So I'm a city planner, an urban designer, former arts advocate, trained in architecture and art history, and I want to talk to you today not about design but about America and how America can be more economically resilient, how America can be healthier, and how America can be more environmentally sustainable. And I realize this is a global forum, but I think I need to talk about America because there is a history, in some places, not all, of American ideas being appropriated, being emulated, for better or for worse, around the world.
Ben bir şehir planlamacısıyım eskiden de sanat avukatıydım mimarlık ve sanat tarihi okudum ve bugün sizinle tasarım hakkında değil Amerika hakkında konuşmak istiyorum. Amerika ekonomik olarak nasıl daha esnek olabilir ve Amerika nasıl daha sağlıklı olabilir ve Amerika nasıl daha fazla çevre dostu olabilir. bu forumun küresel bir forum olduğunun farkındayım ama bence Amerika hakkında konusmalıyım her yerde değil ama birçok yerde, Dünya çapında Amerikan fikirlerinin daha iyi ya da daha kötü bir amaç için sahiplenilmesi veya taklit edilmesi gibi bir bir tarihin varlığı söz konusu
And the worst idea we've ever had is suburban sprawl. It's being emulated in many places as we speak. By suburban sprawl, I refer to the reorganization of the landscape and the creation of the landscape around the requirement of automobile use, and that the automobile that was once an instrument of freedom has become a gas-belching, time-wasting and life-threatening prosthetic device that many of us need just to, most Americans, in fact, need, just to live their daily lives. And there's an alternative. You know, we say, half the world is living in cities. Well, in America, that living in cities, for many of them, they're living in cities still where they're dependent on that automobile. And what I work for, and to do, is to make our cities more walkable. But I can't give design arguments for that that will have as much impact as the arguments that I've learned from the economists, the epidemiologists and the environmentalists. So these are the three arguments that I'm going to give you quickly today.
Şimdiye dek başımıza gelen en kötü şey suburb'ların çarpık kentleşmesidir. biz konuşurken, bu fikir bir çok yerde uygulanıyor. suburb'lerdeki çarpık kentleşme derken aslında peyzaj mimarlığı organizasyonlarına ve otomobil kullanımının gerekli olduğu yerlerde ki peyzaj mimarlığı düzenlemesinden bahsediyorum. eskiden otomobil bir özgürlük aracıydı, şimdilerde ise egsoz gazi çıkaran zaman israf eden ve ölümcül bir protez araca dönüştü. Bir çoğumuzun, hatta çoğu Amerika'lının, gündelik hayatını yaşamak için arabaya ihtiyacı var. aslında alternatif bir seçenek var. Biliyorsunuz, söylüyoruz, dünyanın yarısı şehirlerde yaşıyor. Peki, Amerika'da, şehirlerde yaşamak yine bir arabaya muhtaç olacağın bir yerde yaşamak anlamına geliyor. Benim görevim ise şehirlerimizi daha yürünebilir bir hale getirmek. Ama tasarım argümanları ekonomistlerden, tıp uzmanlarından ve çevrecilerden öğrendiğim argümanlar kadar etkili olmaz. bu yüzden bugün size kabaca 3 argüman sunacağım,
When I was growing up in the '70s, the typical American spent one tenth of their income, American family, on transportation. Since then, we've doubled the number of roads in America, and we now spend one fifth of our income on transportation. Working families, which are defined as earning between 20,000 and 50,000 dollars a year in America are spending more now on transportation than on housing, slightly more, because of this phenomenon called "drive till you qualify," finding homes further and further and further from the city centers and from their jobs, so that they're locked in this, two, three hours, four hours a day of commuting. And these are the neighborhoods, for example, in the Central Valley of California that weren't hurt when the housing bubble burst and when the price of gas went up; they were decimated. And in fact, these are many of the half-vacant communities that you see today. Imagine putting everything you have into your mortgage, it goes underwater, and you have to pay twice as much for all the driving that you're doing.
