I'd like to invite you to close your eyes.
Sizden gözlerinizi kapamanızı rica ediyorum.
Imagine yourself standing outside the front door of your home. I'd like you to notice the color of the door, the material that it's made out of. Now visualize a pack of overweight nudists on bicycles.
Sokak kapınızın önünde duyduğunuzu hayal edin. Sokak kapınızın önünde duyduğunuzu hayal edin. Kapının rengini ve hangi malzemeden yapılmış olduğunu algılamanızı istiyorum. Kapının rengini ve hangi malzemeden yapılmış olduğunu algılamanızı istiyorum. Şimdi gözünüzde bisikletleri üzerinde bir grup şişman nüdist canlandırın.
(Laughter)
Çıplak bir bisiklet yarışındalar
They are competing in a naked bicycle race, and they are headed straight for your front door. I need you to actually see this. They are pedaling really hard, they're sweaty, they're bouncing around a lot. And they crash straight into the front door of your home. Bicycles fly everywhere, wheels roll past you, spokes end up in awkward places. Step over the threshold of your door into your foyer, your hallway, whatever's on the other side, and appreciate the quality of the light. The light is shining down on Cookie Monster. Cookie Monster is waving at you from his perch on top of a tan horse. It's a talking horse. You can practically feel his blue fur tickling your nose. You can smell the oatmeal raisin cookie that he's about to shovel into his mouth. Walk past him. Walk past him into your living room. In your living room, in full imaginative broadband, picture Britney Spears. She is scantily clad, she's dancing on your coffee table, and she's singing "Hit Me Baby One More Time." And then, follow me into your kitchen. In your kitchen, the floor has been paved over with a yellow brick road, and out of your oven are coming towards you Dorothy, the Tin Man, the Scarecrow and the Lion from "The Wizard of Oz," hand-in-hand, skipping straight towards you.
ve direkt olarak sokak kapınıza yönelmiş vaziyetteler. Bunu gerçekten görmenizi istiyorum. Pedalları çok hızlı çeviriyorlar, terliler hareket ettikçe yağları titriyor. Ve sokak kapınıza çarpıveriyorlar. Bisikletler etrafta uçuyor, yanınızdan tekerlekleri geçiyor, jantlar alakasız yerlere gidiyor. Kapınızın eşiğinden antreye, koridorunuza, diğer tarafta ne varsa oraya geçin ve ışığın kalitesinı takdir edin. Işık Kurabiye Canavarı'na vuruyor. Kurabiye Canavarı taba rengi bir atın eğerinde oturmuş size el sallıyor. Bu konuşan bir at. Mavi tüylerinin burnunuzu gıdıkladığını cidden hissedebiliyorsunuz. Ağzına atmak üzere olduğu yulaf ezmeli üzümlü kurabiyenin kokusunu duyabiliyorsunuz. Kurabiye Canavarı'nı geçin. Geçin ve oturma odasına yönelin. Oturma odanızda, tüm hayal gücünüzle, Britney Spears'ı canlandırın. Açık giyinmiş, sehpanızın üstünde dans ediyor ve "Hit Me Baby One More Time"ı söylüyor. Şimdi birlikte mutfağınıza gidiyoruz. Yerde sarı tuğlalardan bir yol var ve fırınınızdan "Oz Büyücüsü"nden Dorothy, Teneke Adam Korkuluk ve Aslan Adam el ele ve seke seke size doğru geliyorlar.
Okay. Open your eyes.
Tamam. Gözlerinizi açın.
I want to tell you about a very bizarre contest that is held every spring in New York City. It's called the United States Memory Championship. And I had gone to cover this contest a few years back as a science journalist, expecting, I guess, that this was going to be like the Superbowl of savants. This was a bunch of guys and a few ladies, widely varying in both age and hygienic upkeep.
Size her bahar New York'ta yapılan acayip bir yarışmadan bahsetmek istiyorum. İsmi the United States Memory Championship (Amerika Birleşik Devletleri Hafıza Yarışması). Birkaç sene önce bir bilim gazetecisi olarak nasıl bir şey olduğunu görmek için ve sanırım bunun bilgin insanların final maçları gibi bir şey olduğunu düşünerek ve sanırım bunun bilgin insanların final maçları gibi bir şey olduğunu düşünerek bu yarışmayı ziyaret ettim. Yaş ve temizlik konusunda çokça çeşitlilik gösteren bol miktarda erkek ve birkaç kadın vardı.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
They were memorizing hundreds of random numbers, looking at them just once. They were memorizing the names of dozens and dozens and dozens of strangers. They were memorizing entire poems in just a few minutes. They were competing to see who could memorize the order of a shuffled pack of playing cards the fastest. I was like, this is unbelievable. These people must be freaks of nature.
