George and Charlotte Blonsky, who were a married couple living in the Bronx in New York City, invented something. They got a patent in 1965 for what they call, "a device to assist women in giving birth." This device consists of a large, round table and some machinery. When the woman is ready to deliver her child, she lies on her back, she is strapped down to the table, and the table is rotated at high speed. The child comes flying out through centrifugal force. If you look at their patent carefully, especially if you have any engineering background or talent, you may decide that you see one or two points where the design is not perfectly adequate. (Laughter)
New York, Bronx'ta yaşayan George ve Charlotte Bronsky çifti bir şey keşfettiler. 1965'te "doğum yapan kadınlara yardımcı alet" dedikleri şeyin patentini aldılar. Bu alet, büyük yuvarlak bir masadan ve bir düzenekten oluşuyor. Anne doğuma hazır olduğunda sırtüstü yatıyor, masaya bağlanıyor ve masa hızla döndürülüyor. Çocuk da merkezkaç kuvvetinin verdiği hızla uçarak dışarı çıkıyor. Patente dikkatla bakarsanız özellikle mühendislik geçmişiniz veya ilginiz varsa tasarımın bazı noktalarının tam olarak uygun olmadığını fark edebilirsiniz. (Gülüşmeler)
Doctor Ivan Schwab in California is one of the people, one of the main people, who helped answer the question, "Why don't woodpeckers get headaches?" And it turns out the answer to that is because their brains are packaged inside their skulls in a way different from the way our brains, we being human beings, true, have our brains packaged. They, the woodpeckers, typically will peck, they will bang their head on a piece of wood thousands of times every day. Every day! And as far as anyone knows, that doesn't bother them in the slightest.
Kaliforniya'daki Doktor İvan Schwab "Ağaçkakanlar neden başağrısı çekmez?" sorusunun cevabını bulmaya yardımcı olan en önemli insanlardan biri. Görünüşe göre bu sorunun cevabı, onların beyninin kafatsaındaki yerleşiminin biz insanların beyninin kafatasındaki yerleşiminden farklı olmasıymış. Ağaçkakanlar genellikle her gün ağaçlara günde binlerce defa kafalarını vuruyorlar. Her gün! Bildiğimiz kadarıyla da bu, onları azıcık da olsa rahatsız etmiyor.
How does this happen? Their brain does not slosh around like ours does. Their brain is packed in very tightly, at least for blows coming right from the front. Not too many people paid attention to this research until the last few years when, in this country especially, people are becoming curious about what happens to the brains of football players who bang their heads repeatedly. And the woodpecker maybe relates to that.
Bu nasıl oluyor? Onların beyni bizimki gibi yüzmüyor. Beyinleri sıkı bir şekilde yerleşmiş, en azından önden gelen etkiler için. Bu araştırmaya çok fazla kişi ilgi göstermedi, taa ki en azından bu ülkedeki insanların Amerikan futbolu oyuncularının kafalarını defalarca çarpınca beyinlerine ne olduğunu merak edene kadar. Belki de ağaçkakanların bununla bir ilgisi vardır.
There was a paper published in the medical journal The Lancet in England a few years ago called " A man who pricked his finger and smelled putrid for 5 years." Dr. Caroline Mills and her team received this patient and didn't really know what to do about it. The man had cut his finger, he worked processing chickens, and then he started to smell really, really bad. So bad that when he got in a room with the doctors and the nurses, they couldn't stand being in the room with him. It was intolerable. They tried every drug, every other treatment they could think of. After a year, he still smelled putrid. After two years, still smelled putrid. Three years, four years, still smelled putrid. After five years, it went away on its own. It's a mystery.