Ben 70'li yıllarda büyürken sıradan Amerikan aile gelirinin onda birini ulaşım için verirdi. O zamandan beri karayolların sayısını iki kat olmuş artık Amerika'da gelirimizin beşte birini ulaşım için veriyoruz. senede 20.000 ile 50.000 dolar arası kazanan, çalışan aileler, bu günlerde ulaşıma konuttan biraz daha fazla para harcıyorlar çünkü ''yeterli olana kadar sür'' fenomeni adı altında insanlar şehir merkezlerinden ve iş yerlerinden daha da uzaklaşmak durumunda kalıyorlar bu yüzden günde iki, üç, dört saat işten eve gelip gidiyorlar. Ve böyle muhitler, mesela Kaliforniya'nın 'Central Valley', konut piyasasının çökmesiyle ve benzin fiyatlarının artmasıyla zarar görmekle kalmadı, yerle bir oldular. Hatta son zamanlarda gördüğümüz yarı boş mahalleler de böyle yerlerdedir. Farz edin ki, bütün paranızı ev kredinize yatırmışsınız ve birden evin değeri düşüyor ve onun üstüne işe gitmenin masrafı iki kat olmuş.
So we know what it's done to our society and all the extra work we have to do to support our cars. What happens when a city decides it's going to set other priorities? And probably the best example we have here in America is Portland, Oregon. Portland made a bunch of decisions in the 1970s that began to distinguish it from almost every other American city. While most other cities were growing an undifferentiated spare tire of sprawl, they instituted an urban growth boundary. While most cities were reaming out their roads, removing parallel parking and trees in order to flow more traffic, they instituted a skinny streets program. And while most cities were investing in more roads and more highways, they actually invested in bicycling and in walking. And they spent 60 million dollars on bike facilities, which seems like a lot of money, but it was spent over about 30 years, so two million dollars a year -- not that much -- and half the price of the one cloverleaf that they decided to rebuild in that city. These changes and others like them changed the way that Portlanders live, and their vehicle-miles traveled per day, the amount that each person drives, actually peaked in 1996, has been dropping ever since, and they now drive 20 percent less than the rest of the country. The typical Portland citizen drives four miles less, and 11 minutes less per day than they did before. The economist Joe Cortright did the math and he found out that those four miles plus those 11 minutes adds up to fully three and a half percent of all income earned in the region.
Bizim toplumumuzun üzerindeki etkisini artık anladık biz arabalarımız için daha fazla çalışmak zorundayız. Bir şehir farklı önceliklere karar verdiğinde ne oluyor? Ve galiba Amerika'da bunun en iyi örneği Oregon eyaletinin Portland şehridir. 1970'lerde Portland kendisini Amerika'nın diğer kentlerinin hepsinden farklı kılan bir sürü karar almaya başladı Çoğu şehir yayılma halkasını büyütürken, Portland ise bir büyüme sınırı getirdi. Çoğu şehir, trafiğin akımını sağlamak için karayollarını genişletirken, paralel park etmeyi ve ağaçları kaldırırken, Portland bir 'ince sokaklar' politikasını hayata geçirdi. Çoğu şehir karayollarına yatırım yaparken, Portland ise bisiklete ve yürümeye yatırım yaptı. Bisiklet tesislerine 60 milyon dolar harcadılar. Bu büyük para gibi gelse de, 30 yıl boyunca harcandığını unutmamak lazım. Yani yılda iki milyon dolar--çok değil-- ve yeniden yapmaya karar verdiklerin yoncanın fiyatının yarısı. Bu değişiklikler ve diğerleri Porland'dakilerin yaşam tarzını değiştirmiş ve günde arabayla gidilen mesafe oranları yani her bireyin ne kadar araba kullandığı zirveye ulaştığı 1996 yılından beri düşüyor. ve şimdi ülkenin geri kalanından %20 daha az araba kullanıyorlar. Tipik bir Portland'lı eskisine göre günde 4 mil ve 11 dakika daha az araba kullanıyor. Ekonomist Joe Cortright'in hesaplarına göre 4 mil ve 11 dakika toplanınca bütün bölgenin gelirinin %3.5'ine eşittir.
