Each of you possesses the most powerful, dangerous and subversive trait that natural selection has ever devised. It's a piece of neural audio technology for rewiring other people's minds. I'm talking about your language, of course, because it allows you to implant a thought from your mind directly into someone else's mind, and they can attempt to do the same to you, without either of you having to perform surgery. Instead, when you speak, you're actually using a form of telemetry not so different from the remote control device for your television. It's just that, whereas that device relies on pulses of infrared light, your language relies on pulses, discrete pulses, of sound.
Her biriniz doğal ayıklanma tarafından tasarlanmış çok güçlü, tehlikeli ve yıkıcı bir özelliğe sahipsiniz. O, diğer insanların zihinleriyle bağlantı yapmak için kullanılan bir çeşit sinirsel işitsel teknoloji. Dilinizden söz ediyorum, hiç kuşkusuz. Çünkü sizin zihninizde bulunan bir düşünceyi direkt olarak başka birinin zihnine yerleştirir ve onlar da size aynı şeyi yapabilir. Üstelik her iki tarafın kafasına cerrahi bir müdahale yapılması gerekmeden. Buna karşın, konuştuğunuzda gerçekte televizyonunuzun uzaktan kumandasından fazlaca farklı olmayan bir çeşit telemetri kullanırsınız. Aynen böyle, telemetri kızılötesi ışık dalgalarına dayanır, konuşmanız ses dalgalarına, aralıklı ses dalgalarına dayanır.
And just as you use the remote control device to alter the internal settings of your television to suit your mood, you use your language to alter the settings inside someone else's brain to suit your interests. Languages are genes talking, getting things that they want. And just imagine the sense of wonder in a baby when it first discovers that, merely by uttering a sound, it can get objects to move across a room as if by magic, and maybe even into its mouth.
Ve nasıl uzaktan kumandayı kullanarak televizyonunuzun iç düzeneklerini değiştirme yoluyla duygularınızı ayarlarsanız Dilinizi de başkasının beyninin içindeki düzenekleri değiştirerek kendi ilgilerinize uydurmak amacıyla kullanırsınız. Diller genlerin konuşmasıdır, onların isteklerini karşılamak için. Ve bir bebeğin bir sözcük hecelemeyi ilk kez keşfettiğindeki, sanki büyü yapılmış gibi odanın içinde hareket eden bir cismi yakalayış anındaki ya da hatta ağzına götürüşü sırasındaki hayretini tahayyül edin.
Now language's subversive power has been recognized throughout the ages in censorship, in books you can't read, phrases you can't use and words you can't say. In fact, the Tower of Babel story in the Bible is a fable and warning about the power of language. According to that story, early humans developed the conceit that, by using their language to work together, they could build a tower that would take them all the way to heaven. Now God, angered at this attempt to usurp his power, destroyed the tower, and then to ensure that it would never be rebuilt, he scattered the people by giving them different languages -- confused them by giving them different languages. And this leads to the wonderful irony that our languages exist to prevent us from communicating. Even today, we know that there are words we cannot use, phrases we cannot say, because if we do so, we might be accosted, jailed, or even killed. And all of this from a puff of air emanating from our mouths.
Şimdi dilin yıkıcı bir güç olduğu; yüzyıllar boyudur sansür, okuyamadığınız kitaplar, kullanamadığınız sözcükler ve söyleyemediğiniz kelimeler nedeniyle bilinmektedir. Nitekim, İncil'deki Babil Kulesi hikayesi dilin gücü konusunda çok ünlü ve uyarıcıdır. Hikayeye göre, eski insanlar öyle garip bir fikir geliştirmişler ki, dillerinin gücünden yararlanarak birlikte çalışıp eğer bir kule yapabilirlerse bu kulenin onları cennete ulaştıracağına inanmışlar. Ve Tanrı bu girişimi kendi gücüne karşı tehdit olarak görüp kızmış ve kuleyi tahrip etmiş ve sonra bir daha asla yeniden yapılmasın diye insanlara farklı diller vererek --farklı diller yoluyla onların kafası karışsın diye-- onları dağıtmış. Ve bu da harika bir hicive yol açtı ki dillerimiz aslında bizleri (başkalarıyla) iletişimden korumak için vardır. Hatta bu gün bile, biliyoruz ki kullanamadığımız kelimeler var, söyleyemediğimiz sözcükler, çünkü biz bunları yaparsak, sözlü saldırıya uğrayabilir, hapse atılabilir, ya da hatta öldürülebiliriz. Ve bütün bunlar ağızlarımızdan çıkan bir parça hava dolayısıyla olabilir.
