Wow, wow, people. You know, actually, I love people because my work is about people. It's actually about bringing people together. I'm an artist. I mean, until I found a real job, but now it looks like it's getting pretty serious.
Hey hey hey insanlar. Aslında insanları çok seviyorum çünkü işim insanlarla alakalı. Aslında insanları bir araya getirmekle alakalı. Ben bir sanatçıyım. Yani gerçek bir iş bulana kadar ama iş gittikçe ciddiye biniyor gibi gözüküyor.
(Laughter)
(Kahkaha)
But, you know, I also love walls. And I know that walls are supposed to divide us, but I think I've found a way to use walls to bring us together. And I've tried this in different places. This was in Israel, Palestine, 15 years ago, where, with my friend Marco, I took photos of Israeli and Palestinian doing the same job and then pasted them on Israeli city and Palestinian city, and people couldn't even recognize who is who. This was in the favelas of Brazil. Faces of women on the hills of the community.
Ama aynı zamanda duvarları da seviyorum. Duvarların görevinin bizi ayırmak olduğunu biliyorum ama sanırım onları bizi bir araya getirmek için kullanmanın bir yolunu buldum. Ve bunu farklı yerlerde denedim. Burası 15 yıl önce İsrail, Filistin’deydi, arkadaşım Marco ile İsrail ve Filistinlilerin aynı işi yaparlarken fotoğraflarını çektim sonra onları İsrail ve Filistin tarafında şehirlere yapıştırdım insanlar kimin kim olduğunu bile fark edemediler. Bu ise Brezilya’nın favelalarındaydı. Topluluğun tepelerinde kadınların yüzleri.
(Applause)
(Alkış)
Often the first target of the violence that is happening there. This is a local museum we have in Paris, it's called the Louvre. I don’t know if you’ve heard about it, but I thought I’d give it a shout out. And with 400 people and paper and glue, we wheat-pasted the entire plazas to make the pyramid ten times bigger. This was at the border between Mexico and US. Thank you.
Genelde kadınlar orada yaşanan şiddetin ilk hedefi. Bu, Paris’ten yerel bir müze. Adı Louvre. Daha önce duydunuz mu bilmiyorum ama bahsetmek istedim. 400 insan, kağıt, ve tutkal ile piramidi on kat büyütmek için tüm plazaları yapıştırdık. Bu yer Meksika ve ABD sınırındaydı. Teşekkürler.
(Applause and cheers)
(Alkış ve tezahürat)
Kikito, the little kid, is one year old, and he lives in the little house you see on the top left of the image. I just wonder, at his age, what is his perspective on the wall?
Kikito, küçük çocuk, bir yaşında ve fotoğrafın sol üst tarafında gördüğünüz küçük evde yaşıyor. Merak ediyorum, o yaşta bir çocuğun duvara bakış açısı ne?
You know, each time I do a project, I wonder: Can art change the world? And I never really know how a projects starts. Couple years ago, I was making breakfast and a friend of mine called me.
Ne zaman bir proje yapsam, merak ediyorum: Sanat dünyayı değiştirebilir mi? Ve bir projenin nasıl başladığını asla bilmiyorum. Birkaç yıl önce kahvaltı yapıyordum ve bir arkadaşım beni aradı.
Friend Saul, he says, "JR, you love walls. Why don't you do a project in prison?"
Arkadaş Saul, dedi ki “JR, sen duvarları seviyorsun. Neden hapishanede bir proje yapmıyorsun?
I was like, you know, I was just, "Dude, you know, I would do it, but it's too much paperwork administrative, bureaucracy. Plus, I've been arrested 15 times, they don't want me in there."
Ona dedim ki “Dostum, yani, yaparım ama bu çok fazla evrak ve bürokrasi demek. Ayrıca, ben 15 defa tutuklandım beni orada istemezler.”
And he was like, "I know, bro, but you love walls so much, what you would do in there. If you could do it, what could you do?"
Ve o da şöyle dedi “Biliyorum kardeşim ama sen duvarları çok seviyorsun, orada ne yapardın. Yapabilseydin orada ne yapardın?
I was like, "OK, you know what?" I had an idea. If I wanted to finish my poached eggs and my, you know, French toast before it gets cold, I had to get rid of him. So I told him, "You know what, I'll paste the entire prison."