So if they're not spending that money on driving -- and by the way, 85 percent of the money we spend on driving leaves the local economy -- if they're not spending that money on driving, what are they spending it on? Well, Portland is reputed to have the most roof racks per capita, the most independent bookstores per capita, the most strip clubs per capita. These are all exaggerations, slight exaggerations of a fundamental truth, which is Portlanders spend a lot more on recreation of all kinds than the rest of America. Actually, Oregonians spend more on alcohol than most other states, which may be a good thing or a bad thing, but it makes you glad they're driving less.
Yani eğer o parayı araba kullanarak harcamıyorlarsa, ve bu arada araba için verdiğimiz paranın %85'i yerel ekonomimizden ayrılıyor-- eğer o parayı araba kullanmaya harcamıyorlarsa, nereye harcıyorlar? Portland'in ünü kişi başına en çok araç üstü bagaja, bağımsız kitabevlerine pavyonlara sahip olmasıymış. Biraz abartıyorum, biraz ama doğrudur ki Portland'lılar eğlence için Amerika'nın gerisinden daha fazla para veriyorlar. Aslında Oregon'lular diğer eyaletlerden alkole daha fazla para harcıyorlar belki iyi belki kötü birşeydir ama en azından arabaya daha az biniyorlar.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
But actually, they're spending most of it in their homes, and home investment is about as local an investment as you can get. But there's a whole other Portland story, which isn't part of this calculus, which is that young, educated people have been moving to Portland in droves, so that between the last two censuses, they had a 50-percent increase in college-educated millennials, which is five times what you saw anywhere else in the country, or, I should say, of the national average.
Ama gerçekten gelirlerinin çoğunu evleri için veriyorlar ve eve yapılan yatırımdan yerel ekonomiye daha katkıda bulunan bir yatırım yoktur. Ama Portland'ın bu hesaplamanın dışında olan tamamen ayrı bir hikayesi var; genç, eğitimli insanlar Portland'a akın ediyorlar o kadar ki, en son iki sayım arasında üniversite eğitimi olan genç insanlarda %50 artış görüldü. Amerika'nın başka her yerindeki, daha doğrusu, milli ortalamadaki artışın 5 katı.
So on the one hand, a city saves money for its residents by being more walkable and more bikeable, but on the other hand, it also is the cool kind of city that people want to be in these days. So the best economic strategy you can have as a city is not the old way of trying to attract corporations and trying to have a biotech cluster or a medical cluster, or an aerospace cluster, but to become a place where people want to be. And millennials, certainly, these engines of entrepreneurship, 64 percent of whom decide first where they want to live, then they move there, then they look for a job, they will come to your city.
Bir yandan şehirler, yürünebilir ve bisiklete dost olarak sakinlerinin masraflarını azaltıyor ve diğer yandan, son zamanlarda insanların yaşamak istedikleri şehirler de oluyorlar. Bu yüzden bir şehir için en iyi ekonomik strateji, eskisi gibi büyük firmaları çekmek, ve bir bioteknoloji plaza veya medikal park, veya bilim-araştırma plazaları oluşturmak değil, Aksine insanların yaşamak istedikleri yer olmaktır. Ve yeni neslin, yani girişimci nesil, %64'u ilk olarak nerede yaşayacaklarına karar veriyorlar. Ondan sonra oraya taşınıyor ve iş arıyorlar. Sizin şehrinize de gelecekler.
The health argument is a scary one, and you've probably heard part of this argument before. Again, back in the '70s, a lot's changed since then, back in the '70s, one in 10 Americans was obese. Now one out of three Americans is obese, and a second third of the population is overweight. Twenty-five percent of young men and 40 percent of young women are too heavy to enlist in our own military forces. According to the Center for Disease Control, fully one third of all children born after 2000 will get diabetes. We have the first generation of children in America who are predicted to live shorter lives than their parents.
