Those of you who have seen the film "Moneyball," or have read the book by Michael Lewis, will be familiar with the story of Billy Beane. Billy was supposed to be a tremendous ballplayer; all the scouts told him so. They told his parents that they predicted that he was going to be a star.
Moneyball filmini izleyenler ya da Michael Lewis'in kitabını okuyanlar Billy Beane'in hikâyesini bileceklerdir. Yetenek avcılarının dediğine göre Billy müthiş bir oyuncu olabilirmiş. Ailesine, onun bir yıldız olacağına inandıklarını söylediler.
But what actually happened when he signed the contract -- and by the way, he didn't want to sign that contract, he wanted to go to college -- which is what my mother, who actually does love me, said that I should do too, and I did -- well, he didn't do very well. He struggled mightily. He got traded a couple of times, he ended up in the Minors for most of his career, and he actually ended up in management. He ended up as a General Manager of the Oakland A's.
Gerçekte olan ise sözleşmeyi imzaladığı sırada bu arada Billy üniversiteye gitmek istediği için sözleşmeyi istememişti. Üniversite gerçekte beni seven annemin yapmamı söylediği şeydi ki ben de onu dinledim. Ama Billy, pek başarılı olamadı, fazlasıyla zorluk çekti. Birkaç kez takım değiştirdi, kariyerinin çoğunu amatör liginde geçirdi ve sonunda kendini yönetimde buldu, Oakland Athletics'in genel müdürü oldu. Bu odanın çoğunluğuna göre yönetimde olmak bir başarı olarak görülür
Now for many of you in this room, ending up in management, which is also what I've done, is seen as a success. I can assure you that for a kid trying to make it in the Bigs, going into management ain't no success story. It's a failure.
ki bende yönetimdeyim. Sizi temin ederim profesyonel ligde oynamak isteyen bir çocuk için yönetimde olmak bir başarı değil, başarısızlık öyküsüdür. Bugün sizlerle konuşmak ve paylaşmak istediğim şey,
And what I want to talk to you about today, and share with you, is that our healthcare system, our medical system, is just as bad at predicting what happens to people in it -- patients, others -- as those scouts were at predicting what would happen to Billy Beane. And yet, every day thousands of people in this country are diagnosed with preconditions.
sağlık sistemimizin hastalar ve diğer kişilerle alakalı tahminlerinin o yetenek avcılarının Billy Beane hakkındaki tahminleri gibi kötü olduğudur. Buna rağmen her gün bu ülkedeki binlerce kişiye bir şeylerin ön tanısı konuyor.
We hear about pre-hypertension, we hear about pre-dementia, we hear about pre-anxiety, and I'm pretty sure that I diagnosed myself with that in the green room.
Hipertansiyon ön tanısı, bunaklık ön tanısı, anksiyete ön tanısını duyuyoruz ve kesinlikle eminim ki şu yeşil odada kendime bu tanıyı koydum.
We also refer to subclinical conditions. There's subclinical atherosclerosis, subclinical hardening of the arteries, obviously linked to heart attacks, potentially. One of my favorites is called subclinical acne. If you look up subclinical acne, you may find a website, which I did, which says that this is the easiest type of acne to treat. You don't have the pustules or the redness and inflammation. Maybe that's because you don't actually have acne.
Ayrıca subklinik durumlardan söz ediyoruz. Subklinik aterosklerosis, yani subklinik atardamar sertleşmesi var. Tabii ki muhtemelen kalp kriziyle bağlantılı. En sevdiklerimden biri de subklinik akne. İnternette subklinik akneyi aratırsanız kabarıklık, kızarıklık ve iltihabınız yoksa tedavisi en kolay akne tipi olduğunu söyleyen benim de bulduğum, bir site göreceksiniz. Belki de bunun sebei aslında akneniz olmadığındandır.
I have a name for all of these conditions, it's another precondition: I call them preposterous. In baseball, the game follows the pre-game. Season follows the pre-season. But with a lot of these conditions, that actually isn't the case, or at least it isn't the case all the time. It's as if there's a rain delay, every single time in many cases.
Ben bütün bu durumlara bir ad koydum, başka bir ön tanı. Bunlara mantıksızlık ön tanısı diyorum. Beyzbolda oyun öncesinin ardından oyun gelir. Sezon öncesinin ardından sezon gelir. Fakat bu durumların çoğunda olay bu değil, yani en azından her zaman değil. Yani çoğu vakada yağmur dolayısıyla ertelenme varmış gibi.