Birkaç yıl önce İngiliiz bir tıp dergisi olan The Lancet'te bir makale yayınlandı. Adı "Parmağını kesen bir erkek 5 yıl boyunca küf koktu." Dr. Caroline Mills ve ekibine bu hasta geldi ve açıkçası ne yapacaklarını bilemediler. Adam parmağını kesmişti, tavuk işletmesinde çalışıyordu ve sonra gerçekten çok kötü kokmaya başlamıştı. Kökü o kada kötüydü ki doktorlar ve hemşireler onunla aynı odada duramıyorlardı. Dayanılmazdı. Akıllarına gelen her ilacı, her tedavi yöntemini denediler. Bir yıl sonra hala küf kokuyordu. İki yıl sonra hala küf kokuyordu. Üç yıl, dört yıl, hala küf kokuyordu. Beş yıl sonra gizemli bir şekilde kendi kendine geçti.
In New Zealand, Dr. Lianne Parkin and her team tested an old tradition in her city. They live in a city that has huge hills, San Francisco-grade hills. And in the winter there, it gets very cold and very icy. There are lots of injuries. The tradition that they tested, they tested by asking people who were on their way to work in the morning, to stop and try something out. Try one of two conditions. The tradition is that in the winter, in that city, you wear your socks on the outside of your boots. And what they discovered by experiment, and it was quite graphic when they saw it, was that it's true. That if you wear your socks on the outside rather than the inside, you're much more likely to survive and not slip and fall.
Yeni Zelanda'da, Dr. Lianne Parkın ve ekibi şehirlerindeki bir geleneği test ettiler. San Fransisko gibi dik yokuşları olan bir şehirde yaşıyorlar. Kışları oldukça soğuk ve buzlu geçiyor. Birçok sakatlanma oluyor. Geleneği yolda yürümekte olan insanlara durup bir şey denemelerini rica ederek test ettiler. İki seçenekten birini denemelerini istediler. Gelenek su ki o şehirde çoraplarınızı botlarınızın dışına giyiyorsunuz. Bu oldukça açık görüntülerle desteklenen deneylerinden bunun doğru olduğunu öğrendiler. Çoraplarınızı iç yerine dışa giyerseniz kayıp düşme olasılığınız oldukça artıyor.
Now, I hope you will agree with me that these things I've just described to you, each of them, deserves some kind of prize. (Laughter) And that's what they got, each of them got an Ig Nobel prize. In 1991, I, together with bunch of other people, started the Ig Nobel prize ceremony. Every year we give out 10 prizes. The prizes are based on just one criteria. It's very simple. It's that you've done something that makes people laugh and then think. What you've done makes people laugh and then think. Whatever it is, there's something about it that when people encounter it at first, their only possible reaction is to laugh. And then a week later, it's still rattling around in their heads and all they want to do is tell their friends about it. That's the quality we look for.
Şimdi umuyorum ki az önce size anlattığım bulguların her biri bir ödülü hak ediyor. (Gülüşmeler) Ve bunu aldılar, hepsinin bir Ig Nobel'i var. 1991'de birkaç kişiyle birlikte Ig Nobel ödülü seramonisi başlattık. Her yıl 10 ödül veriyoruz. Ödüllerin tek bir değerlendirme koşulu var. Çok basit. İnsanları önce güldüren, sonra düşündüren bir şey yapmış olmanız gerekiyor. Yaptığınız şeyin önce güldürmesi sonra düşündürmesi. Ne olursa olsun, insanlar bununla karşılaştıklarında verebilecekleri ilk tepkinin gülmek olması gerekiyor. Bir hafta sonra, hala kafalarını kurcalaması ve tek yapmak istediklerinin arkadaşlarına anlatmak olması gerekiyor. Aradığımız özellik bu.
Every year, we get in the neighborhood of 9,000 new nominations for the Ig Nobel prize. Of those, consistently between 10 percent and 20 percent of those nominations are people who nominate themselves. Those self-nominees almost never win. It's very difficult, numerically, to win a prize if you want to. Even if you don't want to, it's very difficult numerically. You should know that when we choose somebody to win an Ig Nobel prize, We get in touch with that person, very quietly. We offer them the chance to decline this great honor if they want to. Happily for us, almost everyone who's offered a prize decides to accept.
