I know a man who soars above the city every night. In his dreams, he twirls and swirls with his toes kissing the Earth. Everything has motion, he claims, even a body as paralyzed as his own. This man is my father.
Her gece şehrin üstünde yükselen bir adam biliyorum. Rüyalarında, ayak parmakları yeri öperek dönüyor ve dönüyordu. Her şey hareket eder ona göre kendisi gibi felçli bir vücut bile. Bu adam benim babam.
Three years ago, when I found out that my father had suffered a severe stroke in his brain stem, I walked into his room in the ICU at the Montreal Neurological Institute and found him lying deathly still, tethered to a breathing machine. Paralysis had closed over his body slowly, beginning in his toes, then legs, torso, fingers and arms. It made its way up his neck, cutting off his ability to breathe, and stopped just beneath the eyes. He never lost consciousness. Rather, he watched from within as his body shut down, limb by limb, muscle by muscle.
Üç yıl önce, babamın beyin sapında şiddetli bir felç geçirdiğini öğrendiğimde, Montreal nöroloji enstitüsünde yoğun bakım ünitesindeki odasına girdim ve onu oksijen cihazına bağlanmış ölü gibi yatarken buldum. Felç vücudunu yavaşça kapatmşıtı, ayak parmaklarından başlayarak, bacaklarına gövdesine, el parmaklarına ve kollarına. Nefes alma yetisini keserek boynuna kadar çıkmış ve tam gözlerinin altında durmuştu. Bilincini hiç kaybetmedi. Onun yerine, vücudu kendini kapatırken o seyretti, bir uzuvdan diğerine, bir kastan diğerine.
In that ICU room, I walked up to my father's body,
O yoğun bakım odasında, babamın bedenine doğru yürüdüm
and with a quivering voice and through tears, I began reciting the alphabet. A, B, C, D, E, F, G, H, I, J, K. At K, he blinked his eyes. I began again. A, B, C, D, E, F, G, H, I. He blinked again at the letter I, then at T, then at R, and A: Kitra. He said "Kitra, my beauty, don't cry. This is a blessing." There was no audible voice, but my father called out my name powerfully. Just 72 hours after his stroke, he had already embraced the totality of his condition. Despite his extreme physical state, he was completely present with me, guiding, nurturing, and being my father as much if not more than ever before.
ve titreyen bir ses ve gözyaşlarıyla alfabeyi saymaya başladım. A, B, C, D, E, F, G, H, I, J, K. K harfinde, gözlerini kırptı. Tekrar başladım. A, B, C, D, E, F, G, H, I. İ harfinde tekrar gözlerini kırptı, sonra T, sonra R ve A: Kitra. "Kitra, güzelim, sakın ağlama. Bu bir kutsama." Ortada herhangi bir ses yoktu ama babam ismimi o kadar güçlü söylemişti ki. Felçten sadece 72 saat sonra, durumunu tamamiyle kabullenmişti. Olağanüstü fiziksel durumuna rağmen o tamamen benimle beraberdi, yol gösteriyor, büyütüyor ve daha önce hiç olmadığı kadar babalık yapıyordu.
Locked-in syndrome is many people's worst nightmare. In French, it's sometimes called "maladie de l'emmuré vivant." Literally, "walled-in-alive disease." For many people, perhaps most, paralysis is an unspeakable horror, but my father's experience losing every system of his body was not an experience of feeling trapped, but rather of turning the psyche inwards, dimming down the external chatter, facing the recesses of his own mind, and in that place, falling in love with life and body anew.
Locked-in sendromu çoğu insanın en kötü kabusudur. Fransızcada, bazen buna "maladie de l'emmuré vivant." denir. Harfi harfine, "canlı canlı kapana kısılma hastalığı" manasına gelir. Bir çok insan, belki hepsi için felç tarifi imkansız bir dehşettir, fakat babamın deneyimi vücudundaki her sistemi kaybetmek kapana kısılma deneyimi değildi, daha çok derinlerdeki bir şeyi ortaya çıkarmaktı, gevezeliğe ara vermek, zihninin derinlikleriyle yüzleşmek ve orada, bedenine ve yaşamına yeniden bağlanmak idi.
As a rabbi and spiritual man dangling between mind and body, life and death, the paralysis opened up a new awareness for him. He realized he no longer needed to look beyond the corporeal world in order to find the divine. "Paradise is in this body. It's in this world," he said.
Tanrıya inanan, dindar bir adam olarak bedeni ve zihni arasında, yaşam ve ölüm arasında gidip gelmesiyle felç ona yeni bir farkındalık düzeyi getirdi. Artık tanrıya ulaşmak için cismani dünyanın ötesine bakmasına gerek kalmadığını fark etti. "Cennet bu bedenin içinde. O bu dünyada." dedi.
