I want to tell you the story about the time I almost got kidnapped in the trunk of a red Mazda Miata. It's the day after graduating from design school and I'm having a yard sale. And this guy pulls up in this red Mazda and he starts looking through my stuff. And he buys a piece of art that I made. And it turns out he's alone in town for the night, driving cross-country on a road trip before he goes into the Peace Corps. So I invite him out for a beer and he tells me all about his passion for making a difference in the world.
Size kırmızı bir Mazda Miata'nın bagajında neredeyse kaçırıldığım zamanlardaki hikâyeyi anlatmak istiyorum. Tasarım okulundan mezun olduğum gün ve bahçemde satış yapıyorum. Adam kırmızı Mazda'sını durduruyor ve eşyalarımı incelemeye başlıyor. Yaptığım bir eseri satın alıyor. Anlaşılıyor ki adam gece şehirde tek başına, Peace Corps'a gitmeden önce ülkeyi baştan başa kateden bir gezi yapıyor. Onu bira içmeye davet ediyorum ve bana dünyadaki bütün tutkusunun bir fark yaratmak olduğunu söylüyor.
Now it's starting to get late, and I'm getting pretty tired. As I motion for the tab, I make the mistake of asking him, "So where are you staying tonight?" And he makes it worse by saying, "Actually, I don't have a place." And I'm thinking, "Oh, man!" What do you do? We've all been there, right? Do I offer to host this guy? But, I just met him -- I mean, he says he's going to the Peace Corps, but I don't really know if he's going to the Peace Corps and I don't want to end up kidnapped in the trunk of a Miata. That's a small trunk!
Saat geç olmaya başlıyor ve giderek bitkin düşüyorum. Ben hesap için hareketlenirken ona şunu sormakla hata ediyorum: "Peki bu gece nerede kalıyorsun?" Şunu söylemesiyle işler daha berbat oluyor "Aslına bakarsan, kalacak yerim yok." Şöyle düşünüyorum, "Hadi be!" Ne iş yapıyorsun? Biz orada bulunduk, değil mi? Evimde ağırlamayı teklif etsem mi? Ama daha yeni tanıştık, yani o Peace Corps'a gideceğini söylüyor ama gerçekten oraya gidip gitmeyeceğini bilmiyorum ve kendimi bir Miata bagajında kaçırılmış olarak bulmak istemem. Bu küçük bir bagaj!
So then I hear myself saying, "Hey, I have an airbed you can stay on in my living room." And the voice in my head goes, "Wait, what?"
Sonra kendimi şunu söylerken duyuyorum: "Hey, benim bir hava yatağım var, benim salonumda kalabilirsin." Kafamın içindeki ses devam ediyor, "Nasıl yani?"
That night, I'm laying in bed, I'm staring at the ceiling and thinking, "Oh my god, what have I done? There's a complete stranger sleeping in my living room. What if he's psychotic?" My anxiety grows so much, I leap out of bed, I sneak on my tiptoes to the door, and I lock the bedroom door.
O gece yatağımda uzanıyorum, tavana bakıyorum ve düşünüyorum "Aman tanrım, ben ne yaptım? Salonumda uyuyan komple bir yabancı var. Ya psikopatsa?" Endişem çok fazla büyüyor. Yataktan fırlıyorum. Parmak uçlarımda gizlice kapıya doğru sokuluyorum ve yatak odasının kapısını kilitliyorum.
It turns out he was not psychotic. We've kept in touch ever since. And the piece of art he bought at the yard sale is hanging in his classroom; he's a teacher now.
Psikopat olmadığı sonunda anlaşılıyor. O zamandan beri iletişimdeydik. Bahçe satışında aldığı eserim sınıfında asılı duruyor. O şimdi bir öğretmen.
This was my first hosting experience, and it completely changed my perspective. Maybe the people that my childhood taught me to label as strangers were actually friends waiting to be discovered. The idea of hosting people on airbeds gradually became natural to me and when I moved to San Francisco, I brought the airbed with me.
