For the last 50 years, a lot of smart, well-resourced people -- some of you, no doubt -- have been trying to figure out how to reduce poverty in the United States. People have created and invested millions of dollars into non-profit organizations with the mission of helping people who are poor.
Son elli yıldır, birçok zeki, iyi imkanlara sahip insan -- şüphesiz, bazılarınız -- Amerika'daki yoksulluğu azaltmanın yollarını arıyor. İnsanlar, yoksullara yardım etmek için kar gütmeyen organizasyonlar kurup bunlara milyonlarca dolar yatırdılar.
They've created think tanks that study issues like education, job creation and asset-building, and then advocated for policies to support our most marginalized communities. They've written books and columns and given passionate speeches, decrying the wealth gap that is leaving more and more people entrenched at the bottom end of the income scale. And that effort has helped. But it's not enough. Our poverty rates haven't changed that much in the last 50 years, since the War on Poverty was launched. I'm here to tell you that we have overlooked the most powerful and practical resource. Here it is: people who are poor.
Eğitim, iş olanakları ve zenginleşme gibi konuları araştıran ve kenara atılmış topluluklarımızın hakları için savunuculuk yapan beyin takımları oluşturdular. Gittikçe daha çok insanın gelir ölçeğinin alt ucundaki yerini kemikleştiren gelir eşitsizliğini yerden yere vuran kitaplar ve köşe yazıları yazdılar ve hararetli konuşmalar yaptılar. Ve bu çaba meyvesini verdi. Ama bu yeterli değil. Fakirlik oranlarımız, yoksullukla savaşın başladığı son elli yılda o kadar da değişmedi. Size, en güçlü ve işe yarayacak kaynağı nasıl da göz ardı ettiğimizinden bahsedeceğim. İşte: yoksul insanlar.
Up in the left-hand corner is Jobana, Sintia and Bertha. They met when they all had small children, through a parenting class at a family resource center in San Francisco. As they grew together as parents and friends, they talked a lot about how hard it was to make money when your kids are little. Child care is expensive, more than they'd earn in a job. Their husbands worked, but they wanted to contribute financially, too.
Üst sol köşedekiler Jobana, Sintia ve Bertha. San Francisco'da, bir aile kaynakları merkezinin ebeveynlik kursunda hepsinin küçük çocukları varken tanıştılar. Beraberce ebeveynlikleri ve arkadaşlıkları ilerlerken bol bol çocuklar küçükken para kazanmanın ne kadar zor olduğundan bahsettiler. Çocuk bakmak pahalıydı, çalışıp kazanabileceklerinden daha pahalı. Eşleri çalışıyordu, ama onlar da maddi olarak desteklemek istediler
So they hatched a plan. They started a cleaning business. They plastered neighborhoods with flyers and handed business cards out to their families and friends, and soon, they had clients calling. Two of them would clean the office or house and one of them would watch the kids. They'd rotate who'd cleaned and who'd watch the kids. (Laughs) It's awesome, right?
Bu yüzden bir plan yaptılar. Bir temizlik işi kurdular. Mahallelere afişler astılar, ailelerine ve arkadaşlarına karvitizler dağıttılar, çok geçmeden, müşteriler aramaya başladı. İki kişi iş yerlerini ya da evleri temizlerken, diğeri çocuklara göz kulak oluyordu. Dönüşümlü olarak çocuklara bakıp temizlik yaptılar. Müthiş bir şey, değil mi?
(Laughter)
(Kahkahalar)
And they split the money three ways. It was not a full-time gig, no one could watch the little ones all day. But it made a difference for their families. Extra money to pay for bills when a husband's work hours were cut. Money to buy the kids clothes as they were growing. A little extra money in their pockets to make them feel some independence.
Ve kazandıklarını da üçe bölerlerdi. Tam zamanlı bir iş değildi. Kimse çocuklara tüm gün bakamazdı. Ama bu aileleri için bir şeyleri değiştirdi. Eşlerinin mesai saatleri kısıldığında faturaları ödemek için fazladan para. Büyürken çocuklara yeni kıyafetler almak için para. Birazcık bağımsız hissedebilmek için ceplerinde fazladan bir kaç kuruş.
Up in the top-right corner is Theresa and her daughter, Brianna. Brianna is one of those kids with this sparkly, infectious, outgoing personality. For example, when Rosie, a little girl who spoke only Spanish, moved in next door, Brianna, who spoke only English, borrowed her mother's tablet and found a translation app so the two of them could communicate.
