I want to address the issue of compassion. Compassion has many faces. Some of them are fierce; some of them are wrathful; some of them are tender; some of them are wise. A line that the Dalai Lama once said, he said, "Love and compassion are necessities. They are not luxuries. Without them, humanity cannot survive." And I would suggest, it is not only humanity that won't survive, but it is all species on the planet, as we've heard today. It is the big cats, and it's the plankton.
Merhametten bahsetmek istiyorum. Merhametin pek çok farklı yüzü vardır. Bunların kimisi acımasız, kimisi öfke doluyken; bazıları sevecen, bazıları da bilgedir. Dalai Lama'nın bir cümlesi var... Demişti ki, "Sevgi ve merhamet gerekliliktir. Lüks değildir. Onlar olmadan, insanlık ayakta kalamaz." Ben de diyorum ki, ayakta kalamayacak olan sadece insanlık değil, gezegende bugün bildiğimiz bütün türlerdir. Kaplanlardan planktonlara kadar.
Two weeks ago, I was in Bangalore in India. I was so privileged to be able to teach in a hospice on the outskirts of Bangalore. And early in the morning, I went into the ward. In that hospice, there were 31 men and women who were actively dying. And I walked up to the bedside of an old woman who was breathing very rapidly, fragile, obviously in the latter phase of active dying. I looked into her face. I looked into the face of her son sitting next to her, and his face was just riven with grief and confusion.
İki hafta önce, Hindistan'ın Bangalore şehrindeydim. Bangalore'ın dışındaki bir düşkünler evinde ders verdiğim için kendimi şanslı hissediyordum. Sabah erkenden koğuşa gittim. O düşkünler evinde, ölmek üzere olan 31 kadın ve erkek kalıyordu. Çok hızlı nefes alan, kırılgan, belli ki etkin ölümün son aşamasında olan yaşlı bir kadının yatağının kenarına iliştim. Yüzüne baktım. Yanında oturan oğlunun yüzüne baktım, Yüzü keder ve şaşkınlıktan allak bullaktı.
And I remembered a line from the Mahabharata, the great Indian epic: "What is the most wondrous thing in the world, Yudhisthira?" And Yudhisthira replied, "The most wondrous thing in the world is that all around us people can be dying and we don't realize it can happen to us." I looked up. Tending those 31 dying people were young women from villages around Bangalore. I looked into the face of one of these women, and I saw in her face the strength that arises when natural compassion is really present. I watched her hands as she bathed an old man.
O anda büyük Hint destanı Mahabharata'dan bir kısım geldi aklıma: "Dünyadaki en harikulade şey nedir, Yudhisthira?" Yudhisthira'nın yanıtı şu oldu: "Dünyadaki en harikulade şey, etrafımızda ölen insanlar olduğu halde, bunun kendi başımıza gelebileceğini düşünmememizdir." Yukarıya baktım. Ölüm döşeğindeki 31 kişiyle Bangalore'un civar köylerinden genç kadınlar ilgileniyordu. Bu kadınlardan birinin yüzüne baktım ve yüzünde, doğal merhametin gerçekten hissedildiği anlarda ortaya çıkan gücü gördüm. Yaşlı bir adamı yıkadığı sırada ellerini izledim.
My gaze went to another young woman as she wiped the face of another dying person. And it reminded me of something that I had just been present for. Every year or so, I have the privilege of taking clinicians into the Himalayas and the Tibetan Plateau. And we run clinics in these very remote regions where there's no medical care whatsoever.
Gözlerim ölen başka birinin yüzünü silen bir başka genç kadına kaydı. Bu bana, bu dünyadaki var oluş sebebimi anımsattı. Neredeyse her yıl, Himalayalar ve Tibet Platosu'nda bir takım gönüllü görevler üstleniyorum. Tıp hizmetinin olmadığı bu ücra bölgelerde klinik hizmeti veriyoruz.
And on the first day at Simikot in Humla, far west of Nepal, the most impoverished region of Nepal, an old man came in clutching a bundle of rags. And he walked in, and somebody said something to him, we realized he was deaf, and we looked into the rags, and there was this pair of eyes. The rags were unwrapped from a little girl whose body was massively burned. Again, the eyes and hands of Avalokiteshvara. It was the young women, the health aids, who cleaned the wounds of this baby and dressed the wounds.
