I'm a gamer, so I like to have goals. I like special missions and secret objectives. So here's my special mission for this talk: I'm going to try to increase the life span of every single person in this room by seven and a half minutes. Literally, you will live seven and a half minutes longer than you would have otherwise, just because you watched this talk.
Ben bir oyuncuyum, yani hedeflerim olması hoşuma gidiyor. Özel görevleri ve gizli amaçları seviyorum. Ve işte bu konuşma için olan özel görevim: Bu odadaki her bir insanın yaşam süresini yedi buçuk dakika artırmaya çalışacağım. Gerçekten, sırf bu konuşmayı izlediğiniz için normalde yaşaycağınızdan yedi buçuk dakika fazla yaşayacaksınız.
Some of you are looking a little bit skeptical. That's okay, because check it out -- I have math to prove that it is possible. It won't make much sense now. I'll explain it all later, just pay attention to the number at the bottom: +7.68245837 minutes. That will be my gift to you if I'm successful in my mission.
Peki, bazılarınız biraz şüpheci gözüküyor. Önemli değil çünkü bakın -- Bunun mümkün olduğunu kanıtlamak için hesap yaptım. Şu an kulağa çok da mantıklı gelmeyecek. Daha sonra açıklayacağım, şimdi sadece en alttaki sayıya dikkat edin: + 7.68245837 dakika. Eğer görevimde başarılı olursam bu size hediyem olacak.
Now, you have a secret mission too. Your mission is to figure out how you want to spend your extra seven and a half minutes. And I think you should do something unusual with them, because these are bonus minutes. You weren't going to have them anyway.
Şimdi, sizin de gizli bir göreviniz var. Sizin göreviniz bu fazladan yedi buçuk dakikayı nasıl geçirmek istediğinize karar vermek. Ve bence bunu sıradışı bir şey yaparak harcamalısınız çünkü bunlar bonus dakikalar. Onlara zaten sahip olmayacaktınız. Ben bir oyun tasarımcısı olduğum için şöyle düşünebilirsiniz,
Now, because I'm a game designer, you might be thinking to yourself, I know what she wants us to do with those minutes, she wants us to spend them playing games. Now this is a totally reasonable assumption, given that I have made quite a habit of encouraging people to spend more time playing games. For example, in my first TED Talk, I did propose that we should spend 21 billion hours a week, as a planet, playing video games.
Bu dakikalarla ne yapmamızı istediğini biliyorum, bunları oyun oynayarak geçirmemizi istiyor. İnsanları oyun oynayarak daha çok zaman geçirmeye cesaretlendirmeyi alışkanlık haline getirdiğim düşünülürse bu kesinlikle mantıklı bir varsayım olur. Örneğin, ilk TED konuşmamda, Gezegen olarak haftada 21 milyar saatimizi bilgisayar oyunu oynayarak harcamamız gerektiğini söylemiştim.
Now, 21 billion hours, it's a lot of time. It's so much time, in fact, that the number one unsolicited comment that I have heard from people all over the world since I gave that talk, is this: Jane, games are great and all, but on your deathbed, are you really going to wish you spent more time playing Angry Birds?
Şimdi, 21 milyar saat çok fazla bir zaman. Hatta o kadar fazla ki, o konuşmayı yaptığımdan beri dünyanın dört bir yanından insanlardan en sık duyduğum eleştiri şu: Jane, oyunlar çok güzel falan ama ölüm döşeğindeyken gerçekten daha fazla Angry Birds oynamış olmayı mı dileyeceksin?
(Laughter)
Oyun oynamanın zaman kaybı olduğu fikri, bundan pişman olacağımız fikri
This idea is so pervasive -- that games are a waste of time that we will come to regret -- that I hear it literally everywhere I go. For example, true story: Just a few weeks ago, this cab driver, upon finding out that a friend and I were in town for a game developers' conference, turned around and said -- and I quote -- "I hate games. Waste of life. Imagine getting to the end of your life and regretting all that time."
o kadar yaygın ki bunu her gittiğim yerde duyuyorum. Örneğin, gerçekten oldu bu, birkaç hafta önce, benim ve arkadaşımın bir oyun geliştirme konferansı için şehirde olduğumuzu öğrenen taksi sürücüsü arkasına dönüp dedi ki -ondan alıntı yapıyorum- "Oyunlardan nefret ediyorum. Zaman kaybı. Hayatın sona erdiğinde oyun oynayarak geçen onca zamandan pişman olacağını düşünsene bir."
Now, I want to take this problem seriously. I want games to be a force for good in the world. I don't want gamers to regret the time they spent playing, time that I encouraged them to spend. So I have been thinking about this question a lot lately. When we're on our deathbeds, will we regret the time we spent playing games?