Üst sağ köşedeki Theresa ve kızı, Brianna. Brianna şu pırıl pırıl, mutluluk saçan sempatik kız çocuklarından. Mesela, yalnızca İspanyolca bilen Rosie karşı dairelerine taşındığında, sadece İngilizce bilen Brianna annesin tabletini ödünç alıp bir çeviri uygulaması buldu ki böylelikle iki kız anlaşabilecekti.
(Laughter)
(Kahkaha)
I know, right? Rosie's family credits Brianna with helping Rosie to learn English.
Ne kadar da güzel, değil mi? Ailesi Rosie'nin İngilizce öğrenmesine yardımcı olduğundan
A few years ago,
Brianna'ya minnet duyuyor.
Brianna started to struggle academically. She was growing frustrated and kind of withdrawn and acting out in class. And her mother was heartbroken over what was happening. Then they found out that she was going to have to repeat second grade and Brianna was devastated. Her mother felt hopeless and overwhelmed and alone because she knew that her daughter was not getting the support she needed, and she did not know how to help her. One afternoon, Theresa was catching up with a group of friends, and one of them said, "Theresa, how are you?" And she burst into tears. After she shared her story, one of her friends said, "I went through the exact same thing with my son about a year ago." And in that moment, Theresa realized that so much of her struggle was not having anybody to talk with about it. So she created a support group for parents like her. The first meeting was her and two other people. But word spread, and soon 20 people, 30 people were showing up for these monthly meetings that she put together. She went from feeling helpless to realizing how capable she was of supporting her daughter, with the support of other people who were going through the same struggle. And Brianna is doing fantastic -- she's doing great academically and socially.
Bir kaç yıl önce, dersler Brianna'yı zorlamaya başladı. Hayal kırıklığa uğramaya ve kendini geri çekip sınıfta davranışlarıyla bunu ortaya koymaya başlıyordu. Ve annesi olup biten karşısında çok üzülüyordu. Ardından ikinci sınıfı tekrarlaması gerektiğini öğrendiler ve Brianna yerle bir oldu. Annesi nasıl yardımcı olacağını bilmediği ve kızının ihtiyaç duyduğu desteği alamadığını gördüğü için çaresiz, yalnız ve bunalmış hissediyordu. Bir akşamüstü, Theresa uzun süredir görmediği arkadaşlarıyla vakit geçirirken, arkadaşlarından biri, "Theresa, nasılsın?" dedi Theresa göz yaşlarına boğuldu. Olan biteni anlatınca, arkadaşlarından biri, "Yaklaşık bir sene önce oğlumla tamamen aynı bir süreçten geçtik." dedi. Ve o an, Theresa çok zorluk çekmesinin en büyük sebebinin bunları konuşabileği birilerinin olmaması olduğunu fark etti. İşte bu yüzden kendi gibi ebeveynler için bir destek grubu oluşturdu. İlk buluşmada kendisiyle beraber iki kişi daha vardı. Ama gittikçe yayıldı, ve çok geçmeden, düzenlediği toplantılara 20 kişi, 30 kişi geliyordu. Bir zamanlar çaresizken aynı zorlukları yaşayan insanların desteğiyle kızına nasıl da destek olabileceğini gördü. Ve şimdi Brianna gerek dersleri gerek sosyal hayatı olsun harika bir iş çıkarıyor.
That in the middle is my man Baakir, standing in front of BlackStar Books and Caffe, which he runs out of part of his house. As you walk in the door, Baakir greets you with a "Welcome black home."
Ortada, "BlackStar Books and Caffe" yazısının önünde duran adamım Baakir, ve aynı zamanda evinin bir bölümü olan bu mekanı işletiyor. Kapıdan içeri girdiğinizde Baakir sizi "Welcome black home." ("Siyah topraklara hoşgeldiniz.")
(Laughter)
diyerek karşılıyor.
(Kahkaha)
Once inside, you can order some Algiers jerk chicken, perhaps a vegan walnut burger, or jive turkey sammich. And that's sammich -- not sandwich. You must finish your meal with a buttermilk drop, which is several steps above a donut hole and made from a very secret family recipe. For real, it's very secret, he won't tell you about it.