Ve ben şöyle dedim: “Biliyor musun? Aslında benim bir fikrim var. Haşlanmış yumurtalarımı ve Fransız tostumu soğumadan bitirmek istiyorsam, ondan kurtulmalıydım. Bu yüzden ona dedim ki “Biliyor musun, tüm hapishaneyi yapıştıracağım. ”
He was like, "Wow, that's amazing." He hung up the phone, I thought I'd never hear from him for two decades.
O da dedi ki “Vay, bu inanılmaz. ” Telefonu kapattı. Ondan önümüzdeki yirmi yıl haber alacağımı sanmıyordum.
He called his friend Scott, who was like, "What's up?"
Arkadaşı Scott’u aradı Scott ona “N’aber?” dedi.
Saul is like, “I spoke to JR, he’s down to do a project in prison.”
Saul “JR ile konuştum ve onu hapishanede bir proje yapmaya ikna ettim.″
Scott's like, "That's amazing, let me call the governor." Hung up the phone, called the governor.
Scott da dedi ki: “Bu harika, valiyi arayayım. Telefonu kapattı, valiyi aradı.
Governor was like, "Who's this JR?"
Vali ona sordu “Kim bu JR?”
"He does black and white, and, you know, he takes photos of people, he records their story ..."
“ Siyah beyaz çalışmalar yapıyor insanların fotoğraflarını çekerek onların hikâyelerini kaydediyor ... ”
"I'm sorry, I've never heard of it."
“Üzgünüm, onu hiç duymadım.”
"Yes, there's very large murals."
“Çok büyük duvar resimleri var.”
And the governor was like, "Wait, wait, wait. Before I was the governor, I was in a mural. There were 1,300 people, each one of them recorded their story, and I was one of them. Is that the same artist?"
Ve vali şöyle dedi “Bekle biraz.” Vali olmadan önce ben de bir duvar resmindeydim. 1300 insan vardı, her biri hikâyesini kaydetti ve ben de onlardan biriydim. Bu aynı sanatçı mı?”
The guy said, "Yes, that's the same artist."
“Evet, aynı sanatçı.” dedi.
"Give him full clearance for every prison in the state of California."
“Kalifornia eyaletindeki tüm hapishaneler için ona tam yetki verin.”
(Laughter and applause)
(Kahkaha ve alkış)
Calls me back. Next thing you know, I’m on Google Earth, and there's 35 prisons. I'm looking at them and I'm like, well, first of all, I'm a wallpaper man. I cannot paste if I don't have my clear surface. So that doesn't work, that doesn't work, that doesn't work. The yard is made of sand and grass. I cannot do it. I know nothing about prisons. So then I see this one and I'm like, "Wait, can we zoom in this one?" I'm like, "Oh, actually, you know what? The yard here in the center looks like it's concrete. I could work on that."
Beni geri aradı. Ve sonra, Google Earth’den baktım 35 tane hapishane var. Onlara baktım ve her şeyden önce ben bir duvar kağıdı adamıyım. Net bir yüzeyim yoksa yapıştıramam diye düşündüm. Yani bu olmaz, bu olmaz, bu da olmaz. Avlu kum ve çimden yapılmış. Yapamam. Hapishaneler hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Sonra bunu gördüm ve şöyle dedim “Bir dakika, yakınlaştırabilir miyiz?” Şöyle dedim “Biliyor musun, ortadaki avlu betondan gibi görünüyor. Bunun üzerinde çalışabilirim.”
"Look, JR, that's a supermax security prison." It's called Tehachapi, it's actually in the top five of the most violent prisons.
Bak, JR, orası üst düzey güvenlikli bir hapishane.” Adı Tehachapi, şiddet olaylarının en fazla olduğu ilk beş hapishaneden biri.
I was like, "That will do it."
“Bu işimi görür.” dedim.
The next day, we flew there. We arrived there, and of course, you know, it's not that easy to get there. It's like fences, electric fences, walls. And you add more walls and more people that check your IDs. I get all the way to the yard. And it looked like some army guy with bulletproof jackets and heavily armed who say, "Alright, this is going to be very simple. There's some people waiting for you in a gymnasium. We gathered some inmates. You cannot approach them, you cannot touch them. You can sit at the chair that we designed for you, and we're going to surround the area of the gymnasium."