Bu problemi ciddiye almak istiyorum. Yani, oyunların dünyada iyi bir şeyi temsil etmesini istiyorum. Oyuncuların oyun oynayarak geçirdikleri zamandan, oyun oynayarak geçirmeleri için onları teşvik ettiğim zamandan pişmanlık duymasını istemiyorum. Bu yüzden son zamanlarda bu soru üzerine çok düşünüyorum. Ölüm döşeğindeyken oyun oynayarak geçirdiğimiz zamandan pişman olacak mıyız?
Now, this may surprise you, but it turns out there is actually some scientific research on this question. It's true. Hospice workers, the people who take care of us at the end of our lives, recently issued a report on the most frequently expressed regrets that people say when they are literally on their deathbeds. And that's what I want to share with you today -- the top five regrets of the dying.
Bu size şaşırtıcı gelebilir ama öyle görünüyor ki bu soru üzerine yapılmış bir bilimsel araştırma mevcut. Gerçekten. Düşkünlerevi bakıcıları, hayatlarımız sone ermek üzereyken bizimle ilgilenen insanlar yakın zamanda insanların ölüm döşeğindeyken en sık belirttiği pişmanlıklar üzerine bir rapor yayınladılar. Ve bugün sizle bunu paylaşmak istiyorum -- ölmekte olan insanların en büyük beş pişmanlığı.
Number one: I wish I hadn't worked so hard. Number two: I wish I had stayed in touch with my friends. Number three: I wish I had let myself be happier. Number four: I wish I'd had the courage to express my true self. And number five: I wish I'd lived a life true to my dreams, instead of what others expected of me.
Birincisi: Keşke bu kadar çok çalışmasaydım. İkincisi: Keşke arkadaşlarımla bağlarımı koparmasaydım. Üçüncüsü: Keşke kendime daha mutlu olmak için fırsat tanısaydım. Dördüncüsü: Keşke kendimi gerçekten istediğim gibi ifade edecek cesareti kendimde bulabilseydim. Ve beşincisi: Keşke başkalarının beklentilerini karşılamak yerine kendi hayallerimi yaşasaydım.
Now, as far as I know, no one ever told one of the hospice workers, "I wish I'd spent more time playing video games," but when I hear these top five regrets of the dying, I can't help but hear five deep human cravings that games actually help us fulfill.
Şimdi, bildiğimiz kadarı ile hiç kimse düşkünlerevi bakıcılarına keşke daha çok bilgisayar oyunu oynasaydım dememiş. Ama insanların bu beş pişmanlığını duyunca oyunların tatmin etmemize yardım ettiği beş temel insan arzusunu düşünmekten kendimi alamıyorum.
For example, I wish I hadn't worked so hard. For many people, this means, I wish I'd spent more time with my family, with my kids when they were growing up. Well, we know that playing games together has tremendous family benefits. A recent study from Brigham Young University School of Family Life reported that parents who spend more time playing video games with their kids have much stronger real-life relationships with them.
Örneğin, keşke bu kadar çok çalışmasaydım. Çoğu insan için bu demek oluyor ki keşke ailem ve çocuklarımla daha çok vakit geçirseydim. Ve biliyoruz ki birlikte oyun oynamanın aile ilişlkilerine muazzam yararları var. Yakın zamanda Brigham Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmanın, School of Family life (Aile yaşamı okulu), gösterdiğine göre çocuklarıyla bilgisayar oyunları oynayarak daha çok vakit geçiren ebeveynler onlarla gerçek hayatta da daha sıkı bir bağa sahip.
"I wish I'd stayed in touch with my friends." Hundreds of millions of people use social games like FarmVille or Words With Friends to stay in daily contact with real-life friends and family. A recent study from the University of Michigan showed that these games are incredibly powerful relationship-management tools. They help us stay connected with people in our social network that we would otherwise grow distant from, if we weren't playing games together.
Keşke arkadaşlarımla bağlarımı koparmasaydım. Binlerce insan gerçek hayattaki arkadaşları ve aileleri ile iletişimi sürdürmek için sosyal ağlardaki FarmVille veya Words With Friends gibi oyunları kullanıyor. Michigan Üniversite'sinden yapılan bir araştırmaya göre bu tip oyunlar çok etkili birer ilişki geliştirme araçları. Oyunlar bize birlikte oyun oynamasaydık uzaklaşacağımız insanlarla iletişimi koparmamamız konusunda yardım ediyor.
"I wish I'd let myself be happier." Well, here I can't help but think of the groundbreaking clinical trials recently conducted at East Carolina University that showed that online games can outperform pharmaceuticals for treating clinical anxiety and depression. Just 30 minutes of online game play a day was enough to create dramatic boosts in mood and long-term increases in happiness.
Keşke kendime daha mutlu olmak için fırsat tanısaydım. Bu aşamada, Doğu Carolina Üniversitesi'nde yapılan ve bilgisayar oyunlarının klinik anksiyete bozukluğu ve depresyonu tedavi etmede ilaçlardan daha başarılı olabileceğini gösteren çığır açıcı klinik deneyleri düşünmeden duramıyorum. Günde sadece 30 dakika online oyun oynamak bile çarpıcı bir moral artışı yaratmak ve uzun vadede mutluluğu artırmak için yeterli.