Bu benim ilk ev sahipliği deneyimimdi ve bakış açımı tamamıyla değiştirdi. Çocukluğumun bana yabancı olarak tanımlamayı öğrettiği insanlar, belki de keşfedilmeyi bekleyen arkadaşlardı. İnsanları şişme yataklarda ağırlama fikri bana doğal gelmeye başlamıştı ve San Francisco'ya taşındığımda yanımda şişme yatak da getirdim.
So now it's two years later. I'm unemployed, I'm almost broke, my roommate moves out, and then the rent goes up. And then I learn there's a design conference coming to town, and all the hotels are sold out. And I've always believed that turning fear into fun is the gift of creativity.
Şimdi iki yıl sonrasındayız. İşsizim ve neredeyse çulsuzum, oda arkadaşım taşınıyor ve kira ücreti de artıyor. Sonra şehirde bir tasarım konferansı verileceğini öğreniyorum ve bütün oteller satılıyor. Korkuyu eğlenceye dönüştürmenin yaratıcılığın bir hediyesi olduğuna her zaman inandım.
So here's what I pitch my best friend and my new roommate Brian Chesky: "Brian, thought of a way to make a few bucks -- turning our place into 'designers bed and breakfast,' offering young designers who come to town a place to crash, complete with wireless Internet, a small desk space, sleeping mat, and breakfast each morning. Ha!"
En iyi ve yeni oda arkadaşım Brian Chesky'ye şunu öneriyorum: "Brian, birkaç kuruş kazanmanın yolunu buldum, evimizi 'tasarımcıların oda ve kahvaltısı'na çevireceğiz, şehre gelen genç tasarımcılara kalacak yer sunacağız, kablosuz İnternet, küçük çalışma alanı, yer yatağı ve günlük kahvaltıyla tamamlayacağız. Ha!"
We built a basic website and Airbed and Breakfast was born. Three lucky guests got to stay on a 20-dollar airbed on the hardwood floor. But they loved it, and so did we. I swear, the ham and Swiss cheese omelets we made tasted totally different because we made them for our guests. We took them on adventures around the city, and when we said goodbye to the last guest, the door latch clicked, Brian and I just stared at each other. Did we just discover it was possible to make friends while also making rent?
Basit bir web sitesi yaptık ve Airbed and Breakfast doğdu. Üç şanslı misafir, ahşap döşemenin üstünde 20 dolarlık şişme yatakta kalmak için gelmişti. Ama bu hoşlarına gitti ve tabii bizim de. Yemin ederim, yaptığımız jambon ve İsviçre peynirli omlet tamamen farklı bir tat verdi, çünkü konuklarımız için yapmıştık. Onlarla şehirde maceralara atıldık ve son konuğumuzla vedalaştığımızda kapının kilidi tıkırdadı, Brian ile ben birbirimize baktık. Kiralama yaparken dahi, arkadaş edinmenin mümkün olduğunu mu bulmuştuk?
The wheels had started to turn. My old roommate, Nate Blecharczyk, joined as engineering co-founder. And we buckled down to see if we could turn this into a business.
Taşlar yerine oturmaya başlamıştı. Eski oda arkadaşım, Nate Blecharczyk, mühendislik kurucu ortağı olarak katıldı. Bunu ticarete çevirebilir miyiz diye görmek için işe koyulduk.
Here's what we pitched investors: "We want to build a website where people publicly post pictures of their most intimate spaces, their bedrooms, the bathrooms -- the kinds of rooms you usually keep closed when people come over. And then, over the Internet, they're going to invite complete strangers to come sleep in their homes. It's going to be huge!"
Yatırımcılara sunduğumuz şey şuydu: "Bir İnternet sitesi istiyoruz, insanların en rahat alanlarının fotoğraflarını açıkça koyabileceği, yatak odalarının, banyolarının, biri geldiğinde kapalı tuttuğunuz bu tarz odalar. Sonra İnternet üzerinden evlerinde kalmaları için tamamen yabancı olanları davet edecekler. Muazzam olacak!"
(Laughter)
(Gülüşmeler)
We sat back, and we waited for the rocket ship to blast off. It did not. No one in their right minds would invest in a service that allows strangers to sleep in people's homes. Why? Because we've all been taught as kids, strangers equal danger.