Nepal'in, oldukça kuzeyindeki en fakir bölgesi olan Humla, Simikot'taki ilk günümde içeriye elinde paçavralar olan yaşlı bir adam girdi. İçeriye yürüdüğü sırada biri ona bir şey söyleyince anladık ki sağırdı. Elindeki paçavraların içine baktık ve bir çift göz gördük. İyice açtığımızda, ortaya bedeni ağır şekilde yanmış küçük bir kız çıktı. Bir kez daha, Avalokiteshvara'nın elleri ve gözleri... Bu bebeğin yaralarını temizleyip üzerlerini kapatanlar o sağlık görevlisi genç kadınlardı.
I know those hands and eyes; they touched me as well. They touched me at that time. They have touched me throughout my 68 years. They touched me when I was four and I lost my eyesight and was partially paralyzed. And my family brought in a woman whose mother had been a slave to take care of me. And that woman did not have sentimental compassion. She had phenomenal strength. And it was really her strength, I believe, that became the kind of mudra and imprimatur that has been a guiding light in my life.
O ellerle gözleri tanıyorum; bana da dokundular. Bana o anda dokundular. 68 yıl boyunca dokundular. Dört yaşımdayken, görme yetimi kaybettiğimde ve kısmi felç geçirdiğimde dokundular. Ailem, bana bakması için, annesi bir zamanlar köle olan bir kadın getirmişti. Bu kadının merhameti aşırı duygusallıktan gelmiyordu. Olağanüstü bir gücü vardı. İnandığım, gerçekten kendi gücüydü, hayatıma yol gösteren mudra ve imprimatur ışığı olan.
So we can ask: What is compassion comprised of? And there are various facets. And there's referential and non-referential compassion. But first, compassion is comprised of that capacity to see clearly into the nature of suffering. It is that ability to really stand strong and to recognize also that I'm not separate from this suffering. But that is not enough, because compassion, which activates the motor cortex, means that we aspire, we actually aspire to transform suffering. And if we're so blessed, we engage in activities that transform suffering. But compassion has another component, and that component is really essential. That component is that we cannot be attached to outcome.
O halde şöyle sorabiliriz: Merhameti ne oluşturur? Merhametin çeşitli yönleri vardır. Bunlar ilişkin ve ilişiksiz merhamettir. Ama önce, merhamet o gücünden ödün verir ki ancak bu şekilde açıkça acı çekmenin tabiatını görebilsin. İşte bu o yetenektir gerçekten sağlam durabilmenin ve aynı zamanda anlamam gereken benim de bu ızdıraptan ayrı olmayışım. Ama bu yeterli değil, çünkü merhamet, motor korteksi harekete geçirir, demek ki biz arzu ederiz, biz gerçekte ızdırabı dönüştürmeyi arzu ederiz. Ve sevgili bir kulsak, kendimizi ızdırabı dönüştürecek etkinliklerle meşgul ederiz. Ama merhametin bir başka içeriği daha vardır, ve bu içerik gerçekten de çok gereklidir. Bu içerik kalbimizi sonuca bağlamamaktır.
Now I worked with dying people for over 40 years. I had the privilege of working on death row in a maximum security [prison] for six years. And I realized so clearly in bringing my own life experience, from working with dying people and training caregivers, that any attachment to outcome would distort deeply my own capacity to be fully present to the whole catastrophe.
Ben ölmekte olan insanlarla çalıştım 40 yılı aşkın bir süre. Ölüm hücrelerinde çalışma ayrılacağına sahip olarak altı yıl en yüksek güvenlikli [cezaevinde] bulundum. Ve çok açıkça anladım ki kendi hayat tecrübemi getirerek, ölen insanlarla çalışmış olmamdan dolayı ve bakıcılara verdiğim eğitimden, herhangi bir sonuca bağlanmak çok derin bir sapmaya yol açar o anı tamamen yaşama gücünden mahrum bırakır tam bir yıkım olur.
And when I worked in the prison system, it was so clear to me, this: that many of us in this room, and almost all of the men that I worked with on death row, the seeds of their own compassion had never been watered. That compassion is actually an inherent human quality. It is there within every human being. But the conditions for compassion to be activated, to be aroused, are particular conditions. I had that condition, to a certain extent, from my own childhood illness. Eve Ensler, whom you'll hear later, has had that condition activated amazingly in her through the various waters of suffering that she has been through.
Ve cezaevlerinde çalıştığımda, bana çok bariz gelen buydu: bir çoğumuz için bu salondaki, ve ölüm hücrelerinde çalıştığım bir çok adamların da, merhamet tohumları bir kez bile sulanmamış. Merhamet aslında insanın doğuştan sahip olduğu bir özelliktir. Bu, her insan benliğinde mevcuttur. Ama koşullar merhametin harekete geçmesi için, uyanması için, özel koşullardır. Bu koşul belirli bir yere kadar bende vardı, kendi hastalıklı çocukluğumdan. Eve Ensler'de, daha sonra dinleyeceksiniz, o koşul harekete geçmişti hayret verici bir şekilde onda bu bir çok türlü acılardan geçtikten sonra ortaya çıkmıştı.
