She wrote: "When I become famous, I will tell everyone that I know a hero named Marlon Peterson."
Şöyle yazmıştı: "Ünlü olduğumda, herkese Marlon Peterson adında bir kahraman tanıdığımı söyleyeceğim."
Heroes rarely look like me. In fact, I'm what garbage looks like. No, not the most appealing way to open a talk or start a conversation, and perhaps you have some questions going through your head about that. Why would this man say such a thing about himself? What does he mean? How can someone view him as a hero when he sees himself as garbage?
Kahramanlar nadiren benim gibidir. Aslında, ben çöplüğe benziyorum. Hayır, belki de bir konuşma veya sohbeti bu şekilde başlatmak güzel değildir ve bu konu hakkında belki de sorularınız vardır. Bir insan kendisi hakkında niçin böyle konuşur? Ne demek istiyor? O kendisini bir çöplük gibi görürken, başkası onu nasıl kahraman olarak görür?
I believe we learn more from questions than we do from answers. Because when we're questioning something, we're invested in taking in some sort of new information, or grappling with some sort of ignorance that makes us feel uncomfortable. And that's why I'm here: to push us to question, even when it makes us uncomfortable.
Cevaplardan çok, soruların bir şeyler öğrettiğine inanıyorum. Çünkü bir şeyleri sorgularken, kendimizi bazı yeni bilgileri almaya odaklarız veya bizi huzursuz eden bir tür cahillikle boğuşuruz. Bu yüzden buradayım: Bize huzursuzluk verse bile, sorgulamaya teşvik etmek için.
My parents are from Trinidad and Tobago, the southernmost island in the Caribbean. Trinidad is also home to the only acoustic instrument invented in the 20th century: the steel pan. Deriving from the African drums and evolving from the genius of one of the ghettos in Trinidad, a city called Laventille, and the disregard of the American military ... Well, I should tell you, America, during WWII, had military bases set up in Trinidad, and when the war ended, they left the island littered with empty oil drums -- their trash. So people from Laventille repurposed the old drums left behind into the full chromatic scale: the steel pan. Playing music now from Beethoven to Bob Marley to 50 Cent, those people literally made music out of garbage.
Ailem Trinidad ve Tobago'dan, Karayipler'in en güneydeki adası. Trinidad aynı zamanda 20. yy'da icat edilen tek akustik enstrümanın da bölgesi: çelik davul. Afrikalıların davullarından geliyor ve Trinidad'daki gettolardan birisinde, Laventille adlı bir kentte ve Amerikan ordusunun önemsemediği yerde geliştirildi... Pekala, size söylemeliyim, İkinci Dünya Savaşında Amerika'nın, Trinidad'da üsleri vardı ve savaş bittiğinde, adayı boş yağ varilleriyle kirletilmiş bir halde bıraktılar -- yani çöpleriyle. Laventille'de yaşayan insanlar, geride bırakılan bu varilleri tam kromatik gama dönüştürdüler: yani çelik davula. Beethoven, Bob Marley ve 50 Cent'e kadar, türlü müzik çalan bu insanlar gerçekten çöplükten müzik ürettiler.
Twelve days before my 20th birthday, I was arrested for my role in a violent robbery attempt in lower Manhattan. While people were sitting in a coffee shop, four people were shot. Two were killed. Five of us were arrested. We were all the products of Trinidad and Tobago. We were the "bad immigrants," or the "anchor babies" that Trump and millions of Americans easily malign. I was discarded, like waste material -- and justifiably so to many. I eventually served 10 years, two months and seven days of a prison sentence. I was sentenced to a decade of punishment in a correctional institution. I was sentenced to irrelevance -- the opposite of humanity.
Yirminci doğum günümden 12 gün önce, aşağı Manhattan'da şiddet içeren bir soygun girişiminde rol aldığım için, tutuklandım. İnsanlar bir kafede otururken, dört insan vuruldu. İki kişi öldürüldü. Beşimiz tutuklandık. Biz Trinidad ve Tobago'nun ürünleriydik. Bizler, Trump'ın ve milyonlarca Amerikalının kolaylıkla kötülediği "kötü göçmenler" veya "çapa bebekleriz". Tıpkı atık madde gibi, atıldım ve birçoğumuz da atıldı. Sonrasında 10 yıl, iki ay, yedi gün hapis cezası aldım. Bir ıslah kurumunda on yıllık bir cezaya mahkum edildim. İlgisizliğe mahkum edildim -- insanlığın tam aksine.