Ig Nobel ödülüne her yıl 9.000 civarında aday alıyoruz. Bunların her yıl yüzde 10'u ile 20'sı arası kendini aday gösteren kişiler. Bu kendini aday gösterenler neredeyse hiç kazanamıyorlar. İsteseniz de, bir ödül kazanmak sayısal olarak öldükça zor. İstemeseniz de, kazanmak oldukça zor. Bilmelisiniz ki birisini Ig Nobel'le ödüllendirmeye karar verdiğimizde onunla sessizce temasa geçiyoruz. O kişiye bu büyük onuru isterse reddetme olanağı veriyoruz. Ne mutlu ki, ödüle layık görülen neredeyse herkes onu kabul etti.
What do you get if you win an Ig Nobel prize? Well, you get several things. You get an Ig Nobel prize. The design is different every year. These are always handmade from extremely cheap materials. You're looking at a picture of the prize we gave last year, 2013. Most prizes in the world also give their winners some cash, some money. We don't have any money, so we can't give them. In fact, the winners have to pay their own way to come to the Ig Nobel ceremony, which most of them do. Last year, though, we did manage to scrape up some money. Last year, each of the 10 Ig Nobel prize winners received from us 10 trillion dollars. A $10 trillion bill from Zimbabwe. (Laughter) You may remember that Zimbabwe had a little adventure for a few years there of inflation. They ended up printing bills that were in denominations as large as 100 trillion dollars. The man responsible, who runs the national bank there, by the way, won an Ig Nobel prize in mathematics.
Peki Ig Nobel ödülüyle ne kazanıyorsunuz? Birkaç şey. Bir Ig Nobel ödülü kazanıyorsunuz. Tasarımı her yıl farklı oluyor. Her zaman aşırı ucuz maddelerden el yapımı olarak hazırlanmış oluyor. Geçen yıl, 2013'te verdiğimizin resmine bakıyorsunuz. Dünyadaki ödüllerin birçoğu kazanana biraz nakit para da veriyor. Bizim hiç paramız yok, o yüzden veremiyoruz. Hatta, kazananlar Ig Nobel ödülü seramonisine gelme masraflarını kendileri karşılamak zorundalar, birçoğu da bunu yapıyor. Ama geçen yıl biraz para toplamayı becerdik. Geçen yılın Ig Nobel kazananlarının her biri bizden 10 trilyon dolar kazandılar. Zimbabve'den 10 trilyonluk bir banknot. (Gülüşmeler) Zimbabve'ni birkaç yıllık bir enflasyon derdi çektiğini belki hatırlarsınız. 100 trilyon dolara kadar banknotlar basmak zorunda kaldılar. Oradaki merkez bankasının müdürünün de matematik dalında Ig Nobel'i var bu arada.
The other thing you win is an invitation to come to the ceremony, which happens at Harvard University. And when you get there, you come to Harvard's biggest meeting place and classroom. It fits 1,100 people, it's jammed to the gills, and up on the stage, waiting to shake your hand, waiting to hand you your Ig Nobel prize, are a bunch of Nobel prize winners. That's the heart of the ceremony. The winners are kept secret until that moment, even the Nobel laureates who will shake their hand don't know who they are until they're announced.
Diğer kazandığınızsa Harvard Üniversitesi'ndeki ödül törenine bir bilet. Harvard'ın en büyük salonunda ve sınıfında düzenleniyor. Tıka basa oturmuş 1.100 kişi ve elinizi sıkmak ve Ig Nobel'inizi vermek için kürsüde daha önce Nobel kazanmış kişiler sizi bekliyor oluyorlar. Törenin özü bu. Kazananlar o ana kadar gizli tutuluyorlar. Kürsüde ellerini sıkacak Nobelliler bile kim olduklarını açıklanana kadar bilmiyorlar.