And what is fascinating is that compassion has enemies, and those enemies are things like pity, moral outrage, fear. And you know, we have a society, a world, that is paralyzed by fear. And in that paralysis, of course, our capacity for compassion is also paralyzed. The very word terror is global. The very feeling of terror is global. So our work, in a certain way, is to address this imago, this kind of archetype that has pervaded the psyche of our entire globe.
İşin şaşırtıcı yanı merhametin düşmanları vardı, ve bu düşmanlar kendine acıma, ahlâki öfke, ve korkudur. Bildiğiniz üzere korku tarafından felce uğratılmış bir topluma, bir dünyaya sahibiz. Ve bu felç içinde, tabi ki, merhamet gücümüz de felçlidir. Bu kelimenin dehşeti küreseldir. Dehşet duygusunun kendisi küreseldir. Yani, bizim işimiz, bir yerde, bu imajı ele almak oluyor, bu tür bir ruhsal modeli tüm dünyada kalplere yaygınlaşmış olan.
Now we know from neuroscience that compassion has some very extraordinary qualities. For example: A person who is cultivating compassion, when they are in the presence of suffering, they feel that suffering a lot more than many other people do. However, they return to baseline a lot sooner. This is called resilience. Many of us think that compassion drains us, but I promise you it is something that truly enlivens us.
Nörobilim'den biliyoruz ki merhamet, alışılmışın dışında birkaç olağanüstü özelliğe sahiptir. Örneğin: Merhamet besleyen bir insan, ızdıraba tanık olduğunda, o acıyı başkalarından daha fazla hisseder. Ancak, kendi bazına daha çabuk döner. Buna esneklik denir. Bir çoğumuz merhametin bizi tükettiğini düşünürüz, ama size söz veririm ki bu bizi gerçekten canlandıran bir şeydir.
Another thing about compassion is that it really enhances what's called neural integration. It hooks up all parts of the brain. Another, which has been discovered by various researchers at Emory and at Davis and so on, is that compassion enhances our immune system. Hey, we live in a very noxious world. (Laughter) Most of us are shrinking in the face of psycho-social and physical poisons, of the toxins of our world. But compassion, the generation of compassion, actually mobilizes our immunity.
Merhamet hakkındaki diğer şey ise sinirsel bütünleşme denen özelliği arttırmasıdır. Beynin tüm parçalarını birbirine bağlar. Ayrıca, keşfedilen başka bir şey de bir çok araştırmacılar tarafından Emory ve Davis ve başka yerlerde, merhamet bağışıklık sistemimizi geliştirir. Hey, çok tehlikeli bir dünyada yaşıyoruz. (Gülüşme) Çoğumuz acı feryat etmekte psiko-sosyal ve fiziksel zehirlerle karşılaştığımızda, dünyadaki zehirleyicilerle. Ama merhamet, merhamet sahibi nesil, aslında bizim bağışıklığımız için seferberdir.
You know, if compassion is so good for us, I have a question. Why don't we train our children in compassion? (Applause) If compassion is so good for us, why don't we train our health care providers in compassion so that they can do what they're supposed to do, which is to really transform suffering? And if compassion is so good for us, why don't we vote on compassion? Why don't we vote for people in our government based on compassion, so that we can have a more caring world? In Buddhism, we say, "it takes a strong back and a soft front." It takes tremendous strength of the back to uphold yourself in the midst of conditions. And that is the mental quality of equanimity.
Yani, merhamet bizim için iyi bir şeyse, bir sorum var. Neden çocuklarımızı eğitmiyoruz merhametle? Alkış. Eğer merhamet bizim için çok yararlıysa, niçin sağlık çalışanlarına merhamet eğitimi verilmiyor ki yapmaları gereken işi yapabilsinler, bu da tabi ki acının dönüştürülmesidir. Eğer merhamet bizim için çok yararlıysa, neden merhametimizle oy vermiyoruz? Niçin hükümetimizde çalışan insanlara oylarımızı merhamet üstüne vermiyoruz ki, bu şekilde şefkatli bir dünya olsun? Budizm'de deriz ki, "güçlü bir sırt ve yumuşak bir ön cephe gereklidir." Çok muazzam bir sırt kuvveti gerektirir kendini zor koşullarda ayakta tutmak. Ve bu ağırbaşlılığın zihinsel niteliğidir.
