College presidents are not the first people who come to mind when the subject is the uses of the creative imagination. So I thought I'd start by telling you how I got here.
Yaratıcı düşüncenin hayata geçirilmesi söz konusu olduğunda akla ilk gelen kişiler, genellikle üniversite rektörleri değildir. Onun için, önce size kendimden ve buraya geliş hikayemden bahsedeyim.
The story begins in the late '90s. I was invited to meet with leading educators from the newly free Eastern Europe and Russia. They were trying to figure out how to rebuild their universities. Since education under the Soviet Union was essentially propaganda serving the purposes of a state ideology, they appreciated that it would take wholesale transformations if they were to provide an education worthy of free men and women. Given this rare opportunity to start fresh, they chose liberal arts as the most compelling model because of its historic commitment to furthering its students' broadest intellectual, and deepest ethical potential.
Hikayem 90'lı yılların sonlarına doğru başlıyor. Özgürlüğüne yeni kavuşmuş doğu bloku ülkelerinden ve Rusya'dan gelen eğitimcilerin katıldığı bir toplantıya davet edilmiştim. Bu eğitimciler, ülkelerindeki üniversiteleri nasıl yeniden yapılandırmak gerektiğini araştırıyorlardı. Sovyetler Birliğinde'ki eğitim, öğrencilere devlet ideolojisini aşılamak olan propaganda olmuştu. Bu eğitimciler, özgür vatandaşların ihtiyacı olan tarzda bir eğitim verebilmek için sistemin büyük bir değişim geçirmesi gerektiğinin farkındalardı. Yeni bir başlangıç yapmak için ele geçen fırsatı değerlendirmek üzere bu ileri görüşlü eğitimciler, temel ilkesi öğrenciye aydın bir bakış açısı ve derin bir ahlak anlayışı kazandırmak olan liberal sanatları (liberal arts) seçmişlerdi.
Having made that decision they came to the United States, home of liberal arts education, to talk with some of us most closely identified with that kind of education. They spoke with a passion, an urgency, an intellectual conviction that, for me, was a voice I had not heard in decades, a dream long forgotten. For, in truth, we had moved light years from the passions that animated them. But for me, unlike them, in my world, the slate was not clean, and what was written on it was not encouraging.
Bu kararın üzerine liberal arts eğitimi denince akla gelen önde kuruluşların rektörleri olan bizlerle görüşmek üzere liberal arts eğitiminin beşiği Amerika'ya gelmişlerdi. Konuşmalarındaki aciliyet, heyecan ve aydın inanç beni derinden etkiledi. Ateşi yıllar önce sönmüş, unutulmuş bir hayali tekrar canlandırdı. Işin aslı şöyle ki, geçen on yıllar içerisinde bizler böyle heyecanlardan ve bu heyecanları yaratan emellerden ışık yılı uzaklara sürüklendik. Bu misafirlerimizin tersine ben sıfırdan başlamıyordum ve bulunduğum nokta değişimi çok teşvik edici değildi.
In truth, liberal arts education no longer exists -- at least genuine liberal arts education -- in this country. We have professionalized liberal arts to the point where they no longer provide the breadth of application and the enhanced capacity for civic engagement that is their signature. Over the past century the expert has dethroned the educated generalist to become the sole model of intellectual accomplishment. (Applause)
Aslında, gerçek anlamda bir liberal arts eğitimi, artık yok olmuştur, en azından bu eğitimin aslı ülkemizde artık bulunmamakta. Liberal arts eğitimi günümüzde açık fikirli, yaratıcı uygulamarın başını çekmemekte yada geniş kapsamlı yurttaşlık projelerinin ilk adresi olmamaktadır. Geçtiğimiz yüzyılda uzmanlık kavramı, genel kültürlü ve aydın olmanın tacını başından almıştır ve uzmanlık tek model haline gelmiştir.
Expertise has for sure had its moments. But the price of its dominance is enormous. Subject matters are broken up into smaller and smaller pieces, with increasing emphasis on the technical and the obscure. We have even managed to make the study of literature arcane. You may think you know what is going on in that Jane Austen novel -- that is, until your first encounter with postmodern deconstructionism.