"I wish I'd had the courage to express my true self." Well, avatars are a way to express our true selves, our most heroic, idealized version of who we might become. You can see that in this alter ego portrait by Robbie Cooper of a gamer with his avatar. And Stanford University has been doing research for five years now to document how playing a game with an idealized avatar changes how we think and act in real life, making us more courageous, more ambitious, more committed to our goals.
Keşke kendimi gerçekten istediğim gibi ifade edecek cesareti kendimde bulabilseydim. Peki, avatarlar kendimizi ifade etmemiz için olabileceğimiz en destansı, en ideal halimizi yansıtmamız için bir yol. Robbie Cooper'ın bu alter ego tablosunda bir oyuncu ve avatarını görebiliyorsunuz. Ve Standford Üniversitesi beş yıldır ideal bir avatarla oyun oynamanın gerçek hayatta davranış ve düşüncelerimizi nasıl değiştirdiğini, bizi nasıl daha cesur ve hırslı hale getirdiğini, hedeflerimize daha bağlı kalmamızı sağladığını belgelemek için araştırma yapıyorç
"I wish I'd led a life true to my dreams, and not what others expected of me." Are games doing this yet? I'm not sure, so I've left a Super Mario question mark. We're going to come back to this one.
Keşke başkalarının beklentilerini karşılamak yerine kendi hayallerimi yaşasaydım. Oyunlar bunu yapabiliyor mu? Emin değilim. Bu sebeple kafamda bir soru işareti var, bir Super Mario soru işareti. Ve bu soruya geri döneceğiz.
But in the meantime, perhaps you're wondering, who is this game designer to be talking to us about deathbed regrets? And it's true, I've never worked in a hospice, I've never been on my deathbed. But recently I did spend three months in bed, wanting to die. Really wanting to die.
Fakat bu arada, belki merak ediyorsunuzdur, ölüm döşeğindeki insanların pişmanlıkları hakkında konuşmak bu oyun tasarımcısının ne haddine? Ve gerçekten de ben hiç bir düşkünlerevinde çalışmadım, hiç ölüm döşeğinde olmadım. Ama yakın zamanda ölmek isteyerek yatakta üç ay geçirdim. Gerçekten ölmek isteyerek.
Now let me tell you that story. It started two years ago, when I hit my head and got a concussion. The concussion didn't heal properly, and after 30 days, I was left with symptoms like nonstop headaches, nausea, vertigo, memory loss, mental fog. My doctor told me that in order to heal my brain, I had to rest it. So I had to avoid everything that triggered my symptoms. For me that meant no reading, no writing, no video games, no work or email, no running, no alcohol, no caffeine. In other words -- and I think you see where this is going -- no reason to live.
Şimdi bu hikayeyi anlatmama izin verin. Her şey iki yıl önce kafamdan darbe alıp beyin sarsıntısı geçirmemle başladı. Sarsıntı doğru düzgün iyileşmedi ve kazadan 30 gün sonrasında bile durmayan baş ağrıları, bulantı, baş dönmesi, hafıza kaybı ve zihin bulanıklığı gibi semptomlarla kalakaldım. Doktorum beynimin iyileşmesi için, onu dinlendirmem gerektiğini söyledi. Yani semptomları tetikleyen her şeyden uzak durmak zorundaydım. Bu demek oluyordu ki kitap okumak, yazı yazmak, oyun oynamak, çalışmak, e-mail göndermek, koşmak, alkol almak, kafein almak yok. Başka sözcüklerle ifade etmek gerekirse -ki ne demek istediğimi anlamışsınızdır- yaşamak için bir sebep yok.
(Laughter)
Tabii ki bu biraz komik ama
Of course it's meant to be funny, but in all seriousness, suicidal ideation is quite common with traumatic brain injuries. It happens to one in three, and it happened to me. My brain started telling me, "Jane, you want to die." It said, "You're never going to get better." It said, "The pain will never end."
ciddiyete geri dönersek, intihar fikri beyin travması yaşanan durumlarda çok yaygın. Bu insanların üçte birinin başına geliyor ve benim başıma geldi. Beynim bana "Jane, ölmek istiyorsun." demeye başladı. "Asla iyileşemeyeceksin." dedi. "Acın asla dinmeyecek." dedi.
And these voices became so persistent and so persuasive that I started to legitimately fear for my life, which is the time that I said to myself after 34 days -- and I will never forget this moment -- I said, "I am either going to kill myself or I'm going to turn this into a game."
Ve bu sesler o kadar inatçı ve ikna edici hale geldi ki gerçekten kendi hayatım için korkmaya başladım. Ki tam da bu zamanda, 34 gün sonra, -ve o anı asla unutmayacağım- kendi kendime "ya kendimi öldüreceğim ya da bunu bir oyuna çevireceğim" dedim.