Arkamıza yaslandık ve roket gemisinin havalanmasını bekledik. Öyle olmadı. Aklı başında kimse evlerinde yabancıların uyumasına izin veren bir servise yatırım yapmaz. Neden? Çünkü 'yabancılar eşittir tehlike' diye küçüklükten eğitildik.
Now, when you're faced with a problem, you fall back on what you know, and all we really knew was design. In art school, you learn that design is much more than the look and feel of something -- it's the whole experience. We learned to do that for objects, but here, we were aiming to build Olympic trust between people who had never met. Could design make that happen? Is it possible to design for trust?
Bir problemle karşılaştığınızda, bildiğiniz şeye başvurursunuz ve bizim bildiğimiz tüm şey tasarımdan ibaretti. Sanat okulunda, tasarımın görünüşten ve bir şeyi hissetmekten daha fazlası olduğunu öğrenirsiniz, bu deneyimin tamamımıdır. Biz bunu nesneler için yapmayı öğrendik, ancak burada, daha önce hiç tanışmayan insanlar arasında kuvvetli bir güven sağlama amacındayız. Tasarım bunu mümkün kılabilir mi? Güven için tasarlamak mümkün mü?
I want to give you a sense of the flavor of trust that we were aiming to achieve. I've got a 30-second experiment that will push you past your comfort zone. If you're up for it, give me a thumbs-up. OK, I need you to take out your phones. Now that you have your phone out, I'd like you to unlock your phone. Now hand your unlocked phone to the person on your left.
Size, başarmayı hedeflediğimiz güvenin lezzet hissini vermek istiyorum. Sizi konfor bölgenizden alıp çıkartacak 30 saniyelik bir deneyim var. Eğer buna adaysanız, onaylayın. Tamam, telefonunuzu çıkartmanız gerekiyor. Madem ki telefonlar elinizde, telefonunuzun kilidini açmanızı istiyorum. Şimdi açık olan telefonunuzu solunuzdaki kişiye verin.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
That tiny sense of panic you're feeling right now --
Şu anda yaşadığınız o ufacık panik hissi
(Laughter)
(Gülüşmeler)
is exactly how hosts feel the first time they open their home. Because the only thing more personal than your phone is your home. People don't just see your messages, they see your bedroom, your kitchen, your toilet.
tamamen ev sahiplerinin evini ilk defa açarken hissettiği şey. Çünkü telefonunuzdan daha özel olan tek şey evinizdir. İnsanlar sadece mesajlarınızı görmüyor, yatak odanızı, mutfağınızı, tuvaletinizi de görüyorlar.
Now, how does it feel holding someone's unlocked phone? Most of us feel really responsible. That's how most guests feel when they stay in a home. And it's because of this that our company can even exist. By the way, who's holding Al Gore's phone?
Başka birinin açık olan telefonunu tutmak nasıl bir his? Çoğumuz gerçekten sorumlu hissediyor. Birçok misafirin bir evde kalırken hissettiği şey de bu. Bizim şirketimizin var olma nedeni de bu. Bu arada, Al Gore'un telefonunu kim tutuyor?
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Would you tell Twitter he's running for President?
Başkanlığa aday olduğunu Twitter'a bildirebilir misiniz?
(Laughter)
(Gülüşmeler)
(Applause)
(Alkışlar)
OK, you can hand your phones back now.
Tamam, telefonlarınızı şimdi geri alabilirsiniz.
So now that you've experienced the kind of trust challenge we were facing, I'd love to share a few discoveries we've made along the way. What if we changed one small thing about the design of that experiment? What if your neighbor had introduced themselves first, with their name, where they're from, the name of their kids or their dog? Imagine that they had 150 reviews of people saying, "They're great at holding unlocked phones!"
Madem ki karşılaştığımız bir çeşit güven sorununu tecrübe etmiş oldunuz, bu süreçte gerçekleştirdiğimiz birkaç keşfi paylaşmak istiyorum. Bu tecrübenin tasarımıyla ilgili ya küçük bir şeyi değiştirseydik? Eğer komşunuz ilk önce adıyla, nereli olduğuyla, çocuklarının veya köpeğinin adıyla kendini tanıtsaydı? Haklarında şöyle 150 eleştiri olduğunu hayal edin, "Kilidi açık telefonları tutmakta çok iyiler!"
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Now how would you feel about handing your phone over?