Uzmanlık elbette önemlidir. Ama mutlak baskınlığının bedeli ağırdır. Günümüzde konular gittikçe daralan ders alanlarına bölünmektedir. Teknik ve anlaşılması güç terimler üzerine yoğunlaşılmaktadır. Edebiyatı bile gizemli ve anlaşılmaz bir hale getirmiş durumdayız. Bir Jane Austen romanında ne olup bittiğini anladığınızı sanıyorsanız postmodern dekonstrüksiyonla karşılaşınca yanıldığınızı göreceksiniz.
The progression of today's college student is to jettison every interest except one. And within that one, to continually narrow the focus, learning more and more about less and less; this, despite the evidence all around us of the interconnectedness of things. Lest you think I exaggerate, here are the beginnings of the A-B-Cs of anthropology. As one moves up the ladder, values other than technical competence are viewed with increasing suspicion. Questions such as, "What kind of a world are we making? What kind of a world should we be making? What kind of a world can we be making?" are treated with more and more skepticism, and move off the table.
Bugün bir üniversite öğrencisinin kaderi meslek olarak seçtiği alan dışında tüm diğer meraklarına veda etmektir. Öğrenciler, o kalan tek alanın içerisinde de gün geçtikçe daha dar bir noktaya odaklanmak zorunda kalmaktadır. Daha az şey hakkında daha çok bilgi edinmedir bu bakış açısının daralmasıdır. Etrafımızdaki her şeyin bu kadar birbirine bağlantılı olmasına karşın böyle izole olmak nasıl mümkün olabilir diyebilirsiniz ya da abarttığımı düşünüyor olabilirsiniz. Antropoloji biliminin ilk kuralı şudur: Bir insan alanında yükseldikçe teknik bilgisi dışında ki değer yargıları artan bir şüpheyle karşılanmaya başlanır. Örneğin artık "Dünyayı ne hale getiriyoruz?" "Nasıl bir dünya yaratmalıyız?" "Nasıl bir dünya yaratabiliriz?" gibi sorulara artan bir şüpheyle yaklaşılıyor ve bu tür konular hemen arka plana atılıyorlar.
In so doing, the guardians of secular democracy in effect yield the connection between education and values to fundamentalists, who, you can be sure, have no compunctions about using education to further their values: the absolutes of a theocracy. Meanwhile, the values and voices of democracy are silent. Either we have lost touch with those values or, no better, believe they need not or cannot be taught. This aversion to social values may seem at odds with the explosion of community service programs. But despite the attention paid to these efforts, they remain emphatically extracurricular. In effect, civic-mindedness is treated as outside the realm of what purports to be serious thinking and adult purposes. Simply put, when the impulse is to change the world, the academy is more likely to engender a learned helplessness than to create a sense of empowerment.
Böyle yaparak, laik demokrasinin koruyucusu olan bizler aslında eğitim ve değer yargıları arasında ki hassas kontrolü köktendincilerin eline bırakmaktan başka bir şey yapmıyoruz. Emin olabilirsiniz ki bu kesim, eğitim sistemini din yönetiminin gerektirdiği laik olmayan görüşleri ve değerleri yaymak için kullanmakta bir sakınca görmez. Bu süreçte demokrasinin ve değerlerinin sessiz kalması ya bizim bu değerlerle olan bağımızın kopmuş olduğunu gösterir ya da daha beteri, bu değerlerin öğretilmesi mümkün değil demektir. Toplum hizmetleri veren programların sayısında ki patlama sizi yanıltmasın. Bu tür programların sayıları artsa da içerikleri ısrarla müfredat dışı kalmaktadır. Sanki yurttaşlık bilinci ciddi ve aklı başında yetişkinlerin ilgi alanından cıkmış bir çocuk oyuncağıdır. Basitçe söylemek gerekirse, gidişata hayır demek gerektiğinde akademi, yol göstermek şöyle dursun, bilgece bir eli kolu bağlılık sergilemektedir.