Now, why a game? I knew from researching the psychology of games for more than a decade that when we play a game -- and this is in the scientific literature -- we tackle tough challenges with more creativity, more determination, more optimism, and we're more likely to reach out to others for help. I wanted to bring these gamer traits to my real-life challenge, so I created a role-playing recovery game called Jane the Concussion Slayer.
Şimdi, neden oyun? On yıldan fazla zamandır oyunların psikolojisini araştırdığım için biliyorum ki oyun oynarken -ve bu bilimsel bir bilgidir- zor durumların üstesinden daha yaratıcı bir biçimde, daha fazla kararlılıkla ve daha iyimser bir biçimde geliyoruz. Ve insanlardan yardım istemeye daha eğilimli oluyoruz. Ve bu oyuncu özelliklerini gerçek hayattaki mücadeleme yansıtmak istediğim için Jane the Concussion Slayer (Travma Avcısı Jane) adında bir rol yapma oyunu yarattım.
Now this became my new secret identity, and the first thing I did as a slayer was call my twin sister -- I have an identical twin sister named Kelly -- and tell her, "I'm playing a game to heal my brain, and I want you to play with me." This was an easier way to ask for help.
Bu benim gizli kimliğim haline geldi ve bir avcı olarak ilk yaptığım şey ikizimi aramak -Kelly adında bir tek yumurta ikizim var- ve ona beynimi iyileştirmek için bir oyun oynadığımı ve onun da benimle birlikte oynamasını istediğimi söylemek oldu. Bu yardım istemek için oldukça kolay bir yoldu.
She became my first ally in the game, my husband Kiyash joined next, and together we identified and battled the bad guys. Now this was anything that could trigger my symptoms and therefore slow down the healing process, things like bright lights and crowded spaces. We also collected and activated power-ups. This was anything I could do on even my worst day to feel just a little bit good, just a little bit productive. Things like cuddling my dog for 10 minutes, or getting out of bed and walking around the block just once.
Böylece Kelly oyundaki ilk müttefikim oldu. Ardından kocam Kiyash bize katıldı ve birlikte kötü adamları tespit edip onlarla savaştık. Bu oyun kesinlikle semptomlarımı tetikleyebilecek bir şeydi parlak ışıklar, kalabalık mekanlar gibi şeyler, iyileşme sürecimi yavaşlatabilirdi. Bu yüzden güç kaynakları toplayıp bunları aktif hale getirdik. Bu en kötü günümde bile birazcık iyi hissetmek için, biraz üretken hissedebilmek için yapabileceğim herhangi birşey olabilirdi. 10 dakika köpeğime sarılmak gibi ya da yataktan kalkıp bir kere etrafta yürümek gibi.
Now the game was that simple: Adopt a secret identity, recruit your allies, battle the bad guys, activate the power-ups. But even with a game so simple, within just a couple days of starting to play, that fog of depression and anxiety went away. It just vanished. It felt like a miracle. Now it wasn't a miracle cure for the headaches or the cognitive symptoms. That lasted for more than a year, and it was the hardest year of my life by far. But even when I still had the symptoms, even while I was still in pain, I stopped suffering.
Oyun oldukça basitti: Gizli bir kimlik edin, müttefiklerini topla, kötü adamlarla savaş, güç kaynaklarını aktif hale getir. Fakat bu kadar basit bir oyunla bile, oynamaya başladığım bir kaç gün içinde, depresyon ve kaygı hissi gitti. Öylece yok oldu. Mucize gibiydi. Bu tabii ki bilişsel semptomlar ya da baş ağrıları için mucize bir tedavi değildi. Bu semptomlar bir yıldan fazla sürdü, ve o yıl hayatımın açık ara en zorlu yılıydı. Ama hala o semptomlara sahip olsam da, hala acı çekiyor olsam da ıstırap çekmeyi bırakmıştım.
Now what happened next with the game surprised me. I put up some blog posts and videos online, explaining how to play. But not everybody has a concussion, obviously, not everyone wants to be "the slayer," so I renamed the game SuperBetter.
Bu durumda, oyunla bir sonraki adımın ne olduğu beni oldukça şaşırttı. Oyunun nasıl oynandığını açıklayan blog yazıları ve online videolar paylaştım. Ama tabii ki herkes kafa travması geçirmiş değil, herkes "avcı" olmak istiyor da değil. Bu sebeple oyunun ismini SuperBetter (SüperDahaİyi) olarak değiştirdim.
And soon, I started hearing from people all over the world who were adopting their own secret identity, recruiting their own allies, and they were getting "super better," facing challenges like cancer and chronic pain, depression and Crohn's disease. Even people were playing it for terminal diagnoses like ALS. And I could tell from their messages and their videos that the game was helping them in the same ways that it helped me. They talked about feeling stronger and braver. They talked about feeling better understood by their friends and family. And they even talked about feeling happier, even though they were in pain, even though they were tackling the toughest challenge of their lives.