I am going to tell you about just a very few of the other medical-related prizes we've given. Keep in mind, we've given 230 prizes. There are lots of these people who walk among you. Maybe you have one. A paper was published about 30 years ago called "Injuries due to Falling Coconuts." It was written by Dr. Peter Barss, who is Canadian. Dr. Barss came to the ceremony and explained that as a young doctor, he wanted to see the world. So he went to Papua New Guinea. When he got there, he went to work in a hospital, and he was curious what kinds of things happen to people that bring them to the hospital. He looked through the records, and he discovered that a surprisingly large number of people in that hospital were there because of injuries due to falling coconuts. One typical thing that happens is people will come from the highlands, where there are not many coconut trees, down to visit their relatives on the coast, where there are lots. And they'll think that a coconut tree is a fine place to stand and maybe lie down. A coconut tree that is 90 feet tall, and has coconuts that weigh two pounds that can drop off at any time.
Sizinle tıpla ilgili ödül kazananlardan birkaçını daha paylaşmak istiyorum. Unutmayın ki şimdiye kadar 230 ödül verdik. Sizin aranızda ödül kazanmış birçok kişi var. Belki de sizin var. 30 yıl kadar önce "Düşen Hindistan cevizi yaralanmaları." başlıklı bir makale yayınlandı. Kanadalı doktor Peter Barss tarafından yazıldı. Dr. Barss ödül törenine geldi ve genç bir doktorken dünyayı gezmek istediğini açıkladı. Bu nedenle Papua Yeni Gine'ye gitmiş. Oraya gidince, bir hastanede çalışmış ve orada insanların hastaneye gitmelerine hangi olayların neden olduğunu merak etmiş. Kayıtlara bakmış ve şaşırtıcı derecede fazla kişinin düşen Hindistan cevizlerinden hastanelik olduğunu görmüş. Tipik olarak olan bir şey insanlar fazla Hindistan cevizi yetişmeyen yüksek yerlerden çok Hindistan cevizi yetişen kıyıdaki akrabalarını ziyarete geliyorlar. Bu ağacın altının durmak ve belki de uzanmak için iyi bir yer olduğunu düşünüyorlar. Bu ağaçlar yaklaşık 30 metre uzunluğunda ve her an düşebilen meyveleri de 3 kg civarında.
A team of doctors in Europe published a series of papers about colonoscopies. You're all familiar with colonoscopies, one way or another. Or in some cases, one way and another. They, in these papers, explained to their fellow doctors who perform colonoscopies, how to minimize the chance that when you perform a colonoscopy, your patient will explode. (Laughter) Dr. Emmanuel Ben-Soussan one of the authors, flew in from Paris to the ceremony, where he explained the history of this, that in the 1950s, when colonoscopies were becoming a common technique for the first time, people were figuring out how to do it well. And there were some difficulties at first. The basic problem, I'm sure you're familiar with, that you're looking inside a long, narrow, dark place. And so, you want to have a larger space. You add some gas to inflate it so you have room to look around. Now, that's added to the gas, the methane gas, that's already inside. The gas that they used at first, in many cases, was oxygen. So they added oxygen to methane gas. And then they wanted to be able to see, they needed light, so they'd put in a light source, which in the 1950s was very hot. So you had methane gas, which is flammable, oxygen and heat. They stopped using oxygen pretty quickly. (Laughter) Now it's rare that patients will explode, but it does still happen.