This brew -- oversimplification of civic engagement, idealization of the expert, fragmentation of knowledge, emphasis on technical mastery, neutrality as a condition of academic integrity -- is toxic when it comes to pursuing the vital connections between education and the public good, between intellectual integrity and human freedom, which were at the heart -- (Applause) -- of the challenge posed to and by my European colleagues. When the astronomical distance between the realities of the academy and the visionary intensity of this challenge were more than enough, I can assure you, to give one pause, what was happening outside higher education made backing off unthinkable.
Sivil toplum hareketlerinin hafife alınması, uzmanlığın idealize edilmesi, bilginin parçalara ayrılması, teknik konularda ustanın baskınlığı, akademinin tarafsızlık namına fikir belirtmekten kaçınması gibi artık kanıksadıgımız durumlar, eğitim ve toplumun çıkarları arasındaki hassas ilişki, aydın düşüncenin üstünlüğü ve özgürlük gibi kavramlar söz konusu olduğunda zehirli unsurlardır. İşte bu kavramlar, Avrupa'dan gelen meslektaşlarımın çözmeye çalıştığı meselelerin de özüydü. Akademik dünyanın durumu ve geniş vizyon gerektiren bu görevin zorluğu arasındaki uçurum gözlerimiz önüne serildiğinde inanın ki şaşıp kalmamak elde değildi. inanın ki şaşıp kalmamak elde değildi. Dünyada ve üniversitelerin steril ortamında işlerin nasıl yürüdüğüne bakınca başladığımız bu tartışmaların yarım bırakılamayacağı ve bu konunun derhal ciddi bir biçimde ele alınması gerektiğini anladık.
Whether it was threats to the environment, inequities in the distribution of wealth, lack of a sane policy or a sustainable policy with respect to the continuing uses of energy, we were in desperate straits. And that was only the beginning. The corrupting of our political life had become a living nightmare; nothing was exempt -- separation of powers, civil liberties, the rule of law, the relationship of church and state. Accompanied by a squandering of the nation's material wealth that defied credulity. A harrowing predilection for the uses of force had become commonplace, with an equal distaste for the alternative forms of influence. At the same time, all of our firepower was impotent when it came to halting or even stemming the slaughter in Rwanda, Darfur, Myanmar.
Bu aciliyet, çevreye verdiğimiz zarara, zengin ve fakir arasında artan uçuruma, enerji kaynaklarının sonsuz olmadığının farkında olan mantıklı ve uzun soluklu politikaların eksikliğine bakınca iyice elzem bir hal aldı. Dar boğazlardan geçmekte olduğumuz açıktı ve daha yolun başındaydık. Politikanın gittikçe yozlaşıyor olması bir kâbusa dönüşmüştü ve her alan bundan nasibini almaktaydı. Yasama, yürütme ve yargının özerkliği, hukukun egemenliği ve laiklik bu kötü politikaların elinde bozulmaya yüz tutmaktaydı. Bir yandan, gücümüzün güvencesi olan milli sermayemiz çarçur edilmekteydi. Askerin ve ordunun her şeye çare olarak öne sürülmesi ve artarak kullanılması çok normal bir şey olarak algılanmaya başlanmıştı. Farklı bakış açılarına karşı tolerans ortadan kalkmaktaydı. Şu da ilginçtir ki, askeri alanda geldiğimizi sandığımız bu üstün noktaya rağmen iş Ruanda'da, Darfur'da, Myanmar'da ki soykırımlara müdahale etmeye, durdurmaya geldiğinde ordumuz aciz kalmştır.
Our public education, once a model for the world, has become most noteworthy for its failures. Mastery of basic skills and a bare minimum of cultural literacy eludes vast numbers of our students. Despite having a research establishment that is the envy of the world, more than half of the American public don't believe in evolution. And don't press your luck about how much those who do believe in it actually understand it.
Bir zamanlar, tüm dünyanın örnek aldığı eğitim sistemimiz artık sadece yanlışlarıyla gündeme geliyor. Temel beceriler, minimum düzeyde edebiyat, kültür öğrencilerin çoğunun ulaşamadığı bir lüks oldu. Dünyanın gıpta ettiği araştırma kurumlarımıza rağmen Amerikan halkının yarısından fazlası evrim teorisini reddetmektedir. Şunu da belirteyim ki, reddetmeyenlerin de ne kadarının bu teorinin içeriğini kavradıkları şüphelidir.