Sadece bir bakışta yüzlerce rakamı ezberliyorlardı. Bir sürü ama bir sürü yabancının isimlerini ezberliyorlardı. Bütün bir şiiri ezberlemeleri yalnızca bir kaç dakika sürüyordu. Karıştırılmış bir iskambil destesinde kağıtların sırasını kimin en çabuk ezberleyeceği konusunda yarışıyorlardı. Bu inanılmaz dedim. Bu insanlar sıra dışı canlılar olmalıydılar.
And I started talking to a few of the competitors. This is a guy called Ed Cook, who had come over from England, where he had one of the best-trained memories. And I said to him, "Ed, when did you realize that you were a savant?" And Ed was like, "I'm not a savant. In fact, I have just an average memory. Everybody who competes in this contest will tell you that they have just an average memory. We've all trained ourselves to perform these utterly miraculous feats of memory using a set of ancient techniques, techniques invented 2,500 years ago in Greece, the same techniques that Cicero had used to memorize his speeches, that medieval scholars had used to memorize entire books." And I said, "Whoa. How come I never heard of this before?"
Yarışmacılardan bazılarıyla konuşmaya başladım. Bu Ed Cook diye bir adam. İngiltere'den geliyor ve oradaki en iyi eğitilmiş hafızalardan birine sahip. Ona dedim ki, "Ed, bir bilge olduğunu ne zaman farkettin?" Ona dedim ki, "Ed, bir bilge olduğunu ne zaman farkettin?" Ed, "Ben bilge değilim. Aslına bakarsan ortalama bir hafızaya sahibim. Bu yarışmaya katılan herkes sana ortalama bir hafızası olduğunu söyleyecektir. Her birimiz hafızanın bu üstün başarısını sergilemek için bir takım çok eski teknikler kullanarak kendimizi eğittik. Bu teknikler 2500 yıl önce Antik Yunan'da bulundu ve Cicero tarafından konuşmalarını, ortaçağ alimleri tarafından da kitapları baştan sona ezberlemek için kullanıldı." Ben de şaşırdım, "Nasıl yani? Nasıl daha önce bundan haberim olmadı?"
And we were standing outside the competition hall, and Ed, who is a wonderful, brilliant, but somewhat eccentric English guy, says to me, "Josh, you're an American journalist. Do you know Britney Spears?" I'm like, "What? No. Why?" "Because I really want to teach Britney Spears how to memorize the order of a shuffled pack of playing cards on U.S. national television. It will prove to the world that anybody can do this."
Yarışma salonunun dışında duruyorduk ve harika, zeki ama bir şekilde egzantrik olan ingiliz Ed ve harika, zeki ama bir şekilde egzantrik olan ingiliz Ed bana dedi ki: Josh, sen Amerika'lı bir gazetecisin. Britney Spears'ı bilir misin? Ben de, "Ne? Nasıl yani? Neden?" dedim. "Çünkü Britney Spears'a gerçekten ulusal televizyonda karıştırılmış bir iskambil destesindeki kağıtları ezberlemeyi öğretmek istiyorum. Bu bütün dünyaya herkesin bunu yapabileceğini kanıtlayacak."
(Laughter)
(Gülüşmeler)
I was like, "Well, I'm not Britney Spears, but maybe you could teach me. I mean, you've got to start somewhere, right?" And that was the beginning of a very strange journey for me.
Ben de dedim ki "Yani ben Britney Spears değilim, ama belki bana öğretebilirsin. Bir yerden başlamak gerekiyor, öyle değil mi?" İşte bu benim için çok ilginç bir yolculuğun başlangıcıydı.
I ended up spending the better part of the next year not only training my memory, but also investigating it, trying to understand how it works, why it sometimes doesn't work, and what its potential might be.
Bir sonraki senemin çoğunu sadece hafızamı eğiterek değil ama aynı zamanda onu araştırarak, nasıl çalıştığını ve neden bazen çalışmadığını anlamaya çabalayarak ve potansiyelinin ne olabileceğini düşünerek geçirdim. ve potansiyelinin ne olabileceğini düşünerek geçirdim.