Avrupa'daki birkaç doktor kolonoskopiyle ilgili bir seri makale yayınladılar. Hepiniz kolonoskopiyi aşağı yukarı bilirsiniz. Bazı durumlarda hem aşağı hem yukarı. Bu makalelerde kolonoskopi yapan meslektaşlarına kolonoskopi sırasında hastayı patlatma şansını nasıl en aza indirirler, bunu açıkladılar. (Gülüşmeler) Yazarlardan biri, Dr. Emmanuel Ben-Soussan tören için Paris'ten geldi. Törende bunun tarihini anlattı. 1950'lerde kolonoskopi ilk defa yaygınlaştığında insanlar bunu nasıl iyi yapacaklarını araştırıyorlarmış. Başlangıçta bazı güçlükler olmuş. Temel sorun, eminim biliyorsunuz, uzun, dar ve karanlık bir şeyin içine bakıyorsunuz. Daha geniş bir alanda çalışmak istiyorsunuz. Bakılan yeri genişletmek için gazla şişiriyorsunuz. Bu zaten içeride olan metan gazına ekleniyor. İlk denemelerinde çoğunlukla kullandıkları gaz oksijenmiş. Yani metana oksijen ekliyorlarmış. E, görmek için de ışığa ihtiyaçları var, bu yüzden 1950'lerde oldukça sıcak olan ışık kaynağı tutuyorlarmış. Sonuç olarak yanıcı metan gazi, oksijen ve işi. Oksijenden kısa sürede vazgeçmişler. (Gülüşmeler) Şimdilerde hastaların pek patlamıyor, ama yine de arada oluyor.
The final thing that I want to tell you about is a prize we gave to Dr. Elena Bodnar. Dr. Elena Bodnar invented a brassiere that in an emergency can be quickly separated into a pair of protective face masks. One to save your life, one to save the life of some lucky bystander. (Laughter) Why would someone do this, you might wonder. Dr. Bodnar came to the ceremony and she explained that she grew up in Ukraine. She was one of the doctors who treated victims of the Chernobyl power plant meltdown. And they later discovered that a lot of the worst medical problems came from the particles people breathed in. So she was always thinking after that about could there be some simple mask that was available everywhere when the unexpected happens. Years later, she moved to America. She had a baby, One day she looked, and on the floor, her infant son had picked up her bra, and had her bra on his face. And that's where the idea came from. She came to the Ig Nobel ceremony with the first prototype of the bra and she demonstrated: (Laughter) (Applause) ["Paul Krugman, Nobel laureate (2008) in economics"] ["Wolfgang Ketterle, Nobel laureate (2001) in physics"]
Size son anlatmak istediğim ödülse Dr. Elena Bodnar'a verildi. Dr. Elena Bodnar acil durumlarda kolayca iki yüz maskesine ayrılan bir şutyen icat etti. Biri sizin için, diğeri de yanınızdaki şanslı bir kişi için. (Gülüşmeler) Niye birisi böyle bir şey yapar merak edebilirsiniz. Dr. Bodnar törene geldi ve Ukrayna'da büyüdüğünü anlattı. Çernobil kazazedelerini tedavi eden doktorlardan biriymiş. Sonradan fark etmişler ki en kötü tıbbi sorunlar solunumla alınan parçalardan kaynaklanmış. Bu olaydan sonra beklenmeyen olduğunda her yerde kolayca bulunan bir maske nasıl yapılabilir diye düşünmeye başlamış. Yıllar sonra Amerika'ya taşınmış. Bebeği olmuş. Bir gün bebeğinin yerden sutyenini alıp yüzüne götürdüğünü görmüş. Fikir böyle oluşmuş. Ig Nobel törenine sutyenin ilk prototipiyle geldi ve tanıtımını yaptı: (Gülüşmeler) (Alkış) ["Paul Krugman, 2008 Nobel Ekonomi Ödülü Sahibi"] ["Wolfgang Ketterle, 2001 Nobel Fizik Ödülü Sahibi"]
I myself own an emergency bra. (Laughter) It's my favorite bra, but I would be happy to share it with any of you, should the need arise. Thank you. (Applause)
Benim bir acil durum sutyenim var. (Gülüşmeler) En sevdiğim sutyenim, ama gerekirse, herhangi birinizle mutlulukla paylaşırım. Teşekkürler. (Alkış)