Incredibly, this nation, with all its material, intellectual and spiritual resources, seems utterly helpless to reverse the freefall in any of these areas. Equally startling, from my point of view, is the fact that no one was drawing any connections between what is happening to the body politic, and what is happening in our leading educational institutions. We may be at the top of the list when it comes to influencing access to personal wealth. We are not even on the list when it comes to our responsibility for the health of this democracy. We are playing with fire. You can be sure Jefferson knew what he was talking about when he said, "If a nation expects to be ignorant and free in a state of civilization, it expects what never was, and never will be." (Applause)
Hayretler verici bir durumdur ki, bu kadar maddi, manevi ve entellektuel imkanlara sahip olan bu millet bu kavramlardaki bozulmanın önüne geçmek söz konusu olunca aciz duruma düşmektedir. Şahsi fikrime göre, asıl afallatıcı durum da kimsenin önde gelen eğitim kurumlarımızla, politik dünyada olanlar arasında bağlantı kurmamış olmasıdır. Zengin olmakta, varlık edinmekte üzerimize yok ancak demokrasinin sağlıklı bir biçimde yürümesi için üzerimize düşen görevi yapmak söz konusu olunca sınıfta kalıyoruz. Ateşle oynuyoruz. Emin olun ki Jefferson şu sözleri söylerken bir bildiği vardır. "Bir millet medeni bir devlette hem cahil hem özgür olarak varolmayı düşlüyorsa tarihte hiç görülmemiş ve görülmeyecek bir şey istiyor demektir." (Alkış)
On a more personal note, this betrayal of our principles, our decency, our hope, made it impossible for me to avoid the question, "What will I say, years from now, when people ask, 'Where were you?'" As president of a leading liberal arts college, famous for its innovative history, there were no excuses. So the conversation began at Bennington. Knowing that if we were to regain the integrity of liberal education, it would take radical rethinking of basic assumptions, beginning with our priorities. Enhancing the public good becomes a primary objective. The accomplishment of civic virtue is tied to the uses of intellect and imagination at their most challenging.
Şahsen ahlak, umut ve prensiplerimize yapılan bu ihanetler beni kendime şu soruyu sormaya mecbur etmiştir: "Bundan yıllar sonra bana ´Bunlar olurken sen neredeydin?´ diye sorulduğunda ne cevap vereceğim?" O zaman, bu ülkede yenilikçi geçmişi ile ün yapmış, önde gelen liberal arts college'lardan birinin başkanı olarak hiç bir bahanem olamazdı. İşte bu nedenle, bu konuda ki tartışmaları Bennington'da başlattık. Biliyorduk ki liberal eğitimi tekrar elle tutulur bir hale getirmek istiyorsak, bunun icin radikal bir yapılanma gerekir. Bir takım temel varsayımlar tekrar gözden geçirilmelidir. Önceliklerimizin neler olduğu tekrar düşünülmelidir. Toplum refahının artırılması öncelikli hedef olmalıdır. Erdemli bir toplum, ancak zekanın ve hayal gücünün ortak çabasıyla mümkündür.
Our ways of approaching agency and authority turn inside out to reflect the reality that no one has the answers to the challenges facing citizens in this century, and everyone has the responsibility for trying and participating in finding them. Bennington would continue to teach the arts and sciences as areas of immersion that acknowledge differences in personal and professional objectives. But the balances redressed, our shared purposes assume an equal if not greater importance.
Vatandaşlar, bu yüzyılda muzdarip olduğumuz sorunlarla karşılaştıklarında hemen bir merciye, bir otoriteye başvuruyorlar ama aslında çağımızın sorunları tek bir merci tarafından çözülemeyecek kadar karmaşıklar. Aranılan cevaplar ancak herkesin sorumluluğu paylaşması ve çözümün hep beraber aranmasıyla mümkündür. Bennington, sanat ve bilim eğitimi vermeye devam edecektir çünkü bunlar insanin kişisel ve profesyonel amaçları arasında ki ayrımı fark edebilmesi için gereklidir. Ancak, aradaki dengeyi iyi kurmalıyız çünkü ortak menfaatlerimiz en az kişisel cikarlarımız kadar, hatta daha fazla önem taşır.