Peki telefonunuzu vermek hakkında şimdi ne hissederdiniz?
It turns out, a well-designed reputation system is key for building trust. And we didn't actually get it right the first time. It's hard for people to leave bad reviews. Eventually, we learned to wait until both guests and hosts left the review before we reveal them.
Anlaşılan o ki, iyi tasarlanmış bir itibar sistemi, güven inşa etmenin anahtarıdır. İlk seferde biz bunu düzgün yapmamıştık. Kötü yorumlar bırakmak insanlara zor geliyordu. Sonunda, yorumları ortaya dökmeden önce konukların ve ev sahiplerinin yorum bırakmasını beklemeyi öğrendik.
Now, here's a discovery we made just last week. We did a joint study with Stanford, where we looked at people's willingness to trust someone based on how similar they are in age, location and geography. The research showed, not surprisingly, we prefer people who are like us. The more different somebody is, the less we trust them. Now, that's a natural social bias. But what's interesting is what happens when you add reputation into the mix, in this case, with reviews.
İşte geçen hafta keşfettiğimiz şey bu. Stanford ile birlikte yaşın, konumun ve coğrafyanın etkisini baz alarak, insanların birine güvenme isteği üzerine ortak bir araştırma yaptık. Bu araştırma beklendiği gibi şunu gösterdi, biz, bizim gibi olanları tercih ediyoruz. Birisi ne kadar farklı ise, o kadar az güveniyoruz. Bu doğal bir sosyal eğilim. Ancak ilginç olan ise, karışıma itibar eklediğinizde olan şey, eleştirilerle birlikte durum bu.
Now, if you've got less than three reviews, nothing changes. But if you've got more than 10, everything changes. High reputation beats high similarity. The right design can actually help us overcome one of our most deeply rooted biases.
Eğer üçten az eleştiriniz varsa, hiçbir şey değişmez. Ancak ondan fazla ise, her şey değişir. Yüksek itibar, yüksek benzerliği yener. En derinden içimizde yer etmiş ön yargılardan birini yenmemizde doğru tasarım aslında yardımcı olabilir.
Now we also learned that building the right amount of trust takes the right amount of disclosure. This is what happens when a guest first messages a host. If you share too little, like, "Yo," acceptance rates go down. And if you share too much, like, "I'm having issues with my mother,"
Ayrıca şunu da öğrendik; doğru güven miktarını oluşturmak, doğru ifşa miktarı gerektiriyor. Bir konuk, ev sahibine mesajı ilk attığında böyle oluyor. Eğer çok az şey paylaşırsan, mesela "Yo" gibi kabul oranı azalıyor. Çok fazla şey paylaşırsan da "Annemle ilgili sorunlarım var" gibi,
(Laughter)
(Gülüşmeler)
acceptance rates also go down. But there's a zone that's just right, like, "Love the artwork in your place. Coming for vacation with my family." So how do we design for just the right amount of disclosure? We use the size of the box to suggest the right length, and we guide them with prompts to encourage sharing.
kabul derecesi yine azalıyor. Ancak doğru olan bir alan var, mesela, "Yerinizdeki sanat eserini sevdim. Ailemle birlikte tatile geliyorum." Peki, doğru ifşa miktarı için nasıl tasarlamamız lazım? Doğru uzunluğu belirtmek için kutucuğun boyutunu kullanıyoruz ve paylaşmayı teşvik etmek için komutlarla yol gösteriyoruz.
We bet our whole company on the hope that, with the right design, people would be willing to overcome the stranger-danger bias. What we didn't realize is just how many people were ready and waiting to put the bias aside.
Tüm şirketimizin doğru tasarımla insanların yabancı tehlikesi ön yargısını yıkmak için istekli olacağı umudumuzdan emin olabilirsiniz. Fark etmediğimiz şey ise, ne kadar çok insanın hazır olduğu ve ön yargılarını kenara koymak için beklemesiydi.
This is a graph that shows our rate of adoption. There's three things happening here. The first, an unbelievable amount of luck. The second is the efforts of our team. And third is the existence of a previously unsatisfied need. Now, things have been going pretty well.