Now all this fuss about a single one of our traits tells us there's something worth explaining. And that is how and why did this remarkable trait evolve, and why did it evolve only in our species? Now it's a little bit of a surprise that to get an answer to that question, we have to go to tool use in the chimpanzees. Now these chimpanzees are using tools, and we take that as a sign of their intelligence. But if they really were intelligent, why would they use a stick to extract termites from the ground rather than a shovel? And if they really were intelligent, why would they crack open nuts with a rock? Why wouldn't they just go to a shop and buy a bag of nuts that somebody else had already cracked open for them? Why not? I mean, that's what we do.
Şimdi karakter özelliklerimizden tek bir tanesiyle ilgili olan bu yaygara açıklama gerektiren bir şey olduğunu söylüyor. Ve o da bu kaydadeğer özelliğin nasıl ve neden evrimleştiği ve niçin sadece bizim türümüzde ortaya çıktığı ? Şimdi bir parça sürpriz olacak ama bu soruya cevap bulmamız için şempanzelerdeki alet kullanımına gitmemiz gerekiyor. Şimdi bu şempanzeler alet kullanıyorlar, ve biz bunu zekalarının bir belirtisi olarak kabul ediyoruz. Fakat onlar gerçekten zekiyseler, (o zaman) neden karıncaları topraktan kürekle değil de bir çöp kullanarak çıkarıyorlar? Ve eğer gerçekten zekiyseler, ( o zaman) neden kabukları açılmış fındıkları hala taşla kırıyorlar? Niye sadece bir dükkana gidip kendileri için hazır hale getirilmiş bir paket fındık almıyorlar? Niye almıyorlar? Bizim yaptığımız şey bu.
Now the reason the chimpanzees don't do that is that they lack what psychologists and anthropologists call social learning. They seem to lack the ability to learn from others by copying or imitating or simply watching. As a result, they can't improve on others' ideas or learn from others' mistakes -- benefit from others' wisdom. And so they just do the same thing over and over and over again. In fact, we could go away for a million years and come back and these chimpanzees would be doing the same thing with the same sticks for the termites and the same rocks to crack open the nuts.
Şimdi şempanzelerin bunu yapmamasının nedeni, psikologların ve antropologların sosyal öğrenme dediği şeye sahip olmamalarıdır. Öyle görünüyor ki başkalarından öğrenmede kopya ya da taklit ya da sadece seyretme işlerine yaramıyor. Sonuç olarak da, Diğerlerinin fikirlerinden yararlanamıyorlar ya da başkalarının hatalarından öğrenemiyorlar-- diğerlerinin bilgeliğinden fayda sağlayamıyorlar. Ve böylece hep aynı şeyleri tekrar tekrar yapmaya devam ediyorlar. Hakikaten, eğer milyonlarca yıl uzaklaşabilip tekrar geri gelebilseydik bu şempanzeler aynı şeyleri yapıyor olabilirdi karıncalar için aynı çöpler ve kırılmış kabukları yeniden kıran taşlar.
Now this may sound arrogant, or even full of hubris. How do we know this? Because this is exactly what our ancestors, the Homo erectus, did. These upright apes evolved on the African savanna about two million years ago, and they made these splendid hand axes that fit wonderfully into your hands. But if we look at the fossil record, we see that they made the same hand axe over and over and over again for one million years. You can follow it through the fossil record. Now if we make some guesses about how long Homo erectus lived, what their generation time was, that's about 40,000 generations of parents to offspring, and other individuals watching, in which that hand axe didn't change. It's not even clear that our very close genetic relatives, the Neanderthals, had social learning. Sure enough, their tools were more complicated than those of Homo erectus, but they too showed very little change over the 300,000 years or so that those species, the Neanderthals, lived in Eurasia.
Şimdi bu kibirlilik ya da hatta kasıntılık gelebilir. Bu söylediklerimizi nereden bilebiliyoruz? Çünkü bütün bunları bizim atalarımız, Homo erektus yaptı da ondan. Bu iki ayakları üzerinde duran maymunlar iki milyon yıl kadar önce Afrika'nın düz ovalarında evrimleştiler ve şimdi bile sizin elinize uyabilecek bunun gibi muhteşem baltalar yaptılar. Ancak fosil kayıtlarına baktığımızda bir milyon yıl süresince onların tekrar tekrar aynı baltayı yaptığını görüyoruz. Bunu fosil kayıtları boyunca izleyebilirsiniz. Şimdi eğer Homo erektusun ne kadar süre ortada olduğuna, bu türün varlığına ait bazı tahminlerde bulunursak bu da her nesilde evebeynlerden çocuklara ve diğer izleyen kişilere kadar bu el baltasının yapım şeklinin değişmediği 40,000 nesil anlamına gelir. Hatta çok yakın genetik akrabalarımız, Neanderthallerin bile sosyal öğrenme yeteneklerinin olduğu aşikar değildir. Anlaşılan o ki, onların aletleri Homo erectusunkinden daha karmaşık ama onlar da 300,000 yıl ya da daha fazlasında çok az bir ilerleme göstermişler, ki bu tür, Neanderthaller, Avrasya'da yaşadılar.