When the design emerged it was surprisingly simple and straightforward. The idea is to make the political-social challenges themselves -- from health and education to the uses of force -- the organizers of the curriculum. They would assume the commanding role of traditional disciplines. But structures designed to connect, rather than divide mutually dependent circles, rather than isolating triangles. And the point is not to treat these topics as topics of study, but as frameworks of action. The challenge: to figure out what it will take to actually do something that makes a significant and sustainable difference.
Projemizin tasarımı şaşırtıcı biçimde kolaylıkla ortaya çıktı. Ders programının içeriğini sağlık, eğitim, ordu kuvvetlerinin kullanımı gibi sosyal ve politik konulardan oluşturmaya karar verdik. Bu konular alışılagelmiş ders başlıklarının yerine geçti. Ders yapısı konuları ayırarak, sınırlar çizerek, bölerek değil, birbirini tamamlayıcı alanları bir araya getirecek şekilde tasarlandı. Ana fikrimiz, bu konuları ders alanları olarak değil hayata geçecek projelerin taslakları olarak ele almaktır. Buradaki tek zorluk, istediğimiz, öngördüğümüz değişiklikleri gerçekleştirebilecek türde projeleri üretebilmektedir.
Contrary to widely held assumptions, an emphasis on action provides a special urgency to thinking. The importance of coming to grips with values like justice, equity, truth, becomes increasingly evident as students discover that interest alone cannot tell them what they need to know when the issue is rethinking education, our approach to health, or strategies for achieving an economics of equity. The value of the past also comes alive; it provides a lot of company. You are not the first to try to figure this out, just as you are unlikely to be the last. Even more valuable, history provides a laboratory in which we see played out the actual, as well as the intended consequences of ideas.
Sanıldığının tersine, yaratıcı fikirler acil bir ihtiyaç olduğu zaman daha çok gelir akla. Adalet, eşitlik, doğruluk gibi kavramların özünü kavramanın önemi öğrencilerin şu gerçeği fark etmeleriyle gün geçtikçe açiğa çıkıyor. Söz konusu eğitim, sağlık, ekonomik eşitlik olduğunda sadece konuya ilgi duymak, ilgili olmak yeterli donanımı sağlamaz. Böyle bir konuya girişirken geçmiş, en büyük yardımcıdır çünkü. Bir işe kalkıştığınızda unutmayın ki bunu deneyen ne ilksiniz ne de son. Daha da önemlisi tarihin, yapılmak istenenlerin ve sonuçlarının önümüze serildiği bir laboratuar olduğunu unutmamak gerekir.
In the language of my students, "Deep thought matters when you're contemplating what to do about things that matter." A new liberal arts that can support this action-oriented curriculum has begun to emerge. Rhetoric, the art of organizing the world of words to maximum effect. Design, the art of organizing the world of things. Mediation and improvisation also assume a special place in this new pantheon. Quantitative reasoning attains its proper position at the heart of what it takes to manage change where measurement is crucial. As is a capacity to discriminate systematically between what is at the core and what is at the periphery.
Öğrencilerimin deyimiyle, "Önemli işler yapmaya kalkışmadan önce iyice düşünmek gerekir." Eyleme yönelik bu ders programının uygulanabileceği tarz bir liberal arts eğitimi ortaya çıkmaya başlamıştır. Konuşma sanatı, yani kelimeleri dinleyici üzerinde en yüksek etkiyi bırakacak şekilde kullanabilmek. Tasarım, yani nesneler dünyasında yeni düzenlemeler yapabilmek. Uzlaşma ve doğaçlama da bu yeni doğrultuda çok önemli yere sahiptirler. Değişimi yönlendirirken ölçmenin can alıcı önemi kadar niteliksel muhakeme ve işin özünü ve çevresini oluşturan öğeleri sistematik olarak birbirinden ayırma yetisi de gereklidir.