Bu benimsenme hızımızı gösteren bir grafik. Burada gerçekleşen üç şey var. Birincisi, şaşırtıcı miktarda şans. İkincisi, takımımızın çabaları. Üçüncüsü ise, önceden giderilmemiş ihtiyacın varlığı. İşler büyük ölçüde yolunda gitti.
Obviously, there are times when things don't work out. Guests have thrown unauthorized parties and trashed homes. Hosts have left guests stranded in the rain. In the early days, I was customer service, and those calls came right to my cell phone. I was at the front lines of trust breaking. And there's nothing worse than those calls, it hurts to even think about them. And the disappointment in the sound of someone's voice was and, I would say, still is our single greatest motivator to keep improving.
Belli ki, işlerin yolunda gitmediği bazı zamanlar da var. Konuklar izinsiz partiler vermişti ve evleri tahrip etmişti. Ev sahipleri, konuklarını yağmurda dışarıya atmıştı. İlk zamanlar müşteri servisindeydim ve bu çağrılar direkt cep telefonuma geliyordu. Güven kırılmasının ön saflarındaydım. Bu çağrılardan daha kötü bir şey olamaz, onlar hakkında düşünmek bile canımı acıtıyor. Birisinin sesindeki kırgınlık sanırım ilerlemeye devam etmemizdeki tek büyük motive edici şeydi.
Thankfully, out of the 123 million nights we've ever hosted, less than a fraction of a percent have been problematic. Turns out, people are justified in their trust. And when trust works out right, it can be absolutely magical.
Neyse ki, sunduğumuz 123 milyon gecenin yüzde birden daha az bir kısmı problemliydi. Anlaşılan o ki, insanlar güvenlerinde haklılar. Güven düzgün çalıştığında, tamamen fevkalade olabilir.
We had a guest stay with a host in Uruguay, and he suffered a heart attack. The host rushed him to the hospital. They donated their own blood for his operation. Let me read you his review.
Uruguay'daki bir ev sahibiyle kalan bir konuğumuz vardı ve kalp krizi yaşadı. Ev sahipleri onu hastaneye yetiştirdi. Ameliyatı için kendi kanlarını bağışladılar. Onun yorumunu okumama izin verin.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
"Excellent house for sedentary travelers prone to myocardial infarctions.
"Kalp krizine meyilli yerleşik yolcular için harika bir ev.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
The area is beautiful and has direct access to the best hospitals.
Bu bölge güzel ve en iyi hastanelere direkt erişim var.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Javier and Alejandra instantly become guardian angels who will save your life without even knowing you. They will rush you to the hospital in their own car while you're dying and stay in the waiting room while the doctors give you a bypass. They don't want you to feel lonely, they bring you books to read. And they let you stay at their house extra nights without charging you. Highly recommended!"
Javier ve Alejandra, sizi tanımadan bile bir anda hayatınızı kurtaran iyilik melekleri oluyorlar. Siz ölürken kendi arabalarıyla sizi hastaneye yetiştirecekler ve doktorlar size baypas uygularken, bekleme odasında kalacaklar. Yalnız hissetmenizi istemiyorlar, okumanız için kitap getiriyorlar. Ücretsiz olarak evlerinde fazladan kalmanıza izin veriyorlar. Şiddetle tavsiye edilir!"
(Applause)
(Alkışlar)
Of course, not every stay is like that. But this connection beyond the transaction is exactly what the sharing economy is aiming for.
Tabii ki her konaklama böyle değil. Ancak alışverişin ötesindeki bu bağlantı, paylaşımlı ekonominin tam olarak amaçladığı şey.
Now, when I heard that term, I have to admit, it tripped me up. How do sharing and transactions go together? So let's be clear; it is about commerce. But if you just called it the rental economy, it would be incomplete. The sharing economy is commerce with the promise of human connection. People share a part of themselves, and that changes everything.
Bu terimi duyduğum zaman, kabul etmeliyim ki, hata yapmama neden oldu. Paylaşma ve alışveriş nasıl uyuşabilir ki? Açık olmak gerekirse, bu ticaretle ilgili. Bunu sadece kiralama ekonomisi olarak tanımlasaydınız eksik kalmış olurdu. Paylaşımlı ekonomi, insan bağlantısı vaadinin bir ticaretidir. İnsanlar kendilerinin bir bölümünü paylaşır ve bu her şeyi değiştirir.