Okay, so what this tells us is that, contrary to the old adage, "monkey see, monkey do," the surprise really is that all of the other animals really cannot do that -- at least not very much. And even this picture has the suspicious taint of being rigged about it -- something from a Barnum & Bailey circus.
Pekala, bu da bize, eski bir vecize olan "maymun gör, maymun yap" a uymayan bir şeyi gösterir. sürpriz olan şu ki diğer hayvanların tamamı gerçekten bunu beceremezler--en azından belirgin biçimde. Ve hatta bu fotoğraf Barnum& Bailey Sirkinde bir takım hileli şeyler döndüğünü gösteriyor.
But by comparison, we can learn. We can learn by watching other people and copying or imitating what they can do. We can then choose, from among a range of options, the best one. We can benefit from others' ideas. We can build on their wisdom. And as a result, our ideas do accumulate, and our technology progresses. And this cumulative cultural adaptation, as anthropologists call this accumulation of ideas, is responsible for everything around you in your bustling and teeming everyday lives. I mean the world has changed out of all proportion to what we would recognize even 1,000 or 2,000 years ago. And all of this because of cumulative cultural adaptation. The chairs you're sitting in, the lights in this auditorium, my microphone, the iPads and iPods that you carry around with you -- all are a result of cumulative cultural adaptation.
Fakat ( bunlarla) kıyaslandığında, biz öğrenebiliriz. Diğer insanları seyrederek ve kopya ya da taklit ederek onların yaptığını öğrenebiliriz. Sonrasında da seçenekler dizisinden en iyisini seçeriz. Diğerlerinin düşüncelerinden fayda sağlayabiliriz. Onların bilgeliklerini geliştirebiliriz. Ve sonuç olarak, fikirlerimiz birikim gösterir ve teknolojimiz ilerler. Antropologlar tarafından verilen adla bu kültürel adaptasyonun birikimi, bu fikirlerin birikimi, telaş içinde ve yardımlaşarak yaşadığınız gündelik hayatınızdaki her şeyden sorumludur. Dünyanın, bilebildiğimiz tüm zamanlarına ve hatta 1,000 ya da 2,000 yıl öncesine kıyasla çok büyük oranda değiştiğini kastediyorum. Ve bütün bunlar biriken kültürel adaptasyonun sonucudur. Oturduğunuz koltuklar, toplantı salonunun ışıkları, benim mikrofonum, yanınızda taşıdığınız iPad'ler ve iPod'lar hepsi kültürel adaptasyon birikimi nedeniyledir.
Now to many commentators, cumulative cultural adaptation, or social learning, is job done, end of story. Our species can make stuff, therefore we prospered in a way that no other species has. In fact, we can even make the "stuff of life" -- as I just said, all the stuff around us. But in fact, it turns out that some time around 200,000 years ago, when our species first arose and acquired social learning, that this was really the beginning of our story, not the end of our story. Because our acquisition of social learning would create a social and evolutionary dilemma, the resolution of which, it's fair to say, would determine not only the future course of our psychology, but the future course of the entire world. And most importantly for this, it'll tell us why we have language.
Şimdi, bir çok yorumcuya göre kültürel adaptasyon birikimi ya da sosyal öğrenme hikayenin sonudur. Bizim türümüz her şeyi yapabilir bundan dolayı da diğer hiç bir canlı türünün yapamadığı şeyleri başardık. Sahiden de, "hayatın kendisini" bile yapabiliriz.-- biraz önce söylediğim gibi, etrafımızdaki her şeyi. Fakat gerçekte, 200,000 yıl kadar önce türümüz ayakları üzerinde dikildiğinde ve sosyal öğrenme özelliğini kazandığında ki bu sadece hikayenin başlangıcıydı, . sonu değil.. Sosyal öğrenme özelliğini kazanmamız sosyal ve evrimsel bir ikilem yaratabilirdi ki onun çözümü, doğru söylemek gerekirse, sadece psikolojimizin gelecekteki gelişimini değil, fakat tüm dünyanın gelecekteki gelişimini belirleyebilirdi. Ve en önemlisi, o bize neden dile sahip olduğumuzu söyleyebilir.
And the reason that dilemma arose is, it turns out, that social learning is visual theft. If I can learn by watching you, I can steal your best ideas, and I can benefit from your efforts, without having to put in the time and energy that you did into developing them. If I can watch which lure you use to catch a fish, or I can watch how you flake your hand axe to make it better, or if I follow you secretly to your mushroom patch, I can benefit from your knowledge and wisdom and skills, and maybe even catch that fish before you do. Social learning really is visual theft. And in any species that acquired it, it would behoove you to hide your best ideas, lest somebody steal them from you.