İçeri girdiğinizde çeşnili Cezayir tavuğu, muhtemelen bir cevizli vegan burgeri ya da cızbız hindi sammich sipariş edebilirsiniz. Bu arada evet adı sammich -- sandviç değil. Kesinlikle ama kesinlikle, yemeğinizi, donutların birkaç sıra üstünde olan ve çok gizli bir geleneksel tariften yapılmış yoğurtlu çörekle bitirmelisiniz. Gerçekten, oldukça gizli, size tarifini söylemeyecektir.
But BlackStar is much more than a café. For the kids in the neighborhood, it's a place to go after school to get help with homework. For the grown-ups, it's where they go to find out what's going on in the neighborhood and catch up with friends. It's a performance venue. It's a home for poets, musicians and artists. Baakir and his partner Nicole, with their baby girl strapped to her back, are there in the mix of it all, serving up a cup of coffee, teaching a child how to play Mancala, or painting a sign for an upcoming community event.
Ama BlackStar bir kafeden çok daha fazlası. Mahallenin çocukları için okuldan sonra ödevleri için yardım almaya gittikleri bir yer. Büyükler içinse, mahallede ne olup bittiğini öğrendikleri ve arkadaşlarıyla görüştükleri bir yer. Ayrıca bir icraat yeri. Adeta bir şair, müzisyen ve sanatçı yuvası. Baakir ve küçük kızlarını sırtında kayışla taşıyan eşi Nicole her türden insanın olduğu bu yerde, kahve servisi yapıyor çocuklara mangala oynamayı öğretiyor ya da yakında gerçekleşecek bir sosyal etkinlik için sembol çizmeyi gösteriyor.
I have worked with and learned from people just like them for more than 20 years. I have organized against the prison system, which impacts poor folks, especially black, indigenous and Latino folks, at an alarming rate. I have worked with young people who manifest hope and promise, despite being at the effect of racist discipline practices in their schools, and police violence in their communities. I have learned from families who are unleashing their ingenuity and tenacity to collectively create their own solutions. And they're not just focused on money. They're addressing education, housing, health, community -- the things that we all care about. Everywhere I go, I see people who are broke but not broken. I see people who are struggling to realize their good ideas, so that they can create a better life for themselves, their families, their communities. Jobana, Sintia, Bertha, Theresa and Baakir are the rule, not the shiny exception. I am the exception.
Yirmi yıldan fazla bir süre böyle insanlarla çalıştım ve onlardan pek çok şey öğrendim. Özellikle siyahi, Latin kökenli ve yerli yoksul insanları büyük oranda etkileyen hapis sistemine karşı mücadele verdim. Okullarındaki ırkçı uygulamalardan etkilenmelerine ve topluluklarındaki polis şiddetine rağmen umut ve teminat vaat eden gençlerle çalıştım. Hep birlikte sorunlarına çözüm bulmak için azim ve hünerlerini ortaya koyan ailelerden ders aldım. Ve tek odaklandıkları şey para değildi. Eğitim, barınma, sağlık, toplum gibi hepimizin önem verdiği şeylerden bahsediyorlardı. Nereye gidersem gideyim, cüzdanları boş ama içleri dolu insanlar gördüm. İyi fikirler üretmeye çalışarak kendileri, aileleri ve toplumları için daha yaşanabilir bir hayat oluşturmaya çabalayan insanlar gördüm. Jobana, Sintia, Bertha, Theresa ve Baakir istisna değil, gerçeğin ta kendisi. İstisna olan benim.
I was raised by a quietly fierce single mother in Rochester, New York. I was bussed to a school in the suburbs, from a neighborhood that many of my classmates and their parents considered dangerous. At eight, I was a latchkey kid. I'd get myself home after school every day and do homework and chores, and wait for my mother to come home. After school, I'd go to the corner store and buy a can of Chef Boyardee ravioli, which I'd heat up on the stove as my afternoon snack. If I had a little extra money, I'd buy a Hostess Fruit Pie.
Rochester, New York'da oldukça sert mizaçlı, bekar bir anne tarafından yetiştirildim. Bir çok sınıf arkadaşımın ve ailelerinin tehlikeli saydığı bir mahalleden banliyödeki bir okula servisle gidip geldim. Sekiz yaşındayken, eve döndüğümde annem işte olurdu. Her gün eve gelir, ödevlerimi ve ev işlerini halleder, sonra da annemin dönmesini beklerdim. Okuldan sonra köşedeki markete gidip öğle yemeğim olarak ocakta ısıttığım bir kutu hazır ravioli(mantı) alırdım. Biraz fazladan param olduğunda hemen meyveli top keklerden alıyordum.