Ertesi gün oraya uçtuk. Oraya vardık tahmin edeceğiniz gibi oraya ulaşmak pek de kolay değil. Çitler, elektrikli çitler, duvarlar. Daha fazla duvar ve kimliklerinizi kontrol eden daha fazla kişi. Avluya kadar gittim. Kurşun geçirmez ceketli ve ağır silahlı asker gibi biri “Tamam, çok kısa olacak. Spor salonunda sizi bekliyorlar. Birkaç mahkûm topladık. Onlara yaklaşamazsın, onlara dokunamazsın. Senin için ayarladığımız sandalyeye oturabilirsin ve biz de spor salonunun etrafında olacağız″dedi.
That sounds fun. I enter the room, and we do this thing in France, I don't know if you have that, but you shake people's hand, you know? So I started shaking people's hands, "Hello, how are you? My name is JR. What's your name?" And go around the table, and then I sat. And I spoke with them. A lot of them have been there since they were teenagers, some of them even from the age of 13. And I've never seen anything like it. And so I told them about my art and about the idea.
Bu kulağa eğlenceli geliyor. Odaya girdim biz Fransa’da tanıştığımız insanlarla tokalaşırız sizde de bu var mı bilmiyorum. Ben de insanlarla tokalaşmaya başladım, “Merhaba, nasılsınız? Benim adım JR. Sizin adınız ne?″ Masanın etrafından dolaşıp oturdum. Ve onlarla konuştum. Çoğu ergenliklerinden bu yana oradaydı hatta 13 yaşından beri orada olanlar vardı. Daha önce hiç böyle bir şey görmemiştim. Onlara sanatımı ve fikrimi anlattım.
And they asked me a question, they said, "But what is the purpose of your art?"
Ve bana bir soru sordular, dediler ki: “Peki sanatının amacı nedir?”
Well, you know, that's a good question. I don't know if I can answer before, you know, trying a project. So I explained them an idea, and I said, “Wait, before we start anything, I just want you to know, if there's anyone here in this room that by being in this project, you might offend some of your victims outside, I'm not your guy. I'm going to get too much attention for you. If I were you, don't participate in this project."
Bu güzel bir soru. Bir projeyi denemeden önce cevap verebilir miyim bilmiyorum. Onlara bir fikir açıkladım ve dedim ki, “Bekleyin, bir şeye başlamadan önce, Sadece şunu bilmenizi istiyorum eğer bu odada bu projede yer alarak dışarıdaki bazı kurbanlarını rencide etme ihtimali olan biri varsa sizin adamınız ben değilim. Bu projeyle üzerinize çok fazla dikkat çekeceğim. Sizin yerinizde olsam bu projede yer almazdım.
Six or seven guys stood up and left the room. I was like, "Alright." So we kept on going and I started photographing them. Very simple, it's just a small part of the process. I'm not really a photographer. That’s just one part that I use, and I get to meet them and talk with them. And each of them started explaining me their story, where they grew up, where they come from, how many years, some of them spent decades in this prison.
Altı yedi adam ayağa kalktı ve odadan çıktı. Ben de dedim ki “Pekâlâ.” Böylece devam ettik ve onları fotoğraflamaya başladım. Çok basit, sürecin sadece küçük bir parçası. Ben aslında bir fotoğrafçı değilim. Bu yöntemlerimden sadece biri ve onlarla tanışıyor ve konuşuyorum. Ve her biri bana hikâyelerini anlatmaya başladı nerede büyüdüklerini, nereden geldiklerini, bu hapishanede kaç yıl bazıları kaç on yıl kaldıklarını.
And the thing is that, I told them, I said, "Look, this photo is nothing. I need you to go in the next room. I'm going to leave a mic there. And I want you to record your story from the beginning. I want to understand, you have to talk like, if you're throwing a bottle in the ocean, I want to understand where you come from. And then what brought you to make that crime that led you to prison. And if you changed, explain how you changed and why."