Ve ikilemin ortaya çıkışının nedeni de göründüğü kadarıyla sosyal öğrenmenin bir çeşit görsel yankesicilik olduğudur. Eğer ben sizi seyrederek öğrenebiliyorsam, sizin en iyi düşüncelerinizi çalabilir, ve onları geliştirirken sizin harcadığınız zamanı ve enerjiyi kullanmadan sizin çabalarınızdan fayda sağlayabilirim. Eğer daha iyisini yapabilmek adına sizin balık yakalarken hangi yemi kullandığınızı seyredersem ya da baltanızı nasıl pul pul yonttuğunuzu. ya da eğer gizlice sizi mantar ektiğiniz yere kadar izlersem sizin bilginizden ve bilgeliğinizden ve becerilerinizden yarar sağlar,ve belki de balığı sizden önce yakalayabilirim Sosyal öğrenme gerçekten görsel yoldan yankesicilik yapmaktır. Ve onu kazanan bir türde, başkaları sizden çalmasınlar diye en iyi fikirlerinizi gizlemeyi de gerekli kılar.
And so some time around 200,000 years ago, our species confronted this crisis. And we really had only two options for dealing with the conflicts that visual theft would bring. One of those options was that we could have retreated into small family groups. Because then the benefits of our ideas and knowledge would flow just to our relatives. Had we chosen this option, sometime around 200,000 years ago, we would probably still be living like the Neanderthals were when we first entered Europe 40,000 years ago. And this is because in small groups there are fewer ideas, there are fewer innovations. And small groups are more prone to accidents and bad luck. So if we'd chosen that path, our evolutionary path would have led into the forest -- and been a short one indeed.
Ve bundan dolayı 200,000 yıl kadar önce bizim türümüz bu krizle yüzleşti. Ve bu görsel yankesicilik krizinin getirdiği çatışmalarla yüzleşmede gerçekten sadece iki seçeneğimiz var. Seçeneklerden birisi ufak aile grupları şeklinde birlikte olmaktı. Böylelikle fikirlerimiz ve bilgilerimiz sadece akrabalarımıza geçebilirdi. 200,000 yıl kadar önce eğer bu seçeneği seçmiş olsaydık hala 40,000 yıl önce Avrupa'ya geldiğimizde Neanderthallerin yaşadığı gibi yaşıyor olurduk. Ve bu, küçük grupların içinde fikirlerin,yeniliklerin daha az sayıda olmasından dolayı böyledir. Ve küçük gruplar kazalara ve talihsizliklere daha açıktır. Eğer gerçekten bu yolu seçseydik, evrim yolumuz ormanda sonuçlanır ve gerçekten kısa sürerdi.
The other option we could choose was to develop the systems of communication that would allow us to share ideas and to cooperate amongst others. Choosing this option would mean that a vastly greater fund of accumulated knowledge and wisdom would become available to any one individual than would ever arise from within an individual family or an individual person on their own. Well, we chose the second option, and language is the result.
Seçebileceğimiz diğer yol bir iletişimler sistemi geliştirmekti ki, fikirleri paylaşmamamıza izin versin ve diğerleriyle işbirliğimizi sağlasın. Böyle bir seçeneği seçmenin anlamı, geniş ölçüde birikim göstermiş bilgiden ve akıldan, kişilerin bir ailenin içinde olma nedeniyle yararlanacağının ötesinde ya da kendi başına yaşayan bir kişinin yararlanacağı şekilde faydalanması olurdu. Biz ikinci seçeneği seçtik ve dil de bunun sonucudur.
Language evolved to solve the crisis of visual theft. Language is a piece of social technology for enhancing the benefits of cooperation -- for reaching agreements, for striking deals and for coordinating our activities. And you can see that, in a developing society that was beginning to acquire language, not having language would be a like a bird without wings. Just as wings open up this sphere of air for birds to exploit, language opened up the sphere of cooperation for humans to exploit. And we take this utterly for granted, because we're a species that is so at home with language,
Dil görsel yankesicilik krizinin çözümü için evrimleşmiştir. Dil, sosyal teknolojinin bir bölümüdür, işbirliğinin faydaları yoğunlaşşsın diye-- anlaşmalara ulaşılsın, pazarlıklar yapılsın ve aktivitelerimiz koordinasyon içinde olsun diye gelişmiştir Ve bunu görebilirsiniz de, dil kazanımının henüz başındaki gelişmekte olan bir toplumda dile sahip olmamak kanatları olmayan bir kuş gibi olmak demektir. kanatların hava tabakası içinde açılması nasıl kuşa bir yarar sağlıyorsa, dil de insanların yararına işbirliği alanlarını açar. Ve biz bunu sonuna kadar imtiyazlı biçimde kullanırız, çünkü biz dile sahip bir türüz.
