All human life, all life, depends on plants. Let me try to convince you of that in a few seconds. Just think for a moment. It doesn't matter whether you live in a small African village, or you live in a big city, everything comes back to plants in the end: whether it's for the food, the medicine, the fuel, the construction, the clothing, all the obvious things; or whether it's for the spiritual and recreational things that matter to us so much; or whether it's soil formation, or the effect on the atmosphere, or primary production. Damn it, even the books here are made out of plants. All these things, they come back to plants. And without them we wouldn't be here.
İnsan hayatı, bütün hayat, bitkilere bağlı. İzin verirseniz sizleri ikna etmeye çalışayım. Bir anlığına düşünün. Afrika'da ufak bir köyde de olsanız, büyük bir şehirde de, hiç fark etmez, her şey dönüp dolaşıp bitkilere geliyor. Yiyecek olsun, ilaç, yakıt, inşaat malzemesi, giyecek ve diğer birçok şey olsun, ya da bizler için çok önemi olan eğlencelik ya da ruhani şeyler, ya da toprak oluşumu, atmosferik etkiler, ya da birincil üretim. Kahretsin ki, kitaplar bile burada bitkilerden yapılıyor. Bütün bunların hepsi, dönüp dolaşıp bitkilere geliyor. Ve onlar olmasaydı bizler de olmazdık.
Now plants are under threat. They're under threat because of changing climate. And they are also under threat because they are sharing a planet with people like us. And people like us want to do things that destroy plants, and their habitats. And whether that's because of food production, or because of the introduction of alien plants into places that they really oughtn't be, or because of habitats being used for other purposes -- all these things are meaning that plants have to adapt, or die, or move. And plants sometimes find it rather difficult to move because there might be cities and other things in the way.
Fakat bitkiler artık tehdit altında. Değişen iklim nedeniyle tehdit altındalar. Ayrıca bizim gibi insanlarla aynı dünyayı paylaştıkları için tehdit altındalar. Ve bizler bitkileri ve onların doğal yaşam ortamlarını yok eden şeyler yapmayı seviyoruz. İster yiyecek üretimi olsun ya da yabancı bitkilerin bulunmamaları gereken doğal yaşam alanlarına dahil edilmeleri ya da doğal yaşam alanlarının başka amaçlarla kullanılması, bütün bunlar bitkilerin değişikliklere ayak uydurması, yok olması ya da yer değiştirmesi anlamına geliyor. Ve bitkiler kimi zaman kolay yer değiştiremiyorlar çünkü yollarının üzerinde şehirler ya da başka engeller olabiliyor.
So if all human life depends on plants, doesn't it make sense that perhaps we should try to save them? I think it does. And I want to tell you about a project to save plants. And the way that you save plants is by storing seeds. Because seeds, in all their diverse glory, are plants' futures. All the genetic information for future generations of plants are held in seeds. So here is the building; it looks rather unassuming, really. But it goes down below ground many stories. And it's the largest seed bank in the world. It exists not only in southern England, but distributed around the world. I'll come to that. This is a nuclear-proof facility. God forbid that it should have to withstand that.
Eğer tüm insan hayatı bitkilere bağlıysa, bitkileri koruma altına almaya çalışmak sizce mantıklı değil mi? Bence mantıklı. Ve sizlere bitkileri korumak için bir projeden bahsetmek istiyorum. Bitkileri korumanın yolu tohumlarını depolamaktan geçiyor. Çünkü tohumlar, şanlı çeşitlilikleriyle bitkilerin geleceğidir. Bitkilerin gelecek nesillerine ait tüm genetik bilgi tohumlarda bulunur. İşte bina. Gerçekten mütevazı görünüyor. Fakat yerin altında birçok kat daha bulunuyor. Ve dünyanın en büyük tohum bankası. Sadece Güney İngiltere'de değil, dünya çapında yayılmış durumda. Onu da sonra anlatacağım. Burası nükleer işlemez bir tesis. Tanrı korusun, fakat buna dahi dayanabilir.