Ve olay şu, onlara dedim ki: “Bakın, bu fotoğraf hiçbir şey değil. Yan odaya gitmenizi istiyorum. Orada bir mikrofon olacak. Hikâyenizi en başından anlatmanızı istiyorum. Anlamak istiyorum, okyanusa şişe bırakır gibi konuşmalısınız. Nereden geldiğinizi anlamak istiyorum. Sizi hapishaneye getiren o suçu işlemeye neyin ittiğini. Ve eğer değiştiyseniz nasıl ve neden değiştiğinizi anlatın.”
They all went, some stayed for 10 minutes, some stayed for 20, 30 minutes. Some of them were crying in that place.
Hepsi gitti, bazıları içerde 10 dakika kaldı bazıları 20-30 dakika kaldı. Bazıları ağlıyordu.
Then I went back to my studio and that's what we do. We print strips of paper like a giant puzzle, so we have to combine it together. It's all just paper and glue. And then we combine them by numbers, and then we went back there. And we started bringing everybody in the yard. And we started pasting. Everyone from every gang, every race, participated.
Sonra stüdyoma geri döndüm bizim yaptığımız şey bu. Kağıt şeritler basıyoruz dev bir bulmaca gibi sonra da onları birleştiriyoruz. Sadece kağıt ve yapıştırıcı. Sonra onları sayılarla birleştiririz daha sonra oraya geri gittik. Herkesi avluya getirmeye başladık. Ve yapıştırmaya başladık. Her çeteden, her ırktan herkes katıldı.
Now, the thing is, we're still in a supermax security prison. So the guards were like, "Look, we love you with your paper and stuff, but we’re going to count everything you brought in, and we’re going to make sure you leave with everything out. So every hour we're going to stop this whole project and make sure there's not one scissors missing, one brush, one, you know, bucket, anything."
Şimdi olay şu hâlâ üst düzey güvenlikli bir hapishanedeyiz. Gardiyanlar bana şunu dediler: “Bak, seni kağıtlarınla eşyalarınla seviyoruz ama getirdiğin her şeyi sayacağız buradan giderken hepsini götürdüğünden emin olacağız ” Bu yüzden saat başı tüm projeyi durduracak ve de makas, fırça veya kova gibi birşeyin eksik olup olmadığını kontrol edecektik.
So we went through the process, and I had planned two to three days to paste the whole thing. Those guys were so motivated, that in literally two or three hours we had done it.
Böylece süreci başlattık projenin tamamını yapıştırmanın iki üç gün süreceğini düşünmüştüm. Adamlar o kadar motiveydi ki 2-3 saatte işimizi bitirmiştik.
So I said, "Wait, stop, guys, they're going to bring you back to your cell, give me a second. I'm going to try to get some guards to paste with us."
Ben dedim ki “Bekleyin, durun çocuklar, sizi hücrelerinize geri götürecekler bana bir saniye verin. Birkaç gardiyandan bizimle birlikte yapıştırmalarını isteyeceğim.
And they were like, look, "We love utopianism and stuff, but that’s where it stops.”
Ve onlar şöyle dediler “Ütopyacılığı falan seviyoruz ama buraya kadar.
"No, just give me a second."
“Hayır, bana bir saniye verin.”
So I start going to the guards and I say, "Hey, do you mind participating?" Fifty "no," one guy said "yes." I say, "Cool, come with me. They're going to show you." And then another guard and another guard. And that's where the real walls were falling down, because there's no communication between those guards and the inmates.
Gardiyanlara gittim ve dedim ki: “Hey, katılmak ister miydiniz?” Ellisi “hayır”, biri “evet” dedi. “Harika, benimle gel. Sana nasıl yapacağını gösterecekler.” dedim. Ve sonra bir başka gardiyan, sonra bir diğeri. Ve işte burası gerçek duvarların yıkıldığı yer çünkü mahkumlar ve gardiyanlar arasında iletişim yoktu.
(Applause)
(Alkış)
And you know what? From the floor, it was so big we couldn't see it anyway. You had to send a drone. So remember, again, you're in a supermax security prison. It's geofencing.
Ve ne var biliyor musunuz? Yerden bakınca, o kadar büyüktü ki onu göremedik. Dron göndermemiz gerekiyordu. Tekrar hatırlatayım üst düzey güvenlikli bir hapishanedesiniz. Bu coğrafi çit.