(Laughter)
(Kahkaha)
Cherry. Not as good as a buttermilk drop.
Tercihen vişneli olanları. Asla bir yoğurtlu çörek olamaz tabii.
(Laughter)
(Kahkaha)
We were poor when I was a kid. But now, I own a home in a quickly gentrifying neighborhood in Oakland, California. I've built a career. My husband is a business owner. I have a retirement account. My daughter is not even allowed to turn on the stove unless there's a grown-up at home and she doesn't have to, because she does not have to have the same kind of self-reliance that I had to at her age. My kids' raviolis are organic and full of things like spinach and ricotta, because I have the luxury of choice when it comes to what my children eat.
Ben çocukken fakirdik. Ama şimdi, Oakland, Kaliforniya'da hızla kentleşen bir mahallede kendi evim var. Kariyer yaptım. Eşimin kendine ait bir işyeri var. Emeklilik hesabım var. Kızımın ocağı açması bile yasak, tabii evde yetişkin biri yoksa - ki açmasına gerek de yok çünkü onun yaşındayken sahip olduğum yeterliğe sahip olmasına gerek yok. Çocuklarımın raviolileri organik ve ıspanak, ricotta peyniri gibi şeylerle dolu, çünkü konu çocuğumun yiyeceği şey olduğunda seçme lüksüm var.
I am the exception, not because I'm more talented than Baakir or my mother worked any harder than Jobana, Sintia or Bertha, or cared any more than Theresa. Marginalized communities are full of smart, talented people, hustling and working and innovating, just like our most revered and most rewarded CEOs. They are full of people tapping into their resilience to get up every day, get the kids off to school and go to jobs that don't pay enough, or get educations that are putting them in debt. They are full of people applying their savvy intelligence to stretch a minimum wage paycheck, or balance a job and a side hustle to make ends meet. They are full of people doing for themselves and for others, whether it's picking up medication for an elderly neighbor, or letting a sibling borrow some money to pay the phone bill, or just watching out for the neighborhood kids from the front stoop.
İstisna benim, ama Baakir'den daha marifetli olduğum için ya da annem Jobana, Sintia ya da Bertha'nın annesinden daha çok çalıştığı için ya da Theresa'dan daha çok önemsediği için değil. Kenara itilmiş topluluklar, tıpkı saygıdeğer ve en çok mükafatlandırılan CEO'larımız gibi ilerlemek için çalışıp didinen zeki ve becerikli insanlarla dolu. Her gün kalkıp çocuklarını okula bırakmak, düşük maaşlı işlerine ya da onları borç altına sokan eğitimlere katılmak için sıkıntılarını bir kenara koyan insanlarla dolu. Parlak zekalarını, asgari ücretlerini olağanca iyi şekilde değerlendirmeye ya da iki yakalarını bir araya getirmek için işleri ve ek uğraşlarını dengelemeye yoran insanlarla dolu. Gerek aciz komşularının ilaçlarını almak, gerek kardeşlerine faturasını ödemek için borç vermek, gerekse karşı komşunun çocuklarına göz kulak olmak olsun, kendileri kadar başkaları içinde çabalayan insanlarla dolu.
I am the exception because of luck and privilege, not hard work. And I'm not being modest or self-deprecating -- I am amazing.
Ben sıkı çalıştığımdan değil, şanslı ve ayrıcalıklı olduğum için istisnayım. Hiç de kendimi küçük gösterip mütevazı olamayacağım - Ben harikayım.
(Laughter)
(Kahkaha)
But most people work hard. Hard work is the common denominator in this equation, and I'm tired of the story we tell that hard work leads to success, because that allows --
Ama çoğu insan sıkı çalışıyor. Sıkı çalışma, bu denklemin ortak paydası ve sıkı çalışmanın başarıyı getirdiği hikayesinden artık gına geldi. Çünkü bu ---
Thank you.
Teşekkürler.
(Applause)
(Alkış)
... because that story allows those of us who make it to believe we deserve it, and by implication, those who don't make it don't deserve it. We tell ourselves, in the back of our minds, and sometimes in the front of our mouths, "There must be something a little wrong with those poor people." We have a wide range of beliefs about what that something wrong is. Some people tell the story that poor folks are lazy freeloaders who would cheat and lie to get out of an honest day's work. Others prefer the story that poor people are helpless and probably had neglectful parents that didn't read to them enough, and if they were just told what to do and shown the right path, they could make it.