And I met a host of really interesting people. This is a guy called E.P. He's an amnesic who had, very possibly, the worst memory in the world. His memory was so bad, that he didn't even remember he had a memory problem, which is amazing. And he was this incredibly tragic figure, but he was a window into the extent to which our memories make us who we are.
Çok değişik insanlarla tanıştım. Bu E.P. adında bir adam. Kendisi amnezik (bellek kaybı) ve çok büyük ihtimalle dünyadaki en zayıf hafızaya sahip. Hafızası o kadar kötü ki, bir hafıza problemi olduğunu bile hatırlamıyor, bu inanılmaz. Çok trajik bir figür olmasına rağmen kendisi hafızamızın bizi biz yaptığı gerçeğine açılan bir pencere.
At the other end of the spectrum, I met this guy. This is Kim Peek, he was the basis for Dustin Hoffman's character in the movie "Rain Man." We spent an afternoon together in the Salt Lake City Public Library memorizing phone books, which was scintillating.
Spektrumun diğer ucunda ise başka bir adam var. Bu Kim Peek. Dustin Hoffman'ın Rain Man filminde oynadığı karakter bu adamdan esinlenerek yaratılmış. Kendisiyle Salt Lake halk kütüphanesinde telefon rehberlerini ezberleyerek bir gün geçirdik. Oldukça enteresandı.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
And I went back and I read a whole host of memory treatises, treatises written 2,000-plus years ago in Latin, in antiquity, and then later, in the Middle Ages. And I learned a whole bunch of really interesting stuff. One of the really interesting things that I learned is that once upon a time, this idea of having a trained, disciplined, cultivated memory was not nearly so alien as it would seem to us to be today. Once upon a time, people invested in their memories, in laboriously furnishing their minds.
Sonra geri döndüm ve hafızayla ilgili çokça tez okudum. 2000 yıllık ve daha eski, latince, antik ve ortaçağlarda yazılmış tezler. Ve bir çok ilgi çekici şey öğrendim. Öğrendiğim en ilginç şeylerden biri şuydu ki; bir zamanlar eğitilmiş, yetiştirilmiş, işlenmiş hafızaya sahip olma fikri o kadar da yabancı bir fikir olarak görülmüyormuş. Bir zamanlar insanlar hafızalarına yatırım yapıyor, ve zorla akıllarını donatmaya uğraşıyorlarmış.
Over the last few millenia, we've invented a series of technologies -- from the alphabet, to the scroll, to the codex, the printing press, photography, the computer, the smartphone -- that have made it progressively easier and easier for us to externalize our memories, for us to essentially outsource this fundamental human capacity. These technologies have made our modern world possible, but they've also changed us. They've changed us culturally, and I would argue that they've changed us cognitively. Having little need to remember anymore, it sometimes seems like we've forgotten how.
Son birkaç milenyumda çeşitli teknolojiler keşfettik: Alfabeden perşömene, yazılı eserlere, baskıya, fotoğrafa, bilgisayara ve akıllı telefonlara kadar. Bu teknolojiler hafızamızı haricileştirmeyi ve en nihayetinde bu temel insan kapasitesini dışarıdan almayı adım adım kolaylaştırdılar. Bu teknolojiler modern dünyayı mümkün kıldılar. Ama aynı zamanda bizi değiştirdiler. Bizi kültürel olarak değiştirdiler. Ve bizi bilişsel olarak da değiştirdikleri konusunda da tartışırım. Artık bir şeyleri nasıl hatırlayacağımızı unuttuk gibi görünüyor. Artık bir şeyleri nasıl hatırlayacağımızı unuttuk gibi görünüyor.
One of the last places on Earth where you still find people passionate about this idea of a trained, disciplined, cultivated memory, is at this totally singular memory contest. It's actually not that singular, there are contests held all over the world. And I was fascinated, I wanted to know how do these guys do it.
Dünya üzerinde hala eğitilmiş, yetiştirilmiş ve işlenmiş hafızaya tutkulu insanlar bulabileceğiniz son yerlerden biri kesinlikle bu tek hafıza yarışması. Aslında tek demek doğru değil, bunun gibi yarışmalar dünyanın her yerinde var. Büyülenmiştim, bu insanların bunu nasıl yaptığını merak ediyordum.
A few years back a group of researchers at University College London brought a bunch of memory champions into the lab. They wanted to know: Do these guys have brains that are somehow structurally, anatomically different from the rest of ours? The answer was no. Are they smarter than the rest of us? They gave them a bunch of cognitive tests, and the answer was: not really.