(Laughter)
(Kahkaha)
So we send in the drone, those guys have never seen a drone their whole life, they were more excited about the drone than the whole project. And I was so scared because I was like, "I hope we did the puzzle right. Because if not, it's going to look a bit ugly from up there." And that's what you see from up there.
Dronu gönderdik adamlar hayatları boyunca hiç dron görmemişler dron için tüm proje için olduklarından daha heyecanlıydılar. Çok korkmuştum, şöyle dedim “Umarım puzzle’ı doğru yapmışızdır.” Çünkü yapmamışsak, yukarıdan biraz çirkin görünecek. Yukarıdan görünen şey bu.
(Applause and cheers)
(Alkış ve tezahürat)
Thank you.
Teşekkürler.
The whole yard, all their faces. And when you zoom in, actually, you see the picnic table, you can still see, it looks like a hole, but it's actually an illusion. And you see the guys walking on it.
Tüm avlu, tüm yüzler. Ve yakınlaştırdığınızda piknik masasını görüyorsunuz bakın, bir çukur gibi görünüyor ama aslında bir ilüzyon. Üzerinde yürüyen adamları görüyorsunuz.
Now, the craziest part of all of it is because of that crazy permit that I had, I literally walked in without being searched. I had my phone on me. So I started filming in there and posting it on social media. So this guy there was showing me his tattoo on day one. And then the evening, he called his family and they said, "We saw you on JR's Instagram. It's incredible, we see what you guys are doing."
Şimdi, işin en çılgın kısmı şu sahip olduğum çılgın izin sayesinde elimi kolumu sallayarak üstüm aranmadan içeri girdim. Telefonum yanımdaydı. Video çekmeye ve sosyal medyada yayınlamaya başladım. Adamlardan biri ilk gün bana dövmesini göstermişti. Sonra akşam ailesini aradı ona dediler ki: “Seni JR’ın Instagram’ında gördük. Bu inanılmaz, ne yaptığınızı görüyoruz.”
He was so proud the next day he said, "JR, do you mind me showing my diplomas?"
Ertesi gün çok gururluydu ve dedi ki: “JR, diplomalarımı gösterebilir miyim? ”
They started realizing the impact of suddenly having a connection with the outside.
Aniden dışarıyla bağlantı kurmanın etkisini fark etmeye başladılar.
Then this guy showed up. His name is Kevin. You know, when I saw him, I was like, "Whoa." In my life, I'll never have a second chance to ask a guy, hopefully, why he has a fucking swastika on his face.
Sonra yanıma bir adam geldi. Adı Kevin. Onu gördüğümde şöyle düşündüm: “Vayy.” Hayatım boyunca bir daha adamın birine yüzünde neden Svastika olduğunu sormak için ikinci bir şansım olmayacağını umuyorum.
(Laughter)
(Kahkaha)
And so I ask him, and he was like, "Oh, this?" Almost like he forgot about it. He was like, "I did this as a gang thing when I went in prison. But now, if I could, I would remove it."
Ve ona sordum, o da dedi: “Ah, bu mu?” Neredeyse onu unutmuş gibiydi. “Hapse girdiğimde bunu yaptım çetenin simgesi gibi bir şey. Mümkün olsaydı hemen sildirirdim.”
I was like, "OK, do you mind if I take a photo and I share it?"
“Tamam, fotoğraf çekip paylaşmamın sakıncası var mı?” dedim.
He's like, "Yeah, sure."
O da “Yok, tabii.” dedi.
I share that photo. Now, as you can imagine, on social media, a lot of people were as shocked and offended as I was. But a lot of people were like, “That’s strange, because that doesn't connect with the beauty in his eyes and the humanity in him."
O fotoğrafı paylaştım. Hayal edebileceğiniz gibi, birçok insan benim kadar şaşkındı ve rencide olmuştu. Birçok insan “Bu garip, çünkü bu onun gözlerindeki güzellikle ve içindeki insanlıkla bağdaşmıyor.”