You know how most travel today is, like, I think of it like fast food -- it's efficient and consistent, at the cost of local and authentic. What if travel were like a magnificent buffet of local experiences? What if anywhere you visited, there was a central marketplace of locals offering to get you thoroughly drunk on a pub crawl in neighborhoods you didn't even know existed. Or learning to cook from the chef of a five-star restaurant?
Günümüzdeki çoğu seyahatin nasıl olduğunu biliyorsunuz, onları fast food gibi görüyorum, yerel ve özgün maliyette, etkili ve tutarlılar. Ya seyahat yerel tecrübelerin muhteşem bir büfesi olsaydı? Ya ziyaret ettiğiniz herhangi bir yerde var olduğunu bile bilmediğiniz mahallelerde bardan bara dolaşarak iyice sarhoş olmayı teklif eden veya beş yıldızlı bir restoran şefinden yemek yapmayı öğreneceğiniz yerliler merkezi bir pazarı olsaydı?
Today, homes are designed around the idea of privacy and separation. What if homes were designed to be shared from the ground up? What would that look like? What if cities embraced a culture of sharing? I see a future of shared cities that bring us community and connection instead of isolation and separation.
Günümüzde evler gizlilik ve ayrılık düşüncesiyle tasarlanıyor. Ya şehirler paylaşılmak için tasarlansaydı? Neye benzerdi? Şehirler bir paylaşma kültürü benimseseydi nasıl olurdu? Soyutlanma ve ayrışmanın yerine, bize topluluk ve bağlantı getiren paylaşımlı şehirlerin geleceğini görüyorum.
In South Korea, in the city of Seoul, they've actually even started this. They've repurposed hundreds of government parking spots to be shared by residents. They're connecting students who need a place to live with empty-nesters who have extra rooms. And they've started an incubator to help fund the next generation of sharing economy start-ups.
Hatta Güney Kore'de Seul şehrinde bunu başlattılar. Hükümetin yüzlerce otopark noktasını bölge sakinleri paylaşsın diye uygun hâle getirdiler. Kalacak yer arayan öğrencilerle, çocukları evden ayrılmış fazla odası olan aileleri buluşturuyorlar. Gelecek nesil paylaşımlı ekonomi şirketlerini finanse etmeye yardım eden bir kuluçka merkezi başlattılar.
Tonight, just on our service, 785,000 people in 191 countries will either stay in a stranger's home or welcome one into theirs. Clearly, it's not as crazy as we were taught.
Bu gece yalnızca bizim servisimizde 785 bin kişi, 191 ülkede, ya bir yabancının evinde kalacak ya da birini evinde ağırlayacak. Açıkçası bu bize öğretilen kadar çılgınca değil.
We didn't invent anything new. Hospitality has been around forever. There's been many other websites like ours. So, why did ours eventually take off? Luck and timing aside, I've learned that you can take the components of trust, and you can design for that. Design can overcome our most deeply rooted stranger-danger bias. And that's amazing to me. It blows my mind. I think about this every time I see a red Miata go by.
Yeni bir şey icat etmedik. Misafirperverlik hep vardı. Bizimki gibi bir sürü İnternet sitesi oldu. Peki neden bizimki çıkış yaptı? Şans ve zamanlama bir tarafa, şunu öğrendim ki; güven ögelerini alabilir ve bunun için tasarlayabilirsiniz. Tasarım, en derinden içimizde yer etmiş yabancı tehlikesi önyargısının üstesinden gelebilir. Benim için hayret verici. Bu beni şok etti. Geçip giden kırmızı bir Miata gördüğüm an bunu düşünüyorum.
Now, we know design won't solve all the world's problems. But if it can help out with this one, if it can make a dent in this, it makes me wonder, what else can we design for next?
Tasarımın dünyanın tüm sorunlarını çözmeyeceğini biliyoruz. Ama eğer bir yardımı dokunabilirse, eğer buna bir etkisi olabilirse, bu beni meraklandırıyor, sonrası için başka ne tasarlayabiliriz?
Thank you.
Teşekkürler.
(Applause)
(Alkışlar)