Birkaç yıl önce University College London'dan bir grup araştırmacı laboratuvara bir kaç hafıza şampiyonu getirmişlerdi. Bilmek istedikleri şey şuydu: Bu insanlar anatomik ve yapısal olarak bizimkinden farklı beyinlere mi sahiplerdi? Cevap hayırdı. Peki bizden daha mı zekilerdi? Onlara bir takım bilişsel testler verdiler, ve daha zeki oldukları sonucu da çıkmadı.
There was, however, one really interesting and telling difference between the brains of the memory champions and the control subjects that they were comparing them to. When they put these guys in an fMRI machine, scanned their brains while they were memorizing numbers and people's faces and pictures of snowflakes, they found that the memory champions were lighting up different parts of the brain than everyone else. Of note, they were using, or they seemed to be using, a part of the brain that's involved in spatial memory and navigation. Why? And is there something that the rest of us can learn from this?
Ancak ortada bu hafıza şampiyonlarının ve kontrol gruplarının beyinleri arasında ilgi çekici ve etkili bir farklılık vardı. Deneklerı fMRI makinalarına koyduklarında (işlevsel manyetik rezonans) ve sayılar, insan yüzleri ve kar tanelerinin resimlerini ezberlerken beyinlerini taradıklarında buldular ki bu insanlar diğer insanlara göre beyinlerinin daha farklı bölümlerini çalıştırıyorlar. beyinlerinin daha farklı bölümlerini çalıştırıyorlar. Bakın, yalnızca uzamsal belleklerini kullanıyorlardı ya da öyle görünüyordu. Neden? Ve acaba geri kalanımızın bu durumdan öğrenebileceği bir şey var mı?
The sport of competitive memorizing is driven by a kind of arms race where, every year, somebody comes up with a new way to remember more stuff more quickly, and then the rest of the field has to play catch-up.
"Müsabaka tarzında ezberleme sporu" bir tür silahlanma yarışına benziyor. Her sene birileri daha çok şeyi daha hızlı öğrenmenin başka bir yolunu buluyor ve geri kalanlar ona yetişmeye çalışıyor.
This is my friend Ben Pridmore, three-time world memory champion. On his desk in front of him are 36 shuffled packs of playing cards that he is about to try to memorize in one hour, using a technique that he invented and he alone has mastered. He used a similar technique to memorize the precise order of 4,140 random binary digits in half an hour.
Bu üç kere dünya hafıza şampiyonu olan arkadaşım Ben Pridmore. Önündeki masada 36 tane karıştırılmış iskambil destesi var ve bir saat içinde kendi geliştirdiği ve uzmanlaştığı bir teknikle kağıt sıralamasını ezberlemek üzere. Benzer tekniği rastgele dizilmiş 4,140 rakamın sıralamasını yarım saat içinde hatasız ezberlemek için kullanmıştı.
(Laughter)
hatasız ezberlemek için kullanmıştı.
Yeah.
Evet.
And while there are a whole host of ways of remembering stuff in these competitions, everything, all of the techniques that are being used, ultimately come down to a concept that psychologists refer to as "elaborative encoding."
Ve böyle yarışmalarda bir şeyleri ezberlemek için onlarca yöntem varken, her şey, bütün bu teknikler en nihayetinde psikologların detaylı kodlama diye adlandırdıkları bir yöntem altında birleştirildi.
And it's well-illustrated by a nifty paradox known as the Baker/baker paradox, which goes like this: If I tell two people to remember the same word, if I say to you, "Remember that there is a guy named Baker." That's his name. And I say to you, "Remember that there is a guy who is a baker." Okay? And I come back to you at some point later on, and I say, "Do you remember that word that I told you a while back? Do you remember what it was?" The person who was told his name is Baker is less likely to remember the same word than the person was told his job is a baker. Same word, different amount of remembering; that's weird. What's going on here?
Bu durum Baker/baker adlı şık bir paradoksla açıklanıyor. (İlk Baker özel isim, ikincisi fırıncı anlamında) Paradoks şu: İki kişiye aynı kelimeyi ezberlemelerini söylersem, size dersem ki, "Baker (isim) diye bir adam olduğunu unutma." Bu onun ismi. Ve size de "Fırıncı (meslek) bir adam var, bunu unutma" desem. Ve size eşit süre geçtikten sonra gelsem ve sorsam, "Az önce söylediğim kelimeyi hatırlıyor musunuz? Ne olduğu aklınızda mı?" İsminin Baker olduğu söylenen kişi aynı kelimeyi mesleğinin fırıncı olduğu söylenen kişiden daha nadir hatırlıyor. Aynı kelime, ama hatırlanma miktarı farklı; bu garip. Peki burada n'oluyor?
