Let's talk about manias. Let's start with Beatlemania.
Çılgınlıklardan bahsedelim. Beatles çılgınlığıyla başlayalım.
(Recording of crowd roaring)
İsterik gençler.
Hysterical teenagers, crying, screaming, pandemonium.
bağırıp çağırıyorlar; mahşer.
(Recording of crowd roaring)
Spor çılgınlığı.
Sports mania: deafening crowds, all for one idea -- get the ball in the net. (Recording) Goal! Okay, religious mania: there's rapture, there's weeping, there's visions. Manias can be good. Manias can be alarming. Or manias can be deadly.
Sağır edici kalabalık. Herşey bir amaç için: Topu ağa sokmak. İşte, dini çılgınlık. Kendinden geçmeler. Ağlamalar. Hezeyanlar. Çılgınlıklar güzel olabilir. Çılgınlıklar telaşlandırıcı olabilir. Veya, çılgınlıklar ölümcül olabilir.
(Recording of crowd cheering)
The world has a new mania. A mania for learning English. Listen as Chinese students practice their English, by screaming it:
Dünyada yeni bir çılgınlık ortaya çıktı. İngilizce öğrenme çılgınlığı. Dinleyin: Çinli öğrencilerin İngilizce'yi bağırarak öğreniyor.
Teacher: ... change my life!
Öğretmen: ... değiştireceğim!
Students: I want to change my life!
Öğrenciler: Hayatımı değiştireceğim.
T: I don't want to let my parents down!
Öğretmen: Ana-babamı düş kırıklığına uğratmak istemem.
S: I don't want to let my parents down!
Öğrenciler: Ana-babamı düş kırıklığına uğratmak istemem.
T: I don't ever want to let my country down!
Öğretmen: Ülkemi asla düş kırıklığına uğratmak istemem.
S: I don't ever want to let my country down!
Öğrenciler: Ülkemi asla düş kırıklığına uğratmak istemem.
T: Most importantly... S: Most importantly...
Öğretmen: En önemlisi ... Öğrenciler: En önemlisi ...
T: I don't want to let myself down!
Öğretmen: ... kendimi düş kırıklığına uğratmak istemem.
S: I don't want to let myself down!
Öğrenciler: ... kendimi düş kırıklığına uğratmak istemem.
How many people are trying to learn English worldwide? Two billion of them.
Jay Walker: Dünya üzerine kaç insan İngilizce öğrenmeye gayret ediyor? İki milyar.
Students: A t-shirt. A dress.
Öğrenciler: Bir tişört. Bir elbise.
Jay Walker: In Latin America, in India, in Southeast Asia, and most of all, in China. If you're a Chinese student, you start learning English in the third grade, by law. That's why this year, China will become the world's largest English-speaking country.
Jay Walker: Güney Amerika'da, Hindistan'da, Güneydoğu Asya'da, ve en fazla da Çin'de. Çin'de öğrenciler, kanunen, İngilizce'yi 3. sınıfta öğrenmeye başlıyorlar. Bu yüzden, bu yıl içinde, Çin dünyanın İngilizce konuşulan en büyük ülkesi olacak.
(Laughter)
(Kahkaha)
Why English? In a single word: opportunity. Opportunity for a better life, a job, to be able to pay for school, or put better food on the table. Imagine a student taking a giant test for three full days. Her score on this one test literally determines her future. She studies 12 hours a day for three years to prepare. Twenty-five percent of her grade is based on English. It's called the gaokao, and 80 million high school Chinese students have already taken this grueling test. The intensity to learn English is almost unimaginable, unless you witness it.
Niye İngilizce? Tek bir kelimeyle ifade edersek: Fırsat. Daha iyi bir hayat, bir iş, eğitim masrafları, veya masaya daha iyi yemek koymak için fırsat. Bir öğrencinin, üç tam gün boyunca dev bir sınava girdiğini hayal edin. Bu tek sınavdaki puanı, kelimenin tam anlamıyla geleceğini belirliyor. Hazırlanmak için, 3 yıl boyunca günda 12 saat çalışıyor. Toplam notunun %25'i İngilizce'den geliyor. Bu sınavın adı Gaokao, ve Çin'de 80 milyon lise öğrencisi bu eziyetli sınava girdi. Eğer ilk elden görmezseniz, İngilizce öğrenme isteğinin şiddetini hayal etmek güç.
Teacher: Perfect! Students: Perfect!
Öğretmen: Mükemmel! Öğrenciler: Mükemmel!
T: Perfect! S: Perfect!
Öğretmen: Mükemmel! Öğrenciler: Mükemmel!
T: I want to speak perfect English!
Öğretmen: Mükemmel İngilizce konuşmak istiyorum.
S: I want to speak perfect English!
Öğrenciler: Mükemmel İngilizce konuşmak istiyorum.
T: I want to speak ... S: I want to speak ...
Öğretmen: Mükemmel İngilizce... Öğrenciler: Mükemmel İngilizce:
T: ... perfect English! S: ... perfect English!
Öğretmen: ... konuşmak istiyorum. Öğrenciler: ... konuşmak istiyorum.
T (yelling more loudly): I want to change my life!
Öğretmen: Hayatımı değiştirmek istiyorum.
S (yelling more loudly): I want to change my life!
Öğrenciler: Hayatımı değiştirmek istiyorum.
JW: So is English mania good or bad? Is English a tsunami, washing away other languages? Not likely. English is the world's second language. Your native language is your life. But with English you can become part of a wider conversation -- a global conversation about global problems, like climate change or poverty, or hunger or disease. The world has other universal languages. Mathematics is the language of science. Music is the language of emotions. And now English is becoming the language of problem-solving. Not because America is pushing it, but because the world is pulling it. So English mania is a turning point.
Jay Walker: Peki, İngilizce çılgınlığı iyi mi, kötü mü? İngilizce, bütün diğer dilleri yıkacak bir tsunami mi? Hiç öyle görünmüyor. İngilizce dünyanın ikinci dili. Yerel diliniz, hayatınızdır. Ama İngilizce'yle daha geniş bir muhabbete katılabilirsiniz. Küresel sorunlarla ilgili küresel bir muhabbete katılabilirsiniz. İklim değişikliği veya yoksulluk gibi küresel sorunlarla ilgili muhabbete katılabilirsiniz. Veya açlık veya hastalıklarla ilgili muhabbete katılabilirsiniz. Dünyada başka evrensel diller de var. Matematik, bilimin dili. Müzik, duyguların dili. Şimdi de İngilizce, sorun çözme dili olmaya doğru ileriyor. Bu Amerika ittirdiği için değil, dünya onu bu yöne çektiği için oluyor. İngilizce çılgınlığı bir yol ayrımında.
Like the harnessing of electricity in our cities, or the fall of the Berlin Wall, English represents hope for a better future -- a future where the world has a common language to solve its common problems.
Şehirlerimize elektrik gelmesi, veya Berlin duvarının yıkılışı gibi, İngilizce, daha iyi bir gelecek için umut ifade ediyor. Dünyanın ortak sorunlarını çözmek için ortak bir dilinin olacağı bir gelecek için umut ifade ediyor.
Thank you very much.
Çok teşekkür ederim.
(Applause)
(Alkış)