So I went back to him and I said, "Look, Kevin, there's this thing called social media. I know you've been here too long and you don't know about this, but people are writing comments, I'm going to read them to you. And I think some of them you should answer. So we started talking, and I did many and many videos and asking him again and again, and he responded and he went deeper and deeper. And it started a chain of people who were like, "Let's get this tattoo out of his face."
Geri döndüm ve dedim ki, “Bak Kevin, sosyal medya diye bir şey var. Biliyorum çok uzun süredir buradasın ve bilmiyorsun insanlar yorum yazıyor onları sana okuyacağım. Ve bence bazılarına cevap vermelisin. Böylece konuşmaya başladık ve birçok video yaptım ona tekrar tekrar sordum ve o cevapladı gittikçe daha derine indi. “Şu dövmeyi suratından çıkaralım.” diyen bir insan zinciri başladı.
So now before we revealed the image that you saw, I didn't want to throw it to the world like that.
Gördüğünüz imajı yayınlamadan önce onu dünyaya bu şekilde göstermek istemedim.
For now, only the inmates and I have seen it. We started an app where you can actually go in, it's totally free, and you can go and click on any face and hear their story for as much as they want.
Şimdilik sadece mahkumlar ve ben gördük. Gerçekten içeri girebileceğiniz tamamen ücretsiz herhangi bir yüze tıklayıp hikâyelerini onların paylaştıkları kadarıyla dinleyebileceğinizbir uygulama kurduk.
(Applause)
(Alkış)
I wonder, you know, I've seen it. I saw people telling me that they heard story, and like a podcast. But I wonder, how would they feel about it? You know, I wanted the feedback from them.
Merak ediyorum, bilirsiniz ya, bunu gördüm. İnsanlar bana hikâyeyi duyduklarını söylediler bir podcastmiş gibi. Ama merak ediyorum, onlar bu konuda ne hissederlerdi? Onlardan geri bildirim almak istedim.
So I got a permit to go back into prison. And this time I said, let me work on some more walls, I'll find an idea. So I go back in there and I started working on the walls, but it was really, the excuse was like, I need to speak to you guys. So I said, "What happened, guys?"
Böylece hapishaneye geri dönmek için izin aldım. Ve bu sefer dedim ki, biraz daha duvar üzerinde çalışayım, bir fikir bulacağım. Geri döndüm ve duvarlarda çalışmaya başladım ama bahaneydi asıl olay şuydu onlarla konuşmam gerekiyordu. Dedim ki: “Eee neler oldu çocuklar?”
They were like, "Well, what do you mean, what happened?"
Onlar da şöyle dedi “Neler oldu derken?”
I was like, "I was on the outside, I couldn't speak to you guys. What was the impact inside?"
Dedim ki: “Dışarıdaydım, sizinle konuşamadım. İçerideki etki nasıldı?”
"Oh, the impact inside is pretty simple. Let me tell you for myself, I mean, my daughter never visited me in 14 years. And now she sat in her bedroom, and she listened to my audio, and now she sees me every week.” He says, "You can ask whoever you want of those guys here, and they'll tell you the same story."
“Ah, içerideki etki oldukça netti. Mesela kızım beni 14 yıldır hiç ziyaret etmemişti. Yatak odasında oturup ses kaydımı dinlemiş şimdi her hafta beni ziyarete geliyor. Dedi ki, “Buradaki adamlardan istediğine sorabilirsin sana aynı hikâyeyi anlatacaklar.”
(Applause)
(Alkış)
And he told me another thing happened. "Is that the guards started listening to our stories. They treat us differently now."
Bana başka bir şey daha söyledi. “Gardiyanlar hikâyelerimizi dinlediklerinden beri bize farklı davranıyorlar.”
Then we started seeing the walls falling down. So I left a little souvenir in the courtyard. I was like, "Let me make one more wall disappear before I go." So we pasted the mountains from behind the wall on the wall. And it's still there, actually.
O zaman duvarların yıkıldığını görmeye başladık. Avluya küçük bir hatıra bıraktım. “Gitmeden önce bir duvarı daha ortadan kaldırayım. ” dedim. Böylece dağları duvarın arkasından duvara yapıştırdık. Aslında hâlâ orada.
(Applause)
(Alkış)
This one is still in level four, which is the supermax security prison. And they told me in winter it becomes all snowy. And so you actually don't tell the difference between the reality and the wall.