Well, the name Baker doesn't actually mean anything to you. It is entirely untethered from all of the other memories floating around in your skull. But the common noun "baker" -- we know bakers. Bakers wear funny white hats. Bakers have flour on their hands. Bakers smell good when they come home from work. Maybe we even know a baker. And when we first hear that word, we start putting these associational hooks into it, that make it easier to fish it back out at some later date. The entire art of what is going on in these memory contests, and the entire art of remembering stuff better in everyday life, is figuring out ways to transform capital B Bakers into lower-case B bakers -- to take information that is lacking in context, in significance, in meaning, and transform it in some way, so that it becomes meaningful in the light of all the other things that you have in your mind.
Şimdi, Baker ismi aslında size hiç bir şey ifade etmiyor. Kafatasınızda akmakta olan bütün hatıralardan bağımsız. Kafatasınızda akmakta olan bütün hatıralardan bağımsız. Fakat yaygın olan isim "fırıncı", fırıncıları biliriz. Fırıncılar komik beyaz şapkalar takarlar. Fırıncıların ellerinde un vardır. Fırıncılar işten eve geldiklerinde güzel kokarlar. Hatta bizzat bir fırıncı tanıyor bile olabiliriz. Ve bu kelimeyi duymamızla birlikte, bu ilişkilendirmeleri ve çağrışımları kelimeye yapıştırıyoruz. Bu çağrışımlar kelimeyi sonradan hatırlamamızı kolaylaştırıyor. Bütün bu hafıza yarışmalarında söz konusu olan Bütün bu hafıza yarışmalarında söz konusu olan ve günlük hayatta bir şeyleri daha kolay hatırlamamızı sağlayan şey isim olan Baker'ı meslek olan fırıncıya çevirebilmek. İçerik, anlam, önem yoksunu bilgiyi alıp onu öyle bir dönüştürmek ki onu öyle bir dönüştürmek ki daha önceden aklımızda olan şeyler ışığında bir anlam kazanabilsin.
One of the more elaborate techniques for doing this dates back 2,500 years to Ancient Greece. It came to be known as the memory palace. The story behind its creation goes like this:
Bunu yapmanın en sofistike tekniklerinden biri 2,500 yıl önce Antik Yunan'a kadar uzanıyor. Bu teknik hafıza sarayı olarak biliniyor. Bu eserin arkasında yatan hikaye şöyle:
There was a poet called Simonides, who was attending a banquet. He was actually the hired entertainment, because back then, if you wanted to throw a really slamming party, you didn't hire a D.J., you hired a poet. And he stands up, delivers his poem from memory, walks out the door, and at the moment he does, the banquet hall collapses. Kills everybody inside. It doesn't just kill everybody, it mangles the bodies beyond all recognition. Nobody can say who was inside, nobody can say where they were sitting. The bodies can't be properly buried. It's one tragedy compounding another. Simonides, standing outside, the sole survivor amid the wreckage, closes his eyes and has this realization, which is that in his mind's eye, he can see where each of the guests at the banquet had been sitting. And he takes the relatives by the hand, and guides them each to their loved ones amid the wreckage.
Simonides adlı bir şair bir yemeğe katılıyormuş. Aslında eğlence için tutulmuş, çünkü o zamanlar gerçekten çarpıcı bir parti vermek istendiğinde bir D.J değil, bir şair tutulurmuş. Şair ayağa kalkar, şiirini ezbere okur, kapıdan çıkar, tam o anda ziyafet verilen salon çöker, içerideki herkes ölür. Ölmekle kalmazlar, bedenleri artık tanınacak vaziyette değildir. Kimse içeride kimin olduğunu, içeridekilerin nerede oturduklarını söyleyemez. Cesetler düzgünce gömülemez. Bu bir araya gelmiş iki trajedi. Simonides, enkazın ortasında sağ kalan tek davetli gözlerini kapar, ve zihninin gözüyle yemekte hangi misafirin nerede oturduğunu görür. Yemektekilerin akrabalarını ellerinden tutar, ve her birini enkazın ortasındaki sevdiklerinin yanlarına götürür.