Ve kısa süre içinde dünyanın her yerinden insanların gizli kimliklerini alıp, müttefiklerini toplayarak "süper daha iyi"ye gittiklerini, kanser, kronik ağrılar, depresyon, Crohn hastalığı gibi durumlarla yüzleştiklerini duymaya başladım. Hatta ALS hastalığı gibi ölümcül hastalıklarla teşhis edilmiş insanların bile bunu oynuyordu. Ve bana ulaşan mesajlar ve çekilen videolardan anladığım kadarı ile oyun o insanlara da bana yardım ettiği şekilde yardım ediyordu. Daha güçlü ve cesur hissettiklerinden bahsediyorlardı. Aileleri ve arkadaşları tarafından daha iyi anlaşıldıklarını hissettiklerini söylüyorlardı. Ve hatta acı çekiyor olsalar da, hayatlarının en zor zamanlarını yaşıyor olsalar da daha mutlu hissettiklerini söylediler.
Now at the time, I'm thinking to myself, what is going on here? I mean, how could a game so trivial intervene so powerfully in such serious, and in some cases life-and-death, circumstances? I mean, if it hadn't worked for me, there's no way I would have believed it was possible. Well, it turns out there's some science here, too. Some people get stronger and happier after a traumatic event. And that's what was happening to us.
Ve o zaman kendi kendime düşünmeye başladım, burada ne oluyor? Yani, nasıl olur da böylesine abes bir oyun bu kadar ciddi, ölüm kalım meselesine varan durumlara bu kadar etkili müdahale edebilir? Eğer benim de başıma gelmiş olmsaydı, bunun olabileceğine asla inanmazdım. Ve ortaya çıktı ki burada da işin içine biraz bilim karışıyor. Bazı insanlar bir travma yaşadıktan sonra daha güçlü ve mutlu hale geliyorlar. Ve bize olan şey de buydu.
The game was helping us experience what scientists call post-traumatic growth, which is not something we usually hear about. We usually hear about post-traumatic stress disorder. But scientists now know that a traumatic event doesn't doom us to suffer indefinitely. Instead, we can use it as a springboard to unleash our best qualities and lead happier lives.
Oyun bize bilim insanlarının travma sonrası gelişme dediği çok da duyulmayan bir durumu deneyimlememizde yardımcı oluyordu. Genellikle travma sonrası stres bozukluğu hakkında bir şeyler duyuyoruz. Fakat artık bilim adamlarınca biliniyor ki travmatik olaylar bizi sonsuza kadar acı çekmek üzere lanetlemiyor. Bunun yerine, bu durumu hayatımızdaki iyi yanları ortaya çıkarmak ve daha mutlu yaşamak için bir sıçrama tahtası olarak kullanabiliriz.
Here are the top five things that people with post-traumatic growth say: "My priorities have changed." "I'm not afraid to do what makes me happy." "I feel closer to my friends and family." "I understand myself better. I know who I really am now." "I have a new sense of meaning and purpose in my life." "I'm better able to focus on my goals and dreams."
İşte travma sonrası gelişme durumunu yaşayan insanların en sık belirttiği beş şey: Önceliklerim değişti. Artık beni mutlu eden şeyleri yapmaktan korkmuyorum. Arkadaşlarıma ve aileme daha yakın olduğumu hissediyorum. Kendimi daha iyi anlıyorum. Artık gerçekten kim olduğumu biliyorum. Artık hayatımın yeni bir anlamı ve amacı var. Hayallerime ve amaçlarıma daha iyi odaklanıyorum.
Now, does this sound familiar? It should, because the top five traits of post-traumatic growth are essentially the direct opposite of the top five regrets of the dying. Now this is interesting, right? It seems that somehow, a traumatic event can unlock our ability to lead a life with fewer regrets.
Bunlar tanıdık geliyor mu? Gelmeli, çünkü travma sonrası gelişmenin beş önemli hususu aslında ölmekte olan insanların beş önemli pişmanlığının tam zıttı. Ne kadar ilginç, değil mi? Öyle görünüyor ki travmatik bir olay yaşamak bir şekilde daha az pişmanlıkla yaşama kabiliyetimizi ortaya çıkarıyor.
But how does it work? How do you get from trauma to growth? Or better yet, is there a way to get all the benefits of post-traumatic growth without the trauma, without having to hit your head in the first place? That would be good, right?
Peki bu nasıl oluyor? Travmadan gelişme evresine nasıl geçiyorsunuz? Ya da daha iyisi, travma sonrası gelişmenin bütün bu iyi yönlerini travma olmadan, kafanıza darbe almak zorunda kalmadan yaşamanın bir yolu var mı? Bu çok güzel olurdu, değil mi?
I wanted to understand the phenomenon better, so I devoured the scientific literature, and here's what I learned. There are four kinds of strength, or resilience, that contribute to post-traumatic growth, and there are scientifically validated activities that you can do every day to build up these four kinds of resilience, and you don't need a trauma to do it.