I slept by my father's side for the first four months, tending as much as I could to his every discomfort, understanding the deep human psychological fear of not being able to call out for help. My mother, sisters, brother and I, we surrounded him in a cocoon of healing. We became his mouthpiece, spending hours each day reciting the alphabet as he whispered back sermons and poetry with blinks of his eye. His room, it became our temple of healing. His bedside became a site for those seeking advice and spiritual counsel, and through us, my father was able to speak and uplift, letter by letter, blink by blink. Everything in our world became slow and tender as the din, drama and death of the hospital ward faded into the background. I want to read to you one of the first things that we transcribed in the week following the stroke. He composed a letter, addressing his synagogue congregation, and ended it with the following lines: "When my nape exploded, I entered another dimension: inchoate, sub-planetary, protozoan. Universes are opened and closed continually. There are many when low, who stop growing. Last week, I was brought so low, but I felt the hand of my father around me, and my father brought me back."
İlk dört ay boyunca babamın yanı başında uyudum, yapabildiğim kadar sıkıntılarıyla ilgilendim. Yardım isteme yetisine sahip olmamanın verdiği derin insani psikolojik korkuyu anladım Annem, kız kardeşlerim, erkek kardeşim ve ben, onu adeta bir sağlık kozasıyla çepeçevre sardık. Her gün saatlerce alfabeyi sıralayarak, onun ağzı olduk o göz kırpmalarıyla bize vaazlar ve şiirler fısıldarken. Onun odası, orası bizim sağlık tapınağımız oldu. Onun yatağının yanı başı tavsiye ve ruhani rehberlik arayanlar için ayrılmış bir mekan haline geldi ve bize göre, babam konuşabiliyordu bir harften diğerine, bir göz kırpıştan diğerine, gittikçe yüceliyordu. Hastane koğuşundaki patırtı, dram ve ölümler arka planda kaybolurken bizim dünyamızdaki her şey yavaş ve hassas hale geldi. Size felci takip eden hafta kaydettiğimiz ilk şeylerden birini okumak istiyorum. Sinagog cemaatine gönderilmek üzere, bir mektup yazdı ve şu mısralarla bitirdi: "Ensem patladığında, farklı bir boyuta geçtim: tamamlanmamış, yarı gezegen, tek gözenekli. Evrenler tekrar tekrar açıldı ve kapandı. Alçaktayken büyümesi durmuş, onlarcası var. Geçen hafta, tamamen bitmiştim ama babamın elini etrafımda hissettim ve babam beni geri getirdi."
When we weren't his voice, we were his legs and arms. I moved them like I know I would have wanted my own arms and legs to be moved were they still for all the hours of the day. I remember I'd hold his fingers near my face, bending each joint to keep it soft and limber. I'd ask him again and again to visualize the motion, to watch from within as the finger curled and extended, and to move along with it in his mind.
Onun sesi olmadığımız zamanlarda, onun kolları ve bacaklarıydık. Onları günün her saatinde, kendi kol ve bacaklarımın şu anda olduğu gibi hareket etmesini isteyeceğimi bildiğim gibi hareket ettirdim. Sıcak ve yumuşak tutmak için her eklemini bükerken parmaklarını yüzümde gezdirdiğimi hatırlıyorum. Ona tekrar ve tekrar hareketi gözünde canlandırmasını, zihninden parmaklarının açılıp gerilişini ve parmakları boyunca hareket edişini seyretmesini söyledim.
Then, one day, from the corner of my eye, I saw his body slither like a snake, an involuntary spasm passing through the course of his limbs. At first, I thought it was my own hallucination, having spent so much time tending to this one body, so desperate to see anything react on its own. But he told me he felt tingles, sparks of electricity flickering on and off just beneath the surface of the skin. The following week, he began ever so slightly to show muscle resistance. Connections were being made. Body was slowly and gently reawakening, limb by limb, muscle by muscle, twitch by twitch.
Ve, bir gün, gözümün ucuyla, vücudunun bir yılan gibi titrediğini gördüm, uzuvlarına doğru istemsiz bir kasılma oldu. Başta, halüsinasyon gördüğümü zannettim, çaresizce kendiliğinden bir hareket görmek için o tek vücutla geçirdiğim onca zaman. Ama o bana bir ürperti hissettiğini söyledi, derisinin hemen üstünden titreşimler bir çakıp bir sönüyordu. Takip eden hafta, oldukça yüzeysel kas resiztansı göstermeye başladı. bağlantılar sağlanıyordu. Beden yavaşça ve nazikçe tekrar uyanıyordu, uzuv uzuv, kas kas, seğirti seğirti.
As a documentary photographer, I felt the need to photograph each of his first movements like a mother with her newborn. I photographed him taking his first unaided breath, the celebratory moment after he showed muscle resistance for the very first time, the new adapted technologies that allowed him to gain more and more independence. I photographed the care and the love that surrounded him.
Bir belgesel fotoğrafçısı olarak, yeni doğan bebeğiyle bir anne gibi onun ilk hareketlerinin her birinin fotoğrafını çekme ihtiyacı hissettim. Yardım almadan çektiği ilk nefesi, ilk defa kas direnci gösterdiği kutlamalık anı, onun daha ve daha fazla özgürlük kazanmasına izin veren yeni takılmış teknolojik cihazları fotoğrafladım. Onu çevreleyen ilgiyi ve sevgiyi fotoğrafladım.