What Simonides figured out at that moment, is something that I think we all kind of intuitively know, which is that, as bad as we are at remembering names and phone numbers, and word-for-word instructions from our colleagues, we have really exceptional visual and spatial memories. If I asked you to recount the first 10 words of the story that I just told you about Simonides, chances are you would have a tough time with it. But, I would wager that if I asked you to recall who is sitting on top of a talking tan horse in your foyer right now, you would be able to see that.
Simonides'in o anda farkettiği, sanırım hepimizin sezgisel olarak bildiği bir şey. O da şu ki; isimleri, telefon numaralarını ve çalışma arkadaşlarımızın talimatlarını kelimesi kelimesine ezberlemekte ne kadar kötü olursak olalım, gerçekten olağan üstü görsel ve uzamsal hafızalarımız var. Sizden az önce Simonides'le ilgili anlattığım hikayenin ilk on kelimesini saymanızı isteseydim, çok büyük ihtimalle zorlanacaktınız. Ama bahse girerim, sizden konuşan taba rengi atın üstünde kimin oturduğunu, ya da antrenizde şu anda kimin olduğunu sorsam cevabı gözünüzde canlandırabilirsiniz. cevabı gözünüzde canlandırabilirsiniz.
The idea behind the memory palace is to create this imagined edifice in your mind's eye, and populate it with images of the things that you want to remember -- the crazier, weirder, more bizarre, funnier, raunchier, stinkier the image is, the more unforgettable it's likely to be. This is advice that goes back 2,000-plus years to the earliest Latin memory treatises.
Hafıza sarayının arkasındaki fikir zihninizin gözünde bir yapı oluşturmak ve bu yapıyı hatırlamak istediğiniz şeylerle bayındırlaştırmak. Gördüğünüz ne kadar çılgın, garip, acayip, komik, dobra, kötü kokuluysa, hatırlamak da o kadar kolay olacaktır. Bu 2000 yıldan daha eski bir öneri ve en eski Latin hafıza tezlerinden biri.
So how does this work? Let's say that you've been invited to TED center stage to give a speech, and you want to do it from memory, and you want to do it the way that Cicero would have done it, if he had been invited to TEDxRome 2,000 years ago.
Peki bunu nasıl yapabiliriz? Diyelim ki TED'de bir konuşma yapmaya davet edildiniz Diyelim ki TED'de bir konuşma yapmaya davet edildiniz ve bu konuşmayı ezbere yapmak istiyorsunuz. Tıpkı Cicero'nun 2000 yıl önce TedxRome'a davet edilmiş olsa yapacağı gibi.
(Laughter)
Kendinizi sokak kapınızın önünde hayal edebilirsiniz.
What you might do is picture yourself at the front door of your house. And you'd come up with some sort of crazy, ridiculous, unforgettable image, to remind you that the first thing you want to talk about is this totally bizarre contest.
Kendinizi sokak kapınızın önünde hayal edebilirsiniz. Ve aklınızda bu garip hafıza yarışmasını hatırlatmanızı ve ilk iş ondan bahsetmenizi sağlayacak oldukça çılgın, garip ve unutulmaz bir görüntü canlandırırdınız.
(Laughter)
Sonra evinize girerdiniz
And then you'd go inside your house, and you would see an image of Cookie Monster on top of Mister Ed. And that would remind you that you would want to then introduce your friend Ed Cook. And then you'd see an image of Britney Spears to remind you of this funny anecdote you want to tell. And you'd go into your kitchen, and the fourth topic you were going to talk about was this strange journey that you went on for a year, and you'd have some friends to help you remember that.
ve kurabiye canavarını görürdünüz; Bay Ed'in üzerinde. Ve bu da size arkadaşınız Ed Cook'tan bahsetmek istediğinizi hatırlatırdı. Daha sonra size bu komik anektdotu anlatmayı sağlayacak Britney Spears'ı görürdünüz. Sonra mutfağınıza giderdiniz, ve bahsetmek istediğiniz dördüncü konu o bir yıllık garip seyahatiniz ve bu seyahati hatırlamanıza yardımcı olacak arkadaşlarınız olurdu.
This is how Roman orators memorized their speeches -- not word-for-word, which is just going to screw you up, but topic-for-topic. In fact, the phrase "topic sentence" -- that comes from the Greek word "topos," which means "place." That's a vestige of when people used to think about oratory and rhetoric in these sorts of spatial terms. The phrase "in the first place," that's like "in the first place of your memory palace."