Interestingly, it was during those years in prison that a series of letters redeemed me, helped me move beyond the darkness and the guilt associated with the worst moment of my young life. It gave me a sense that I was useful. She was 13 years old. She had wrote that she saw me as a hero. I remember reading that, and I remember crying when I read those words.
İlginç olan şu ki, hapishanedeki yıllarım boyunca bir seri mektup beni kurtardı, gençliğimin en kötü anıyla bağlantılı olan karanlığın ve suçluluk duygusunun ötesine geçmeme yardımcı oldu. İşe yarıyormuşum gibi hissettirdi. O kız, 13 yaşındaydı. Beni bir kahraman olarak gördüğünü yazdı. Okuduğum anı hatırlıyorum, o kelimeleri okuduğumda ağladığımı hatırlıyorum.
She was one of over 50 students and 150 letters that I wrote during a mentoring correspondence program that I co-designed with a friend who was a teacher at a middle school in Brooklyn, my hometown. We called it the Young Scholars Program. Every time those young people shared their stories with me, their struggles, every time they drew a picture of their favorite cartoon character and sent it to me, every time they said they depended on my letters or my words of advice, it boosted my sense of worthiness. It gave me a sense of what I could contribute to this planet. It transformed my life.
Memleketim olan Brooklyn'deki bir ortaokulda öğretmeni olan bir arkadaşımla tasarladığımız bir mektuplaşma programı esnasında yazdığım 150 mektup ve 50 öğrenciden birisiydi. Genç Bilginler Programı adını vermiştik. Bu genç insanlar benimle hikayelerini, mücadelelerini ne zaman paylaşsalar ve en sevdikleri çizgi film kahramanını çizip bana gönderseler ve mektuplarıma, önerilerime bağlı kaldıklarını ne zaman söyleseler, bu benim değerli hissetmemi sağlardı. Bu gezegene bir katkı sağladığımı hissederdim. Bu, benim yaşamımı değiştirdi.
Because of those letters and what they shared with me, their stories of teen life, they gave me the permission, they gave me the courage to admit to myself that there were reasons -- not excuses -- but that there were reasons for that fateful day in October of 1999; that the trauma associated with living in a community where guns are easier to get than sneakers; that the trauma associated with being raped at gunpoint at the age of 14; that those are reasons for me why making that decision, that fatal decision, was not an unlikely proposition.
Bu mektuplar ve benimle paylaştıkları şeylerden ötürü, bu gençlik hikayeleri bana izin verdiler, bahanelerin değil, nedenlerin olduğunu, 1999 yılının Ekim ayındaki o kaçınılmaz gün için nedenlerin olduğunu kabul etme cesareti verdiler; silah almanın ayakkabı almaktan daha kolay olduğu bir toplumda yaşamanın neden olduğu travma, 14 yaşında silah zoruyla tecavüze uğramanın neden olduğu travma, tüm bunlar, benim o tehlikeli kararı almamın neden beklenmedik bir mesele olmadığının sebebidir.
Because those letters mattered so much to me, because writing and receiving and having that communication with those folks so hugely impacted my life, I decided to share the opportunity with some friends of mine who were also inside with me. My friends Bill and Cory and Arocks, all in prison for violent crimes also, shared their words of wisdom with the young people as well, and received the sense of relevancy in return. We are now published writers and youth program innovators and trauma experts and gun violence prevention advocates, and TED talkers and --
Bu mektuplar benim için çok önemli olduğundan, yazmak, mektup almak ve gençlerle iletişim kurmak yaşamıma çok etki ettiğinden, benimle birlikte içeride olan birkaç arkadaşımla bu fırsatı paylaşmaya karar verdim. Şiddet içeren suçlardan ötürü hapiste olan arkadaşlarım Bill, Cory ve Arocks da güzel sözlerini genç insanlarla paylaştılar ve karşılığında ilgi hissi aldılar. Bizler şimdi kitabı yayımlanmış yazarlarız, gençlik programı yapan insanlarız, travma uzmanları ve silahlı şiddeti önleme avukatlarıyız ve TED konuşmacılarıyız, --
(Laughter)
(Gülüşmeler)
and good daddies. That's what I call a positive return of investment.
ve iyi babalarız. İşte buna, pozitif yatırım dönüşümü diyoruz.