but you have to realize that even the simplest acts of exchange that we engage in are utterly dependent upon language. And to see why, consider two scenarios from early in our evolution. Let's imagine that you are really good at making arrowheads, but you're hopeless at making the wooden shafts with the flight feathers attached. Two other people you know are very good at making the wooden shafts, but they're hopeless at making the arrowheads. So what you do is -- one of those people has not really acquired language yet. And let's pretend the other one is good at language skills.
Fakat kabul etmeniz gerekir ki yapmakta olduğumuz en basit alışveriş türleri bile kesinkes dile dayanmaktadır. Ve bunun nedenini görmek için, evrimin erken safhalarından iki senaryoyu düşünelim. Tahayyül edin ki gerçekten usta biçimde ok başı yapabiliyorsunuz, fakat başı oynak olan tahtadan bir dingil yapmada ümitsizsiniz. Bildiğiniz diğer iki kişi de tahta dingil yapmada çok iyi fakat ok başı yapmada ümitsizler. peki ne yaparsınız? insanlardan biri henüz dil yeteneği kazanmamış. Ve diğerininse dil yeteneklerinin iyi olduğunu varsayalım.
So what you do one day is you take a pile of arrowheads, and you walk up to the one that can't speak very well, and you put the arrowheads down in front of him, hoping that he'll get the idea that you want to trade your arrowheads for finished arrows. But he looks at the pile of arrowheads, thinks they're a gift, picks them up, smiles and walks off. Now you pursue this guy, gesticulating. A scuffle ensues and you get stabbed with one of your own arrowheads. Okay, now replay this scene now, and you're approaching the one who has language. You put down your arrowheads and say, "I'd like to trade these arrowheads for finished arrows. I'll split you 50/50." The other one says, "Fine. Looks good to me. We'll do that." Now the job is done.
Bir gün ok başlarını alıp, iyi konuşamayan kişiye gidip, sizin ok başlarınızı ok haline getirmek üzere sizinle ticaret yapacağını umarak önüne yığınla onları koyarsınız. Fakat o ok başları yığınına baktığında onların hediye olduğunu düşünür, onları alır, gülümseyerek uzaklaşır. Şimdi siz el kol hareketleriyle onun peşinden koştunuz. Boğuşma başladı ve kendi başlarınızla yaralandınız. Tamam, şimdi sahneyi yeniden düşünün, ve dil kullanabilen diğerine yaklaşıyorsunuz. Ok başlarını yere koydunuz ve " ben bu ok başlarının bitmiş ok haline gelmesini istiyorum. Kazancımızı seninle 50/50 paylaşalım." dediniz. Diğeri " Güzel. Bana uyar. Öyle yapalım." dedi. Böylece iş amacına ulaştı.
Once we have language, we can put our ideas together and cooperate to have a prosperity that we couldn't have before we acquired it. And this is why our species has prospered around the world while the rest of the animals sit behind bars in zoos, languishing. That's why we build space shuttles and cathedrals while the rest of the world sticks sticks into the ground to extract termites. All right, if this view of language and its value in solving the crisis of visual theft is true, any species that acquires it should show an explosion of creativity and prosperity. And this is exactly what the archeological record shows.
Bir kez dile sahip olduğumuzda, fikirlerimizi birleştirir ve zenginleşmek için işbirliği yaparız. ona sahip olmadan önce yapamadığımız şeyi (yaparız) Ve bu nedenledir ki bizim türümüz dünyanın her tarafında zenginleşti. Halbuki hayvanların geri kalanı hayvanat bahçelerinde parmaklıkların arkasında çürüyor. İşte bu nedenle biz uzay gemileri ve katedraller yapabildik dünyanın geri kalanı karınca çıkarmak için çöplerle toprağı kazmaya devam ederken. Pekala, dille ilgili bu görüş ve görsel hırsızlık krizinin çözümündeki değeri doğruysa, ona sahip olan herhangi bir tür yaratıcılık ve zenginlik patlaması gösterecektir. Ve arkeolojik kayıtların gösterdiği gerçekte de budur.
If you look at our ancestors, the Neanderthals and the Homo erectus, our immediate ancestors, they're confined to small regions of the world. But when our species arose about 200,000 years ago, sometime after that we quickly walked out of Africa and spread around the entire world, occupying nearly every habitat on Earth. Now whereas other species are confined to places that their genes adapt them to, with social learning and language, we could transform the environment to suit our needs. And so we prospered in a way that no other animal has. Language really is the most potent trait that has ever evolved. It is the most valuable trait we have for converting new lands and resources into more people and their genes that natural selection has ever devised.