İşte Romalı konuşmacılar konuşmalarını bu şekilde ezberliyorlardı. Kelimesi kelimesine değil - çünkü bu sizi sadece batırır- onun yerine konu bazında. Aslında "ana fikir" deyimi Yunanca'nın "yer" anlamına gelen "topos" kelimesinden geliyor. Bu insanların konuşma ve hitaplarında bu şekilde uzamsal terimler kullanmalarının bir izi. "En başından" deyimi de sanki hafıza sarayınızın en başındaymış gibi görünüyor.
I thought this was just fascinating, and I got really into it. And I went to a few more of these memory contests, and I had this notion that I might write something longer about this subculture of competitive memorizers. But there was a problem. The problem was that a memory contest is a pathologically boring event.
Bunun büyüleyici olduğunu düşündüm ve bu gerçekten ilgimi çekti. Birkaç hafıza yarışmasına daha gittim. Yarışmacıların alt kültürleriyle ilgili daha çok şey yazabileceğimi düşünüyordum. Ama bir sorun vardı. O da şuydu ki: hafıza yarışları patolojik olarak sıkıcılar.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Truly, it is like a bunch of people sitting around taking the SATs -- I mean, the most dramatic it gets is when somebody starts massaging their temples. And I'm a journalist, I need something to write about. I know that there's incredible stuff happening in these people's minds, but I don't have access to it.
Aslında, bir grup insanın oturmuş SAT'ye girmeleri gibi bir şey. Biri şakaklarını ovuşturmaya başladığında ortam gerçekten çok dramatik oluyor. Ben bir gazeteciyim, hakkında yazacak bir şeylere ihtiyacım var. Bu insanların zihinlerinde inanılmaz şeyler olduğunu biliyorum, ama oraya geçişim yok.
And I realized, if I was going to tell this story, I needed to walk in their shoes a little bit. And so I started trying to spend 15 or 20 minutes every morning, before I sat down with my New York Times, just trying to remember something. Maybe it was a poem, maybe it was names from an old yearbook that I bought at a flea market. And I found that this was shockingly fun. I never would have expected that. It was fun because this is actually not about training your memory. What you're doing, is you're trying to get better and better at creating, at dreaming up, these utterly ludicrous, raunchy, hilarious, and hopefully unforgettable images in your mind's eye. And I got pretty into it.
Bu yüzden farkettim ki, eğer bu hikayeyi anlatacaksam onları biraz anlamam gerekiyor. Ve böylece her sabah gazetemi okumaya başlamadan önce bir 15 20 dakika kadar bir şeyleri hatırlamaya çalışmaya başladım. Belki bir şiiri, belki bit pazarından aldığım eski bir yıllıktaki isimleri. Ve bunun şaşırtıcı bir şekilde eğlenceli olduğunu farkettim. Bunu kesinlikle beklemiyordum. Eğlenceliydi, çünkü aslında hafızanızı eğitmekle ilgisi yoktu. Yaptığınız şey bu çok gülünç, dobra, eğlenceli, ve umarım unutulmaz olan resimleri zihninizin gözünde canlandırmak için hep daha fazla ve daha fazla uğraşmaktı. Ve ben kendimi buna kaptırdım.
This is me wearing my standard competitive memorizer's training kit.
Bu yarışmacı kostümümle çekilmiş bir fotoğrafım.
(Laughter)
Bir çift kulaklık
It's a pair of earmuffs and a set of safety goggles that have been masked over except for two small pinholes, because distraction is the competitive memorizer's greatest enemy.
ve taktığınızda iki küçük delik dışında etrafı göremediğiniz bir gözlük takıyorum. Çünkü dikkat dağılması bir hafıza yarışmacısının en büyük düşmanıdır.
I ended up coming back to that same contest that I had covered a year earlier, and I had this notion that I might enter it, sort of as an experiment in participatory journalism. It'd make, I thought, maybe a nice epilogue to all my research. Problem was, the experiment went haywire. I won the contest --
Sonunda bir yıl önce keşfettiğim yarışmaya yarışmacı olarak katıldım. Bu deneyimimi bir tür katılımcı gazetecilik deneyi olarak yazabileceğim fikrindeydim. Bunun bütün araştırmalarımın güzel bir son sözü olabileceğini düşünüyordum. Fakat sorun şuydu: deneyim kontrolden çıktı. Hiç olmaması gereken yerde
(Laughter)
which really wasn't supposed to happen.
yarışmayı kazandım.