Bu hala dördüncü seviyede, yani süpermaksimum güvenlikli hapishanede. Bana kışın karlarla kaplandığını söylediler. Böylece gerçek gibi görünüyor.
Now, Kevin was still in prison, so I visited him again. And something had changed in him. He was already helping others, and, you know, you could tell that he almost had forgotten about his tattoo, even if it was still there, because you cannot remove tattoos in prison. So I bought him a book, and I told him, "Look, there's a swastika on the cover, I thought you would like it." And he laughed. But I said, "No, seriously, this is our friend, Art Spiegelman, who wrote it, and he told the story about his family in the Holocaust."
Kevin hâla hapishanedeydi onu tekrar ziyaret ettim. Bir şey onu değiştirmişti. Başkalarına yardım ediyordu. Dövmesini sildirmemiş olsa da varlığını unuttuğunu görebilirdiniz çünkü hapishanede dövme sildiremezsiniz. Ona bir kitap aldım ve dedim ki: “Bak, kapağında Svastika var beğeneceğini düşündüm.” Buna güldü. Dedim ki, “Hayır, cidden, bunu yazan arkadaşımız Art Spiegelman Yahudi Soykırımındaki ailesinin hikâyesini anlatıyor.”
And so that night he went and read the book. And he was really moved. He called his mom and he said, "Mom, those French people brought me this book that talks about the Holocaust."
O gece gitti ve kitabı okudu. Gerçekten etkilenmişti. Annesini aradı ve dedi ki: “Anne, Fransızlar bana
And she said, "But you stupid moron. Your family was from Poland. They were hiding Jews. They died in Auschwitz because of protecting them. And you go in prison and do this on your face?" He was in shock.
Yahudi Soykırımı’ndan bahseden bu kitabı getirdiler.” O da dedi ki: “Seni aptal moron. Senin ailen Polonyalı. Yahudileri saklıyorlardı. Onları korudukları için Auschwitz’de öldüler. Sen de hapse girip yüzüne bu dövmeyi mi yaptırdın?” Şoktaydı.
Couple years later, which is a couple months ago, he came out. Like many others from the project, almost all of them got moved to a lower-security prison, and one third of them got freed because of having good grades and notes by the guards after the project. So Kevin went out, and the first thing he did was to go up that hill that he looked at for 17 years, to look down at the prison that he was staying in. And then the second thing, as I promised him, I took him to a doctor to remove his tattoo. And the session started with the laser, and it's very painful. And at the end of it, the doctor removed the laser and she told him, "Well, who's better than a Jewish doctor to remove your swastika?"
Birkaç yıl sonra ki bu da bir iki ay önce oluyor tahliye oldu. Projedeki diğerleri gibi, hemen hemen hepsi daha düşük güvenlikli hapishanelere nakledilmiş ve üçte biri projeden sonra gardiyanlardan iyi puan ve notlar aldıkları için serbest bırakılmıştı. Kevin dışarı çıktı ve ilk işi kaldığı hapishaneye yukarıdan bakmak için 17 yıl boyunca karşıdan baktığı o tepeye çıkmak oldu. İkinci iş olarak söz verdiğim gibi onu dövmesini sildirmek için doktora götürdüm. Seans lazerle başladı ve çok acılıydı. Sonunda doktor lazeri uzaklaştırdı ve ona dedi ki: “Svastika dövmeni sildirmek için Yahudi bir doktordan daha uygun kim olabilir ki?
(Laughter and applause)
(Kahkaha ve alkış)
And that's him now.
Bu onun şimdiki hâli.
(Applause and cheers)
(Alkış ve tezahürat)
You know, we really tried to bring him here. But his parole officer, who is actually really nice, he said "JR, you're pushing too much. He's not going to Canada. Sorry about this.” But he knows I'm here talking about it.
Gerçekten onu buraya getirmeye çalıştık. Ama aslında nazik biri olan şartlı tahliye memuru dedi ki: “JR, şansını zorluyorsun. Kanada’ya gidemez. Bunun için üzgünüm.” Ama o burada ondan bahsettiğimi biliyor.