So if you're going to build a seed bank, you have to decide what you're going to store in it. Right? And we decided that what we want to store first of all, are the species that are most under threat. And those are the dry land species. So first of all we did deals with 50 different countries. It means negotiating with heads of state, and with secretaries of state in 50 countries to sign treaties. We have 120 partner institutions all over the world, in all those countries colored orange. People come from all over the world to learn, and then they go away and plan exactly how they're going to collect these seeds. They have thousands of people all over the world tagging places where those plants are said to exist. They search for them. They find them in flower. And they go back when their seeds have arrived. And they collect the seeds. All over the world.
E tabi, bir tohum bankası inşa edecekseniz, içine ne koyacağınıza da karar vermeniz gerekir, değil mi? Ve bizler de istedik ki, Dünya'da en fazla tehdit altında olan türleri saklayalım. Ve bunlar da kuru arazi türleri. İlk önce 50 farklı ülkeyle anlaşmalar yaptık. Tabi bu 50 devletin de devlet başkanları ve bakanlarıyla anlaşma imzalamak için görüşmek anlamına geliyor. Turuncuyla renklendirilmiş ülkelerin tümünde 120 kurumla ortaklıklarımız var. İnsanlar dünyanın dört bir tarafından öğrenmek için geliyorlar. Ve sonra da geri dönüp, bu tohumları nasıl toplayacaklarını planlıyorlar. Dünya çapında bu bitkilerin yaşadığı söylenen yerleri işaretleyen binlerce insan var. Bu bitkileri arıyorlar, bu bitkileri çiçek halinde buluyorlar. Sonra da tohumları olunca geri gidip, tohumları topluyorlar. Bütün dünyada.
The seeds -- some of if is very untechnical. You kind of shovel them all in to bags and dry them off. You label them. You do some high-tech things here and there, some low-tech things here and there. And the main thing is that you have to dry them very carefully, at low temperature. And then you have to store them at about minus 20 degrees C -- that's about minus four Fahrenheit, I think -- with a very critically low moisture content. And these seeds will be able to germinate, we believe, with many of the species, in thousands of years, and certainly in hundreds of years.
Tohumlar -- bazıları çok teknik gerektirmiyor. Kürekle torbalara doldurup, sonra da kurutuyorsunuz. Etiketliyorsunuz. Birkaç yüksek teknolojili işlem yapıyorsunuz. Birkaç düşük teknolojili işlem yapıyorsunuz. Ve asıl önemli olan bunları çok dikkatli şekilde kurutmanız, düşük bir sıcaklıkta. Sonra da 20 santigrat derece civarında -- sanırım negatif 4 fahrenhayt dereceye denk gelir nem oranına da çok dikkat ederek depolamanız gerekiyor. Ve inanıyoruz ki, bu tohumlar diğer bütün türlerle de birlikte binlerce yıl sonradan çok emin olmamakla birlikte kesinlikle yüzyıllar sonra yeniden canlanabilecekler.
It's no good storing the seeds if you don't know they're still viable. So every 10 years we do germination tests on every sample of seeds that we have. And this is a distributed network. So all around the world people are doing the same thing. And that enables us to develop germination protocols. That means that we know the right combination of heat and cold and the cycles that you have to get to make the seed germinate. And that is very useful information. And then we grow these things, and we tell people, back in the countries where these seeds have come from, "Look, actually we're not just storing this to get the seeds later, but we can give you this information about how to germinate these difficult plants." And that's already happening.
Hala canlı olup olmadıklarından emin olmaksızın tohumları saklamanın bir yararı yok. Bu yüzden her 10 yılda, elimizdeki her tohum numunesine çimlenme testleri yapıyoruz Ve bu dağıtılmış bir ağ. Yani, dünyanın her yerinde insanlar aynı şeyi yapıyor. Bu da bize çimlenme protokolünü ilerletebilme şansı veriyor. Ve bu, doğru sıcak ve soğuk oranını, çimlenme elde edilebilecek doğru dönemleri biliyoruz anlamına geliyor. Ve bu gayet yararlı bir bilgi. Sonra bunları yetiştiriyoruz ve bu tohumların geldiği ülkelerdeki insanlara, "Bakın, tohumları sadece sonra kullanmak için saklamakla kalmıyoruz, size bunun yanı sıra bu zor bitkileri nasıl çimlendirebileceğiniz bilgisini de veriyoruz." Ve bu gerçekten oluyor.