Sağlık konusu ise tedirgin edici, ve muhtemelen bu tartışmanın bir kısmını daha önceden duymuşsunuzdur. 70'li yıllardan bu yana bir çok şey değişti, 70'li yıllarda, Amerika'lıların 10'da biri obezdi. Artık 3'te biri obez, ve nüfusun diğer 3'te ikisi de fazla kilolu. Genç erkeklerin %25'i ve genç kadınların %40'u askere alınamayacak kadar fazla kilolu. Hastalık Kontrol Merkezi'ne göre 2000 yılından sonra doğan çocukların 3'te birinin şeker hastalığı olacak. İlk defa Amerika'da doğan yeni nesil önceki nesilden daha az yaşayacak.
I believe that this American healthcare crisis that we've all heard about is an urban design crisis, and that the design of our cities lies at the cure. Because we've talked a long time about diet, and we know that diet impacts weight, and weight of course impacts health. But we've only started talking about inactivity, and how inactivity born of our landscape, inactivity that comes from the fact that we live in a place where there is no longer any such thing as a useful walk, is driving our weight up. And we finally have the studies, one in Britain called "Gluttony versus sloth" that tracked weight against diet and tracked weight against inactivity, and found a much higher, stronger correlation between the latter two. Dr. James Levine at, in this case, the aptly-named Mayo Clinic put his test subjects in electronic underwear, held their diet steady, and then started pumping the calories in. Some people gained weight, some people didn't gain weight. Expecting some metabolic or DNA factor at work, they were shocked to learn that the only difference between the subjects that they could figure out was the amount they were moving, and that in fact those who gained weight were sitting, on average, two hours more per day than those who didn't.
Ve hepimizin duyduğu bu sağlık krizi aslında bir şehirli krizi ve çaresi şehirlerimizin tasarımında bulunuyor Çünkü uzun zamandır beslenme hakkında konuşuyoruz ve kilo üzerindeki etkilerini, ve kilo tabi ki sağlığı etkiliyor. Ama hareketsizlik konusuna daha yeni değiniyoruz, ve çevremizin yüzünden oluşan hareketsizliğe, yürümenin gerekli olmadığı bir ortamda yaşadığımız için meydana gelen hareketsizlik kilomuzu arttırıyor. Ve nihayet bilimsel araştırmalar var, mesela İngiltere'de 'Oburluk mu? Üşengeçlik mi?' adında bir araştırma, kilo ile beslenme ve kilo ile hareketsizliğin ilişkilerini izledi. Ve kilo ile hareketsizliğin arasında çok daha güçlü bir bağ buldu. Mayo Klinik'teki Doktor James Levine ise deneklerine elektronik iç çamaşırları giydirdi, ve beslenmelerini sabit tutarak, vücutlarına kalori pompalamaya başladı. Bazı insanlar kilo alırken, bazıları almadı. Kalıtsal veya metabolizmaya bağlı bazı faktörler umarken, aradaki farkın sadece hareketlilik olduğunu görünce şok oldular Ve kilo alanlar, kilo almayanlardan günde ortalama iki saat fazla oturmustu.
So we have these studies that tie weight to inactivity, but even more, we now have studies that tie weight to where you live. Do you live in a more walkable city or do you live in a less walkable city, or where in your city do you live? In San Diego, they used Walk Score -- Walk Score rates every address in America and soon the world in terms of how walkable it is -- they used Walk Score to designate more walkable neighborhoods and less walkable neighborhoods. Well guess what? If you lived in a more walkable neighborhood, you were 35 percent likely to be overweight. If you lived in a less walkable neighborhood, you were 60 percent likely to be overweight. So we have study after study now that's tying where you live to your health, particularly as in America, the biggest health crisis we have is this one that's stemming from environmental-induced inactivity. And I learned a new word last week. They call these neighborhoods "obesageneric." I may have that wrong, but you get the idea.