And when making connections is of the essence, the power of technology emerges with special intensity. But so does the importance of content. The more powerful our reach, the more important the question "About what?" When improvisation, resourcefulness, imagination are key, artists, at long last, take their place at the table, when strategies of action are in the process of being designed. In this dramatically expanded ideal of a liberal arts education where the continuum of thought and action is its life's blood, knowledge honed outside the academy becomes essential. Social activists, business leaders, lawyers, politicians, professionals will join the faculty as active and ongoing participants in this wedding of liberal education to the advancement of the public good. Students, in turn, continuously move outside the classroom to engage the world directly.
Bağlantılar yaparken, her ne kadar teknolojiyi yoğun olarak kullanmak gerekse de içeriğin öneminin gözden kesinlikle kaçmaması gerekir. Kavrayışımız ne kadar kuvvetliyse kavradığımız ve yaptığımızın ne olduğunu o derece sorgulamalıyız. Nihayet doğaçlama, beceri ve hayal gücünün önemi herkes tarafından kabul gördüğünde yapılacak işler için stratejiler tasarlanırken sanatçılar da masadaki haklı yerlerine kavuşacaklardır. Liberal arts eğitiminin ufukta görünen bu ideal şeklinde, düşünce ve eylemin sürekliliği ve akademik dünyayla sınırlı kalmayan bilgi gelişimi esastır. Sivil toplum örgütleri, iş adamları, avukatlar, politikacılar, uzmanlar üniversite ve öğretim üyeleriyle bir araya gelip liberal eğitimi toplumun refahını artırma yolunda hep birlikte kullanmalıdırlar. Öğrenciler, bunun akabinde sınıflardan çıkıp, direk olarak dünyayla ilişki içinde olacaklardır.
And of course, this new wine needs new bottles if we are to capture the liveliness and dynamism of this idea. The most important discovery we made in our focus on public action was to appreciate that the hard choices are not between good and evil, but between competing goods. This discovery is transforming. It undercuts self-righteousness, radically alters the tone and character of controversy, and enriches dramatically the possibilities for finding common ground. Ideology, zealotry, unsubstantiated opinions simply won't do. This is a political education, to be sure. But it is a politics of principle, not of partisanship. So the challenge for Bennington is to do it.
Elbette ki bu fikrin dinamizmini canlı tutabilmek için yeni bir yapılanma gerekmektedir. Şimdiye kadar incelediğimiz toplumsal hareketlerden alınması gereken en önemli dersin doğru ve yanlış arasında kesin bir çizgi olmadığı, zor kararlar verirken seçenekler içinden en doğru olanı seçmek olduğunu ortaya çıkmıştır. Bu muazzam bir bulgudur. İnsanın kendisini başkalarından üstün görmesini, karşıtlık ve düşmanlığa neden olacak görüş ayrılıklarını büyük ölçüde ortadan kaldıracak, ortak paydada buluşmaya imkan sağlayabilecek bir fikirdir. İdeoloji, fanatizm, tek yönlü fikirler, yarar değil zarar getirir. Bu bahsettiğimiz şüphesiz politik bir eğitimdir. Ama bu prensip sahibi bir politikadır, partizan politika değildir. Bennington'un başarmak istediği zor iş budur.
On the cover of Bennington's 2008 holiday card is the architect's sketch of a building opening in 2010 that is to be a center for the advancement of public action. The center will embody and sustain this new educational commitment. Think of it as a kind of secular church. The words on the card describe what will happen inside. We intend to turn the intellectual and imaginative power, passion and boldness of our students, faculty and staff to developing strategies for acting on the critical challenges of our time.
Bennington'un 2008 yeni yıl kartı kapağında yeni yapılan bir binanın taslak resmi var. Bu bina 2010 yılında açılacak ve toplum projeleri merkezi olacak. Bu yeni eğitim iddiamızı bu merkezde oluşturacağız ve sürdüreceğiz. Bu merkezi laik bir ibadethane gibi düşünebilirsiniz. Kartın ön yüzündeki kelimeler, yapmak istediklerimizi anlatıyor. Amacımız, öğrencilerimizin, öğretim üyelerimizin ve tüm calışanlarımızın sahip olduğu hayal gücünü, tutkuyu, cesareti çağımızın sorunlarını çözebilecek projeler üretmek ve stratejiler yaratmak için bir araya getirmek.