We have pre-cancerous lesions, which often don't turn into cancer. And yet, if you take, for example, subclinical osteoporosis, a bone thinning disease, the precondition, otherwise known as osteopenia, you would have to treat 270 women for three years in order to prevent one broken bone. That's an awful lot of women when you multiply by the number of women who were diagnosed with this osteopenia.
Genelde kansere dönüşmeyen kanser öncesi doku bozulmaları var. Ama yine de örneğin subklinik osteoporozu, bir tür kemik erimesi hastalığını, yani bir ön tanıyı ele alırsak diğer türlü osteopeni olurdu, sadece bir kemiğin kırılmasını önlemek için 270 kadını 3 yıl boyunca tedavi etmeniz gerekir. Bu sayıyı osteopeni tanısı konan kadınların sayısıyla çarpınca çok fazla kadın için berbat bir durum ortaya çıkıyor.
And so is it any wonder, given all of the costs and the side effects of the drugs that we're using to treat these preconditions, that every year we're spending more than two trillion dollars on healthcare and yet 100,000 people a year -- and that's a conservative estimate -- are dying not because of the conditions they have, but because of the treatments that we're giving them and the complications of those treatments?
Yani bu ön tanıları tedavi etmek için kullandığımız ilaçların maliyeti ve yan etkisi göz önünde bulundurulunca sağlık sektörüne her yıl 2 trilyon dolardan fazla para harcayıp yine de ihtiyatlı bir tahminle, yılda 100.000 insanın sahip oldukları hastalıklardan değil, onlara uygulanan tedavilerden ve onların yol açtığı komplikasyonlardan dolayı ölmesi sürpriz değil.
We've medicalized everything in this country. Women in the audience, I have some pretty bad news that you already know, and that's that every aspect of your life
Bu ülkede her şeyi medikal hâle getirdik. Seyirciler arasındaki kadınlara zaten biliyor oldukları kötü haberlerim var ve bu hayatınızın her durumunun medikalleştiği.
has been medicalized. Strike one is when you hit puberty. You now have something that happens to you once a month that has been medicalized. It's a condition; it has to be treated. Strike two is if you get pregnant. That's been medicalized as well. You have to have a high-tech experience of pregnancy, otherwise something might go wrong.
Hayatınızın her alanı medikalleştirildi. Birinci darbe, ergenliğe girdiğinizde oldu. Artık her ay başınıza gelen ve medikalleştirilmiş bir şeyiniz var. Bunun tedavi edilmesi gerekiyor. İkinci darbe, hamile kaldığınızda oldu. O da medikal hâle getirilmiş. Yüksek teknolojili bir hamilelikten geçmelisiniz yoksa bir şeyler ters gidebilir.
Strike three is menopause. We all know what happened when millions of women were given hormone replacement therapy for menopausal symptoms for decades until all of a sudden we realized, because a study came out, a big one, NIH-funded. It said, actually, a lot of that hormone replacement therapy may be doing more harm than good for many of those women.
Üçüncü darbe, menopoz. Hepimiz, milyonlarca kadına menopoz semptomları yüzünden onlarca yıl hormon tedavisi uygulanıp daha sonra Ulusal Sağlık Enstitüsü tarafından finanse edilen büyük bir araştırmanın sonuçları ortaya çıkınca olanları hatırlıyoruz. Araştırmaya göre aslında o çoklukta hormon tedavisinin çoğu kadının üzerinde iyiden çok kötü etkileri olabilirdi.
Just in case, I don't want to leave the men out -- I am one, after all -- I have really bad news for all of you in this room, and for everyone listening and watching elsewhere: You all have a universally fatal condition. So, just take a moment. It's called pre-death. Every single one of you has it, because you have the risk factor for it, which is being alive.
Her ihtimale karşı salondaki erkekleri geçmek istemiyorum, sonuçta ben de onlardan biriyim. Bu salondaki herkese ve başka yerlerde izleyen ve dinleyenlere çok kötü bir haberim var. Hepinizin evrensel, ölümcül bir durumu var. Yani, bir dakikanızı ayırın. Ölüm tanısı olarak adlandırılıyor. Hepinizde var çünkü hepinizde risk faktörü var, risk de yaşıyor olmak.
But I have some good news for you, because I'm a journalist, I like to end things in a happy way or a forward-thinking way. And that good news is that if you can survive to the end of my talk, which we'll see if that happens for everyone, you will be a pre-vivor.
Ama size iyi bir haberim de var çünkü bir gazeteci olduğum için mutlu, geleceğe yönelik sonları severim. İyi haber, konuşmamın sonuna kadar hayatta kalabilirseniz, herkes bunu başarabilecek mi bakacağız, hayatta kalan öncesi olacaksınız.