Above all else, what building that program taught me was that when we sow, when we invest in the humanity of people no matter where they're at, we can reap amazing rewards.
Her şeyin ötesinde, bu programı oluşturmanın bana öğrettiği şey şu, insanlar nerede olursa olsun, insanlığa yatırım yaptığımız zaman muhteşem ödüller alabiliriz.
In this latest era of criminal justice reform, I often question and wonder why -- why is it that so many believe that only those who have been convicted of nonviolent drug offenses merit empathy and recognized humanity? Criminal justice reform is human justice. Am I not human? When we invest in resources that amplify the relevancy of people in communities like Laventille or parts of Brooklyn or a ghetto near you, we can literally create the communities that we want.
Ceza adaleti reformunun bu son dönemlerinde, sık sık nedenleri sorguluyorum, neden çoğu insan yalnızca, şiddet içermeyen uyuşturucudan suçlu bulunanların empatiyi ve insanlığı hak ettiğine inanıyor? Ceza adaleti reformu, insan adaletidir. Ben insan değil miyim? Laventille'e veya Brooklyn'in bazı bölgelerine veya yakınınızdaki kenar mahalleye ait insanların ilgisini yükselten kaynaklara yatırım yaptığımızda, istediğimiz toplulukları yaratabiliriz.
We can do better. We can do better than investing solely in law enforcement as a resource, because they don't give us a sense of relevancy that is at the core of why so many of us do so many harmful things in the pursuit of mattering. See, gun violence is just a visible display of a lot of underlying traumas. When we invest in the redemptive value of relevancy, we can render a return of both personal responsibility and healing. That's the people work I care about, because people work.
Daha iyisini yapabiliriz. Yalnızca kanun hükmüne kaynak yatırımı yapmaktan iyisini yapabiliriz çünkü onlar bizlere, önem hususunda, neden çoğumuzun bunca zararlı şeyi yaptığının sebebine dair bir ilgi hissiyatı yaratmıyorlar. Görüyorsunuz, silahlı şiddet, altta yatan birçok travmanın bir görüntüsü. İlginin kurtarıcı değerine yatırım yaptığımız zaman, hem kişisel sorumluluk hem de iyileşme konusunda bir değişim sağlayabiliriz. İşte ilgilendiğim insan işi bu, çünkü insanlar çalışır.
Family, I'm asking you to do the hard work, the difficult work, the churning work of bestowing undeserved kindness upon those who we can relegate as garbage, who we can disregard and discard easily. I'm asking myself.
Ailem, sizden bu zahmetli işi yapmanızı istiyorum, bu zor işi; çöplük olarak gördüğümüz, kolaylıkla yok saydığımız ve gözden çıkardığımız insanlara hak edilmeyen iyiliği sunma ve yayma işini. Kendime soruyorum.
Over the past two months, I've lost two friends to gun violence, both innocent bystanders. One was caught in a drive-by while walking home. The other was sitting in a café while eating breakfast, while on vacation in Miami. I'm asking myself to see the redemptive value of relevancy in the people that murdered them, because of the hard work of seeing the value in me. I'm pushing us to challenge our own capacity to fully experience our humanity, by understanding the full biography of people who we can easily choose not to see, because heroes are waiting to be recognized, and music is waiting to be made.
Geçtiğimiz iki ayda, masum görgü tanıkları olan iki arkadaşımı silah şiddeti yüzünden kaybettim. Birisi eve yürürken araçtan açılan ateşle hayatını kaybetti. Diğeri de Miami'de tatildeydi, bir kafede kahvaltı yapıyordu. Onları öldüren insanlardaki kurtarıcı ilişki değerini görüp göremeyeceğimi soruyorum kendime, çünkü kendi değerimi görmem zor bir iş. Kolaylıkla görmemeyi tercih ettiğimiz insanların yaşantılarını tamamen anlayarak, insanlığı tam olarak tecrübe edip sınırlarımızı zorlamaya davet ediyorum, çünkü kahramanlar fark edilmeyi bekliyorlar, müzik de çalınmayı.
Thank you.
Teşekkürler.
(Applause)
(Alkışlar)