Bu fenomeni daha iyi anlamak istedim, bu yüzden bu konudaki bilimsel araştırmaları adeta yalayıp yuttum ve işte öğrendiklerim: Travma sonrası gelişme ile ilişkilendirilen dört çeşit güç ya da dayanıklılık var ve travma yaşamaksızın bu dört çeşit dayanıklılığa sahip olabilmek için her gün yapabileceğiniz bilimsel olarak onaylanmış aktiviteler var.
I could tell you what these four types of strength are, but I'd rather you experience them firsthand. I'd rather we all start building them up together right now. Here's what we're going to do. We'll play a quick game together. This is where you earn the seven and a half minutes of bonus life that I promised you earlier. All you have to do is successfully complete the first four SuperBetter quests. And I feel like you can do it. I have confidence in you.
Size bu dört çeşit gücün ne olduğunu söyleyebilirdim ama bunları birinci elden deneyimlemenizi tercih ederim. Onun yerine bu özellikleri burada şimdi hep beraber edinmeye başlayalım. Yapacaklarımız şunlar: Birlikte küçük bir oyun oynayacağız. Daha önce söz verdiğim yedi buçuk dakikayı kazanacağınız yer işte burası. Yapmanız gereken tek şey SuperBetter'ın ilk dört görevini başarıyla tamamlamak. Ve bunu yapabileceğinizi düşünüyorum. Size bu konuda güvenim tam.
So, everybody ready? This is your first quest. Here we go. Pick one: Stand up and take three steps, or make your hands into fists, raise them over your head as high as you can for five seconds, go! All right, I like the people doing both. You are overachievers. Very good.
Herkes hazır mı? Bu ilk göreviniz, haydi bakalım. Birini seçin: Ya ayağa kalkıp üç adım atın ya da ellerinizi yumruk yapıp beş saniye boyunca kafanızın üzerine kaldırabildiğiniz kadar yükseğe kaldırın. Başlayın! Evet, ikisini birden yapan insanlar hoşuma gitti. Üstün başarı gösteriyorsunuz. Çok iyi. (Kahkahalar)
(Laughter)
Herkese aferin. Bu alıştırmanın değeri +1 dayanıklılık.
Well done, everyone. That is worth +1 physical resilience, which means that your body can withstand more stress and heal itself faster. We know from the research that the number one thing you can do to boost your physical resilience is to not sit still. That's all it takes. Every single second that you are not sitting still, you are actively improving the health of your heart, and your lungs and brains.
Ve bu şu anlama geliyor; artık vücudunuz daha fazla stresle başa çıkabilir ve kendini daha çabuk iyileştirebilir. Şimdi, araştırmamızdan biliyoruz ki fiziksel dayanıklılığınızı artırmak için yapabileceğiniz en iyi şey mantar gibi oturmamak. Sadece bu gerekiyor. Oturup pineklemediğiniz her saniye, beyninizin, akciğerlerinizin ve kalbinizin sağlığını aktif olarak geliştiriyorsunuz.
Everybody ready for your next quest? I want you to snap your fingers exactly 50 times, or count backwards from 100 by seven, like this: 100, 93... Go!
Herkes bir sonraki görev için hazır mı? Sizden ya parmaklarınızı 50 kere şıklatmanızı ya da 100'den geriye yedişer yedişer saymanızı istiyorum. Başlayın!
(Snapping)
(Şıkırtılar)
Don't give up.
Vazgeçmeyin.
(Snapping)
(Şıkırtılar)
Don't let the people counting down from 100 interfere with your counting to 50.
100'den geriye doğru sayan insanların sizin 50'ye kadar saymanızı engellemesine izin vermeyin.
(Snapping)
(Kahkahalar)
(Laughter)
Nice. Wow. That's the first time I've ever seen that. Bonus physical resilience. Well done, everyone. Now that's worth +1 mental resilience, which means you have more mental focus, more discipline, determination and willpower. We know from the scientific research that willpower actually works like a muscle. It gets stronger the more you exercise it. So tackling a tiny challenge without giving up, even one as absurd as snapping your fingers exactly 50 times or counting backwards from 100 by seven is actually a scientifically validated way to boost your willpower.
Güzel. Vay canına. Böyle bir şeyi ilk kez gördüm. Bonus fiziksel dayanıklılık. Herkese aferin. Bu size +1 zihinsel dayanıklılık kazandırdı. Bu demek oluyor ki artık daha fazla irade, kararlılık, disiplin ve odaklanma becerisine sahipsiniz. Bilimsel araştırmalardan biliyoruz ki irade aslında bir kas gibi çalışıyor. Ne kadar çok kullanılırsa o kadar çok gelişiyor. Yani 50 kere parmak şıklatmak ya da 100'den geriye yedişer yedişer saymak gibi absürd sınamaların bile iradenizi artıracağı bilimsel olarak onaylanmış.
So good job. Quest number three. Pick one: Because of the room, fate's really determined this for you, but here are the two options. If you're inside, find a window and look out of it. If you're outside, find a window and look in. Or do a quick YouTube or Google image search for "baby [your favorite animal.]"