But my photographs only told the outside story of a man lying in a hospital bed attached to a breathing machine. I wasn't able to portray his story from within, and so I began to search for a new visual language, one which strived to express the ephemeral quality of his spiritual experience.
Fakat fotoğraflarım yalnızca oksijen makinesine bağlanmış ve hastanede yatmakta olan bir adamın dışarıdan gözüken hikayesini anlatıyordu. Asıl hikayeyi tasvir edemiyordum ve bende yeni bir görsel dil aramaya başladım, onun kısacık nitelikli ruhani deneyimini göstermesini sağlayacak bir dil.
Finally, I want to share with you a video from a series that I've been working on that tries to express the slow, in-between existence that my father has experienced. As he began to regain his ability to breathe, I started recording his thoughts, and so the voice that you hear in this video is his voice.
Son olarak, sizinle üzerinde çalıştığım bir diziden, babamın deneyimlediği, varoluşun arasındaki yavaşlığı göstermeye çalışan bir video paylaşmak istiyorum. Nefes alma yetisini tekrar kazanmaya başladığında, onun düşüncelerini kaydetmeye başladım, ve bu videoda duyacağınız ses onun sesidir.
(Video) Ronnie Cahana: You have to believe you're paralyzed to play the part of a quadriplegic. I don't. In my mind, and in my dreams every night I Chagall-man float over the city twirl and swirl with my toes kissing the floor. I know nothing about the statement of man without motion. Everything has motion. The heart pumps. The body heaves. The mouth moves. We never stagnate. Life triumphs up and down.
(Video) Ronnie Cahana: Bir felçlinin bölümünü oynamak için felçli kaldığına inanmalısın. Ben inanmıyorum. Zihnimde ve rüyalarımda her gece ben chagall adam şehrin üstünde süzülüyorum dönüyor ve dönüyorum parmaklarım yeri öperek. Ben hareketsiz bir adamın durumuyla ilgili hiçbir şey bilmiyorum. Her şey hareket eder. Kalp atar. Vücut kabarır. Ağız oynar. Asla durmayız. Hayat inişler ve çıkışlarla doludur.
Kitra Cahana: For most of us, our muscles begin to twitch and move long before we are conscious, but my father tells me his privilege is living on the far periphery of the human experience. Like an astronaut who sees a perspective that very few of us will ever get to share, he wonders and watches as he takes his first breaths and dreams about crawling back home. So begins life at 57, he says. A toddler has no attitude in its being, but a man insists on his world every day.
Kitra Cahana: Çoğunluğumuz için kaslarımız biz bilincimize kavuşmadan çok önce seğirmeye ve hareket etmeye başlar, fakat babam bana insani deneyimlerin ötesinde yaşamanın, onun kendi ayrıcalığı olduğunu söyler. Tıpkı çok azımızın paylaşma şansı olan şeyler gören bir astronot gibi. O, ilk nefesini alırken ve eve sürünerek dönmeyi hayal ederken, merak eder ve seyreder. Yani hayat 57 sinde başlıyor, der. yeni yürümeye başlayan bir çocuk tavır yapmaz, ama bir adam her gün dünyaya direnir.
Few of us will ever have to face physical limitations to the degree that my father has, but we will all have moments of paralysis in our lives. I know I frequently confront walls that feel completely unscalable, but my father insists that there are no dead ends. Instead, he invites me into his space of co-healing to give the very best of myself, and for him to give the very best of himself to me. Paralysis was an opening for him. It was an opportunity to emerge, to rekindle life force, to sit still long enough with himself so as to fall in love with the full continuum of creation.
Çok azımız benim babamınki kadar fiziksel kısıtlamalarla yüzleşmek zorunda kalacağız, fakat hepimizin yaşamlarında felç geçirdiği zamanlar olacak. Sık sık duvara tosladığımı biliyorum ki bu duygunun tarifi mümkün değil, ama babam çıkmaz yol diye bir şeyin olmadığını iddia eder. Onun yerine,onun için kendimi en iyi şekilde verebilmem ve kendisini en iyi şekilde bana verebilmesi için beni ortak iyileşme alanına davet ediyor. Felç onun için bir fırsattı. Meydanlara çıkmak için, yaşam inancını tekrar tutuşturmak için kendi başına yeterince uzun oturmak için ve böylece yaratılış sürecine aşık olmak için bir fırsattı.
Today, my father is no longer locked in. He moves his neck with ease, has had his feeding peg removed, breathes with his own lungs, speaks slowly with his own quiet voice, and works every day to gain more movement in his paralyzed body. But the work will never be finished. As he says, "I'm living in a broken world, and there is holy work to do."
Bu gün babam artık felçli değil. Boynunu rahatlıkla oynatıyor, beslenme cihazını kaldırttı, kendi akciğerleriyle nefes alıyor, kendi sakin sesiyle yavaşça konuşuyor, felçli vücuduna daha fazla hareket kazandırmak için her gün çalışıyor. Fakat bu hiç bitmeyecek. "Bozuk bir dünyada yaşıyorum ve yapılacak kutsal bir iş var." diyor.
Thank you.
Teşekkür ederim.
(Applause)
(Alkışlar)