Şimdi kilo ile hareketsizliği birbirine bağlayan bu araştırmalar var, ayrıca artık kilo ile yaşadığımız yerleri ilişkilendiren araştırmalar da var. Daha yürünebilir bir şehirde mi yaşıyorsun? Veya pek yürünemeyen bir şehirde mi yaşıyorsun? Veya şehrinin neresinde yaşıyorsun? San Diego'da 'Yürüme Skoru' adında bir puan sistemi kullandılar-- Yürüme Skoru, Amerika'daki ve yakında dünyadaki her adrese yürünebilirliğine göre puan veriyor. Yürüme Skorunu kullanarak daha yürünebilir mahalleleri ve az yürünebilir mahalleri tespit ettiler. Ve ne çıktı, biliyor musunuz? Daha yürünebilir bir yerde yaşıyorsanız, fazla kilolu olma ihtimaliniz %35, Daha az yürünebilir bir yerde yaşıyorsanız, fazla kilolu olma ihtimaliniz %60. Yani şimdi, yaşadığımız yeri, sağlığımıza bağlayan birçok araştırma var özellikle Amerika'da en büyük sağlık krizimiz çevreden kaynaklanan hareketsizlik. Ve geçen hafta yeni bir kelime öğrendim. Böyle mahallelere 'obezyapıcı' diyorlar. Belki kelime tam öyle değil, ama siz anlamışsınızdır.
Now that's one thing, of course. Briefly mentioning, we have an asthma epidemic in this country. You probably haven't thought that much about it. Fourteen Americans die each day from asthma, three times what it was in the '90s, and it's almost all coming from car exhaust. American pollution does not come from factories anymore, it comes from tailpipes, and the amount that people are driving in your city, your urban VMT, is a good prediction of the asthma problems in your city.
Bu da birşey, tabiki. Kısaca bahsetmek gerekirse, bu ülkede astım problemimiz var. Muhtemelen hakkında pek düşünmemişsinizdir. Her sene Amerika'da 14 kişi astımdan ölüyor. 90'lardaki rakamının üç katı. Ve hemen hemen hepsi araba egzozundan kaynaklanıyor. Amerika'da hava kirliliği artık fabrikalardan değil araba egzozlarından kaynaklanıyor, ve şehrinizde araç kullanan kişi sayısı, şehrinizde yapılan kilometre miktarı, şehrinizdeki astım sonrunlarını tahmin etmenize yardımcı olur.
And then finally, in terms of driving, there's the issue of the single-largest killer of healthy adults, and one of the largest killers of all people, is car crashes. And we take car crashes for granted. We figure it's a natural risk of being on the road. But in fact, here in America, 12 people out of every 100,000 die every year from car crashes. We're pretty safe here. Well, guess what? In England, it's seven per 100,000. It's Japan, it's four per 100,000. Do you know where it's three per 100,000? New York City. San Francisco, the same thing. Portland, the same thing. Oh, so cities make us safer because we're driving less? Tulsa: 14 per 100,000. Orlando: 20 per 100,000. It's not whether you're in the city or not, it's how is your city designed? Was it designed around cars or around people? Because if your city is designed around cars, it's really good at smashing them into each other.
Ve son olarak, araç kullanma açısından baktığımızda sağlıklı yetişkinlerin tek başına en büyük ölüm sebebi ve tüm insanların en büyük ölüm sebebi, trafik kazaları. Ve biz trafik kazalarını hafife alıyoruz. Yolculuk etmeyi kaçınılmaz bir risk olarak algılıyoruz. Ama Amerika'da her sene 100.000 kişiden 12'si trafik kazalarında ölüyor. burada bayağı güvendeyiz. Ne var ki İlgiltere'de bu oran 100.000'de 7. Japonya'da ise 100.000'de 4. Ve nerede 100.000'de 3, biliyor musunuz? New York Şehri. San Francisco ve Portland için aynı şey geçerli. Demek ki şehirde yaşamak daha güvenlidir, daha az araba kullandığımızdan mı? Tulsa: 100.000'de 14. Orlando: 100.000'de 20. Mevzu şehirde yaşayıp yaşamamak değil, önemli olan şehrinizin nasıl planlandığı. Arabalar için mi insalar için mi planlanmış? Çünkü eğer şehriniz araba için tasarlanmışsa, onların birbirlerine çarpıştırmakta iyidir.
That's part of a much larger health argument.
Bu daha geniş bir sağlık konusunun bir parçası.