(Applause)
(Alkış)
Now, it is nice to be able to memorize speeches and phone numbers and shopping lists, but it's actually kind of beside the point. These are just tricks. They work because they're based on some pretty basic principles about how our brains work. And you don't have to be building memory palaces or memorizing packs of playing cards to benefit from a little bit of insight about how your mind works.
Şimdi konuşmaları, telefon numaralarını ve alışveriş listelerini ezberleyebilmek güzel bir şey. Ama bu biraz konumuzun dışında kalıyor. Ama bu biraz konumuzun dışında kalıyor. Bunlar sadece püf noktaları. Beynimizin nasıl çalıştığıyla ilgili oldukça temel prensiplere dayanan püf noktaları. oldukça temel prensiplere dayanan püf noktaları. Ve zihninizin çalışma şeklini anlayıp bundan faydalanmanız için illa ki hafıza sarayları inşa etmenize ya da iskambil kağıtlarının dizilişini
We often talk about people with great memories
ezberlemenize gerek yok.
as though it were some sort of an innate gift, but that is not the case. Great memories are learned. At the most basic level, we remember when we pay attention. We remember when we are deeply engaged. We remember when we are able to take a piece of information and experience, and figure out why it is meaningful to us, why it is significant, why it's colorful, when we're able to transform it in some way that makes sense in the light of all of the other things floating around in our minds, when we're able to transform Bakers into bakers.
Çoğu zaman hafızası kuvvetli olan insanların doğuştan yetenekli olduklarını kabul ediyoruz, fakat gerçekte böyle değil. Kuvvetli hafıza öğrenerek kazanılır. En basitinden, dikkat ettiğimiz şeyleri hatırlıyoruz. Gerçekten ilgili olduğumuz şeyleri hatırlıyoruz. Bir bilginin ya da deneyimin bizim için neden bizim için anlamlı, kayda değer, renkli olduğunu anladığımızda ve bu bilgiye bir şekilde daha önceden zihnimizde olanlar ışığında bir anlam kazandırdığımızda ve kişi olan Baker'ları zihnimize hitap eden fırıncılara dönüştürebildiğimizde hatırlayabiliyoruz.
The memory palace, these memory techniques -- they're just shortcuts. In fact, they're not even really shortcuts. They work because they make you work. They force a kind of depth of processing, a kind of mindfulness, that most of us don't normally walk around exercising. But there actually are no shortcuts. This is how stuff is made memorable.
Hafıza sarayı, bu hafıza teknikleri, bunlar sadece kısayollar. Aslında gerçekten kısayol bile değiller. İşe yarıyorlar çünkü sizin düşünmenizi sağlıyorlar. Bu yöntemler farkındalığımızı ve etrafımızı algılayışımızı geliştiriyorlar. Bir çoğumuz normalde bu iki nokta üzerinde çok durmaz. Ama aslında kestirmeler yok. Şeyler bu şekilde hatırlanabilir oluyor.
And I think if there's one thing that I want to leave you with, it's what E.P., the amnesic who couldn't even remember he had a memory problem, left me with, which is the notion that our lives are the sum of our memories. How much are we willing to lose from our already short lives, by losing ourselves in our Blackberries, our iPhones, by not paying attention to the human being across from us who is talking with us, by being so lazy that we're not willing to process deeply?
Ve konuşmamı özellikle sonlandırmak isteyeceğim bir konu varsa o da E.P.'nin biz hafıza sorunu olduğunu bile hatırlayamayan bir amneziğin bana öğrettiğidir. O da şu ki: hayatlarımız anılarımızın toplamıdır. hayatlarımız anılarımızın toplamıdır. Zaten kısa olan hayatlarımızdan kendimizi Blackberry'lerimizde, iPhone'larımızda kaybederek, kendimizi Blackberry'lerimizde, iPhone'larımızda kaybederek, yanı başımızda bizle konuşan insana dikkatimizi vermeyerek, etrafımızı algılamak dahi istemeyecek kadar tembel olarak, etrafımızı algılamak dahi istemeyecek kadar tembel olarak, ne kadar daha kaybetmek istiyoruz?
I learned firsthand that there are incredible memory capacities latent in all of us. But if you want to live a memorable life, you have to be the kind of person who remembers to remember.
İçimizde inanılmaz bir hafıza kapasitesinin gizli olduğunu birinci elden öğrendim. gizli olduğunu birinci elden öğrendim. Ama eğer hatırlamaya değer bir hayat yaşamak istiyorsanız "hatırlamayı" hatırlamanız gerekiyor.
Thank you.
Teşekkür ederim.
(Applause)
(Alkış)