I made up pre-death. If I used someone else's pre-death, I apologize, I think I made it up. I didn't make up pre-vivor. Pre-vivor is what a particular cancer advocacy group would like everyone who just has a risk factor, but hasn't actually had that cancer, to call themselves. You are a pre-vivor.
Ölüm ön tanısını ben uydurdum. Başkasının sözünü kullandıysam özür dilerim. Bence ben uydurdum. Ama hayatta-kalan-öncesini ben uydurmadım. Bu, belli bir kanser destek grubunun, risk faktörü bulunan fakat daha kanser olmamış herkese verdiği bir isim. Siz birer hayatta kalan öncesisiniz.
We've had HBO here this morning. I'm wondering if Mark Burnett is anywhere in the audience, I'd like to suggest a reality TV show called "Pre-vivor." If you develop a disease, you're off the island.
Sabah burada HBO vardı, Mark Burnett hala seyircilerin arasında mı? ''Pre-vivor'' adında bir realite şovu önermek isterim. Bir hastalığınız çıkarsa adadan ayrılıyorsunuz.
But the problem is, we have a system that is completely -- basically promoted this. We've selected, at every point in this system, to do what we do, and to give everyone a precondition and then eventually a condition, in some cases. Start with the doctor-patient relationship. Doctors, most of them, are in a fee-for-service system. They are basically incentivized to do more -- procedures, tests, prescribe medications.
Ama sorun şu ki bu olayı tamamen teşvik eden bir sistemimiz yok. Bu sistemin her adımında hep yaptığımız şeyi yapmayı ve herkese bir ön tanı koymayı ve bazen gerçek hastalığın tanısını koymayı seçtik. Doktor-hasta ilişkisiyle başlayalım. Doktorların çoğu hizmet başına ücret alarak çalışmakta. Yani daha fazla test yapıp daha fazla ilaç yazmaları için teşvik ediliyorlar. Hastalar geliyor ve bir şeyler yapılmasını istiyorlar.
Patients come to them, they want to do something. We're Americans, we can't just stand there, we have to do something. And so they want a drug. They want a treatment. They want to be told, this is what you have and this is how you treat it. If the doctor doesn't give you that, you go somewhere else. That's not very good for doctors' business. Or even worse, if you are diagnosed with something eventually, and the doctor didn't order that test, you get sued.
Bizler Amerikalıyız, öylece duramayız, harekete geçmek zorundayız, sonuç olarak ilaç istiyorlar. Tedavi istiyorlar, senin durumun bu, böyle tedavi edilir, denmesini istiyorlar. Eğer bu doktor istediğini vermezse başka doktora gidiyorsun. Bu doktorun işi için iyi değil. Daha da kötüsü, sonunda birisi hastalık tanısı koyar da önceki doktor o testi istememiş olursa mahkemeye verilirsiniz.
We have pharmaceutical companies that are constantly trying to expand the indications, expand the number of people who are eligible for a given treatment, because that obviously helps their bottom line. We have advocacy groups, like the one that's come up with pre-vivor, who want to make more and more people feel they are at risk, or might have a condition, so that they can raise more funds and raise visibility, et cetera.
Belirtileri genişleterek tedaviye uygun kişi sayısını sürekli arttırmaya çalışan ilaç firmalarımız var çünkü belli ki kâr getiriyor. Hayatta kalan öncesi terimini uyduranlar gibi destek grupları var. Bu gruplar daha çok insanın risk altında veya hasta olduğuna inanmasını böylece görünürlüklerini arttırmayı ve daha fazla bağış toplamayı istiyorlar.
But this isn't actually, despite what journalists typically do, this isn't actually about blaming particular players. We are all responsible. I'm responsible. I actually root for the Yankees, I mean talk about rooting for the worst possible offender when it comes to doing everything you can do. Thank you. But everyone is responsible.
Gazetecilerin genelde yaptıklarının aksine bütün bunlar belirli oyuncuları suçlamakla ilgili değil. Hepimiz sorumluyuz. Ben de sorumluyum. Ben Yankee taraftarıyım, yani iş yapman gereken en iyi şeye gelince destekleyebileceğim en kötü tarafı tutuyorum. Teşekkürler. Ama herkes sorumlu.
I went to medical school, and I didn't have a course called How to Think Skeptically, or How Not to Order Tests. We have this system where that's what you do. And it actually took being a journalist to understand all these incentives. You know, economists like to say, there are no bad people, there are just bad incentives.