But it also takes a soft front -- the capacity to really be open to the world as it is, to have an undefended heart. And the archetype of this in Buddhism is Avalokiteshvara, Kuan-Yin. It's a female archetype: she who perceives the cries of suffering in the world. She stands with 10,000 arms, and in every hand, there is an instrument of liberation, and in the palm of every hand, there are eyes, and these are the eyes of wisdom. I say that, for thousands of years, women have lived, exemplified, met in intimacy, the archetype of Avalokitesvara, of Kuan-Yin, she who perceives the cries of suffering in the world.
Aynı zamanda yumuşak bir ön cephe gerekir -- dünyaya olduğu gibi kollarını açma gücü, yenilmemiş bir kalbe sahip olmak. Bunun Budizm'de ruhsal modeli Kuan-Yin, Avalokiteshvara'dır. Bu bir dişi modeldir: dünyandaki ızdırapların feryatlarını algılayan kadın. 10,000 tane kol ile ayaktadır, ve her elinde, azat olmak için bir alet, ve her elin avucunda, gözler vardır, bilgeliğin okunduğu gözler. Bence, binlerce yıldır, kadınlar, örnek olmuş, yakından tanınan, Avalokitesvara'nın ruhsal modeli, Kuan-Yin'in, dünyadaki acı feryatları algılayan kadın olarak yaşadı.
Women have manifested for thousands of years the strength arising from compassion in an unfiltered, unmediated way in perceiving suffering as it is. They have infused societies with kindness, and we have really felt that as woman after woman has stood on this stage in the past day and a half. And they have actualized compassion through direct action. Jody Williams called it: It's good to meditate. I'm sorry, you've got to do a little bit of that, Jody. Step back, give your mother a break, okay.
Kadınlar binlerce yıl gösterdiler ki merhametten doğan kuvvet süzülmemiş, dolaysız bir yolla acı çekmeyi algılamaktır olduğu gibi. Şefkatle iç içe bir tabiatları var, ve bunu gerçekten hissettik bir kadının ardından diğeri bu sahnede durduklarında geçen bir buçuk gün içerisinde. Ve merhameti gerçekleştirdiler direkt bir hareketle. Jody Williams şöyle dedi: Meditasyon yapmak iyidir. Üzgünüm Jody, senin bunu birazcık yapman gerekiyor. Geri çekil ve annene bir şans ver.
(Laughter)
(Gülüşme)
But the other side of the equation is you've got to come out of your cave. You have to come into the world like Asanga did, who was looking to realize Maitreya Buddha after 12 years sitting in the cave. He said, "I'm out of here." He's going down the path. He sees something in the path. He looks, it's a dog, he drops to his knees. He sees that the dog has this big wound on its leg. The wound is just filled with maggots. He puts out his tongue in order to remove the maggots, so as not to harm them. And at that moment, the dog transformed into the Buddha of love and kindness.
Ama bu denklemin öbür kısmı demektir ki mağaranızdan çıkmanız gerekli. Dünyaya gelmeniz gerekli Asanga'nın yaptığı, Maitreya Buda'yı kavramaya çalışması gibi 12 yıl mağarada oturduktan sonra. "Ben buradan gidiyorum" dedi. Patikadan aşağı yönelir. Patikada bir şey görür. Bakar, bu bir köpektir, dizlerinin üstüne çömelir. Görür ki köpeğin bacağında büyük bir yara var. Yara tamamen kurtçuklarla doludur. Dilini dışarı çıkarır kurtçukları temizlemek için, yani onlara zarar vermemek için. Ve o anda, köpek Buda'nın sevgi ve şefkatine dönüşür.
I believe that women and girls today have to partner in a powerful way with men -- with their fathers, with their sons, with their brothers, with the plumbers, the road builders, the caregivers, the doctors, the lawyers, with our president, and with all beings. The women in this room are lotuses in a sea of fire. May we actualize that capacity for women everywhere.
İnanıyorum ki bugün kadınlar ve kızlar erkeklerle güçlü bir işbirliğinde olmalılar -- babalarıyla, oğulları ve erkek kardeşleriyle, tesisatçılarla, yol işçileriyle; bakıcılarla, doktorlarla, avukatlarla, devlet başkanımızla, ve bütün varlıklarla. Bu salondaki kadınlar bir ateş denizindeki nilüferleridir. Umarım bu gücü dünyanın her yerindeki kadınlar için gerçekleştirebiliriz.
Thank you.
Teşekkürler.
(Applause)
Alkış