... çünkü bu hikaye bizi, başaranların bunu hakettiğine ve dolayısıyla başaramayanlarınsa hak etmediğine inandırıyor. Kafamızda ve hatta bazen kelimelere dökerek kendimize "Fakirlerse biraz da onların kabahati canım." deriz. Bu "onların kabahati" olan şey hakkında bir çok farklı fikrimiz vardır. Bazıları fakirlerin doğru düzgün iş yapmaktan kaçan, tembel beleşçiler olduğunu söyler. Diğerleriyse fakirlerin çaresiz olduğu, muhtemelen zamanında onlara kitap okumayan ihmalkâr bir ailelerinin olduğu, ve ne yapılması gerektiği söylendiği zaman fakirlikten kurtulabilecekleri masalını tercih eder.
For every story I hear demonizing low-income single mothers or absentee fathers, which is how people might think of my parents, I've got 50 that tell a different story about the same people, showing up every day and doing their best. I'm not saying that some of the negative stories aren't true, but those stories allow us to not really see who people really are, because they don't paint a full picture. The quarter-truths and limited plot lines have us convinced that poor people are a problem that needs fixing. What if we recognized that what's working is the people and what's broken is our approach? What if we realized that the experts we are looking for, the experts we need to follow, are poor people themselves? What if, instead of imposing solutions, we just added fire to the already-burning flame that they have? Not directing -- not even empowering -- but just fueling their initiative.
Duyduğum her bekar anneleri ve olmayan babaları kötüleyen hikayeye karşın, - ki benim ailemi de böyle görürlerdi, her gün elinden geleni en iyi şekilde yapan aynı insanlar hakkında farklı şeyler anlatan elli tane hikayem var. Bazı kötü hikayelerin doğru olmadığını değil, o hikayelerin bizi insanların aslında ne olduğunu görmemize engel olduğu söylüyorum, çünkü resmin tamamı bu hikayelerden ibaret değil. Aslı astarı olmayan hikayeler ve yarım yamalak bilinen olaylar bizi yoksul insanların halledilmesi gereken bir problem olduğu kanısına vardırdı. Aslında normal olanın insanlar olduğunu, halledilmesi gerekeninse tutumumuz olduğunu kabul etsek? Aradığımız uzmanların, kulak vermemiz gereken bilirkişilerin fakirlerin ta kendisi olduğunun farkına varsak? Çözüm önerileri yağdıracağımıza, zaten yanen ateşlerine sadece odun atsak? Yönlendirmeden -- hatta daha iyi konuma getirmeden -- sadece girişkenliklerini ateşlesek.
Just north of here, we have an example of what this could look like: Silicon Valley. A whole venture capital industry has grown up around the belief that if people have good ideas and the desire to manifest them, we should give them lots and lots and lots of money.
Hemen olduğumuz yerin kuzeyinde, bunun olsa nasıl olabileceğinin bir örneği var: Silikon Vadisi. İnsanların iyi fikirleri ve bunları gerçekleştirecek tutkuları varsa onları para içinde yüzdürmeleri gerektiğine inanan koca bir girişim sermayesi sektörü.
(Laughter)
(Kahkaha)
Right? But where is our strategy for Theresa and Baakir? There are no incubators for them, no accelerators, no fellowships. How are Jobana, Sintia and Bertha really all that different from the Mark Zuckerbergs of the world? Baakir has experience and a track record. I'd put my money on him.
Öyle değil mi? Peki ya Theresa ve Baakir için stratejimiz hani? Onlara özel vadileri, motive eden sebepleri ya da maddi destekleri yok. Nasıl oluyorda Jobana, Sintia ve Bertha dünyanın Mark Zuckerberg'lerinden tamamiyle farklı oluyor. Baakir tecrübeli ve tam takır bir özgeçmişi var. Yatırımımı Baakir'e yapardım.
So, consider this an invitation to rethink a flawed strategy. Let's grasp this opportunity to let go of a tired, faulty narrative and listen and look for true stories, more beautifully complex stories, about who marginalized people and families and communities are.
İşte, bunu yanlış taktiğimizi tekrar düşünmek için bir davet olarak düşünün. Haydi eskimiş yalan yanlış hikayeleri bırakıp bu insanların asıl aile ve toplum hayatını anlatan, gerçek ve güzel bir şekilde karmaşık olan hikayeleri bulmak ve dinlemek için bu fırsata iki elle sarılalım.