Finally, the environmental argument is fascinating, because the environmentalists turned on a dime about 10 years ago. The environmental movement in America has historically been an anti-city movement from Jefferson on.
En son olarak, çevresel tartışmalar gerçekten çok ilginç, çünkü 10 sene önce çevreciler bakış açılarını tamamen değiştirdiler. Jefforsan'dan beri, Amerika'daki çevreci akımı tarihsel olarak şehir karşıtı bir hareketti.
"Cities are pestilential to the health, to the liberties, to the morals of man. If we continue to pile upon ourselves in cities, as they do in Europe, we shall become as corrupt as they are in Europe and take to eating one another as they do there."
'Şehirler insanın sağlığna, ahlakına ve özgürlüğüne zararlı' demiş Jefferson. 'Eğer, Avrupa'da yaptıkları gibi, şehirlerde yığılmaya devam edersek, Avrupa'dakiler gibi yozlaşmış oluruz, ve onları gibi birbirimizi yemeye başlarız.'
He apparently had a sense of humor.
Belli ki Jefferson'un mizah anlayışı varmış.
And then the American environmental movement has been a classically Arcadian movement. To become more environmental, we move into the country, we commune with nature, we build suburbs. But, of course, we've seen what that does.
ve sonra, Amerika'daki çevreci akımı, klasik bir kırsala dönüş destekleyen bir akım oldu. Daha çevreci olmak için, doğaya daha yakın yerlere taşındık, suburb'ler inşa ederek doğa ile birleşiyoruz. . Ama tabii ki, bunu sonucunun ne olduğunu biliyoruz.
The carbon mapping of America, where is the CO2 being emitted, for many years only hammered this argument in more strongly. If you look at any carbon map, because we map it per square mile, any carbon map of the U.S., it looks like a night sky satellite photo of the U.S., hottest in the cities, cooler in the suburbs, dark, peaceful in the countryside. Until some economists said, you know, is that the right way to measure CO2? There are only so many people in this country at any given time, and we can choose to live where perhaps we would have a lighter impact. And they said, let's measure CO2 per household, and when they did that, the maps just flipped, coolest in the center city, warmer in the suburbs, and red hot in these exurban "drive till you qualify" neighborhoods. So a fundamental shift, and now you have environmentalists and economists like Ed Glaeser saying we are a destructive species. If you love nature, the best thing you can do is stay the heck away from it, move to a city, and the denser the better, and the denser cities like Manhattan are the cities that perform the best. So the average Manhattanite is consuming gasoline at the rate the rest of the nation hasn't seen since the '20s, consuming half of the electricity of Dallas. But of course, we can do better. Canadian cities, they consume half the gasoline of American cities. European cities consume half as much again. So obviously, we can do better, and we want to do better, and we're all trying to be green.
Amerika'nın karbon haritasına baktığımızda karbon dioksitin uzun yıllardır salındığı yerler bu tartışmayı daha fazla vurguluyor. Eğer Amerika'daki herhangi bir karbon haritasına bakarsanız, her metrekareyi haritaladığımız için, Amerika'nın gece çekilmiş uydu fotoğrafına benzediğini görürsünüz. şehirlerde daha sıcak, suburb'lerde ise daha soğuk kırsal ise, karanlık ve huzurlu. Ama bazı ekonomistler, karbon dioksiti ölçmek için kullanılan bu yöntem doğru mu diye merak etmişler. Belirli bir zamanda, ülkede bulunan insan sayısı belirli olduğuna göre, belki bireysel etkimizin daha hafif olacağı bir yerde yaşamayı seçebiliriz. O zaman karbon diyoksiti aileye göre ölçelim demişler, ve onu yaptıkları zaman harita tam tersi olmuş şehir merkezinde soğuk, suburb'ler de sıcak ve daha ekonomik yaşamın olduğu kırsal alanlarda da en sıcak. Yani, çok önemli bir değişim, artık, Ed Glaeser gibi ekonomistler ve çevreciler diyorlar ki insanoğlu tahrip eden bir türdür. Eğer doğayı seviyorsanız, yapacağınız en iyi şey doğadan uzak durmaktır. şehire taşının, ne kadar yoğun o kadar iyi ve Manhattan gibi daha yoğun olan şehirlerin performası en iyi. Manhattan'da oturan birinin benzin tüketme oranını ülkenin gerisi 20'li yıllardan beri görmemiştir, ayrıca Dallas şehrinin elektriğinin sadece yarısını tüketiyor. Tabii daha da iyi yapabiliriz. Kanada şehirleri, Amerika şehirlerinin yarısı kadar benzin tüketiyor. Avrupa'da aynı şekilde. Açıkcası, biz daha iyisini yapabiliriz ve daha iyisini yapmak istiyoruz, ve hepimiz doğaya dost olmaya çalışıyoruz.