Ben tıp okudum ve "Nasıl Şüpheci Bir Şekilde Düşünülür" ya da "Nasıl Test İstenmez" diye derslerimiz yoktu. Yapman gerekenin bunlar olduğu bir sistemimiz var. Bu teşvikleri anlamam için gazeteci olmam gerekti. Ekonomistler kötü insanın olmadığını, yalnızca kötü teşvikçiler olduklarını söyler. Aslında bu doğru.
And that's actually true. Because what we've created is a sort of Field of Dreams, when it comes to medical technology. So when you put another MRI in every corner, you put a robot in every hospital saying that everyone has to have robotic surgery. Well, we've created a system where if you build it, they will come. But you can actually perversely tell people to come, convince them that they have to come.
Çünkü iş medikal teknolojiye gelince yarattığımız şey aslında Düşler Tarlası filmi gibi bir şey. Her köşe başına bir MR cihazı yerleştirirseniz herkesin robotik cerrahi ile tedavi edilmesi gerektiğini söyleyip her hastaneye bir robot koymuş olursunuz. İnşa ettiğiniz takdirde insanların geleceği bir sistem oluşturduk. Fakat insanlara huysuzca gelmeleri gerektiğini söyleyebilir, gelmeleri gerektiğine ikna edebilirsiniz.
It was when I became a journalist that I really realized how I was part of this problem, and how we all are part of this problem. I was medicalizing every risk factor, I was writing stories, commissioning stories, every day, that were trying to, not necessarily make people worried, although that was what often happened.
Gazeteci olunca benim de problemin bir parçası olduğumu ve aslında hepimizin bu problemin bir parçası olduğumuzu anladım. Her risk faktörünü medikalleştiriyor, amacı insanları korkutmak olmasa da genelde bunu başaran hikayeler yazıyor ve yazdırıyordum.
But, you know, there are ways out. I saw my own internist last week, and he said to me, "You know," and he told me something that everyone in this audience could have told me for free, but I paid him for the privilege, which is that I need to lose some weight. Well, he's right. I've had honest-to-goodness high blood pressure for a dozen years now, same age my father got it, and it's a real disease. It's not pre-hypertension, it's actual hypertension, high blood pressure.
Ama bunun bir çözümü var. Geçen hafta dahiliye doktoruna gittim ve bana bu salondaki herkesin bedavaya söyleyebileceği bir şey söyledi ama tabii ayrıcalığım olduğu için ben para ödedim. Kilo vermem gerekiyormuş. Haklı, yıllardır yüksek tansiyonum var. Babama tanı konduğu aynı yaşta çıktı ve gerçek bir hastalık. Hipertansiyon-öncesi gibi bir ön tanı değil, gerçek hipertansiyon, yüksek tansiyon.
Well, he's right, but he didn't say to me, well, you have pre-obesity or you have pre-diabetes, or anything like that. He didn't say, better start taking this Statin, you need to lower your cholesterol. No, he said, "Go out and lose some weight. Come back and see me in a bit, or just give me a call and let me know how you're doing."
Doktorum haklıydı ama bana obezite ön tanısı veya diyabet ön tanısı ya da ona benzer bir tanı falan koymadı. Şu Statin'i içmeye başlasan iyi olur, kolesterolünü düşürmen lazım demedi. Bunun yerine dedi ki ''Git kilo ver, daha sonra gel ve beni gör ya da arayıp nasıl gittiğini söyle." dedi.
So that's, to me, a way forward. Billy Beane, by the way, learned the same thing. He learned, from watching this kid who he eventually hired, who was really successful for him, that it wasn't swinging for the fences, it wasn't swinging at every pitch like the sluggers do, which is what all the expensive teams like the Yankees like to -- they like to pick up those guys. This kid told him, you know, you gotta watch the guys, and you gotta go out and find the guys who like to walk, because getting on base by a walk is just as good, and in our healthcare system we need to figure out, is that really a good pitch or should we let it go by and not swing at everything? Thanks.
Bana göre bu ileriye doğru bir adımdır. Bu arada Billy Beane de en son transfer ettiği gerçekten başarılı olan çocuktan aynı şeyi öğrendi. Önemli olan boksörler gibi her seferinde atak yapmak, her atışı çitlerin üzerinden atmak değil. Yankee gibi pahalı takımlar bu tarz oyuncuları seviyorlar. Bu çocuk ona, gözün işte o tip oyuncuların üstünde olmalı ve çıkıp koşmak yerine yürümeyi seven oyuncular bulmalısın, dedi. Çünkü skoru yürüyerek yapmak en az koşmak kadar iyidir. Sağlık sistemimizde de bu doğru atış mı yoksa biraz bekleyip sıradaki atışı mı yapmalıyız diye düşünmeliyiz.