You know, I want to use art as a bridge to make people talk to each other. I'm not an activist, I'm just an artist. I don't try to tell people what to think. I just try to make them think. And I really see art, to me, it's like, it's in the process. That's what's important. And after this whole project, after everything I showed you, what shook them, what struck them the most, is that I shook their hand. So at the end, they even asked me for a hug.
Sanatı insanların birbirleri ile konuşmasını sağlamak için köprü olarak kullanmak istiyorum. Ben bir aktivist değilim, ben sadece bir sanatçıyım. İnsanlara ne düşüneceklerini söylemeye çalışmıyorum. Sadece düşünmelerini sağlamaya çalışıyorum. Ve gerçekten sanatı, bir süreç olarak görüyorum. Önemli olan budur. Ve bu proje bittikten sonra, size gösterdiğim her şeyden sonra onları en çok sarsan en çok etkileyen şey onlarla tokalaşmamdı. Sonunda bana sarılmak bile istediler.
Now I remember their first question, which was: What is the purpose of your art? Well, art can change things, but can it change the world? Or can it change a man? Before you answer that question, think, at some point in your life, have you changed? And if yes, if you did, why can't they?
İlk soruları olan “Sanatının amacı ne?” sorusunu hatırlıyorum. Sanat bir şeyleri değiştirebilir ama dünyayı değiştirebilir mi? Ya da bir adamı değiştirebilir mi? Bu soruyu yanıtlamadan önce, düşünün, hayatınızın bir noktasında değiştiniz mi? Eğer siz değiştiyseniz onlar neden değişemesin?
Thank you.
Teşekkürler.
(Applause and cheers)
(Alkış ve tezahürat)
Helen Walters: That's amazing, you're amazing. You also just got back from Ukraine, and I wanted to show us just another piece of your work.
Helen Walters: Bu harika, sen harikasın Ayrıca Ukrayna’dan da yeni döndün ve bize çalışmanızın başka bir parçasını göstermek istedim.
JR: Oh yeah, that was in Ukraine. The biggest city in the west side of Ukraine is called Lviv. And a friend of mine took that photo at the border, he sent it to me, I printed it 150 feet long. We rolled it as a tarp, walked through the border with it. It's actually easy to go that way, you know, to enter Ukraine. So they were like, "Oh, you're going to go this way? Sure." And then we drove to, you know, I met some people on Instagram, and they came and picked me up in their car. And then we gathered hundreds of people. We wanted to show Putin's planes who they were shooting out.
JR: Ah evet, bu Ukrayna’daydı. Ukrayna’nın batısındaki en büyük şehrin adı Lviv. Bir arkadaşım o fotoğrafı sınırda çekti bana gönderdi 5 metre uzunluğunda bastım. Onu branda gibi sardık sınırdan geçirdik. Sınırı geçmek aslında çok kolay, yani, Ukrayna’ya girmek için. Bize sordular “Ah, bu tarafa mı gideceksiniz? Tabii.” Sonra oraya gittik Instagram’da bazı insanlarla tanıştım ve gelip beni arabalarıyla aldılar. Sonra yüzlerce insan topladık. Putin’in uçaklarına kime ateş açtıklarını göstermek istedik.
(Applause)
(Alkış)
That little girl is actually safe. When she got photographed, she was coming out of the country. So she’s now in Warsaw, and she’s OK. And since then, actually, we're moving this image all around Europe. So while TED was happening in the last four days, the image was in Berlin, Dusseldorf, Venice this morning. And then it will keep traveling and each time, each place, people are gathering by themselves and opening it up.
O küçük kız güvende. Fotoğraf çekildiğinde, ülkeden çıkıyordu. Şimdi Varşova’da ve durumu iyi. O zamandan beri, bu fotoğrafı tüm Avrupa’da dolaştırıyoruz. Son dört günde TED organizasyonu gerçekleşirken Berlin, Düsseldorf, ve bu sabah Venedik’teydi. Seyahat etmeye devam edecek ve her seferinde her yerde insanlar kendi kendilerine bir araya geliyor ve onu açıyor.
HW: That is amazing, JR, thank you.
HW: Bu harika, JR, teşekkürler.
JR: Thank you. (Applause)
JR: Teşekkürler. (Alkış)