Eğer atalarımıza bakarsanız, Neandertaller ve Homo erektus, bizim yakın atalarımız, dünyanın sınırlı bölgeleri içindeydiler. Ancak türümüz 200,000 yıl kadar önce ayakları üzerinde dikildiğinde, Bir süre sonra Afrika'nın çabucak dışına dışına çıktılar ve yeryüzünün neredeyse her iklimini işgal ederek tüm dünyaya yayıldılar. Şimdi diğer canlılar genlerinin kendilerini adapte ettiği yerlerle sınırlı kalırken , sosyal öğrenme ve dille bizler çevreyi gereksinimlerimiz doğrultusunda dönüştürebiliriz. Ve diğer hiç bir hayvanın yapamadığı tarzda geliştik. Dil gerçekten de evrimleşenler arasında en güçlü özelliğimiz. O, yeni toprakların ve kaynakların daha fazla insana ve onların genlerine açılmasına neden olan doğal ayıklanmanın bugüne kadar yaptıklarının arasında en güçlü özelliğimiz.
Language really is the voice of our genes. Now having evolved language, though, we did something peculiar, even bizarre. As we spread out around the world, we developed thousands of different languages. Currently, there are about seven or 8,000 different languages spoken on Earth. Now you might say, well, this is just natural. As we diverge, our languages are naturally going to diverge. But the real puzzle and irony is that the greatest density of different languages on Earth is found where people are most tightly packed together.
Dil gerçekten de genlerimizin sesi. Şimdi, dili evrimleştirmemize rağmen, bir takım tuhaf, hatta garip şeyler de yaptık. Dünyaya yayıldıkça, binlerce farklı dil geliştirdik. Şu anda yeryüzünde yedi ya da 8,000 farklı dil konuşuluyor. Diyebilirsiniz ki, bu doğal. Biz birbirimizden ayrıldıkça dillerimiz de ayrılıyor. Ama hayret edilecek şey ve çelişki şudur ki, yeryüzünde farklı dillerde görülen yoğunluk insanların çok yakın topluluklar halinde yaşadığı yerlerde görülür.
If we go to the island of Papua New Guinea, we can find about 800 to 1,000 distinct human languages, different human languages, spoken on that island alone. There are places on that island where you can encounter a new language every two or three miles. Now, incredible as this sounds, I once met a Papuan man, and I asked him if this could possibly be true. And he said to me, "Oh no. They're far closer together than that." And it's true; there are places on that island where you can encounter a new language in under a mile. And this is also true of some remote oceanic islands.
Eğer Papua Yeni Gine adasına gidersek sadece bu adada 800 le 1,000 civarında birbirinden ayrı insan dilinin , farklı insan dillerinin konuşulduğunu görürüz. Bu adada öyle yerler vardır ki, her iki ya da üç milde yeni bir dille karşılaşabilirsiniz. Şimdi, bu inanılmaz gibi geliyor, Bir keresinde bir Papuan adamıyla tanıştım, ve ona bunun doğru olup olmadığını sordum. Ve bana dedi ki " Oh hayır, onların arasındaki mesafe çok daha yakın" Ve doğrudur, adada öyle yerler var ki, bir milden daha az mesafede yeni bir dille karşılaşabilirsiniz. Ve bu bazı çok uzak okyanus adaları için de böyledir.
And so it seems that we use our language, not just to cooperate, but to draw rings around our cooperative groups and to establish identities, and perhaps to protect our knowledge and wisdom and skills from eavesdropping from outside. And we know this because when we study different language groups and associate them with their cultures, we see that different languages slow the flow of ideas between groups. They slow the flow of technologies. And they even slow the flow of genes. Now I can't speak for you, but it seems to be the case that we don't have sex with people we can't talk to. (Laughter) Now we have to counter that, though, against the evidence we've heard that we might have had some rather distasteful genetic dalliances with the Neanderthals and the Denisovans.