I'm going to take a minute to speak to my people. We cannot wait for somebody else to get it right. Let us remember what we are capable of; all that we have built with blood, sweat and dreams; all the cogs that keep turning; and the people kept afloat because of our backbreaking work. Let us remember that we are magic. If you need some inspiration to jog your memory, read Octavia Butler's "Parable of the Sower." Listen to Reverend King's "Letter from Birmingham Jail." Listen to Suheir Hammad recite "First Writing Since," or Esperanza Spalding perform "Black Gold." Set your gaze upon the art of Kehinde Wiley or Favianna Rodriguez. Look at the hands of your grandmother or into the eyes of someone who loves you. We are magic. Individually, we don't have a lot of wealth and power, but collectively, we are unstoppable. And we spend a lot of our time and energy organizing our power to demand change from systems that were not made for us. Instead of trying to alter the fabric of existing ways, let's weave and cut some fierce new cloth. Let's use some of our substantial collective power toward inventing and bringing to life new ways of being that work for us.
Bir dakikalığına bu insanlarıma bir şeyler söylemek istiyorum. Başkasının işleri yoluna koymasını bekleyemeyiz. Neler yapabildiğimizi; kanla, terle ve azimle neler başardığımızı hatırlayın; dur durak bilmeden işleyen çarkları göbeği çatlayana kadar çalışıp ekmeğini çıkaran insanları. Sihirli olduğumuzu hatırlayın. Hafızanızı tazeleyecek bir ilham kaynağına ihtiyacınız varsa, Octavia Butler'ın "Parabable of the Sower" kitabını okuyun, Martin Luther'in "Birmingham Hapishanesinden Mektup"unu dinleyin. Suheir Hammad'ın "First Writing Since"'ini ezberden okumasını dinleyin, ya da Esperanza Spalding'in "Black Gold" icrasını. Gözünüzü Kehinde Wiley'in ya da Favianna Rodriguez'in eserlerine kenetleyin. Babannenizin ellerine bakın ya da sizin seven birinin gözlerine. Sihirliyiz biz. Tek başımıza çok bir malımız mülkümüz, gücümüz yok belki ama bir araya geldiğimizde durduramaz kimse bizi. Zamanımızın ve enerjimizin çoğunu bizim içim yapılmamış sistemlerden değişim talep etmek için güç toplamaya harcıyoruz. Zaten var olan kumaşı değiştirmeye çalışmaktansa, gelin ip dokuyup yepyeni bir kumaş keselim. Gelin birlikten doğan metin gücümüzün birazını bize uygun yeni oluş biçimleri bulmaya ve hayata geçirmeye harcayalım.
Desmond Tutu talks about the concept of ubuntu, in the context of South Africa's Truth and Reconciliation process that they embarked on after apartheid. He says it means, "My humanity is caught up, is inextricably bound up, in yours; we belong to a bundle of life." A bundle of life. The Truth and Reconciliation process started by elevating the voices of the unheard. If this country is going to live up to its promise of liberty and justice for all, then we need to elevate the voices of our unheard, of people like Jobana, Sintia and Bertha, Theresa and Baakir. We must leverage their solutions and their ideas. We must listen to their true stories, their more beautifully complex stories.
Desmond Tutu, Güney Afrika'nın Hakikat ve Uzlaşma süreci bağlamında ubuntu kavramı konusunda Apartheid'dan(Afrika'da ırkçılıktan) sonra yol katetmeye başladıklarından bahsediyor. Tutti bunu "Benim insan oluşum, sizinkine ayrılmaz bir biçimde bağlı ve mecburdur; hepimiz bir yaşam demetinin bir parçasıyız." diyerek açıklıyor. Bir yaşam demeti. Hakikat ve Uzlaşma süreci işe, sesleri duyulmanların sesini duyurarak başladı. Eğer bu ülke herkes için özgürlük ve adalet vaatini yerine getirecekse, bizler Jobana, Sintia ve Bertha, Theresa ve Baakir gibi sesleri duyulmamış insanların seslerini duyurmalıyız. Çözüm önerilerine ve fikirlerine azami düzeyde önem göstermeliyiz. Gerçek hikayelerine kulak vermeliyiz, daha güzel olan karmaşık hikayelerine.
Thank you.
Teşekkür ederim.
(Applause)
(Alkış)