İyi iş. Gelelim üçüncü göreve. Biriniz seçin: Şu an bir odanın içinde olduğumuz için pek seçme sansınız yok ama yine de işte iki seçeneğiniz: Eğer içerideyseniz, bir pencere bulup dışarı bakın. Eğer dışarıdaysanız, bir pencere bulup dışarı bakın. Ya da YouTube veya Google'da en sevdiğiniz hayvanın yavru hali için görsellerde çabucak bir arama yapın.
Do it on your phones, or just shout out some baby animals, and I'll put them on the screen. So, what do we want to see? Sloth, giraffe, elephant, snake. Okay, let's see what we got. Baby dolphin and baby llamas. Everybody look. Got that? Okay, one more. Baby elephant.
Bunu telefonunuzdan yapabilirsiniz ya da sadece en sevdiğiniz yavru hayvanın adını bağırabilirsiniz. Ben bir kaç fotoğraf bulup hepimiz için ekrana koyacağım. Evet, ne görmek istiyoruz? Tembel hayvan, zürafa, fil, yılan. Evet, elimizde ne varmış bir bakalım. Yavru yunus ve yavru lamalar. Herkes baksın. Anladınız mı? Tamam, bir tane daha. Yavru fil.
(Audience) Oh!
We're clapping for that? That's amazing.
Bunun için mi alkışlıyoruz? Bu harika.
(Laughter)
All right, what we're just feeling there is plus-one emotional resilience, which means you have the ability to provoke powerful, positive emotions like curiosity or love, which we feel looking at baby animals, when you need them most.
Tamam, şimdi burada hissettiğimiz şey +1 duygusal dayanıklılık. Bu şu anlama geliyor, merak veya aşk gibi yavru hayvanlara baktığımızda ya da en çok ihtiyacımız olduğunda hissettiğimiz pozitif duyguları etkili bir biçimde yönlendirebilme becerisine sahipsiniz.
Here's a secret from the scientific literature for you. If you can manage to experience three positive emotions for every one negative emotion over the course of an hour, a day, a week, you dramatically improve your health and your ability to successfully tackle any problem you're facing. And this is called the three-to-one positive emotion ratio. It's my favorite SuperBetter trick, so keep it up.
Ve bilimsel literatürden size bir sır vereyim. Eğer bir saat, bir gün veya bir hafta için hissettiğiniz her negatif duygu başına üç pozitif duygu hissetmeyi başarabilirseniz sağlığınız ve zor bir problemle başa çıkabilme beceriniz çarpıcı bir biçimde artar. Buna "üçe bir pozitif duygu oranı" deniyor. Bu benim en sevdiğim SuperBetter numarası, bunu kullanın.
All right, pick one, last quest: Shake someone's hand for six seconds, or send someone a quick thank you by text, email, Facebook or Twitter. Go!
Peki, bir tanesini seçin, son görev: Biriyle altı saniye boyunca el sıkışın ya da birine sms, email, Facebook veya Twitter yolu ile çabucak bir teşekkür yollayın. Başlayın!
(Chatting)
(Konuşmalar)
Looking good, looking good. Nice, nice. Keep it up. I love it! All right, everybody, that is +1 social resilience, which means you actually get more strength from your friends, your neighbors, your family, your community. Now, a great way to boost social resilience is gratitude. Touch is even better.
Güzel gözüküyor, güzel gözüküyor. İyi, iyi. Devam edin. Harikasınız! Pekala, bu hepiniz için +1 sosyal dayanıklılık demek. Yani, artık arkadaşlarınızdan, komşularınızdan, ailenizden, içinde bulunduğunuz topluluktan daha fazla güç alıyorsunuz. Sosyal dayanıklılığı artırmanın en iyi yolu şükran. Dokunmak daha bile iyi.
Here's one more secret for you: Shaking someone's hand for six seconds dramatically raises the level of oxytocin in your bloodstream, now that's the trust hormone. That means that all of you who just shook hands are biochemically primed to like and want to help each other. This will linger during the break, so take advantage of the networking opportunities.
Size bir sır daha vereyim: Biriyle altı saniye boyuca el sıkışmak kanınızdaki oksitosin oranını -ki bu güven hormonudur- önemli ölçüde artırıyor. Bu demek oluyor ki şu an birbiriyle el sıkışan sizler biyokimyasal olarak birbirinizden daha çok hoşlanmak ve birbirinize yardım etmek üzere yönlendirildiniz. Bu ara verdiğimiz sırada da devam ediyor olacak, yani bağlantı kurma becerinizin tadını çıkarın.
(Laughter)
(Kahkahalar)
Well, you have successfully completed your four quests, let's see if I've successfully completed my mission to give you seven and a half minutes of bonus life. Now I get to share one more little bit of science with you. It turns out that people who regularly boost these four types of resilience -- physical, mental, emotional and social -- live 10 years longer than everyone else. So this is true. If you are regularly achieving the three-to-one positive emotion ratio, if you are never sitting still for more than an hour at a time, if you are reaching out to one person you care about every single day, if you are tackling tiny goals to boost your willpower, you will live 10 years longer than everyone else, and here's where that math I showed you earlier comes in.