So where have we got to? I am pleased to unveil that our three billionth seed -- that's three thousand millionth seed -- is now stored. Ten percent of all plant species on the planet, 24,000 species are safe; 30,000 species, if we get the funding, by next year. Twenty-five percent of all the world's plants, by 2020. These are not just crop plants, as you might have seen stored in Svalbard in Norway -- fantastic work there. This is at least 100 times bigger. We have thousands of collections that have been sent out all over the world: drought-tolerant forest species sent to Pakistan and Egypt; especially photosynthetic-efficient plants come here to the United States; salt-tolerant pasture species sent to Australia; the list goes on and on.
Yani, neye ulaşmış olduk? Üç milyarıncı -- yani üç bin milyonuncu -- tohumumuzun da artık depomuzda olduğunu memnuniyetle söyleyebilirim. Gezegenimizdeki bitki türlerinin yüzde onu, yani 24,000 tür artık güvende; gelecek yıl, finansman sağlayabilirsek, 30.000 tür olacak. 2020'ye kadar dünya bitkilerinin yüzde 25'i. Bunlar sadece hasat bitkileri değil, Norveç, Svalbard'da depolananlar arasında görebileceğiniz gibi -- muhteşem bir iş yapıyorlar. Bu en az 100 kat daha büyük. Dünyanın her yanına gönderdiğimiz binlerce koleksiyonumuz var: Pakistan ve Mısır'a kuraklığa dayanabilen orman bitkileri; özellikle fotosentetik-verimli bitkiler buraya, ABD'ye geliyor; tuza dayanıklı mera türleri Avustralya'ya gidiyor ve liste böyle uzuyor.
These seeds are used for restoration. So in habitats that have already been damaged, like the tall grass prairie here in the USA, or in mined land in various countries, restoration is already happening because of these species -- and because of this collection. Some of these plants, like the ones on the bottom to the left of your screen, they are down to the last few remaining members. The one where the guy is collecting seeds there on the truck, that is down to about 30 last remaining trees. Fantastically useful plant, both for protein and for medicine.
Bu tohumlar restorasyon için kullanılıyor. Çoktan mahvolmuş habitatlarda, ABD'deki uzun çayır otları gibi ya da çeşitli ülkelerdek mayınlı topraklarda, bu türler sayesinde restorasyon yapılıyor -- ve bu koleksiyon sayesinde. Bu bitkilerin bazıları, ekranın solundaki şu diptekiler gibi, türlerinin geri kalan bir kaçından. Kamyonun üstündeki adamın tohumlarını topladığı ağaçtan, geriye yaklaşık 30 tane kaldı. İnanılmaz bir şekilde faydalı bir bitki, protein olarak da, tıbbi olarak da.
We have training going on in China, in the USA, and many other countries. How much does it cost? 2,800 dollars per species is the average. I think that's cheap, at the price. And that gets you all the scientific data that goes with it. The future research is "How can we find the genetic and molecular markers for the viability of seeds, without having to plant them every 10 years?" And we're almost there. Thank you very much. (Applause)
Çin'de ve ABD'de eğitimlerimiz devam ediyor ve daha birçok ülkede. Ne kadara mal oluyor? Ortalama, tür başına 2.800 dolar. Değerine göre bence ucuz. Ve bununla birlikte size tüm bilimsel veriyi de getiriyor. Gelecekteki araştırma konumuz, "Her on yılda bir tohumlara canlanma testleri yapmadan tohumların yaşayabilirliklerini gösterecek genetik ve moleküler işaretleri nasıl buluruz?" Ve bunun cevabını neredeyse vermek üzereyiz. Teşekkür ederim. (Alkışlar)