My final argument in this topic is that I think we're trying to be green the wrong way, and I'm one of many people who believes that this focus on gadgets, on accessorizing -- What can I add to my house, what can I add to what I've already got to make my lifestyle more sustainable? -- has kind of dominated the discussion. So I'm not immune to this. My wife and I built a new house on an abandoned lot in Washington, D.C., and we did our best to clear the shelves of the sustainability store. We've got the solar photovoltaic system, solar hot water heater, dual-flush toilets, bamboo floors. A log burning in my German high-tech stove apparently, supposedly, contributes less carbon to the atmosphere than were it left alone to decompose in the forest. Yet all of these innovations -- That's what they said in the brochure. (Laughter) All of these innovations together contribute a fraction of what we contribute by living in a walkable neighborhood three blocks from a metro in the heart of a city. We've changed all our light bulbs to energy-savers, and you should do the same thing, but changing all your light bulbs to energy-savers saves as much energy in a year as moving to a walkable city does in a week.
Bu konuda son söyleceklerim ise Bence, biz yanlış yollardan doğaya dost olmaya çalışıyoruz, benim gibi düşünen birçokları, insanların teknolojik cihazlara olan ilgisi, ev aksesurları, yani, evime daha ne ekleyebilirim, yaşam tarzımı daha sürdürülebilir yapmak için, var olan eşyalarıma daha ne katabilirim gibi düşüncelerin konuya hakim olduğunu düşünüyorlar. Benim buna bağışıklığım yok. Eşimle ben, Washington'da terk edilmiş bir arazide kendimize bir ev yaptık. ve 'doğaya dost' marketlerin raflarını boşaltmak için elimizden geleni yaptık. Solar panellerimiz, solar su ısıtma sistemimiz çift-sifonlu tuvaletlerimiz, bambu parkelerimiz var. Odun yakmak için kullandığımız ileri teknoloji Alman sobamız ormanda çürümeye bırakılan odunlardan daha az karbon üretiyor. Fakat bu yeniliklerin hepsi-- bröşürlerde yazanlar. (Gülüşmeler) Bu yeniliklerin hepsi, metrodan üç sokak ötede, şehrin merkezinde, olan yürünebilir bir yerde oturmakla kıyaslandığında, sadece ufak bir katkı sağlıyor. Ampüllerimizi tasarruflu olan modellerle değiştirdik ve siz de aynsını yapmalısnız, ama ampülleri tasarruflu yaparak, yürünebilir bir şehire taşınarak bir haftada tasarruf edeceğin enerjiyi ancak bir yılda tasarruf edersin.
And we don't want to have this argument. Politicians and marketers are afraid of marketing green as a "lifestyle choice." You don't want to tell Americans, God forbid, that they have to change their lifestyle. But what if lifestyle was really about quality of life and about perhaps something that we would all enjoy more, something that would be better than what we have right now?
Ama biz bu konuyu açmak istemiyoruz. Siyasetçiler ve pazarlamacılar, doğaya dostluğu bir 'hayat tarzı' olarak pazarlamaktan korkuyor. Amerika'lılara, Tanrı korusun, hayat tarzını değiştirmeleri gerektiğini söylemek istemezsiniz. Peki ama, yaşam tarzı aslında yaşam kalitesi ile alakalıysa ve belki hepimizin daha çok keyif alacağımız birşeyse, ya şu anda sahip olduklarımızdan daha iyi birşeyse?