Tamam, dört görevi de başarılı bir biçimde bitirdiniz, şimdi bakalım ben size fazladan yedi buçuk dakika yaşam süresi kazandırma görevimde başarılı olmuş muyum? Burada sizinle biraz daha bilimsel veri paylaşmam gerekiyor. Bu dört tip dayanıklılığı -fiziksel,zihinsel,duygusal ve sosyal- artırmak için düzenli olarak egzersiz yapan insanların bunu yapmayan insanlara göre 10 yıl daha fazla yaşadığı ortaya çıktı. Bu doğru. Eğer bu "üçe bir pozitif duygu oranı"nı düzenli olarak uyguluyorsanız, eğer bir seferde bir saatten fazla oturup pineklemiyorsanız, eğer her gün önemsediğiniz bir insanla iletişime geçiyorsanız, eğer iradenizi güçlendirmek için küçük hedefler belirliyorsanız, diğer herkesten 10 yıl fazla yaşayacaksınız ve işte burada size daha önce gösterdiğim hesaplamalar devreye giriyor.
So, the average life expectancy in the U.S. and the U.K. is 78.1 years, but we know from more than 1,000 peer-reviewed scientific studies that you can add 10 years of life by boosting your four types of resilience. So every single year that you are boosting your four types of resilience, you're actually earning .128 more years of life or 46 more days of life, or 67,298 more minutes of life, which means every single day, you are earning 184 minutes of life, or every single hour that you are boosting your four types of resilience, like we just did together, you are earning 7.68245837 more minutes of life.
ABD ve Büyük Britanya'daki ortalama yaşam süresi 78.1 yıl. fakat 1000 den fazla kere akran denetimi yapılmış bilimsel çalışmalardan biliyoruz ki bu dört çeşit dayanıklılığı artırarak hayatınıza 10 yıl ekleyebilirsiniz. Yani by dört çeşit dayanıklılığı artırdığınız her yıl, 128 fazladan yıl ya da 46 fazladan gün veya 67.298 fazladan dakika kazanıyorsunuz. Bu da demek oluyor ki her gün fazladan 184 dakikanız oluyor veya bu dört çeşit dayanıklılığı güçlendirdiğiniz her saat, aynı bizim yaptığımız gibi, 7.68245837 fazladan dakika kazanıyorsunuz.
Congratulations, those seven and a half minutes are all yours. You totally earned them.
Tebrik ederim, o yedi buçuk dakika tamamen sizin. Hepsini hak ettiniz.
Yeah!
(Alkışlar)
(Applause)
Evet, muhteşem!
Awesome. Wait, wait, wait. You still have your special mission, your secret mission. How are you going to spend these minutes of bonus life?
Bir saniye, bir saniye Hala özel göreviniz, gizli göreviniz var. Hayatınıza eklenen fazladan yedi buçuk dakikayı
Well, here's my suggestion.
nasıl harcayacaksınız?
These seven and a half bonus minutes are kind of like genie's wishes. You can use your first wish to wish for a million more wishes. Pretty clever, right? So, if you spend these seven and a half minutes today doing something that makes you happy, or that gets you physically active, or puts you in touch with someone you care about, or even just tackling a tiny challenge, you're going to boost your resilience, so you're going to earn more minutes.
Benim önerim şu: Bu fazladan yedi buçuk dakika biraz sihirli cinden dilenen dilekler gibi. İlk dileğinizi bir milyon dilek hakkı isteyerek kullanabilirsiniz. Akıllıca, değil mi? Yani eğer bugün bu yedi buçuk dakikayı sizi mutlu eden bir şey yapmak için kullanırsanız veya fiziksel aktivite yapmak için, ya da sevdiğiniz biriyle vakit geçirmek için, ya da küçük bir sınamayı aşmak için, dayanıklılığınızı artıracaksınız. Böylece daha çok dakika kazanacaksınız.
And the good news is, you can keep going like that. Every hour of the day, every day of your life, all the way to your deathbed, which will now be 10 years later than it would have otherwise. And when you get there, more than likely, you will not have any of those top five regrets, because you will have built up the strength and resilience to lead a life truer to your dreams. And with 10 extra years, you might even have enough time to play a few more games.
Ve iyi haber şu ki bu şekilde devam edebilirsiniz. Günün her saati, hayatınızın her günü, ölüm döşeğine girene kadar. -ki bu normalde olacağından 10 yıl daha sonra olacak- Ve o aşamaya geldiğinizde, büyük ihtimalle, en çok belirtilen beş pişmanlığa sahip olmayacaksınız çünkü hayallerinizi gerçekleştirmek için gereken güç ve dayanıklılığa sahip olmuş olacaksınız. Ve 10 yıl fazladan zamanla, belki de biraz daha fazla oyun oynamaya zamanınız olabilir.
Thank you.
Teşekkürler.
(Applause)
(Alkışlar)