonu)
And my final time was 14 hours and 39 minutes. For the first time in the 35-year history, a female wheelchair athlete completed the Ironman World Championship.
Yarışma sürem 14 saat 39 dakikaydı. 35 yıllık yarışma tarihinde ilk defa tekerlekli sandalyeli bir atlet Demir Adam Dünya Şampiyonası'nı tamamlamıştı.
(Applause)
(Alkışlar)
(Applause ends)
(Alkışların sonu)
And it wasn't just any female athlete. It was me.
Herhangi bir kadın atlet değildi. Bendim.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
A paralyzed orphan from India. Against all odds, I achieved my dream, and through this very personal commitment to myself, I slowly realized that completing the Ironman was about more than conquering Kona. It was about conquering polio and other disabling but preventable diseases, not only for myself, but for the millions of children who have been and still will be afflicted by vaccine-preventable diseases. Today, we are closer than ever to eliminating one of those diseases everywhere in the world.
Hindistan'dan felçli bir yetim. Her şeye rağmen, hayalimi gerçekleştirdim ve kendime verdiğim oldukça kişisel sözlerle yavaş yavaş fark ettim ki Demir Adam'ı tamamlamak Kona'yı kazanmaktan çok daha fazlasıydı. Çocuk felcini ve diğer önlenebilir engelli hastalıklarını yalnız kendim için değil, aşıyla önlenebilir hastalıklar geçirmiş ya da hâlâ geçirmekte olan milyonlarca çocuk için kazanmaktı. Günümüzde, dünyanın her yerinde bu hastalıklardan birinin yok edilmesine hiç olmadığı kadar yakınız.
In the mid-1980s, polio once paralyzed more than 350,000 children a year in more than 125 countries. That amounted to a staggering 40 cases an hour. By contrast, so far this year, the last endemic countries have reported a total of only 12 cases. Since 1988, more than 2.5 billion children have been immunized against polio, and an estimated 16 million children, who otherwise would have been paralyzed like me, are walking. Despite this incredible progress, we know that until it's eradicated, polio remains a very real threat, especially to children in the poorest communities of the world. It can reemerge in some of the most remote and dangerous places, and from there, it can spread.
1980'lerin ortalarında, 125'ten fazla ülkede yılda 350.000 çocuk, çocuk felci geçiriyordu. Saatte 40 şaşırtıcı vakayı buluyordu. Aksine, bu yıla kadar son görülen endemik ülkelerde yalnızca 12 vaka rapor edildi. 1988'den bu yana 2,5 milyardan fazla çocuk, felç tedavisi gördü ve aksi taktirde benim gibi engelli olabilecek olan tahmini 16 milyon çocuk yürüyor. Bu inanılmaz gelişmeye rağmen çocuk felcinin, kökünden çözülene kadar özellikle dünyanın en fakir toplumlarındaki çocuklar için gerçek bir tehdit olmaya devam edeceğini biliyoruz. En uzak ve tehlikeli yerlerden bazılarında tekrar ortaya çıkabilir ve oradan yayılabilir.
And so this is my new Ironman: to end polio. And I am reminded every day, when I look at my two-and-a-half-year-old daughter Maya. She is able to climb a ladder in the park, push her scooter or kick a ball across the grass. Almost everything that I see her do at her age reminds me of what I could not do at that age. And when she was two months old, I took her to get her first polio vaccine. And when the doctor came in the room to prepare the shot, I asked him if I could take a picture to document the moment. When we left the room, I could feel my eyes welling up with tears. I cried the entire way home. It was in that moment that I realized that my daughter's life would be very different from mine. She will never be faced with the crippling disability of polio, because a vaccine was available, and I chose to get her immunized. She can do anything she wants, as can each of you.
Bu yüzden benim yeni Demir Adam'ım çocuk felcini bitirmek ve her gün 2,5 yaşındaki kızım Maya'ya baktığımda hatırlıyorum. O, parktaki bir merdivene tırmanabilir, scooterını itebilir ya da çimlerin arasında topa vurabilir. Onun yaşındayken yaptığı hemen her şey benim o yaşta yapamadıklarımı hatırlatıyor. İki aylıkken onu, ilk çocuk felci aşısını olmaya götürdüm ve doktor odaya ilk vuruşu hazırlamak için odaya geldiğinde anı belgelemek için resim çekip çekemeyeceğimi sordum. Odadan ayrıldığımızda gözlerimden yaşlar aktığını hissedebiliyordum. Yol boyunca ağladım. Bir anda, kızımın hayatının benimkinden çok daha farklı olacağını düşündüm. O asla çocuk felcinin neden olduğu sakatlıkla yüzleşmeyecek, çünkü bir aşı mevcuttu ve ona bağışıklık kazandırmayı seçtim. İstediği her şeyi yapabilirdi, tıpkı her biriniz gibi.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Now I'd like to leave you all with one question: what is your Ironman?
Şimdi sizi bir soruyla baş başa bırakıyorum: Sizin Demir Adam'ınız kim?
Thank you.
Teşekkürler.
(Applause)
(Alkışlar)