So we are doing our job. While these past weeks have been a time of national exhilaration in this country, it would be tragic if you thought this meant your job was done. The glacial silence we have experienced in the face of the shredding of the constitution, the unraveling of our public institutions, the deterioration of our infrastructure is not limited to the universities. We the people have become inured to our own irrelevance when it comes to doing anything significant about anything that matters concerning governance, beyond waiting another four years. We persist also in being sidelined by the idea of the expert as the only one capable of coming up with answers, despite the overwhelming evidence to the contrary.
Biz üzerimize düşeni bu şekilde yapıyoruz. Geçtiğimiz haftalar milli bir bayram havasında geçti. Ama iş bu kadarıyla bitmiyor elbette. Anayasanın hiçe sayıldığı, toplum örgütlerinin yok olmaya yüz tuttuğu, altyapının bozulduğu, uzun dönemde yaşanan büyük sessizlik sadece üniversitelerle sınırlı kalmadı. Halk olarak yönetimle ilgili konularda oy verip dört yıl beklemenin dışında bir şey yapmamayı, yanlışları görmezden gelmeyi alışkanlık haline getirdik. Israrla her şeyi uzmanlara yani başkalarına bırakma fikrine saplanıp kaldık. Halbuki bunun yanlış bir yaklaşım olduğu sayısız örneklerle kanıtlanmıştır.
The problem is there is no such thing as a viable democracy made up of experts, zealots, politicians and spectators. (Applause) People will continue and should continue to learn everything there is to know about something or other. We actually do it all the time. And there will be and should be those who spend a lifetime pursuing a very highly defined area of inquiry. But this single-mindedness will not yield the flexibilities of mind, the multiplicity of perspectives, the capacities for collaboration and innovation this country needs. That is where you come in. What is certain is that the individual talent exhibited in such abundance here, needs to turn its attention to that collaborative, messy, frustrating, contentious and impossible world of politics and public policy. President Obama and his team simply cannot do it alone.
Düzgün işleyen demokrasiler uzmanlar, politikacılar, fanatikler ve yönetime katılmayan seyircilerden oluşamaz. (Alkış) Herkes her konu hakkında mümkün olduğunca bilgili olmaya çalışmalıdır. Aslında zaten günlük hayatta hep yaptığımız bir şey bu. İçimizden bazıları hayatlarını tek bir konu üzerinde yoğunlaşarak o konuda uzmanlaşarak geçirmeyi tercih edeceklerdir ve bu elbette ki gereklidir. Ancak herkes tek bir konuya hapsolursa ülkenin ihtiyacı olan akıl esnekliği, bakış açılarının çokluğu, ortak calisma firsatlari ve inovasyonlar ortaya çıkamaz. İşte herkese bu noktada görev düşmektedir. Bugün bu salonda inanılmaz bir bireysel yetenek bolluğu var. Bu bireysel yeteneklerin yapması gereken güçlerini birleştirerek, kavga kıyamet içerisinde olan karmaşık politika ve siyaseti hizaya getirmektir. Başkan Obama ve takımı bu işin altindan tek başlarina kalkamazlar.
If the question of where to start seems overwhelming you are at the beginning, not the end of this adventure. Being overwhelmed is the first step if you are serious about trying to get at things that really matter, on a scale that makes a difference. So what do you do when you feel overwhelmed? Well, you have two things. You have a mind. And you have other people. Start with those, and change the world.
Bu devasal işin boyutu altında ezilmemiz, işin neresinden başlayacağımızı bilemememiz sizi bunaltmasın bu işin başında olduğumuzun göstergesidir. Eğer gerçekten önemi olan bir şeyler başarmaksa amacınız, bir fark yaratacak kadar önemli şeylerden bahsediyorsak eğer, ilk adım her zaman bunaltıcıdır çünkü. O zaman ne yapmalıyız? Elinizde kullanabileceğiniz iki şey var. Birincisi aklınız. İkincisi de diğer insanlar. Bu ikisini kullanarak işe başlayın ve dünyayı değiştirin.
(Applause)
(Alkış)