Well, the gold standard of quality of life rankings, it's called the Mercer Survey. You may have heard of it. They rank hundreds of nations worldwide according to 10 criteria that they believe add up to quality of life: health, economics, education, housing, you name it. There's six more. Short talk.
Belki duymuşsunuzdur, Mercer Survey isimli bir şirket, Yaşam kalitesini değerlenderen en iyi kurum. Dünya üzerinde yüzlerce ülkeyi, yaşam kalitesine bağlı olduklarına inandıkları, 10 tane kritere göre değerlendiriyorlar: sağlık, ekonomi, eğitim konut, vesaire. Altı tane daha var ama kısa keselim.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
And it's very interesting to see that the highest-ranking American city, Honolulu, number 28, is followed by kind of the usual suspects of Seattle and Boston and all walkable cities. The driving cities in the Sun Belt, the Dallases and the Phoenixes and, sorry, Atlanta, these cities are not appearing on the list. But who's doing even better? The Canadian cities like Vancouver, where again, they're burning half the fuel. And then it's usually won by cities where they speak German, like Dusseldorf or Vienna, where they're burning, again, half as much fuel. And you see this alignment, this strange alignment.
Çok ilginçtir ki, Amerikada en yüksek sırada bulunan şehir, Honolulu, dünyada 28'inci sırada yer alıyor, ondan sonra herkesin beklediği gibi Seattle, Boston ve diğer tüm yürünebilir şehirler. Güneydeki araba kullanılan şehirler ise, Dallas, Phoenix ve, kusura bakma, Atlanta gibi bu listede yer almıyor bile. Peki, neresi bizden daha iyi yapıyor? Kanada şehirleri, Vancouver gibi, ve orada yine bizimkinin yarısı kadar benzin harcıyorlar. Ve bu listenin başında genellikle Almanca'nın konuşulduğu şehirler geliyor mesela Düsseldorf veya Viyena. Ve yine bizim yarımız kadar benzin harcıyorlar. Gördüğünüz gibi bu düzen, bu garip düzen,
Is being more sustainble what gives you a higher quality of life? I would argue the same thing that makes you more sustainble is what gives you a higher quality of life, and that's living in a walkable neighborhood. So sustainability, which includes our wealth and our health may not be a direct function of our sustainability. But particularly here in America, we are polluting so much because we're throwing away our time and our money and our lives on the highway, then these two problems would seem to share the same solution, which is to make our cities more walkable.
daha sürdürülebilir olmak size daha yüksek yaşam kalitesi mi veriyor? Aynı şeyi bende tartışırım, sürdürülebilirliği sağlayan ne ise size daha yüksek yaşam kalitesi veren de aynı şeydir. Ve o da, yürünebilir bir yerde yaşamaktır. Yani sürdürülebilirlik, refahımızla ve sağlığımızla direk bağlı olmayabilir. Ama özellikle Amerika'da havayı o kadar kirletiyoruz ki zamanımızı, paramızı ve hayatımızı otoyollarda o kadar boşa harcıyoruz ki, bu iki sorun aynı çözümü paylaşıyormuş gibi görünüyor, yani şehirlerimizi daha yürünebilir bir hale getirmek.
Doing so isn't easy, but it can be done, it has been done, and it's being done now in more than a few cities, around the globe and in our country. I take some solace from Winston Churchill, who put it this way: "The Americans can be counted on to do the right thing once they have exhausted the alternatives." (Laughter)
Bunu başarmak hiç de kolay bir şey değil, ama yapılabilir. Yapılıyor hatta, birkaç şehirde şimdi yapılıyor, dünyada ve ülkemizde. Winston Churchill şöyle demiş: ' Emin olabilirsiniz ki Amerika'lılar en doğrusunu yaparlar, ancak bütün diğer alternatifleri denedikten sonra.' (Gülüşmeler)
Thank you.
Teşekkür ederim.
(Applause)
(Alkışlar)