Ve görünen o ki, bizim dili kullanmamız, sadece işbirliği için değil, fakat işbirliği grupları etrafında çember çizmemiz ve kimlikler inşa etmemiz amacıyladır. ve belki de bilgimizi, bilgeliğimizi ve yeteneklerimizi dışarıya sızmaktan korumak içindir. Ve bunu biliyoruz çünkü, farklı dil grupları üzerinde çalıştığımızda ve onları kültürleriyle birleştirdiğimizde, görürüz ki farklı diller gruplar arasındaki fikirlerin akışını yavaşlatır. Teknolojilerin akışını yavaşlatır. Ve hatta onlar genlerin akışını bile yavaşlatır. Şimdi (belki) sizin için konuşamam, ama göründüğü kadarıyla konu şu ki konuşamadığımız insanlarla seks (bile) yapmıyoruz. (Gülüşmeler) Şİmdi kabul etmeliyiz ki , şu ana kadar duyduğumuz delillere karşı olsa da Neanderthallerle ve Denisovanlarla keyif verici olmayan genetik tembellikler yapmış da olabiliriz.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Okay, this tendency we have, this seemingly natural tendency we have, towards isolation, towards keeping to ourselves, crashes head first into our modern world. This remarkable image is not a map of the world. In fact, it's a map of Facebook friendship links. And when you plot those friendship links by their latitude and longitude, it literally draws a map of the world. Our modern world is communicating with itself and with each other more than it has at any time in its past. And that communication, that connectivity around the world, that globalization now raises a burden. Because these different languages impose a barrier, as we've just seen, to the transfer of goods and ideas and technologies and wisdom. And they impose a barrier to cooperation.
Tamam, bu sahip olduğumuz eğilim, göründüğü kadarıyla da doğal olan bu eğilim, bizi izolasyona doğru, kendi içimize kapanmaya doğru iten bu eğilim modern dünyada kafasını taşa çarpar. Bu etkileyici görüntü dünyanın haritası değil. İşin aslı, bu Facebook arkadaşlık bağlantılarının haritası. Ve bu arkadaşlık linklerinin enlemlerini ve boylamlarını işaretlediğiniz zaman gerçekten bir dünya haritası ortaya çıkar. Modern dünyamız geçmişin herhangi bir zamanında olandan daha fazla biçimde kendi içinde ve kendi arasında iletişim kuruyor. Ve bu iletişim, dünya içindeki bu bağlantı, küreselleşme şimdi bir sorumluluk ortaya çıkarıyor. Çünkü bu farklı diller biraz önce gördüğümüz gibi, malların ve fikirlerin ve teknolojilerin ve bilgeliğin değişimine karşı bir engel oluşturuyor. Ve işbirliğine karşı bir engel dayatıyor
And nowhere do we see that more clearly than in the European Union, whose 27 member countries speak 23 official languages. The European Union is now spending over one billion euros annually translating among their 23 official languages. That's something on the order of 1.45 billion U.S. dollars on translation costs alone. Now think of the absurdity of this situation. If 27 individuals from those 27 member states sat around table, speaking their 23 languages, some very simple mathematics will tell you that you need an army of 253 translators to anticipate all the pairwise possibilities. The European Union employs a permanent staff of about 2,500 translators. And in 2007 alone -- and I'm sure there are more recent figures -- something on the order of 1.3 million pages were translated into English alone.
Ve bunu hiç bir yerde Avrupa Birliğinde olduğundan daha açık biçimde göremeyiz. onun 27 üye ülkesi 23 resmi dil konuşur. Avrupa Birliği şimdi 23 resmi dilin kendi aralarında çevirileri için yılda bir milyar avro'dan daha fazlasını harcıyor. Bunun ifade ettiği anlam, 1.45 milyar doların sadece çeviri için harcandığıdır. Şimdi bu durumun şaçmalığını düşünün. Eğer 27 üye devletten 27 kişi masaya oturup kendilerine ait 23 dili konuşsalar basit bir matematik size söyleyecektir ki karşılıklı faaliyetlerin tümüne katılmaları için 253 çevirmenlik bir orduya ihtiyacınız olacaktır. Avrupa Birliği kalıcı statüyle 2500 kadar çevirmen çalıştırmaktadır. Ve sadece 2007'de-- ve eminim ki daha yakın tarihlere ait veriler de vardır--- sadece İngilizceye 1.3 milyon sayfalık çeviri yapılmıştır.
And so if language really is the solution to the crisis of visual theft, if language really is the conduit of our cooperation, the technology that our species derived to promote the free flow and exchange of ideas, in our modern world, we confront a question. And that question is whether in this modern, globalized world we can really afford to have all these different languages.
Ve eğer dil gerçekten görsel hızsızlık krizinin çözüm yoluysa, eğer dil gerçekten işbirliğinin ana yoluysa, modern dünyada fikirlerin değişimini ve serbest dolaşımını mümkün hale getiren teknolojiyse bir soruyla yüzleşiriz ve bu soru eğer bu modern, küreselleşmiş dünya içinse bütün bu farklı dillere sahip olmaya tahammül edebiliriz.
To put it this way, nature knows no other circumstance in which functionally equivalent traits coexist. One of them always drives the other extinct. And we see this in the inexorable march towards standardization. There are lots and lots of ways of measuring things -- weighing them and measuring their length -- but the metric system is winning. There are lots and lots of ways of measuring time, but a really bizarre base 60 system known as hours and minutes and seconds is nearly universal around the world. There are many, many ways of imprinting CDs or DVDs, but those are all being standardized as well. And you can probably think of many, many more in your own everyday lives.
Şu şekilde söylemeye çalışırsak, doğa işlevsel bakımdan dengeli karakterler ortaya koymaktan başkasını bilmez. Onlardan biri daima diğerini yönlendirir. Ve biz bunu küreselleşme yolundaki acımasız hareket içinde görüyoruz. Şeylerin ölçümü için bir çok yol vardır-- onları tartmakta ve ölçülerini ölçmekte--- fakat metrik sistem ağır basıyor. Zamanı ölçmek için bir çok yol vardır. fakat gerçekten de garip 60 sistemi ki saatler ve dakikalar ve saniyeler olarak bilinir dünyada neredeyse evrensel olandır. CD'leri ya da DVD'leri basmanın bir çok yolu var ama bunlar da diğerleri gibi standardize edilmiş durumda. Ve muhtemelen kendi gündelik hayatınızdan . bir çoğunu daha düşünebilirsiniz.
And so our modern world now is confronting us with a dilemma. And it's the dilemma that this Chinese man faces, who's language is spoken by more people in the world than any other single language, and yet he is sitting at his blackboard, converting Chinese phrases into English language phrases. And what this does is it raises the possibility to us that in a world in which we want to promote cooperation and exchange, and in a world that might be dependent more than ever before on cooperation to maintain and enhance our levels of prosperity, his actions suggest to us it might be inevitable that we have to confront the idea that our destiny is to be one world with one language.
Ve bundan dolayı modern dünyamız bir ikilemle karşımıza çıkıyor. Ve bu ikilem de bu Çinli adamın yüzleştiği ikilemdir onun dili dünyada her hangi bir tek dili konuşanlardan daha fazla insan tarafından konuşuluyor, ve lakin o karatahtanın önünde Çince sözcükleri İngiliz dilinin sözcüklerine çeviriyor. Ve bu da bize artan bir olasılığı gösteriyor ki değişim ve işbirliğini arttırmayı istediğimiz bir dünyada ve gelişme seviyemizi arttırmak ve sürdürmekte işbirliğine daha önce olandan daha fazla bağımlı hale geldiğimiz bir dünyada onun yaptığı şey önlenemez bir şey bu da bizi kaderimizin tek dilli bir dünya olduğu fikriyle yüzleştiriyor.
Thank you.
Teşekkür ederim.
(Applause)
(Alkışlar)
Matt Ridley: Mark, one question. Svante found that the FOXP2 gene, which seems to be associated with language, was also shared in the same form in Neanderthals as us. Do we have any idea how we could have defeated Neanderthals if they also had language?
Matt Ridley : Mark,bir soru. Svante' ın bulduğu ve dille ilişkilendirilen FOXP2 geni bizimkiyle aynı formda olmak üzere Neanderthallerde de paylaşılmış. Bir fikrin var mı? Eğer onlar da dile sahip olsalardı Neanderthalleri nasıl yenebilirdik?
Mark Pagel: This is a very good question. So many of you will be familiar with the idea that there's this gene called FOXP2 that seems to be implicated in some ways in the fine motor control that's associated with language. The reason why I don't believe that tells us that the Neanderthals had language is -- here's a simple analogy: Ferraris are cars that have engines. My car has an engine, but it's not a Ferrari. Now the simple answer then is that genes alone don't, all by themselves, determine the outcome of very complicated things like language. What we know about this FOXP2 and Neanderthals is that they may have had fine motor control of their mouths -- who knows. But that doesn't tell us they necessarily had language.
Mark Pagel : Bu çok iyi bir soru. Aranızdan bir çoklarının aşikar olduğu bir düşünceye göre bu FOXP2 denen genin dile eşlik eden gelişmiş motor kontrolla ilişkili olduğu ileri sürülüyor. Neanderthallerin dile sahip olduğunun söylenmesine inanmamamın nedeni şu-- işte bir basit analoji: Ferrariler motorları olan arabalardır. Benim arabamın bir motoru var, ama o Ferrari değil. Şimdi buna basit bir cevap şudur ki genler dil gibi çok karmaşık şeylerin ortaya çıkmasını yalnız başlarına değil, hepsi beraber belirlerler. Bu FOXP2 ve Neanderthaller konusunda bildiğimiz şu ki onlar ağızlarının gelişmiş motor kontroluna sahip olmuş olabilirlerdi---kim bilir. Ama bu onların dile sahip oldukları konusunda bize bir şey söylemez.
MR: Thank you very much indeed.
MR: Gerçekten çok teşekkür ederim.
(Applause)
(Alkışlar)